Nörolog V.S. Ramachandran deneyine İslam ne der?

Tarih: 29.06.2023 - 20:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Nörolog V. S. Ramachandran, bir yarıküresi tanrı  inancına sahip olmayan ve diğer yarıküresi tanrı inancına sahip bölünmüş bir beyin hastasının durumunu açıklıyor.
- Bu konu hakkında İslamiyet ne diyor yorumlayabilir misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Nöroteoloji, din nörolojisi ya da biyoteoloji; dini tecrübe ve davranışı nöral (sinirsel) temelde inceleyip açıklamaya çalışan, nörolojinin (sinirbilimin) alt dalıdır.

Nöroteolojinin yapmaya çalıştığı; zaman, mekân, benlik, korku algısı, dini yaşama arzusu, kâinatla bütünleşme hâli, yaratıcıya yaklaşma, kendinden geçme hâlleri, bilinç altı tezahürleri gibi dini tecrübeleri nörolojik olarak açıklamaya çalışır.

Ramachandran’a göre dini tecrübe ile temporal lob arasında direkt ilişki vardır. Bu görüşe göre limbik sistem ile temporal lob’daki anormal aktivite ile dini tecrübe arasında korelasyon mevcuttur. Yani sinir sistemi ve beynin belirli bölümleri yaratıcıya inanmaya göre şekillendirilmiştir.

Diğer taraftan Ramachandran’dan farklı görüşte olan araştırıcılar da vardır. O tip sinir bilimcileri de beyin sinir sistemi ve yapısının inanca göre şekillenmediğini ileri sürerler. Halüsinasyonu, yani alınan bazı ilaçlarla gerçek olmayan birtakım duyguların ortaya çıkmasını buna misal gösterirler.

İslamiyet’in bu konuya yaklaşımı hakikati ortaya koyar. Çünkü “Yapan bilir. Bilen konuşur” bir kaidedir. İnsanı yapan ve yaratan Allah Teala’dır. Kuran da Allah’ın kelam sıfatının eseri, insan da kudret sıfatının eseridir. Dolayısıyla doğru bilgi buradadır.

İnsanda muhtelif duygular, bu duyguların gereğini sağlayacak organlar vardır. Mesela göz görmek için, kulak işitmek için, dil konuşmak için, beyin de düşünmek için yaratılmıştır.

Yalnız burada dikkat edilmesi gereken çok ince ve hassas bir konu vardır. Konuşan dil değildir. Dil bir et parçasından meydana getirilmiş bir alettir. Aynı şekilde gören göz değildir. Göz et ve benzeri kimyasallardan ibarettir. İşiten kulak değildir. Kulak bir alettir. Gören de işiten de konuşan ve düşünen de ruhtur. Ruh maddi olmayıp tamamen nuraniyetten meydana getirilmiştir.

Bu şöyle bir misalle anlayabiliriz:

Bizim bir oda içinde oturduğumuzu farz edelim. Odanın içinde de doğu ve batıya bakan istikamette pencereler vardır. Biz dışarıyı bu pencerelerden görürüz. Burada dışarıyı gören pencere değildir. İçeride oturan biz görüyoruz. Ama dışarıyı görebilmemiz için o istikamette pencere olması gerekir. Bunun için kuzey ve güney yönde pencereler olmadığı için dışarıyı göremeyiz.

İşte oda içinde oturan biz olduğumuz gibi, beden içinde de ruh aynı bizim gibi düşünülebilir. Gören göz değildir. Göz bir pencere gibidir. Gören ruhtur. Ama ruhun dışarıyı görebilmesi için pencere hükmünde olan göze ihtiyaç vardır. Gözün birisi veya ikisi görme fonksiyonunu kaybettiği zaman artık ruhun dışarıya açılan penceresi kapandığı için dışarıyı göremez.

Aynen bunun gibi, düşünmek, işitmek ve konuşmak için gerekli sistemlerin olması gerekir. Onlar görev yapacak tarzda değilse ruh o vazifeleri göremez.

Beyin sinir sisteminde de sistem tam bunun gibidir. İnanan ve o inanmanın gereğini yerine getirmede görev yapan ruhtur. O sistem arızalandığında inanma ve düşünmede problemler ortaya çıkar. O insan sağlıklı düşünemez. Zaten tabii sinir sisteminde, gerek doğuştan veya gerekse sonradan bir kaza sonucu bozulan sinir sistemi sebebiyle sağlıklı düşünemeyen bir kimseyi Allah, inanama noktasında onu sorumlu tutmamaktadır.

Yaratılış itibariyle Allah Teala insanların nasıl huzur bulacağını Rad suresinin 28. Ayetinde şöyle buyurmaktadır:

“Onlar iman eden ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”

Görüldüğü gibi insanın yaratılışı inanmaya göre şekillendirilmiştir. Yaşamak için nasıl ki belirli zaman içinde mideye besin koymamız yaratılış gereğidir. Hiç kimse “Ben bir şey yemeden yaşarım.” diyemez.

Aynı şekilde manevi mide olan ruhun da gıdası meali verilen ayette gayet açık görüldüğü gibi, ancak Allah’ı anmak, zikretmek ve ibadet etmekle mümkündür.

Şu hâlde, Allah’a inanmayan ve ibadet etmeyen bir kimsenin, hangi milletten olursa olsun, dünyada huzur bulması mümkün değildir. Aynen, hangi milletten olursa olsun hava almadan, su içmeden ve yemek yemeden hiç kimsenin huzur bulmayacağı gibi.

Bunun en güzel misali Anadolu’dadır. 70-80 yaşında iman ve ibadet sahibi bir kadın veya erkek her an Allah’ın zikriyle meşguldür.

Aynı yaştaki bir Amerikalı veya İngiliz ülkesinden binlerce kilometre uzağa gelip tarihi yerleri geziyor. Niçin? İşte onlar aslında yukarıdaki ayette işaret edilen kalben ve ruhen huzur bulmak için Allah’ı arıyorlar. Ama neyi aradıklarını bilmiyorlar. Allah’ı bilip bulabilseler Anadolu insanı gibi Allah’a sığınıp ondan yardım dileyerek huzur bulacaklar. Dünya ve ahiret saadetine erecekler.

Sonuç olarak, insanı yaratan Allah Teala onun bütün organlarını ve duygularını bir yaratıcıya inanacak ve ibadet yapacak şekilde planlayıp programlamıştır. Beyin sinir sisteminin yapısı, plan ve programı da bu genel çerçevenin bir parçasıdır ve bir alettir.

İnsan bedeninde doğrudan iş gören organlar değildir. Göz bir penceredir. Gören o penceredenn bakan ruhtur. Kulak bir alettir. İşiten ruhtur. Beyin bir alettir. Düşünen ruhtur. Ruhun o düşünce sistemini ortaya koyması için sağlıklı yapıya sahip bir sinir sistemi zaruridir.

İnsanı yeryüzünün halifesi yaratan Allah, dünya ve ahiret kılavuzu ve yol göstericisi Kuran’a uymadığı zaman onun huzur bulamayacağını beyan etmiştir. Zaten insanın dünyaya gönderiliş gayesi de Allah’a iman ve ibadet değil midir?!.

Nitekim “Ben cinleri ve insanları yalnızca beni tanıyıp bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56) mealindeki ayet bu gerçeği dile getirmektedir.

Allah bizleri kendisini hakkıyla tanıyıp, iman ve ibadet edenlerden eylesin, âmin.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun