Secde suresi 8. ayette, meninin özü olan sperm mi kastedilmektedir?

Tarih: 20.04.2017 - 00:11 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Yoksa adi su olan meni öz olarak mı kastedilmektedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Döllenme öncesi aşamaya Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde değinilmiş ve bu ayetlerde "meni" (Kıyame, 75/36; Vakıa, 56/58), "main dafik (fışkıran su)" (Tarık, 86/6) ve "main mehin (değersiz, dayanıksız ve hakir bir su)" (Secde, 32/8; Mürselat, 77/20) ifadeleri kullanılmıştır.

Meni olarak adlandırılan ve spermleri taşıyan besleyici sıvı, sadece spermlerden oluşmaz. Aksine meni, birbirinden farklı sıvıların karışımından oluşur.

Meni; sperm kanallarından, seminal keseciklerden, prostat bezinden, idrar yollarına bağlı salgı bezlerinden salgılanan maddelerin bir bileşimidir. Meni diye adlandırılan sıvının detaylı analizi yapılırsa bu sıvının; sitrik asit, prostoglodinler, flavinler, askorbik asit, ergotionein, fruktoz, fosforilkolin, kolesterol, fosfolipidler, fibrinolizin, çinko, asit fosfataz, fosfaz, hiyolurinadaz ve spermler gibi birçok ayrı bileşenden oluşmaktadır.

Bu sıvıların, spermin gerek duyduğu enerjiyi karşılayacak olan şekeri bulundurmak, baz özelliğiyle ana rahminin girişindeki asitleri nötralize etmek, spermin hareket edeceği kaygan ortamı sağlamak gibi görevleri vardır.

Kur'an’da erkeklik ve dişiliğin, “rahme dökülen meniden” yaratıldığı bildirilmiştir. Oysa yakın zamana kadar cinsiyetin anne hücreleri tarafından belirlendiği sanılıyordu. Kur'an’da verilen bu bilgiyi bilim XX. yüzyılda keşfetmiştir. Kur'an’da insanın yaratılışı ile ilgili olarak buna benzer pek çok detay asırlar öncesinden haber verilmiştir.

Kur'an’da meniden söz edilirken, modern bilimin ortaya çıkardığı bu gerçeğe de işaret edilmekte ve meni “karmakarışık” bir sıvı olarak tarif edilmektedir:

“Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.” (İnsan, 76/2)

Soruda geçen ayetlerde ise, yine meninin karışım olduğuna işaret edilir, insanın ise bu karışımın “özünden” yaratıldığı vurgulanır:

“Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden, basbayağı bir sudan yapmıştır.” (Secde, 32/7-8)

Burada “öz” diye çevrilen Arapça “sülale” kelimesi, öz ya da bir şeyin en iyi kısmı demektir. Hangi şekilde alınırsa alınsın “bir bütünün bir kısmı” anlamına gelir.

Gerçekten de spermler, meninin hem bir kısmıdır, hem de meninin en temel ham maddesidir. Spermlerin içinde ise yumurtayı dölleyen sperm, hem spermlerin yüz milyonda biri ile ifade edilecek kadar az bir kısmıdır, hem de bu uzun mesafeli yüzüşte milyonlarca spermi geçerek hedefe varan en başarılı yüzücüdür.

Bu durum, Kur'an’ın, insanın yaratılışını en ince detayına kadar bilen Allah’ın sözü olduğunu açıkça göstermektedir.

Kur'an-ı Kerim'de insanın anne rahminde geçirdiği safhalar da şu şekilde geçmektedir:

"Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargahta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden alakayı, bir parçacık et (mudga) haline soktuk; bu bir parçacık eti, kemikleri (iskeleti) etle (lahm) kapladık. Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir." (Müminun, 23/12-14)

Ayette cenin dönemi, "nutfe, alaka, mudga" sırasına göre zikredilmiştir.

Kur'an-ı Kerim'de anlatılan bu yaratılış safhaları, modern ilimlerin verileriyle de örtüşmektedir. Şöyle ki;

Birinci aşama; spermin yumurtanın (ovum) fallop tüplerinde (rahim ile ovaryum arasındaki kanalda) içine girerek döllenmenin (fertilizasyon) meydana gelmesidir. Bu döllenmiş yumurtaya "zigot" denmektedir.

İkinci aşama; zigotun önce rahme tutunması, sonra da altıncı günden itibaren rahmin içine gömüldüğü (implantasyon) dönemdir. Bu dönemden itibaren "embriyo" terimi kullanılır.

Büyümenin fertilizasyon sonrası 3-8. haftalarını içine alan bu dönemde bazı özel doku ve organlar gelişir.

Üçüncü aşama; "fetus" adını aldığı, 3. ayın başından doğuma kadar olan, bedenin hızlı büyüdüğü, doku ve organların olgunlaştığı dönemdir. (bk. Örs, Rahmi ve Dilmen, Uğur, "Fetal Fizyoloji", Temel Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi, 205, 206.)

Görüldüğü üzere iki canlı varlık olan sperm ile yumurtanın döllenmesiyle yeni ve farklı bir canlı varlık olan zigot meydana gelmektedir. Bu döllenmiş hücrenin kromozomlarındaki genlerde doğacak bebeğin özellikleri mevcuttur.

Daha sonra bu döllenmiş yumurta (zigot), her gün mesafe katederek geçirdiği aşamalara göre; embriyo, fetus, bebek, çocuk, genç, yetişkin ve yaşlı haline gelir.

Bütün bu dönemler birbirinden ayrı ve bağımsız düşünülemez. Hepsi insan olan varlığın kapsamındadır.

Not: Konuya yardımcı olacağını düşündüğümüz aşağıdaki açıklamaları da okumanızı tavsiye deriz:

Embriyoloji Mevzuunda Mucizeler

Kanada’nın Toronto Üniversitesi Anatomi Bölüm Başkanı ve çeşitli ilim kuruşlarının üyesi olan Prof. Dr. Keith L. Moore’a ait, ismi “Gelişen İnsan” olarak tercüme edilebilecek büyük boy ilmî bir eseri var.

Embriyoloji ilmine göre, insanın tek bir hücreden itibaren gelişimini teferruatiyle anlatan bu kıymetli eserin, insan embriyolojisinin tarihçesinden bahseden sekizinci ve dokuzuncu sayfalarında, Orta Çağ'da insanların fen ilimlerinde terakkilerinin yavaş olduğundan ve ancak Müslümanların mukaddes kitabı Kur’ân’da insanın tek bir hücreden itibaren gelişimi hakkında mühim bilgiler verildiğinden geniş bir şekilde bahseden kısmı, bilhassa dikkati çekmektedir. (Kitabın tam ismi: Moore, K. L; The Developing Human-Clinically Oriented Embryology, 3.rd Ed. Philadel-phia, W. B Saunders Co, 1982).

Prof. Moore, “The Gazette” ve “The Globe and Mail” adlı günlük iki gazetede, 22-23 Kasım 1984 tarihlerinde neşredilen sayısında geniş beyanatta bulunmuş, ayrıca ilmî bir makalesinde bu konuyu işlemiştir.

“Embriyoloji Mevzuunda Mucizeler” başlığıyla neşredilen ilmî makalesinde Prof. Moore, Kur'an ayetlerini ve hadisleri hem orijinal yazılışıyla hem de İngilizce mealleriyle klişeler halinde hazırladığı posterleri basın toplantısında gazetecilere göstererek resim çektirmiş, bunları sayfa ebadına göre küçültülmüş halde ilmî makalesine de koymuştur.

Prof. Dr. Keith L. Moore, neşrettiği bu ilmî makalesinde, Kur'an ve hadisten embriyoloji mevzuunda tesbit ettiği mucizelere şöyle işaret ediyor:

“Embriyoloji mevzuundaki ilk çalışmalar, bildiğimiz kadarıyla M. Ö. 4. asırda yapılmış ve gelişen civciv embriyonları incelenerek mukayeseli bir neticeye varılmak istenmişti. Bu çalışmanın üzerinden geçen yaklaşık 2000 yıl boyunca embriyolojide dikkate değer bir gelişme görülmedi. Ve mikroskobun XVII. yüzyılda keşfedilmesiyle insan hücresindeki embriyolojik safhalar belirlenmeye başladı. Birkaç yıl boyunca Kur'an ve hadisler üzerinde çalışma yaparak insanın embriyolojik gelişmesini inceledim ve VII. yüzyılda insanlığa gönderilen bu ilâhî kitaptaki ilmî hakikatlerle tam uyum gösteren bilgiler karşısında şaşırıp kaldım.

Şimdi Kur'an’dan seçtiğim ayetleri, embriyolojideki son gelişmelerin ışığındaki bilgilere dayanarak ele alacağım.

İnsanoğlunun ana rahminde devreler halinde geliştiği, bir fikir olarak 1942 yılında ortaya atılmış, ancak, bugün de geçerli olan son bilgiler, 1974 yılında herkes tarafından kabul edilmiştir.

Halbuki, Kur'an, Zümer Suresi 6. ayette mealen:

“Allah sizi tek bir nefisten yarattı, sonra da ondan eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (O’na kulluktan) çevriliyorsunuz?”

demek suretiyle, insanın gelişmesinin üç karanlık bölgede cereyan ettiğini açıkça belirtmektedir.

Embriyoloji biliminin son tespitlerine tam olarak uygunluk gösteren bu bölgelerden birincisi rahim duvarı, ikincisi annenin karın zarı, üçüncüsü ise, birleşik embriyo ve kroyonların meydana getirdiği amniyokoriyonik membran’dır. Bu üç anatomik bölge, embriyonu dış tesirlerden ve zararlardan korur.

Müminûn Sûresi 12-14. ayetleri ise, ilk haftalardaki gelişmeleri dile getirirken insan embriyosunun da eksiksiz bir tarifini yapıyor ve onun “tırmanan sülük” gibi bir şekilden, bir çiğnemlik ete döndüğünü ifade ediyordu:

“Biz insanı çamurdan, bir sülâleden yarattık. Sonra onun neslini sağlam bir karargâh olan dölyatağında dökülmüş su yaptık. Sonra o dökülmüş suyu kan pıhtısı, bu kanı da bir çiğnem et yaptık. O bir çiğnem etten kemikler yarattık. Kemikleri de et ile örttük. Sonra onu başka bir yaratılışta yaptık. Allah bilgide, güçte ve kuvvette pek yücedir, yaratanların en güzelidir.”

Bu ayetleri ilk önce anlamamış olmamıza rağmen, insan embriyosunun 24. gün sonunda aldığı şekli Arap sülükleriyle karşılaştırdığımızda, hayret içinde kaldık. Embriyonun bu hali, sülüklere son derecede benziyordu. Ve bu dönem alakanın lügat manalarından biri olan “tırmanan sülük” ifadesine uygun olarak, embriyonun rahim duvarına tırmandığı dönemdi.

Asırlar boyunca, insanın ufak bir modelinin erkeğe ait spermler içinde bulunduğuna ve bunun ana rahminde hiç değişmeden büyüdüğüne inanıldı. Benzer şekilde diğer bir grup da anne yumurtasında bir insan modelinin bulunduğunu ileri sürüyordu. Yani asırlar boyunca, sperm ve yumurta hücreleri birbirinden ayrı olarak ele alındı.

Embriyolojide insanın zigot denilen tek bir hücreden yaratıldığını, bunun da yumurta hücresinin döllenmesiyle meydana geldiğini, ancak XVIII. yüzyılda Spallanazani tarafından yapılan deneyler neticesinde öğrendik.

Halbuki:

- Kıyame Sûresi’nin 37. ve Secde Sûresi’nin 8. ayetleri bu keşiften tam on bir asır önce, “nutfe” olarak bahsedilen zigotun nasıl meydana geldiğini belirtiyor,
- Abese Sûresi’nin 19. âyeti ise, zigotun gelişmekte olan insanoğlunun özelliklerini ve onun hayat programını taşıdığını açıkça anlatıyordu.

XIX. yüzyılın sonlarında keşfedilen bu durum, Kur'an tarafından asırlar öncesinden belirtilmişti ve işin enteresan tarafı bu ayetlerin o asrın insanları için bile rahatlıkla anlaşılabilecek şekilde olmasıydı.

Spermin, döllenmeyi sağlayan faktör olduğu son asırlarda keşfedilirken, Kur'an ayetleri döllenmeyi, tarif etmekle kalmamış ve spermin özelliklerini de ortaya koymuştu.

Dışarı atılan milyonlarca spermin ancak çok küçük bir bölümünün yumurtanın beklediği rahime ulaşabildiği ve bunlardan sadece bir tanesinin yumurta hücresi ile birleştiği XVIII. yüzyılda keşfedilmişti.

Halbuki Allah:

- Kıyame Sûresi’nin 37. ayetinde “O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi?”
- Ve Secde Sûresi 8. ayetinde “Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir” denilerek

1200 sene öncesinden insanın bu yaratılış safhasını açıklamış bulunuyordu.

Bununla alâkalı bir hadiste de her meniden çocuk olmadığı açıkça ifade edilmekteydi.

Dr. Moore, mucize olarak vasıflandırdığı diğer tespitlerini de şöyle anlatmaktadır:

Araştırmalara göre, embriyo döllendikten on gün son rahime iner. Sekizinci haftada insana benzer. Rahime gelmesinden 50-55 gün sonra, embriyo her şeyiyle insandır artık. Ancak kulak ve gözler, 4. haftada şekillenmeye başlar. 6 hafta sonra iyice belirgin hale gelir.

Bir hadiste: “Nutfe meydana geldikten kırk iki gün sonra, Allah (cc) ona bir meleğini gönderir, cenine karakterini aşılar, duyularını (göz ve kulak gibi) yerleştirir, etini, kemiğini yaratır ve melek 'Allah’ım' diye sorar. 'Bu erkek mi, dişi mi?'” buyrulur.

Peygamber (asm) kelâmında, ancak 1100 sene sonra ilmen ispatlanabilecek bir hadisenin günleri aynen verilerek tarif edilmesi, acaba “mucize”den başka hangi kelimeyle ifade edilebilir?

Bu hadiste bir incelik daha vardır: Melek, Rabb’ine niçin bebeğin cinsiyetini sormaktadır? Bu sorunun cevabına, bugünkü ilmî bilgilerle bakıldığında hayret vericidir: Çünkü kırk ikinci güne gelinceye kadar, ceninin eti, kemiği tamamlandığı, karakteri ve duyuları yerleştiği halde, cinsiyeti henüz belli değildir ve hadiste bu durum 1200 sene önce, harika bir şekilde bildirilmiştir.

Kur'an, ayrıca insan blastosistine ait bir işleme de implantasyon, (yani ekme işlemi) açıklık getirmektedir.

Bakara Sûresi’nin 223. âyeti: “Kadınlarınız sizin için bir tarladır...” demek suretiyle blastosistin rahimdeki durumunu, toprağa atılan tohuma benzetir. Bu ayet de çok manidardır. Çünkü, toprak tohumu örttüğü gibi, rahmin epidelyumu da ona asılan blasosisti örter. Ve blasosist, hemen ardından beslenmek maksadıyla kroyonik villi (chorionic villi) adı verilen lifçikleri meydana getirir. Aynen tohumların, toprak içindeyken beslenmek için çıkardıkları kökler gibi...

Dr. Moore, kendisini hayrete düşüren bir başka tespitini de şöyle anlatıyor:

“Daha önce verdiğimiz Kur'an ayetleri, insan embriyosunun dört haftalık şeklinden, neden 'bir çiğnemlik et' (mudga) olarak bahsetmektedir? Kur'an’da 'mudga' kelimesiyle ifade edilen bu 4 haftalık embriyonu incelediğimizde, üzerinde tesbihimsi bir yapı meydana geldiğini ve bu yapının görünüş olarak, diş izlerine benzediğini, hayretle gördük."

"Dört haftalık insan embriyosunu plastikten bir modelini yaptık ve ağzımızla çiğneyip diş izlerimizi bıraktık. Meydana gelen şekil, hakikî embriyoya fevkalâde derecede benziyor ve Kur'an’ın bu safhadaki embriyodan niçin 'mudga' (bir çiğnemlik et) olarak bahsettiğini çok güzel açıklıyordu."

"Bir çiğnemlik et hakkında Kuran’da verilen bilgilerle, bugünkü embriyolojik çalışmaların neticeleri arasındaki uygunluk bundan ibaret de değildir."

"Mü’minûn Sûresi’nin 14. ayetindeki '... O bir çiğnem ette kemikler yarattık. Kemikleri de et ile örttük. Sonra onu başka bir yaratılışta yaptık.' 'Mudga'da meydana getirildiği bildirilen bu gelişmeler, yapılan embriyolojik çalışmalar neticesinde de aynen ayetin ifadesindeki gibi tesbit edilmiş; hatta beyin ve kalp gibi organların da bu safhada teşekküle başladığı görülmüştür.”

Bugünkü embriyoloji ilminin tesbitleriyle Kur'an ve hadisi karşılaştırarak Kur'an ve hadislerdeki mucizelere hem basın toplantısıyla hem de kitaplarla dikkati çeken Kanadalı Profesör Keith L. Moore bu konuda son olarak şunu söylemektedir:

“Kur'an ayetlerinin ve hadislerin açıklamalarının bugünkü müsbet ilimlerle de doğrulanmış hakikatlerini, bilgimin artmasıyla daha iyi değerlendirebileceğimi zannediyorum. Din ile ilim arasında yıllar boyu bırakılan mesafenin, Kur'an ve hadislerin hakikatlerinin anlaşılması ve anlatılması ile kapatılabileceğine inanmaktayım.”

“Bu, kendisinde şüphe olmayan bir kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.” (Bakara, 2/2)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun