Kur'an-ı Kerim'de "Sen Kuran'ı ölmüşlere duyuramazsın" ayeti (Fatır 35/22 ve Rum 30/52) ne anlama geliyor?

Tarih: 18.06.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Fatır suresi, 19-23. ayetler:

“Görmeyenle gören, karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir değildir. Allah dilediğine elbette işittirir; ama sen kabirlerdekilere de işittirecek değilsin! Sen ancak bir uyarıcısın.”

Ayetlerin Açıklaması:

Müfessirlerin genel kanaatine göre bu karşılaştırmalı örneklerin olumlu olanları hakkı, imanı, iman sahiplerini ve kavuşacakları güzellikleri; olumsuz olanları da bâtılı, inkarcılığı, inkarcıları ve kötü akıbetlerini temsil etmektedir. Bu konudaki yorumları şöyle özetlemek mümkündür:

Müminin tuttuğu yol sağlam, ufku ve basireti açık, niyet ve iradesi zinde, yaptıkları kalıcı ve yarayışlıdır; kâfir ise ölüden farksızdır; basireti kapalı, kalbi kararmış, yaptıkları anlam kazanamamış ve boşa gitmiştir. (Taberî, XXII, 128-129)

Râzî bu örneklere şöyle bir izah getirir (XXVI, 16):

"Gören" kelimesi mümini, "kör" kelimesi kâfiri, "aydınlık" imanı, "karanlıklar" küfrü, "gölge" rahatlığı ve huzuru, "sıcak" sıkıntıyı ve yakıcı ateşi, "diriler" müminleri, "ölüler" kâfirleri anlatmak için kullanılmıştır. Zira mümin önündeki açık yolu (dünya hayatından sonra yeni bir hayatın başlayacağını) görmekte, inkarcı ise bunu görmemektedir. Ama unutulmamalıdır ki kişinin görme duyusu ne kadar keskin olursa olsun ışık olmazsa bir şey göremez.

İşte iman ışık demektir ki gören kişinin önünü aydınlatır, küfür ise karanlığı temsil ettiğinden kâfir için kambur üstüne kamburdur. Sonra her ikisinin akıbetine, müminin rahata ve huzura kavuşacağına, kâfirin ise sıkıntı ve yakıcı ateş ile karşılaşacağına işaret edilmiştir.

Yüce Allah mümin ve kâfir hakkında bir başka örneğe daha yer vermekte, âdeta şöyle buyurmaktadır:

Mümin ve kâfirin durumunu anlatmaya, gören ile körün mukayesesi bile az gelir. Çünkü âmâ (kör) bazı şeyleri idrak etmede gören ile ortak özelliğe sahiptir, kâfir ise hiçbir yararlı idrak gücüne haiz değildir, ölü gibidir. 19. âyette geçen "bir olmaz" fiilinin dirilerle ölülerden söz eden 22. âyette tekrar edilmesi de bu yorumu desteklemektedir.

Öte yandan Râzî, gören ile kör mukayesesinde olumsuzluk kelimesinin tekrar edilmeyip diğerlerinde tekrar edilmesinde şöyle bir mâna inceliği bulunduğunu belirtir:

Bu tekrar tekit anlamı taşır. Birinci örnekte birbirine eşit olmama zıtlık düzeyinde değildir, diğerleri ise aynı zamanda birbirine zıttır. Şöyle ki, bir şahıs görür olabildiği gibi aynı şahıs âmâ da olabilir. Oysa karanlık ve aydınlık, gölge ve sıcak, diriler ve ölüler mahiyetleri bakımından da farklıdır; kör olma ve görür olma da böyledir, fakat âyette âmâ ile gören karşılaştırılmıştır.

Aynı vücudun hem hayata hem ölüme konu olabileceği dikkate alındığında bu örneği birinciye paralel görmek mümkünse de gerçekte diri ile ölü arasındaki farklılık kör ile gören arasındaki farklılıktan çok fazladır. Âmâ bazı şeyleri idrak etmede gören ile ortak özelliğe sahiptir, diri ile ölü arasında ise böyle bir ortaklık da yoktur, yani ölü sadece vasıf açısından değil işin gerçeği ve mahiyeti bakımından da diriden farklıdır. (XXVI, 16; bu konuda başka görüşler için bk. Taberi, XXII, 129)

Bazı müfessirlere göre ise diriler ve ölüler örneği, âlimlerle câhilleri, bazılarına göre de aklını kullananlarla aklını kullanmayanları anlatmaktadır. (Şevkânî, IV, 396)

22. âyetin son cümlesinde, getirilen bütün kanıtları görmezden gelen ve inatla inkarcılığını sürdürenler kabirlerdekilere yani ölülere benzetilmiştir. (İbn Atıyye, IV, 436)

Bu benzetmedeki maksat, inkarcıların Resûlullah (sav)'ın bildirdiklerine kulaklarını tamamen tıkamış olduklarını belirtmek olabileceği gibi, o ne yaparsa yapsın onların iz'anını harekete geçiremeyeceğini bildirmek yani Hz. Peygamber'e teselli vermek de olabilir. (Râzî, XXVI, 18) (Bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu, IV/411-412.)

Rum suresi, 51, 52 ve 53. ayetler:

(Sıcak kavurucu) bir rüzgâr göndersek de (bitkileri) sararmış görseler, hemen arkasından nankörlüğe başlarlar.”

“Çünkü gerçekten sen ölülere işittiremezsin; arkasını çevirip giden sağırlara da daveti duyuramazsın.”

“Ve sen, körleri sapıklıktan doğru yola çevirecek de değilsin. Sen ancak ayetlerimize iman edip teslim olmuş kimselere söz dinletebilirsin.”

Ayetlerin Açıklaması:

(Sıcak kavurucu) bir rüzgâr göndersek de (bitkileri) sararmış görseler, hemen arkasından nankörlüğe başlarlar.”

İlâhî rahmetten akıp gelen ve çevremizde köpürüp duran sayısız nîmetler devam ederken onun şükrünü bir gün olsun düşünmeyen inkarcı maddeciler, şüpheci şaşkınlar; nimetlerden biri veya birkaçı kesilince hem inkâr ve nankörlüklerini artırır, hem de azgınlıklarını hızlandırırlar. Geçmişteki bol ve kesintisiz taşıp köpüren nîmetleri veren O Yüce Kudret'e dil uzatır da bütün kusur ve düzensizliği Ona yakıştırmaya çalışırlar.

Kur'ân-ı Kerîm bu nankörleri üç grupta toplayıp tanımlamaktadır:

1. Ölüler,       
2. Sağırlar,    
3. Körler...      

Hakk'ın kurduğu kusursuz düzeni ve akla ışık tutan, malzeme veren ondaki belge ve delilleri idrâk etmeyip inkâr fırtınası içinde maddeyi esas ve amaç seçenlerin kalpleri ölü, ruhları bitkin, vicdanları siliktir. Yüce Yaradan'ın varlığına, birliğine delâlet eden yüzlerce belgeyi tesadüfe bağlamaları, kalplerinin imân ve irfan dirliğini yitirdiğinin başlıca şahididir. Rahmetten feyezan edip gelen nîmetleri, şuursuz tabiata bağlayıp hepsini ilâhî düzen ve program dışında düşünmeleri ise, kalplerinin imân nurundan mahrum kalarak karanlığa boğulduğunun bir başka delilidir.

Hakk'ın rahmet sesine kulaklarını tıkayan; Peygamber'in (a.s.m.) teblîğ ve irşat sesinden, Kur'ân'ın ilâhî beyânından rahatsız olan materyalistler, putperestler ve şüphe içinde bocalayan münafıklara gelince: Bunların hepsi de gönül, akıl ve vicdan kulağı yönünden sağırdırlar.

Doğru yolu eğrisinden ayırt edemeyen; saplanıp kaldığı küfür ve nifak bataklığını göremeyen; mevcut her nîmetin ilâhî rahmetin birer eseri bulunduğunu fark edemeyen kalp, kafa ve vicdan gözü elbetteki kördür.

Bu durumda ne Peygamber (a.s.m.), ne de onun yolunda yürüyen din mürşitleri ve ilim adamları ölülere seslerini duyurabilirler; sağırlara işittiremezler; körleri de eğri yoldan alıp onlara doğru yolu kabul ettiremezler. Meğer ki Allah'ın o kulları hakkında hidâyet esintisi tecelli etmiş olsun..

Eşyada Hakk'ın damgasını, onun kudretinin izini gören mü'minlerin kalp ve kafaları Peygamber Efendimiz'in (a.s.m.) teblîğ ve irşat sesine açık bulunmaktadır. Zira sağlam, köklü imân ancak bu sesle hayat bulup gelişme sağlayabilir. (bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4724-4725.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun