KABİR HAYATI AYETLER, HADİSLER VE İCMA İLE HAKTIR

Asrımızın bir kısım insanını anlamak ne kadar da zor! Bilhassa kendini âlim zannedenleri… Zira Müslümanlar 14 asır boyunca kabir hayatına iman ederken ve “Ey Allah’ımız! Bizi kabir azabından koru.” diyerek Allah’a sığınırken, şimdi bir kısım ahir zaman âlimi kabir hayatını inkâr etmekte ve sözde buna Kur’an’dan deliller getirmektedir. 

Yani -haşa- sahabeler, müçtehidler ve 14 asır boyunca yaşamış bütün allameler Kur’an’ı anlayamamış ve olmayan bir hayatın varlığına iman etmiş de sonra bunlar gelerek doğruyu bulmuşlar.

Yine bu sözde âlimlerin delil olarak gösterdiği Kur’an ayetlerini 14 asır boyunca hiç kimse görmemiş, okumamış ya da okumuş da onların anladığı manaları anlayamamış; ama bunlar bir çırpıda bütün gizli manalara ulaşmışlar. Demek, bunlar öyle zeki insanlar ki İmam Maturidileri, Eş'ârileri, İmam Gazalileri, İmam Rabbanileri ve saymakla bitiremeyeceğimiz bütün allameleri geride bırakmışlar. 

Hatta bunlar Kur’an’ı sahabelerden bile daha iyi anlıyorlar. Öyle ya, -haşa- İbni Abbaslar, İbni Mesudlar, Abdullah İbni Ömerler ve diğer sahabeler de kim oluyor! Sahabeler hiç bunların zekâsına yetişebilir mi?

Yine başta 4 mezhep imamı olarak diğer müçtehidler ve âlimler de bunların gerisinde. Bu inkârcılar onlardan çok daha zeki. Hatta bütün âlimlerin zekâsını toplasak bunların zekâsına yetişemez…

Yahu ne diyelim, ne yapalım, bunların bu hâllerine gülelim mi ağlayalım mı, biz de şaşırdık! 

En iyisi şunu yapalım: Kabir hayatını iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edelim ve onların delil diye ileri sürdükleri ayetlerin gerçek manalarını beyan edelim. Bu sayede, -inatlarından dolayı onlara hakikati anlatamasak da- onlara aldanan kardeşlerimize hakikati anlatır ve Ümmet-i Muhammed’i bu kötü âlimlerin şerrinden muhafaza ederiz. Bu yolla da Rabbimizin rızasına nail olmaya çalışırız.

Bu eserde kabir hayatının varlığını önce ayet-i kerimelerle, sonra hadis-i şeriflerle, sonra da âlimlerin ittifakı olan icmanın beyanıyla ispat edeceğiz. En sonunda da kabir hayatını inkâr edenlerin sözlerine teker teker cevap vereceğiz. İnayet ve tevfik Allah'tandır. Sözü daha fazla uzatmayalım ve şimdi Kur'an'dan birinci delilimize geçelim:

ONLAR, KABİR EHLİ KÂFİRLERİN ÜMİT KESTİKLERİ GİBİ AHİRETTEN ÜMİT KESMİŞLERDİR. (Mümtehine 13)

Mümtehine suresi 13. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:

 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْآخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ

Ey iman edenler! Allah'ın üzerlerine gazap ettiği kimselerle dostluk yapmayın. Onlar ki ahiretten ümit kesmişlerdir. Kabir ehli kâfirlerin ümit kestikleri gibi. (Mümtehine 13)

Bu ayet-i kerimeyi tefsir âlimleri iki farklı şekilde izah etmişlerdir. Biz delilimizi İbni Abbas, İmam Mücahid, Hazreti İkrime, İbni Zeyd, İmam Mukâtil, İmam Mansur ve İbni Cerir TaberîHazretlerinin tercihine göre takdim edeceğiz.

Şimdi ayet-i kerimeyi tahlil edelim: 

Ayet-i kerimenin başında, "Ey iman edenler! Allah'ın üzerlerine gazap ettiği kimselerle dostluk yapmayın." denilerek, üzerlerine gazap edilen kimselerle dostluk yapmamızyasaklanmıştır.

Daha sonra ise  قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْآخِرَةِ "Onlar ki ahiretten ümit kesmişlerdir." denilerek, üzerlerine gazap edilen bu kişilerin ahiretten ümit kestikleri beyan buyrulmuştur.

Ayetin sonundaki كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ  "Kabir ehli kâfirlerin ümit kestikleri gibi." ifadesiyle, üzerlerine gazap edilen bu kişilerin ahiretten ümit kesmesi, kabir ehli kâfirlerin ahiretten ümit kesmesine benzetilmiştir. Yani kâfir olarak ölüp kabirde yatanlar ahiretten nasıl ümit kesmişse, üzerlerine gazap edilen bu kişiler de ahiretten öyle ümit kesmişlerdir.

Şimdi, kabir hayatını inkâr edenlere şunu soruyoruz: 

Ayet-i kerimede açık bir şekilde, kabirde yatan kâfirlerin ahiretten ümit kestikleri beyan buyrulmuş. 

— Ahiretten ümit kesebilmeleri için, ilk önce canlı ve hayat sahibi olmaları gerekmez mi?

— Canı olmayan ve ölü olan kimse ahiretten ümit kesebilir mi?

Soruyu biraz daha açalım: 

Ayet-i kerimede, kabirlerdeki kâfirlerin ahiretten ümit kestikleri beyan buyrulmuş. Ümit kesmek bir duygudur. Duygunun olabilmesi için de kişinin hayat sahibi olması gerekir. Mesela taşın ümitsizliğinden, dağın ümitsizliğinden, denizin ümitsizliğinden ve hayatı olmayan diğer varlıkların ümitsizliğinden bahsedilemez. Ümit beslemek veya ümitsiz olmak hayat sahipleri için geçerlidir. Eğer kabirlerde hayat olmasaydı, orada yatan kâfirlerinümitlerini kesmelerinden bahsedilmezdi. Madem bahsedilmiş, o hâlde kabirlerde yatanların kendilerine mahsus bir hayatları vardır. Vardır ki ümit kesebiliyorlar.

— Acaba kabir hayatını inkâr edenler bu ayeti görmüyorlar mı? 

Onlara diyoruz ki:

— İbni Abbas, İmam Mücahid, Hazreti İkrime, İbni Zeyd, İmam Mukâtil, İmam Mansur ve İbni Cerir Taberî Hazretleri ayeti böyle izah ederken, sizler kim oluyorsunuz da onlara muhalefet ediyor ve kabir hayatı yoktur diyorsunuz?  

Allah size hidayet etsin ve şerrinizden ümmet-i Muhammed'i muhafaza etsin. Âmin.

ONLARI İKİ KERE AZABA UĞRATACAĞIZ. DAHA SONRA DA BÜYÜK BİR AZABA DÖNDÜRÜLECEKLER. (Tevbe 101)

Kabir hayatının hak olduğuna dair göstereceğimiz ikinci delil Tevbe suresinin 101. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

  وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ اْلأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ وَمِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لاَ تَعْلَمُهُمْ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَى عَذَابٍ عَظِيمٍ 

Çevrenizdeki bedevilerden münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta ısrar edenler vardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz. Biz onları iki kere azaba uğratacağız. Daha sonra da büyük bir azaba döndürülecekler. (Tevbe 101) 

Bu ayet-i kerime kabir azabına delildir. Şöyle ki:

"Onları iki kere azaba uğratacağız. Daha sonra da büyük bir azaba döndürülecekler." ifadesiyle üç azaptan bahsedilmektedir. Ayette geçen bu üç azaptan birincisi dünya azabı, ikincisi ise kabir azabıdır. Kabir azabından sonra daha büyük bir azap vardır ki o da üçüncü azap olan cehennem azabıdır.

Büyük müfessir İmam Taberî Hazretleri bu ayet hakkında şöyle der:

— Ayetin sonunda zikredilen “büyük azap”tan murad cehennem azabıdır. Âlimler bu konuda ittifak etmiştir. Madem ayetin sonundaki “büyük azap” cehennemdir, öyleyse daha önce zikredilen iki azaptan birisi cehennem azabı olamaz. Bu durumda, iki azaptan birinin kabir azabı olması gerekir. O hâlde azap; dünya azabı, kabir azabı ve ahiret azabı olmak üzere üçe ayrılmaktadır.

İbni Abbas, İmam-ı Azam, Kadı Beyzâvî, Ebû Malik, İbni Cüreyc, İmam Süddî, İmam Mücahid, İmam Katâde, Hasan-ı Basrî, İbni Zeyd, İmam Ferra, Muhammed b. İshak, İmam Râbi, İmam Dahhak, Süfyan-ı Sevrî ve diğer müfessirler -hadis-i şeriflere dayanarak- ayet-i kerimedeki iki azaptan birinin dünya azabı, diğerinin ise kabir azabı olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir.

— Acaba hiç mümkün müdür ki kabir azabı diye bir şey olmasın ama bu büyük allameler onu var zannetsin ve ayet-i kerimedeki ikinci azabı onunla tefsir etsin? Bu hiç mümkün müdür?

Şimdi şunu bir düşünün: İbni Abbas Hazretleri ki yüz binden fazla sahabe içinde Kur’an’ı en iyi anlayan altı isimden biri... O yüz bin sahabe içinde Arap dilinin allameleri, belagat ilminin dâhileri, şiir ve edebiyatın üstatları var. Ancak bu kişiler Kur’an’dan anlayamadıkları meseleleri İbni Abbas Hazretlerine soruyorlar. O İbni Abbas ki Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın, “Ey Allah’ım! Onu dinde fakih yap ve Kur’an’ın tevilini ona öğret.” duasına mazhar olmuş. Ve bu mazhariyetin bereketiyle, “Devemin yularını kaybetsem Kur’an’da bulurum.” demiş. Onu anlatmaya kalksak kitaplar yetmez…

İşte böyle bir zat diyor ki: Ayette geçen ikinci azaptan murad kabir azabıdır.

Hem bu görüşünde yalnız da kalmıyor. Biraz önce isimlerini saydığımız ve sayamadığımız onlarca allame İbni Abbas Hazretlerini tasdik ediyor ve aynı görüşü naklediyor.

— Acaba hiç mümkün müdür ki İbni Abbas gibi -Kur’an dersini bizzat Peygamberimizden alan ve sahabenin en büyük müfessiri olan- bir zat yanılsın, olmayan bir hayatın varlığına inansın, hatta daha da ileri giderek bir ayeti o olmayan hayatla tefsir etsin? Yine sahabenin diğer müfessirleri ve daha sonra gelen allameler de aynı izahı yapsın ve bütün bu izahlar yanlış olsun? Sonra da bu yanlışı bizim mezhepsizler fark etmiş olsun! Buna ihtimal veriyor musunuz?

— Yine hiç mümkün müdür ki ezberlerinde yüz binlerce hadis-i şerif olan bu zatlar, Kur’an’ın bir ayetinin tefsirinde ittifak etsin de bu ittifak batıl olsun?

Şeytan yüz defa şeytan olsa bu ihtimali kabul ettiremez!

FİRAVUN VE ADAMLARI SABAH-AKŞAM ATEŞE ARZ OLUNURLAR. (Mümin 46)

Kabir hayatının hak olduğuna dair göstereceğimiz üçüncü delil Mümin suresinin 45 ve 46. ayetleridir. Bu ayet-i kerimelerde şöyle buyrulmuş:

  وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ

Firavun ve adamlarını o kötü azap kuşattı. Onlar sabah-akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet kopacağı gün de (şöyle denilecektir): Firavun ve ehlini azabın en şiddetlisine sokun! (Mümin 45-46)

Şimdi ayet-i kerimeyi tahlil edelim:

Ayet-i kerimede,  وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ  "Firavun ve adamlarını o kötü azap kuşattı." buyrulmuştur. Bu kötü azap onların denizde boğulmasıdır.

Ayetin devamında ise Firavun ve adamlarının sabah-akşam ateşe arz olunduğu haber verilmekte ve şöyle buyrulmaktadır:

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا  Onlar sabah-akşam ateşe arz olunurlar. (Mümin 46)

Şimdi, kabir hayatını inkâr edenlere soruyoruz:

— Eğer kabir azabı yoksa, Firavun ve adamlarının sabah-akşam sokuldukları bu ateş ne ateşidir?

Sakın, "Bu ateş, kıyamet koptuktan ve hesaplar görüldükten sonra sokulacakları cehennem ateşidir." demeyin. Çünkü bu ateş cehennem ateşi olamaz. Zira ayetin devamında şöyle buyrulmuştur:

Kıyamet günü onlara şöyle denilir:

أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ  Firavun ve ehlini azabın en şiddetlisine sokun. (Mümin 46)

Bu ifadeden anlaşılıyor ki Firavun ve ehlinin "sabah-akşam sokuldukları azap" cehennem azabından başka bir azaptır. Zira cehennem azabı ayetin sonunda zaten hususi olarak zikredilmiş...

Demek, bu ayette iki farklı azaptan bahsediliyor.

Birincisi: Sabah-akşam sokuldukları azap.

İkincisi: Kıyamet koptuktan sonra sokulacakları azap.

Bu mana, ayetin beyanından açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Netice olarak, onların sabah-akşam sokuldukları azap kıyamet kopmadan önce gerçekleşmektedir.

Şimdi, kabir hayatını inkâr edenlere tekrar soruyoruz:

— Eğer bu azap kabir azabı değilse hangi azaptır?

Bu azap kabir ve berzah azabıdır. Ayette ilk olarak bahsedilen “onları kuşatan kötü azap” denizde boğulmalarıdır. Kıyamet gününde sokulacakları azap "cehennem azabı"dır. Onların boğulması ile cehennem azabı arasında kalan "sabah-akşam sokuldukları azap" da kabir azabı ve berzah azabıdır.

İmam Mücahid, Hazreti İkrime ve Muhammed bin Ka’b Hazretleri bu ayetin tefsirinde şöyle der:

— Bu ayet-i kerime kabir azabına delil teşkil etmektedir. Bu kanaat cumhurun -yani İslam âlimlerinin bütününün- kanaatidir.

Şimdi, kabir hayatını inkâr edenlerin peşinden gidenlere şunu sormak istiyorum:

— Siz mezkûr ayetin açık beyanına ve İslam âlimlerinin ittifakına teslim olup kabir hayatına iman mı edeceksiniz yoksa ayetin beyanını ve bütün İslam âlimlerinin sözlerini elinizin tersiyle itip bu kişilerin sözlerine mi inanacaksınız?

Karar sizin... Bizler ayet-i kerimenin beyanına ve İslam âlimlerinin bu konudaki ittifakına teslim oluyor ve kabir hayatına iman ediyoruz. Artık herkes, kimi kime tercih ettiğini bilsin ve bu tercihinin neticesine razı olsun!

SİZLER ÖLÜYKEN SİZİ DİRİLTTİ. SONRA SİZİ ÖLDÜRECEK, SONRA SİZİ DİRİLTECEK, SONRA DA ONA DÖNDÜRÜLECEKSİNİZ. (Bakara 28)

Kabir hayatının hak olduğuna dair göstereceğimiz dördüncü delil Bakara suresinin 28. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنْتُمْ أَمْوَاتًا فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Hâlbuki sizler ölüler iken sizi o diriltti. Sonra sizi öldürecek,sonra sizi diriltecek, sonra da ona döndürüleceksiniz. (Bakara 28)

Şimdi bu ayet-i kerimeyi tahlil edelim: 

Ayetin başında geçen  وَكُنْتُمْ أَمْوَاتاً فَأَحْيَاكُمْ  "Sizler ölüler iken sizleri diriltti." ifadesindeki  أَمْوَات tabiri “ölüler” demektir. Bundan maksat: Kendisinde hayat olmayan ve babaların belkemikleri arasında olan menilerdir. Bu ifadeyle insanın ilk hâline dikkat çekilmiş ve babalarının sulbündeki hâli nazara verilmiştir. İnsan bu hâlinde ölüdür ve daha yaratılmamıştır.

Ayetin hemen devamında gelen  فَأَحْيَاكُمْ  “Sizleri diriltti.” ifadesindeki “diriltmekten” maksat ise anne rahmindeki nutfelere ruh üfleyip sonra diri olarak dünyaya çıkarmaktır. Demek, ayetin bu bölümü "dünya hayatına" işaret etmektedir.

Ayetin devamındaki  ثُمَّ يُمِيتُكُمْ  “Sonra sizi öldürecek.” ifadesiyle işaret edilen mana iseecelleri geldiğinde insanları öldürmektir. Bu öldürmekle dünya hayatı sona erer ve insan kabre girer. 

Ayetin devamında gelen  ثُمَّ يُحْيِيكُمْ  “Sonra sizi diriltecek” ifadesi ise kabir hayatına delildir. Zira ayetin işaretiyle, bu dirilme "ölümden sonra ve kıyametten önce" olacaktır. Bu da ancak kabir hayatı olabilir.

Ayetin sonundaki  ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  “Sonra da ona döndürüleceksiniz.” ifadesinden murad iseİsrafil (a.s.) tarafından sûra üfürüldüğünde mahşere çıkmak üzere kabirlerden çıkıştır.

Bizim bu izahımıza karşı şöyle bir itiraz gelebilir: 

İtiraz sahibi diyebilir ki: Mana şöyle de olabilir: Ayetin son bölümündeki “Sonra sizi diriltir ve sonra ona döndürülürsünüz.” ifadesindeki "Sonra sizi diriltir." kısmı "kabir hayatına" değil, "kıyametten sonra kabirlerde dirilip kalkmaya" işaret eder. Ayetin devamı olan "Sonra ona döndürülürsünüz." kısmı da "kabirden çıkıp Allah’a döndürülmeye" işaret eder. 

Dolayısıyla itiraz sahibi der ki: Siz, “Sonra sizi diriltecek.” kısmını, "kıyametten önce kabirde diriltilmek" olarak izah ediyorsunuz. Hâlbuki bu, kıyametten önce kabirde diriltilmek değildir. Bu, kıyametten sonra kabirlerde diriltilmektir ki bundan sonra da kabirden çıkılarak hesap meydanına gidilir.

Yani itiraz sahibine göre, ayetin sonundaki “Sonra sizi diriltecek ve sonra ona döndürüleceksiniz.” bölümü, kıyametten sonra aynı anda gerçekleşen bir hadisedir. İnsanlar kabirlerinde dirilir ve hemen çıkarak huzura giderler.

İtirazcının bu izahına cevap olarak deriz ki: 

Eğer bir parça Arapça bilseydin kendi hâline güler ve ayete ne kadar yanlış mana verdiğini anlardın. Şimdi sana bunu izah edelim:

Arapçada فَ  edatı yakınlık edatıdır ve bir işin "hemen sonra" meydana geldiğini gösterir. ثُمَّedatı ise uzaklık edatıdır. Bu edat da bir işin "çok sonra" meydana geldiğini gösterir. Bu farkı iki basit cümle üzerinde görelim:

جَاءَ أَحْمَدُ فَعُمَرُ cümlesi, “Ahmet ve Ömer geldi.” manasındadır. Cümlede atıf harfi olarak kullandığımız فَ edatı sayesinde, Ömer’in Ahmet’ten hemen sonra geldiğini anlarız. Yani ikisinin gelmesi birbirine son derece yakındır. Neredeyse ikisi beraber gelmiş; biri önce girmiş, diğeri de bir adım farkla sonra girmiştir. Manaya bu yakınlığı veren şey cümlede kullandığımız فَ edatıdır. 

Eğer bu cümleyi جَاءَ أَحْمَدُ ثُمَّ عُمَرُ şeklinde söylersek, mana: “Ahmet geldi, sonra Ömer geldi.” şeklinde olur. Bu durumda anlarız ki Ömer’in gelmesi çok sonradır ve ikisinin gelmesi arasında zaman bakımından bir uzaklık vardır. Yani faraza Ahmet bugün gelmiş ama Ömer yarın veya daha sonra gelmiştir. Manaya bu uzaklığı veren şey cümlede kullandığımız ثُمَّ edatıdır. 

Bu izahımızdan sonra, şimdi ayetin Arapçasına bakalım: 

Ayetin sonunda  ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  denilerek, Allah’a döndürülme işinin, önceki diriltilme işinden "zaman bakımından uzaklığına" işaret edilmiştir. Eğer onların dediği gibi, “Sonra sizi diriltecek.” ifadesiyle "kıyametten sonra kabirlerden kaldırılmak" kastedilseydi, ayetin sonu ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ şeklinde değil,  فَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ şeklinde olurdu. Yani uzaklığa işaret eden ثُمَّ edatı kullanılmaz, yakınlığa işaret eden فَ  edatı kullanılırdı. Ama böyle olmamış... 

Demek, “Sonra sizi diriltir.” ifadesi ile “Sonra ona döndürüleceksiniz.” ifadesi arasında bir zaman uzaklığı vardır. İşte bu uzaklığın olabilmesi için kıyametten önce insanların kabirlerde diriltilmesi gerekir. 

Asrımızın büyük âlimi Bediüzzaman Hazretleri ayetteki ثُمَّ hakkında şöyle der:

— ثُمَّ : Öldürme ile ikinci yaratma arasında kocaman âlem-i berzahın fasıla olduğuna işarettir. (İşârâtü'l-İ'caz)

İşte bir parça Arapça bilen, anlattığımız bu manayı bilir ve kabir hayatına iman eder.

Şunu da hatırlatmak istiyorum: Zayıf ipler birbiriyle birleşince kuvvet bulur; tek başına koparılabilir iken, arkadaşlarıyla sırt sırta verdiğinde kopmaz bir hâle gelir. Aynen bunun gibi, zayıf gibi gözüken bir delil de sırtını diğer delillere dayayıp kuvvet bulur. 

Dolayısıyla her delili tek başına değil, diğer delillerle birlikte mülahaza etmek gerekir. Biz kabir hayatı hakkında sadece bu ayeti delil göstermiyoruz. Gösterdiğimiz ve göstereceğimiz daha birçok ayet-i kerime var. Zayıf gibi görünen bir delil, diğer arkadaşlarına sırtını dayadığında kuvvet bulup kopmaz bir ip olur. Her başlıkta işlenen delile bu minvalden bakmak gerekir.

ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLERİ SAKIN ÖLÜLER ZANNETMEYİN! BİLAKİS ONLAR DİRİDİRLER. (Âl-i İmran 169)

Kabir hayatının hak olduğuna dair göstereceğimiz beşinci delil Âl-i İmran suresinin 169. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ   

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler zannetmeyin! Bilakis onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanırlar. (Âl-i İmran 169)

Şimdi bu ayet-i kerimeyi tahlil edelim: 

Mezkûr ayet-i kerimede, Allah yolunda öldürülenlerin ölü olmadığı ve Allah katında rızıklandırıldığı haber verilmektedir. Hatta İmam Şafiî Hazretleri bu ayeti delil getirip, şehidin yıkanmayacağına ve üzerine cenaze namazı kılınmayacağına hükmetmiş ve şöyle demiştir:

— Şehide cenaze namazı kılınmaz. Zira cenaze namazı ölünün üzerine kılınır. Hâlbuki mezkûr ayetin beyanıyla şehit ölü değildir ve Rabbi katında rızıklanmaktadır.

Demek, şehit ölü değildir. Allahu Teâlâ, onları ölüler zannetmemizden bizleri nehyetmiş ve onlara “ölü” dememizi yasaklamıştır. Ayrıca şehit Allah katında rızıklanmaktadır.

İşte şehidin ölü olmaması ve hâlihazırda rızıklanması ispat eder ki kabir hayatı ve berzah âlemi haktır. Şehidin ölü olmamasını ve rızıklanmasını ancak berzah hayatıyla izah edebiliriz.

Şunu da unutmayalım ki: Tek bir meleğin varlığı ispat edilse, melek cinsinin varlığı ispat edilmiş olur. Birini kabul eden, tamamını kabul etmek zorundadır. Aynen bunun gibi, şehidin ölmediği ve hâlihazırda Allah katında rızıklandığı kabul edildiğinde, berzah ve kabir âlemi de kabul edilmek zorundadır. 

Bu makamda şöyle bir soru sorulabilir: 

— Hadi dediğinizi kabul edelim. Şehitler şu anda berzah ve kabir âleminde yaşıyor ve rızıklanıyor olsun. İyi ama, ayet-i kerime bu hayatın sadece şehitlere mahsus olduğunu bildiriyor. Hâlbuki siz diyorsunuz ki: İman ve salih amel üzere ölen bütün ehl-i iman hayattadır ve rızıklanmaktadır. Eğer şehitler ile onların arasında bir fark yoksa niçin mezkûrayet-i kerime sadece şehitlerden bahsetmektedir?

Bu soruya cevap olarak deriz ki: Şehit olarak ölenler ile diğer ehl-i iman arasında bir fark vardır. Zaten ayet-i kerimede şehitler bu farka istinaden hususi olarak zikredilmiştir. Bu farkı Bediüzzaman Hazretleri Mektubat isimli eserinde beyan etmiştir. Mezkûr eserden iktibasla meseleyi izah edelim:

Kur’an ayetlerinin işaretiyle, şehitlerin, kabir ehlinin üzerinde bir hayat tabakaları vardır. Şehitler dünya hayatlarını hak yolda feda ettikleri için, Cenab-ı Hak kemal-i kereminden, onlara dünya hayatına benzeyen, fakat kedersiz ve zahmetsiz bir hayatı berzah âleminde ihsaneder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar; daha iyi bir âleme gittiklerini zannediyorlar veölümdeki ayrılık acısını hissetmiyorlar. Bu sebeple de tam bir saadete ve lezzete mazhar oluyorlar. 

Diğer kabir ehlinin ruhları da bakidir; fakat onlar kendilerini ölmüş biliyorlar. Onlarınberzahta aldıkları lezzet ve saadet, şehitlerin lezzetine yetişemez. Bu hakikati bir temsil ile izah edelim:

Nasıl ki iki adam bir rüyada cennet gibi güzel bir saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. “Ben uyansam şu lezzet kaçacak.” diye düşünür. Diğeri ise rüyada olduğunu bilmiyor; hakiki lezzet ile hakiki saadete mazhar oluyor.

İşte şehitler ile diğer ölmüş ehl-i imanın berzah âleminden istifadeleri böyle farklıdır. Şehitler kendilerini ölmüş bilmedikleri için tam bir lezzet alırlar. Dünyadan ayrılığın elemini çekmezler. Diğer ehl-i iman ise öldüklerini bildikleri için, dünyadan ayrılığın elemini ve dostların özlemini çekerler. Lezzetleri şehitlerin lezzetine yetişemez.

Bediüzzaman Hazretleri bu izahtan sonra, başından geçen bir hadiseyi naklederek şehitlerin hayat mertebesine şöyle işaret eder:

Hatta ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehit olduktan sonra, üç aylık mesafede esir bulunduğum zaman, defninin mahallini bilmediğim hâlde, bence bir rüya-yı sadıkada, arzın altında bir menzil suretindeki kabrine girdim. Onu şehitlerin hayat tabakasında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta zannediyor. Fakat Rus’un istilasından çekindiği içinyeraltında kendine güzel bir menzil yapmış…

Bediüzzaman Hazretlerinin bu keşfi gibi binlerce hadise ehlullah tarafından bizlere nakledilmiştir. Evliyanın verdiği bu haberlere bu makamda girmeyecek, bu meseleyi daha sonra hususi bir başlıkta işleyeceğiz.

Şimdi, kabir hayatını inkâr edenlere şu soruları sormak istiyoruz: 

Şehidin ölü olmadığı ve Allah katında rızıklandığı ayetin açık beyanıyla sabittir. 

— Sizler şehidin ölü olmamasını ve hâlihazırda Allah katında rızıklanmasını neyle izah ediyorsunuz? 

— Eğer berzah âlemi ve kabir hayatı yoksa şehitler nerede yaşarlar ve nerede rızıklanırlar?

Bize bu soruların cevabını verin!

(NUH'UN KAVMİ) GÜNAHLARINDAN DOLAYI BOĞULDULAR VE ARDINDAN DA ATEŞE SOKULDULAR. (Nuh 25)

Kabir hayatının hak olduğuna dair göstereceğimiz altıncı delil Nuh suresinin 25. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا فَأُدْخِلُوانَارًا  

(Nuh’un kavmi) günahlarından dolayı boğuldular ve ardından da ateşe sokuldular. (Nuh 25)

Şimdi bu ayet-i kerimeyi tahlil edelim ve tahlilimize şu Arapça kuralla başlayalım:

Arapçada atıf harflerinin farklı görevleri ve manaları vardır. Arapça bilmeyenler için birbirine benzeyen bu edatlar, Arapça bilenler için çok derin manaları ifade etmektedir. 

Bu edatlardan ikisi  فَ  ve ثُمَّ edatlarıdır.  فَ  edatına “fâ-i takibiye” denir. Bu edat yakınlık edatıdır ve bir işin "hemen sonra" meydana geldiğini gösterir. ثُمَّ edatı ise uzaklık edatıdır. Bu edat da bir işin "çok sonra" meydana geldiğini gösterir. Bu farkı iki basit cümle üzerinde görelim:

خَرَجَ عَلِيٌّ فَسَعِيدٌ cümlesi "Ali ve Said çıktı." manasındadır. Cümlede atıf harfi olarak kullanılan  فَ  edatı sayesinde, Said’in Ali’den hemen sonra çıktığını anlarız. İkisinin çıkması birbirine son derece yakındır. Manaya bu yakınlığı veren şey cümlede kullanılan  فَ  edatıdır. 

Eğer bu cümleyi  خَرَجَ عَلِيٌّ ثُمَّ سَعِيدٌ şeklinde söylersek, mana: "Ali çıktı, sonra Said çıktı."şeklinde olur. Bu durumda anlarız ki Said’in çıkması çok sonradır ve ikisinin çıkması arasında zaman bakımından bir uzaklık vardır. İşte ثُمَّ atıf harfiyle bu uzaklığa dikkat çekilmiştir. 

Bu izahtan sonra, şimdi, tahlilini yapacağımız ayetin Arapçasına bakalım:

مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا Onlar günahlarından dolayı boğuldular  فَأُدْخِلُوانَارًا ve hemen sonra da ateşe sokuldular. 

Ayet-i kerimede, Nuh (a.s.)’ın kavminin hemen ateşe sokulduğu haber verilmektedir. Ayette geçen “fâ-i takibiye” ateşe girme işinin, tufanda boğulma hadisesinden hemen sonra olduğunu göstermektedir. Bu durumda, onların sokuldukları azap ancak kabir hayatı dediğimiz berzah âlemindeki azap olabilir. Zira şu anda cehennem mevcud olmakla birlikte içi boştur. Cehennem, kıyametin kopması ve hesabın tamamlanmasıyla sakinlerine kavuşacaktır. Bu da ispat eder ki: Hazreti Nuh’un kavminin sokulduğu ateş cehennem ateşi olamaz. 

— Acaba kabir azabından başka hangi azap vardır ki Hazreti Nuh’un kavmi denizde boğulduktan hemen sonra o azaba girmiş olsunlar? 

— Eğer kabir hayatı inkâr edilirse, Hazreti Nuh’un kavminin boğulduktan hemen sonra sokuldukları ateş neyle izah edilebilir? 

Buna "cehennem" diyemezsiniz, çünkü cehenneme giriş hesaplar görüldükten sonra olacaktır. 

Hazreti Nuh'un kavmi yaklaşık 5.000 yıl önce yaşamıştır. Eğer kabir azabı olmasaydı ve onlar azaba hemen girmemiş olsalardı, ayette yakınlığı ifade eden “fâ-i takibiye” yerine, uzaklığı ifade eden ثُمَّ edatı kullanılırdı.

Bu makamda itirazcı şöyle diyebilir: 

— Yahu bir  فَ harfinden ne kadar da mana çıkardın. Galiba biraz abartıyorsun!

Onun bu sözüne cevaben deriz ki: Hayır, biz abartmıyoruz, ancak sen Allah’ın kelamıyla beşerin kelamını birbirine karıştırıyorsun. Beşer, kelamını ihata edemez ve kelamında bu gibi hikmetleri gözetemez. Allahu Teâla ise sonsuz ilim ve hikmetiyle her manayı bilir ve kuşatır. Bu sırdandır ki Kur’an’da geçen her bir harf bazen birçok manalara medar olmuş ve müfessirler bu manaları izahla bitirememiş. 

— Yoksa sen Kur’an’da zikredilen kelimelerin ve harflerin tesadüfen olduğunu mu zannediyorsun? 

Şunu bil ki: Kur’an belagat üzerine nazil olmuş; kelime ve harflerinin dizilişiyle edipleri ve belagatın üstatlarını kendine aşık etmiştir. Bu meseleye burada girsek çok uzun kaçar. Bu yüzden bu kapıyı açmıyor, sadece şu kadar demekle yetiniyoruz: Kur’an’da hiçbir kelime ya da harfin kullanılışı tesadüfi değildir. Hepsinde yüzlerce hikmet ve mana vardır. Lakin bu manaları bulmak için ya işin ehli olmak ya da işin ehline müracaat etmek gerekir.  

Şimdi, kabir hayatını inkâr edenlere deriz ki: 

Hazreti Nuh’un kavminin boğulmasını ve sonra ateşe girdiklerini beyan eden ayet-i kerimedeyakınlığı bildiren  فَ  edatı kullanılmıştır. Bu da azaba girişin hemen olduğunu ve hiç ara verilmediğini ifade etmektedir. Bu olay 5.000 sene önce olmuş ve kıyametin de kopacağına ne kadar var bilinmez... 

Eğer kabir azabı olmasaydı ve onların azabı ahirete kalsaydı, ayette yakınlığı bildiren  فَ yerine, uzaklığı bildiren ثُمَّ tercih edilirdi. Kur’an’da hiçbir kelime ve hiçbir harf gelişi güzel kullanılmaz. Her birinin hikmeti ve manaları vardır. Buradaki yakınlık فَ si de azabın hemen başladığını beyan etmek için kullanılmıştır. Bu da kabir azabını ve dolayısıyla kabir ve berzah hayatını ispat etmektedir.

O ZALİMLERİ ÖLÜMÜN ŞİDDETLERİ İÇİNDE BİR GÖRSEYDİN. MELEKLER ONLARA ELLERİNİ UZATARAK, "BUGÜN ALÇALTICI BİR AZAPLA CEZALANDIRILACAKSINIZ." DER. (En'am 93)

Kabir hayatının hak olduğuna dair göstereceğimiz yedinci delil En’am suresinin 93. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلآئِكَةُ بَاسِطُوا أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُوا أَنْفُسَكُمُ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُون بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ غَيْرَ الْحَقّ وَكُنْتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ  

O zalimleri ölümün şiddetleri içinde bir görseydin! Melekler onlara ellerini uzatarak (şöyle der): Ruhlarınızı çıkarıp teslim edin. Allah hakkında haksız şeyler söylediğinizden ve O'nun ayetlerine karşı kibirlenmenizden dolayı bugün alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.(En’am 93)

Şimdi bu ayet-i kerimeyi tahlil edelim: 

Ayet-i kerimede zalimlerin ölüm anı anlatılmaktadır. Bizim üzerinde duracağımız bölüm meleklerin şu sözüdür: 

الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُون  Bugün alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.

Kabir ve berzah hayatını inkâr edenler diyorlar ki: Ölünün ruhu kabzedildikten sonra hiçbir hayat yoktur. Mükâfat veya ceza kıyametin kopmasından sonra olacaktır.

Hâlbuki tefsirini yaptığımız ayet-i kerime onları yalanlıyor. Zira melekler canlarını aldıkları zalimlere, "Bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız." diyor.

Bakın, ayetin apaçık beyanıyla, azap kıyametin kopmasından sonra falan değil, azap bugün…

— Eğer kabir azabını inkâr edersek, meleklerin “bugün” sözünü nasıl izah edeceğiz.

— Melekler, “Bugün cezalandırılacaksınız.” diyerek azabın hemen başlayacağını haber vermiyor mu?

Eğer kabir hayatını inkâr edenler, "Belki 'bugün' ifadesiyle başka bir zaman dilimi kastedilmiş olabilir." derlerse, onlara cevaben deriz ki:

— Sizin aklınıza başka bir zaman dilimi geliyor mu? 

— “Bugün” sözü başka ne manaya gelebilir? 

Bugün demek, bugün demektir!

İnsanın yaratılışından bugüne kadar binlerce yıl geçmiştir. Binlerce yıl önce yaşamış ve zalim olarak ölmüş birisine melekler canını alırken diyor ki: “Bugün cezalandırılacaksınız.” 

Melekler böyle derken, kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: “Ceza o gün değil, kıyamet koptuktan sonra.”

— Şimdi kimin sözünü inanalım? 

— Meleklerin ve Kur’an’ın sözüne mi yoksa bu inkârcıların sözüne mi?

Elbette Kur’an’ın sözüne inanacağız.

Ehl-i sünnet itikadının birçok meselesinde haddi aşan ve ifrata düşen İbni Kayyim el-Cevziyye bile mezkûr ayetin beyanı karşısında kabir azabını kabul etmiş ve şöyle demiştir:

— Zalimlere bu söz ölüm anlarında söylenmiş ve melekler zalimlerin ölümleriyle birlikte korkunç bir azap göreceklerini bildirmiştir. Bu azap kabir azabıdır. Şayet azapları kıyamete kadar geciktirilmiş olsaydı, onlara "Bugün cezalandırılacaksınız." denilmezdi.

Gördüğünüz gibi, İbni Kayyim gibi bir müfrit bile kabir azabını inkâr edemiyor ve ayetlerin beyanı karşısında kabul etmek zorunda kalıyor. 

Yine Ehl-i sünnet itikadının bazı meselelerinde şaşıran müfessir Zemahşerî bu ayetin berzah ve kabir hayatından haber verdiğini kabul ediyor.

İbni Kayyim ve Zemahşerî’yi örnek vermemizin sebebi şu: Kabir hayatının varlığı hakkında Ehl-i sünnet âlimleri arasında hiçbir ihtilaf yoktur. Bu mesele, değil Ehl-i sünnet âlimleritarafından, birçok meselede ifrat eden İbni Kayyim ve Zemahşerî gibi âlimler tarafından bile kabul edilmektedir. Onlar birçok meseleyi reddettikleri hâlde kabir hayatını kabul etmek zorunda kalmışlar ve tefsirini yaptığımız ayeti kabir hayatına delil getirmişler. Onların bile reddedemediği bir mesele, ne kadar kati bir meseledir; bu anlaşılsın diye onlardan misal verdik.

ONLARIN ÖNÜNDE YENİDEN DİRİLECEKLERİ GÜNE KADAR BERZAH VARDIR. (Mü’minun 100)

Kabir hayatının hak olduğuna dair göstereceğimiz sekizinci delil Mü’minun suresinin 99 ve 100. ayetleridir. Bu ayet-i kerimelerde şöyle buyrulmuş:

حَتَّى إِذَا جَاءَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ كَلاَّ إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِنْ وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde der ki: "Rabbim, beni (dünyaya) geri gönder. Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yapayım." Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) bir laftan ibarettir. Onların önünde yeniden dirilecekleri güne kadar berzah vardır. (Mü’minun 99-100)

Şimdi bu ayet-i kerimeyi tahlil edelim. Bizim üzerinde duracağımız kısım ayetin şu bölümü:

— Onların önünde yeniden dirilecekleri güne kadar berzah vardır. 

Berzah: İki şey arasındaki engel veya vasıta anlamına gelir. Yine iki şey ve iki konak arasında bulunan yere de "berzah" denir. Mesela iki deniz arasında bulunan kara parçasına "berzah" denir. Yine tatlı ve tuzlu su arasında bulunup bu ikisinin karışmasına engel olan sınırın adı da berzahtır.

Ayette geçen berzahtan murad ise dünya ile ahiret arasında bulunan âlemdir. Şu anda berzah âlemi mevcuttur ve ölen kimseler bu âlemde bulunmaktadır.

Ayet-i kerimede geçen “berzah” hakkında Ebû Sahr Hazretleri şöyle der:

— Berzah kabirlerdir. Onlar ne bu dünyada ne de ahirettedirler. Onlar diriltilecekleri güne kadar burada kalacaklardır. “Onların önünde yeniden dirilecekleri güne kadar berzah vardır.” ayetinde, zalim olarak ölen bu kişilere berzah azabı ile bir tehdit vardır. (İbni Kesir, ilgili ayetin tefsiri) 

Hazreti Aişe de bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir:

— Kabir ehlinden günahkâr olanlara yazıklar olsun. Kabirlerinde onların yanına simsiyah yılanlar girer. Bir yılan başucunda, bir yılan ayakucundadır. Ortasından bir araya gelinceye kadar onu kemirirler. İşte Allahu Teâlâ’nın, “Tekrar diriltilecekleri güne kadar önlerinde onları geriye dönmekten alıkoyan bir berzah vardır.” ayetinde buyurduğu berzahtaki azap budur. (İbni Kesir, ilgili ayetin tefsiri) 

Yine Muhammed İbni Ebû Hatim'in Ebû Hüreyre Hazretlerinden rivayet ettiğine göre, o şöyle demiştir:

— Kâfir kabrine konulduğu vakit cehennemde oturacağı yeri görür ve "Rabbim, beni geri gönder de tövbe edeyim ve salih amel işleyeyim." der. Ona: "Yaşatılmış olduğun sürece sana ömür verilmişti, yaşamıştın." denilir. Kabri onun üzerine daraltılır. O, yılan veya akrep sokmuş kimse gibidir; uyur ve korkar. Yeryüzünün haşeratı, yılanları ve akrepleri ona yönelirler. (İbni Kesir, ilgili ayetin tefsiri)   

Daha bu konuda söylenmiş çok söz vardır. Tamamını burada nakletmemiz mümkün değil. Diğer izahları ve berzah âleminin mahiyetini merak edenler tefsir kitaplarının ilgili ayetine müracaat edebilirler.

Delilimizi bir daha toparlayalım:

Tefsirini yaptığımız ayet-i kerimede, onların önlerinde dirilme gününe kadar berzah olduğu açıkça zikredilmiştir. Ayette geçen berzah, bütün müfessirlerin kabulüyle berzah âlemidir. Ölen ruhlar kıyamet kopuncaya kadar burada kalır. Burada mükâfat veya azap görür.

Bu makamda, kabir hayatını inkar edenler şöyle diyebilir:

— İyi ama "berzah" kelimesini başka bir şeyle izah edemez miyiz? Mesela dünyaya geri dönüşü engelleyen bir perdedir, diyemez miyiz?

Onların bu sözüne cevaben deriz ki:

— Bizler Kur’an’ı kendi reyimiz ve görüşümüzle nasıl tefsir ederiz?

— Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın: “Kur’an’ı kendi reyiyle tefsir eden cehennemdeki yerini hazırlasın.” hadisi karşısında buna nasıl cesaret ederiz?

Bizim yapacağımız şey, Kur’an’ı hadis-i şeriflerin ve diğer ayetlerin ışığında tefsir eden müfessir ve âlimlerin görüşlerinden istifade etmek ve cumhurun görüşene tabi olmaktır.

Zaten sizin probleminiz, ayetleri nefsinizin arzusuna göre izah etmek ve aklınıza gelen manayı ayete vermektir. Hatta bu manada, “Hiç kaynak kullanmadan Kur’an’ı tefsir ettim.” diyenler bile türemiştir. Onun kaynak kullanmadığını söylemesi, “Uydurdum.” demesiyle aynı şeydir.

Sözün özü: Ayet-i kerimede zikri geçen berzah, bütün âlimlerin ittifakıyla berzah âlemidir. Kıyamete kadar ruhlar burada bekler. Bu da kabir hayatını inkâr edenlerin, “Kıyamete kadar ceza ve mükâfat yoktur. Ruhlar öylece ölüdür.” sözünüzü çürütür ve kabir hayatını ispat eder.

KABİR HAYATINI HABER VEREN DİĞER AYET-İ KERİMELER

Eserimizin bu bölümüne kadar kabir hayatını sekiz ayet-i kerime ile ispat ettik ve her bir ayet üzerinde tahliller yaptık. Kur’an’dan gösterebileceğimiz daha çok ayet-i kerime var. Ancak her birini teker teker tahlil etmek hem sizleri sıkar hem de uzun kaçar. Bu sebeple, kalan ayetlerden bir kısmını kısaca beyan edecek ve ayetler hakkındaki geniş malumatı tefsir kitaplarına havale edeceğiz. Zira artık hadis-i şeriflere geçme vaktimiz geldi. 

Kabir hayatına dair göstereceğimiz dokuzuncu ayet-i kerime Mümin suresinin 11. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 قَالُوا رَبَّنَا أَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَأَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ إِلَى خُرُوجٍ مِنْ سَبِيلٍ  

Onlar der ki: Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün ve iki defa dirilttin. Biz günahlarımızı itiraf ettik. Artık buradan çıkmaya bir yol var mıdır? (Mümin 11)

Ayet-i kerimede geçen, “Bizi iki defa öldürdün ve iki defa dirilttin.” ifadesi hakkında İmam Süddî Hazretleri şöyle der: 

— Kâfirler bu dünyada öldürülecek, daha sonra kabirlerde sorgu için diriltileceklerdir. Yani kabirde bir berzah hayatı olacaktır. Daha sonra kıyametten hemen önce tekrar öldürülecek ve kıyametten sonra yeniden diriltileceklerdir. Böylece ayet-i kerime, kabir hayatına doğrudan delalet etmiş olmaktadır. (İbni Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

İbni Mesud, İbni Abbas, İmam Dahhak, İmam Katâde ve Ebû Malik Hazretlerine göre, bu ayet şu ayet gibidir: Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki sizler ölüler iken sizi diriltti. Sonra sizi öldürecek ve sonra yine diriltecek. Sonra da ona döndürüleceksiniz. (Bakara 28) (İbni Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

Bu ayetin izahını dördüncü başlıkta yapmıştık. Özü şudur: 

Birinci öldürülmek: Baba sulblerinde ölü hâlde bulunmaktır. 

Birinci yaratılmak: Anne karnında ruh üflenerek bu dünyaya gelmek ve bir zaman burada yaşamaktır.

İkinci öldürülmek: Bu dünyada öldürülmektir. 

İkinci defa yaratılmak: Kabirde yaratılıştır. Oradan da çıkılıp Allah’a döndürülür. 

Demek, Mümin suresinin 11. ayet-i kerimesinde kabir hayatına işaret edilmektedir. 

Kabir hayatına dair göstereceğimiz onuncu ayet Tûr suresinin 47. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَلِكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ  

Muhakkak ki o zulmedenlere bundan başka bir azap daha vardır. Ne var ki onların çoğu bilmezler. (Tûr 47)

Bu ayetin önündeyse şöyle buyrulmuştur: Artık sen onları, bir azapla çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak. O gün hile ve tuzakları kendilerine asla fayda vermez ve onlara yardım da edilmez. (Tûr 45-46)

Bu ayetler, onların kıyamette karşılaşacakları büyük azaptan haber vermektedir. Arkasından gelen 47. ayet-i kerimede ise zulmedenlere -ahiretteki büyük azapları dışında- daha başka bir azabın da verileceği bildirilmiştir. 

İbni Abbas, İmam Katâde ve Bera bin Azib Hazretlerine göre, bu başka azaptan murad kabir azabıdır. İmam Kurtubî, Hazreti Ali’nin de bu görüşte olduğunu nakletmektedir. (Taberî, ilgili ayetin tefsiri)

— Bu kadar âlimin kabir hayatı hakkındaki ittifaklarını ve ayetlerden deliller getirdiğini gördükten sonra kabir hayatını kim inkâr edebilir?

Kabir hayatına dair göstereceğimiz on birinci ayet Meryem suresinin 75. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş: 

قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلاَلَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمَنُ مَدًّا حَتَّى إِذَا رَأَوْا مَا يُوعَدُونَ إِمَّا الْعَذَابَوَإِمَّا السَّاعَةَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَانًا وَأَضْعَفُ جُندًا  

De ki: Kim sapıklık içindeyse Rahman ona mühlet verir. Nihayet tehdit edildikleri şeyi -ister azabı isterse kıyameti- gördüklerinde, işte o zaman kimin yerinin daha kötü ve taraftarlarının daha güçsüz olduğunu bilecekler. (Meryem 75)

Ayette geçen "İster azabı isterse kıyameti gördüklerinde..." ifadesindeki "ister azabı" ifadesi kıyametten önce olacak bir azabın varlığına açıkça delalet etmektedir. Çünkü ayetin devamındaki “isterse kıyameti” ifadesi, kıyamet günü görülecek azaba işaret etmektedir. Bu durumda, zikredilen birinci azap kıyamet azabı olamaz. O hâlde bu birinci azapla kabir azabı kastedilmiş olmalıdır. Râzî Hazretleri bu konuda şöyle demektedir: 

— Ayetteki “ister azabı isterse kıyameti" ifadesi, kıyametten önce olacak bir azabın varlığına delalet eder. Kıyamet gününden önce olacak bu azap kabir azabı olabilir. (Tefsir-i Kebir, ilgili ayetin izahı)

Kabir hayatına dair göstereceğimiz on ikinci ayet En’am suresinin 98. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 وَهُوَ الَّذِيَ أَنْشَأَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ    

O ki sizi tek bir nefisten yarattı. Sizin için bir müstekar bir de müstevda vardır. (En’am 98)

Ayet-i kerimede geçen "müstekar" karar kılınan yer, "müstevda" ise emanet konulma yeridir. Müstekar ve müstevdanın neresi olduğu hakkında İbni Mesud Hazretleri şöyle demektedir: 

— Ana rahmi müstekar, kabir ise müstevdadır. Kabrin emanet yeri oluşu, insanın tabiikarargâhı olmayıp, esas yurdu olan ahirete giderken bir süreliğine uğrak yeri olması sebebiyledir. (Ruhu'l-Furkan, ilgili ayetin tefsiri)

İmam Hasen Hazretlerine göre ise "dünya" müstekardır, "kabir" ise müstevdadır. Zira insanlar yeryüzüne yerleşip ev-ocak kurarlar. Bu cihetle dünya "müstekar" yani yerleşme yeri olur. Yerin altında ise bunların hiçbiri bulunmaz. Bu cihetten kabir hayatı "müstevda" yani emanet yerdir. (Ruhu'l-Furkan, ilgili ayetin tefsiri)

Bu konuda başka âlimler de benzer izahlar yapmışlar ve ayette geçen "müstevda" kelimesini kabir hayatı ile tefsir etmişlerdir. Demek, En’am suresi 98. ayet-i kerimedeki “müstevda” tabiriyle kabir hayatına dikkat çekilmiştir.

Kabir hayatına dair göstereceğimiz on üçüncü ayet Taha suresinin 124. ayetidir. Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى

Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun için dar bir geçim vardır. Ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz. (Taha 124)

Ayet-i kerimede “dar bir geçim” olarak tercüme ettiğimiz  مَعِيشَةً ضَنْكًا  ifadesini Ebû Said el-Hudri ve Abdullah İbni Mesud Hazretleri "kabir azabı" ile tefsir etmişlerdir. (İbni Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

Bu iki büyük sahabenin bir ayeti kabir azabıyla tefsir etmesi, bu hayatın varlığına kâfi bir delildir. Kaldı ki bu zatlardan biri sahabenin en büyük âlimlerinden olan Abdullah İbni Mesud Hazretleridir.

Kabir hayatına dair göstereceğimiz on dördüncü delil Tekâsür suresidir. İmam KurtubîHazretleri Tekasür suresi hakkında şöyle demektedir: 

— Bu sure kabir azabının varlığını göstermektedir. Kabir azabına iman ve onu tasdik etmek farzdır. Allahu Teâlâ mükellef olan kulunu kabirde diriltecek ve ona hayatta iken sahip olduğu nitelikte bir akıl verecektir. Böylece kişi kendisine sorulacak soruları anlayacak, ne cevap vereceğini bilecek, Rabbinden geleni kavrayacak ve kabrinde kendisine hazırlanmış olan lütuf ya da azap hâllerini anlayabilecektir. Ehl-i sünnet'in kabul ettiği görüş ve bu din mensuplarının büyük cemaatinin benimsediği kanaat budur. (El-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, ilgili ayetin tefsiri)

Yine Hazreti Ali Tekâsür suresi hakkında şöyle der: 

— Tekâsür suresi inince kabir azabı konusundaki kanaatimiz kesinlik kazandı. (Tefsir-i Kebir; İbni Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: Kur'an'da kabir hayatıyla ilgili bir ayet yok. 

Onların bu sözüne şaşılır. Eserimizin başından buraya kadar, kabir hayatı hakkında sekiz ayet-i kerime gösterdik. Bu derste de bu sekize altı tane ilave edip ayetleri on dörde ulaştırdık.

Şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz: Zayıf ipler birbiriyle birleşince kuvvet bulur. Tek başına koparılabilir iken, arkadaşlarıyla sırt sırta verdiğinde kopmaz bir hâle gelir. Aynen bunun gibi, zayıf gibi gözüken bir delil de sırtını diğer delillere dayayıp kuvvet bulur ve kopmaz bir ip olur. Dolayısıyla her delili tek başına değil, diğer delil arkadaşlarıyla birlikte mülahaza etmek gerekir.

KABİR HAYATINI HABER VEREN HADİS-İ ŞERİFLER

Bu dersimizde kabir hayatı hakkındaki hadis-i şeriflerden bahsedeceğiz. Hadislere geçmeden önce şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz:

Kabir hayatını inkâr edenlerin hepsi aynı zamanda hadis inkârcısıdır. Kendi görüşlerine zıt bir hadis gördüklerinde hemen "Bu hadis uydurmadır." derler. Sonra siz onlara:

— İnkâr ettiğiniz bu hadisin uydurma olduğunun alameti nedir?

— Hadisin ravilerini tanıyor musunuz?

—  Senedini biliyor musunuz?

— Hadise hangi cerh ve tadil kurallarını uyguladınız?

gibi sorular sorduğunuzda size tek bir söz söyleyemezler. Hatta bunlardan bir kısmı bir hadise "Bu hadis zayıftır." der, sonra ona: "Zayıf hadis nedir, tarif eder misin?" dediğinizde zayıf hadisi tarif edemez. Bu hadis inkârcıları ne hadis ilmini bilirler ne de usul-ü hadis bilirler...

Biz onlara bu konudaki sözümüzü "Hadis Savunması" isimli eserimizde söyledik. Rabbimize hamdüsena olsun, bu eserle hadis inkârcılarının belkemiğini kırdık. Hadislerin sıhhatiyle ilgili problemi olanlar bu eserimize müracaat edebilirler. Eğer hakkı arıyorsa -inşallah- bu eser ona tam bir ilaç hükmüne geçer, Allah'ın izniyle şifa bulur.

Bu girişten sonra, şimdi gelelim kabir hayatı hakkındaki hadis-i şeriflere:

Enes b. Malik Hazretleri, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا وُضِعَ فِي قَبْرِهِ وَتَوَلَّى عَنْهُ أَصْحَابُهُ وَإِنَّهُ لَيَسْمَعُ قَرْعَ نِعَالِهِمْ   

Kul kabrine konulduğunda ve dostları ondan ayrılırken şüphesiz o, onların ayak seslerini işitir. (Buhârî, Cenâiz, 67; Müslim, el-Cennetü ve sıfâtu naîmihâ, 70; Ebû Dâvûd, Sünne, 27)

Bu hadis-i şerif, ölünün, dostlarının ayak seslerini duyduğunu açıkça bildirmektedir. Ayak seslerini duyabilmek için, kabirde yatanın hayattar olması gerekir. Bu da ispat eder ki kabir hayatı haktır.

Başka bir hadis-i şerif de şöyledir: Peygamberimiz (a.s.m.) Bedir günü savaştan sonra, Kureyş'in ileri gelenlerinden savaşta ölen 24 kişinin cesetlerinin bir araya gömülmesini emretti. Bunun üzerine o cesetler Bedir'de kör bir kuyuya atıldılar.

Hazreti Ömer, Abdullah b. Ömer ve Ebû Talha gibi 10'dan fazla sahabeden nakledildiğine göre, Peygamberimiz (a.s.m.) kuyudaki müşrik ölülere hitaben şöyle der:

— Ey Hişam'ın oğlu Ebû Cehil, Ey Râbia'nın oğlu Utbe, Ey Râbia'nın oğlu Şeybe ve ey Utbe oğlu Velid! Allah’a ve Resulü’ne boyun eğmiş olsaydınız bu inanç sizi sevindirir miydi? Biz Rabbimizin bize vadettiğinin aynısına kavuştuk, siz de Allah’ın vadettiğinin gerçek olduğunu gördünüz mü?

Sahâbe-i kiram Peygamberimizin bu konuşmasını duymuş ve Hazreti Ömer şöyle demiştir:

— Ey Allah’ın Resulü! Kendilerinde hiçbir hayat eseri olmayan şu cesetlere ne söylüyorsun? Onlar duyabilirler mi? Allah, “Sen ölülere duyuramazsın.” buyurmuyor mu?

Hazreti Ömer'in bu sözü üzerine Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle der:

  وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا أَقُولُ مِنْهُمْ وَاللَّهِ إِنَّهُمُ الْآنَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّ الَّذِي كُنْتُ أَقُولُ لَهُمْ هُوَ الْحَقُّ اِنَّهُمْ لَيَسْمَعُونَ غَيْرَ أَنَّهُمْ لاَ يَسْتَطِيعُونَ أَنْ يَرُدُّوا عَلَيَّ شَيْئًا      

Muhammed’in hayatı elinde olan Allah’a yemin ederim ki benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duymuyorsunuz. Allah'a yemin olsun ki şüphesiz şimdi onlar benim söylediklerimin gerçek olduğunu anladılar. Onlar elbette işitiyorlar lakin bana cevap vermeye güçleri yetmiyor. (Buhârî, Megâzî, 8; Müslim, el-Cennetü ve sıfâtu naîmihâ, 76, 77, 78; Nesâî, Cenâiz, 117; Ahmed b. Hanbel, I, 26, 27)

Bu hadis-i şerifi İmam Buhârî, İmam Müslim, İmam Nesâî ve Ahmed İbni Hanbel Hazretleri nakletmiştir. Bu hadis imamlarının ittifak ettiği ve ravilerinde Hazreti Ömer, Abdullah İbni Ömer ve Ebû Talha gibi 10'dan fazla sahabenin bulunduğu bir hadisin sıhhati hakkında ancak akıldan mahrum olanlar şüphe edebilir.

Kabir hayatının hak olduğuna dair başka bir hadis-i şerif de şudur:

كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عليه وَسَلَّمَ يَخْرُجُ مِن آخِرِ اللَّيْلِ إلى البَقِيعِ فيَقولُ السَّلاَمُ علَيْكُم دَارَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ ، وَأَتَاكُمْ ما تُوعَدُونَ غَدًا ، مُؤَجَّلُونَ ، وإنَّا إنْ شَاءَ اللَّهُ بكُمْ لاَحِقُونَ ، اللَّهُمَّ اغْفِرْ لأَهْلِ بَقِيعِ الغَرْقَدِ

Resulullah (a.s.m.) gecenin sonunda (Medine kabristanı olan) Bakî'ya çıkar ve şöyle derdi: Ey inananlar yurdunun sakinleri! Selam üzerinize olsun. Size ileride olacağı vadolunan şey gelmiştir. Sizler ölüm ile yeniden dirilme arasındaki zamanı bekliyorsunuz. İnşallah bizler de sizlere kavuşacağız. Ey Allah'ımız! Bakîü'l-Gargad ehlini bağışla. (Müslim, Cenâiz, 102; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 83; Tirmizî, Cenâiz, 59; Nesâî, Cenâiz, 103)

Şimdi şunu soruyoruz:

— Eğer kabirlerde hayat yoksa Resulullah (a.s.m.) kime selam veriyor ve kime sesleniyor?

— Resulullah (a.s.m.)'ın kabirlerde yatanlara selam vermesi kabir hayatının varlığına kâfi bir delil değil midir?

Hazreti Aişe'nin rivayet ettiği başka bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

 مَا مِنْ رَجُلٍ يَزُورُ قَبْرَ أَخِيهِ وَيَجْلِسُ عِنْدَهُ إِلاَّ اسْتَأْنَسَ بِهِ وَرَدَّ عَلَيْهِ حَتَّى يَقُومَ    

Bir adam kardeşinin kabrini ziyaret edip yanına oturduğunda o kendisini tanıyarak sevinir. Bu hâl kalkıncaya kadar devam eder. (Zebidî, İhtâfu's-Saâde, XIV, 275)

Ebû Said el-Hudrî'nin naklettiği başka bir hadis-i şerifte Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

اِذَا وُضِعَتِ الْجِنَازَةُ واحْتَمَلَهَا الرِّجَالُ علَى أَعْنَاقِهِمْ فإنْ كَانَتْ صَالِحَةً قالَتْ قَدِّمُونِي وإنْ كَانَتْ غيرَ صَالِحَةٍ قالَتْ يا ويْلَهَا أَيْنَ يَذْهَبُونَ بهَا يَسْمَعُ صَوْتَهَا كُلُّ شيءٍ إلاَّ الإنْسَانَ ولو سَمِعَهُ صَعِقَ

Cenaze tabuta konulup da adamlar onu omuzlarına aldıkları zaman, eğer cenaze salih biriyse şöyle der: "Beni acele götürün, yerime ulaştırın." Eğer salih biri değilse şöyle der: "Yazıklar olsun size! Onu (cesedimi) nereye götürüyorsunuz?" Onun bu sesini insanların dışındaki her şey işitir. Eğer insan işitecek olsaydı bayılır düşerdi. (Buhârî, 1314)

Kabir hayatı hakkında daha çok hadis-i şerif var. Hepsini burada nakletmemiz mümkün değil. Biz sadece birkaç örnek verdik.

Şimdi, bu hadis-i şerifleri kabul etmeyenlerin nasıl bir cinayet işlediklerinden bahsetmek istiyoruz:

Kabir hayatıyla ilgili  hadisleri bizlere bir grup sahabe nakletmiştir. Bu sahabelerden bazıları şunlardır: Enes b. Malik, Ebû Hüreyre, Hazreti Aişe, Abdullah İbni Mesud, Zeyd b. Sabit, Hazreti Ebû Bekir’in kızı Hazreti Esma, Peygamberimizin hanımı Hazreti Meymûne, Cabir İbni Abdullah, Hazreti Osman, Amr b. Âs, Berâ bin Âzib, Zeyd b. Erkam, Ebû Eyyûb el-Ensârî, Ebû Said el-Hudrî, Abdurrahman b. Semüre, Ebû Katâde, Hazreti Ali, Ebû Musa el-Eş’ârî, İbni Abbas, Abdullah İbni Ömer ve daha başka sahabeler…

Bu kadar sahabe kabir azabı ve mükâfatı hakkında hadisler rivayet etmiş. Onlar ki sahabelerin en üstünleridir.

Şimdi, kabir hayatını inkâr edenlerin işledikleri cinayetleri maddeleyelim:

Birinci cinayetleri şu: İsmini saydığımız ve sayamadığımız sahabeler Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'a isnad ederek kabir hayatı hakkında hadisler nakletmişler. Yani “Biz Resulullah'ın böyle böyle dediğini işittik.” demişler.

Hâl böyle iken, kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: Bu hadisler uydurmadır.

Onların bu sözü şu manaya geliyor: Yani bu sahabeler Peygamberimize iftira etmişler. Peygamberimiz hakkında yalan uydurmuşlar.

Öyle ya, yol iki: Ya bu hadisleri Peygamberimiz söylemiştir ya da söylememiştir.

Biz söylediğine inanıyor ve bu sahabeleri tasdik ediyoruz. Onlar ise söylemediğine inanıyor. Bu durumda da onların nazarında, içinde Hazreti Ali, Hazreti Osman gibi İslam büyüklerinin de bulunduğu bu sahabeler yalan uydurmuş ve -haşa- Peygamberimize iftira atmış oluyorlar.

İşte itikatsızlıkları böyle bir netice veriyor: Sahabelerin en büyüklerine yalancı ve müfteri diyorlar.

İkinci cinayetleri şu: Kabir hayatıyla ilgili hadisler her ne kadar 25 civarında sahabe tarafından nakletmiş olsa da kabir hayatını inkâr edenlerin tekzip ettiği ve müfteri saydığı sahabeler sadece bu 25 sahabe değildir. Onların iftiraları bütün sahabeleri kapsar. Zira eğer Peygamberimiz (a.s.m.) kabir hayatı hakkında hadisler söylemeseydi ve bu 25 sahabe hadis uydursaydı, diğer sahabeler buna müsaade etmez ve bu konuda hadis rivayet eden sahabeleri yalanlardı. Yani derlerdi ki:

— Bu kişinin rivayet ettiği şu kabir azabı hadisi uydurmadır. O vakit ben de o meclisteydim, Peygamberimiz böyle bir şey demedi…

Hâlbuki diğer sahabeler, kabir hayatı hakkında hadis rivayet eden 25 civarındaki sahabeyi tekzip etmiyor ve sükût ediyorlar. İşte onların bu meseledeki sükûtları bir tasdiktir. Eğer bu hadisler yalan ve uydurma olsaydı diğer sahabeler hemen müdahale eder ve işin hakikatini ortaya koyarlardı. Ancak bunu yapmamışlar. Hiçbir hadis ve siyer kitabında, tek bir sahabenin bu hadisleri ret ve tenkit ettiğine dair bir bilgi bulamazsınız.

Kabir hayatını inkâr edenlerin bu hadisleri reddetmesi, dolayısıyla bütün sahabeyi yalancılıkla itham etmektir.

Üçüncü cinayetleri şu: Bu hadisleri sahâbe-i kiramdan sonra tâbiîn ile başlayan nesil nakletmiştir. İmam Buhârîler, İmam Müslimler, İbni Mâceler ve diğer hadis âlimleri bu hadisleri eserlerinde cemetmiştir.

Eğer bu hadisler uydurmaysa -haşa- demek ki bu âlimlerin hiçbiri gerçek âlim değilmiş, uydurma bir hadisi bile fark edememişler ve sahih diye kitaplarında kaydetmişler. Yani hadis inkârcılarının bir bakışta uydurma olduğunu anladıkları bu hadisleri, onlar yıllarca kucaklarında taşımışlar da farkına bile varamamışlar. Demek, -haşa- bunlar bu kadar cahil; siyahla beyazın arasını bile fark edemiyorlar.

İşte kabir hayatına dair hadisleri inkâr etmek bu cinayetleri netice veriyor.

Ey hadis inkârcıları! İftira attığınız sahabeler ve bu büyük âlimler yarın mahşer günü yakanıza yapıştığı zaman hâliniz nice olacak, bunu hiç düşünüyor musun?

KABİR HAYATI HAKKINDA ÂLİMLERİN GÖRÜŞLERİ

Bu dersimizde kabir hayatına dair âlimlerin sözlerini nakledeceğiz. Onların sözlerine geçmeden önce genel bir kaideden bahsedelim. Bu kaide şudur: 

Bir fende veya sanatta, ihtilaf edilen bir meselede, o fennin ve sanatın dâhilerinin sözü geçer. O fenden ve sanattan olmayan birisi ne kadar da dâhi olsa sözü orada geçmez ve onun sözüne itibar edilmez. Bir meselede ancak ehli konuşur. 

Mesela küçük bir hastalığın keşfinde büyük bir mühendisin sözüne bakılmaz. Tıp konusunda söz doktorlarındır ve basit bir doktorun sözü, bu fenden olmayan büyük bir dâhinin sözüne tercih edilir.

Dinî meselelerde söz hakkı âlimlerin ve müçtehidlerindir. Dolayısıyla kabir hayatı var mıdıryok mudur meselesinde ne benim sözüme ne de sizin sözünüze bakılır. Bu meseledemüçtehidlerin sözüne bakılır.

Şimdi, kabir hayatını inkâr edenlere şu çağrıyı yapmak istiyorum:

Sizler kabir hayatını inkâr ediyorsunuz. Muhtemelen bu neticeye kendiniz araştırma yapıp da ulaşmadınız. Kabir hayatını inkâr eden birisini televizyonda dinlediniz ve onun sözüne güvenerek kabir hayatını inkâr ettiniz. 

Şimdi size bir teklifimiz var: Terazinin bir kefesine bu kişinin ilmini ve kemalini koyun. Terazinin diğer kefesine de birazdan sözlerini nakledeceğimiz âlimlerin ilmini ve kemalini koyun. Sonra insaf ve vicdanınızı hakem yapıp bakın; hangi tarafın ilmi ve kemali ağır geliyorsa onun sözünü kabul edin. 

İşte terazinin ikinci kefesine koyacağınız âlimler ve sözleri: 

Hazreti Osman (r.a.) kabir başında durduğu zaman sakalını gözyaşlarıyla ıslatıncaya kadar ağlardı. Bu nedenle kendisine şöyle denildi: 

— Sen cenneti ve cehennemi anıyorsun ağlamıyorsun da bundan (kabir korkusundan) dolayı mı ağlıyorsun?

Hazreti Osman buna şöyle cevap verdi: 

— Peygamberimiz (a.s.m.) mezar hakkında şöyle buyurdu: “Muhakkak kabir ahiret konaklarının ilkidir. Eğer ölü onun azabından kurtulursa ondan sonraki konaklar ondan kolay olur. Şayet ölü onun azabından kurtulmazsa ondan sonraki konaklar ondan şiddetli olur." Ben mezar kadar korkunç hiçbir feci manzara görmedim. (İbni Mâce, Zühd, 4267; Tirmizî, Zühd, 5) 

İmam-ı Azam Hazretleri şöyle der: 

— Kabirde ruhun cesede iade edilmesi, kâfirleri ve bazı günahkâr Müslümanları kabrin sıkması ve onlara azap edilmesi haktır. (Kavlü'l-Fasl)

İmam Rabbani hazretleri şöyle der: 

— Kabir azabı ahiret azaplarındandır. Dünya azabına benzemediği gibi, rüyada görülen azaba da benzemez. Böyle sanmak kabir azabını bilmemekten ileri gelir. Kabir azabına inanmayan bidat sahibi olur. “Hakkında hadis-i şerif olsa da olmasa da kabir azabına inanmam, akıl ve tecrübe bunu kabul etmez.” diyense kâfir olur. (Mektubat)

İmam Gazali Hazretleri şöyle der: 

— Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır. (İhya-u Ulûmi'd-Din)

İmam-ı Süyûtî Hazretleri şöyle der: 

— Her ölünün ruhu cesedine bilmediğimiz bir hâlde bağlıdır. Ruhların kendi cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. (El-Mütekaddim)

Zebidî Hazretleri: “Kabir hayatıyla ilgili hadisler mütevatirdir.” der ve daha sonra kabir hayatıyla ilgili hadisleri rivayet eden 25 sahabenin ismini sayar. Sonra bu sahabelerin naklettiği hadislerin lafızlarını aktararak bu hadislerin tahricini yapar. (Şerhu’l-İhya)

Akaidin büyük imamlarından Sadeddin Taftazani Hazretleri şöyle der: 

— Kabir azabı kâfirler ve bazı asi müminler için haktır. Yine kabirdeki nimetlendirme, Allah’ın bildiği ve dilediği şekilde itaat ehli için haktır. Münker ile Nekir’in kabirde ölüyü sorguya çekmesi de haktır. Bütün bunlar naklî delillerle sabittir. (Şerhu’n-Nesefî)

İmam Subkî şöyle der: 

— Ölülerin işittiği hususunda mezheplerde icma vardır. (Şifau's-Sikam)

Hanbeli âlimlerinden İbni Receb el-Hanbeli, ölülerin işittiğini söyler. (Ehvâlü'l-Kubûr)

Maliki âlimlerinden İmam Kurtubî, ölülerin işittiğini ve bu konuda mezhep âlimlerinin arasında icma olduğunu söyler. (et-Tekvire)

İbni Abdi'l-Berr, İbni Abbas Hazretlerinin şöyle dediğini nakleder: 

— Kim dünyada tanıdığı bir kardeşinin kabrine uğrar da ona selam verirse mutlaka onu tanır ve ona "aleykümü's-selam" der. (et-Temhid ve el-İstizkar)

Kabir hayatını inkâr edenlerin ekserisi Vehhabi zihniyeti benimseyen kimselerdir. Vehhabilerin en büyük imamlarından olan İbni Teymiye ve İbni Kayyim'in de sözlerini nakletmek istiyorum.

İbni Teymiye şöyle diyor: 

— Ölüler kendilerini ziyaret edenleri bilirler ve anlarlar. (el-Fetava'l-Kübra)

Yine İbni Teymiye, ölülerin kabirlerde konuştuğunu ve kendisine yapılan konuşmaları işittiğini söyler. (İbni Teymiye Külliyatı, IV, 240)

Vehhabilerin imamlarından İbni Kayyim da şöyle der: 

— Kabir azabı ve Münker ile Nekir adlı meleklerin kabirde ölüyü sorguya çekmesiyle ilgili hadisler pek çok olup bunlar mütevatirdir. (Kitâbu’r-Rûh)

İbni Kayyim, ölülerin işittiğini ispatlamak için "Ruh" adında tafsilatlı bir kitap yazmış ve dört mezhebin âlimlerinin ölülerin işittiği hususunda icma sahibi olduğunu söylemiştir.

Şunu merak ediyorum: İbni Teymiye'yi ve İbni Kayyim'i her meselede taklit edenler, niçin kabir hayatı hakkında onları taklit etmiyorlar? Hem onların ilmiyle övünüyorlar hem de onlara muhalefet ediyorlar!

Âlimlerden nakledebileceğimiz daha onlarca beyan var. Bu beyanlardan bir kısmını, eserin başında ayetlerin tefsirini yaparken de zikretmiştik. İstisnasız bütün akaid kitaplarında “Kabirazabı haktır.” hükmü yer alır. 

Bütün bu beyanlardan sonra kabir hayatına inanmamak, tarih boyunca bütün İslam âlimlerinin dalalette ittifak ettiklerini kabul etmeyi iktiza eder. Bunu kabul edene ne denir, bilmiyorum!

Dersimizin başında, kabir hayatını inkâr edenlere bir teklif yapmış ve şöyle demiştik: Bir kefeye televizyonda dinlediğiniz kişilerin ilmini ve kemalini koyun, diğer kefeye de birazdan ismini zikredeceğimiz âlimlerin ilmini ve kemalini koyun, hangi kefe ağır gelirse onların sözünü kabul edin.

Şimdi kabir hayatını inkâr edenlere soruyoruz: Bir kefede televizyonda dinlediğiniz ilim ve takva fukaraları var; diğer kefede dört mezhep imamı var, Hazreti Osman var, İmam Gazalivar, İmam-ı Rabbani var, İbni Abbas var, var da var... 

Acaba hangi kefe ağır gelir? Cevabı, ehl-i insafın insafına bırakıyorum...

Şimdi başka icmadan bahsedelim. Bu icma evliyaullahın icmaıdır. Bu makamda, evliyanın “ehl-i keşfi'l-kubur” denilen kısmının verdikleri haberleri meselemize delil yapacağız. 

Ehl-i keşfi'l-kubur ki bunlar evliyaullahın bir taifesidir; Allah’ın ihsanıyla kabir hâllerini müşahede ederler. İşte bu taifeden binler Allah dostu, kabir azabının ve mükâfatının hak olduğunu haber vermişler ve haber verdikleri şeyleri görmüşler. Allahu Teâlâ, belki de gördüklerini ümmete haber versinler ve onları uyarsınlar diye perdeyi onlardan bazı vakitlerde kaldırmış, onlar da bu vakitlerde kabir hayatına hakka'l-yakin vakıf olmuşlar.

Bu makamda, kabir hayatı inkârcıları şöyle diyebilir: İyi ama onların verdiği haberlerin doğru olduğuna nasıl inanalım? Ya yalan söylemişlerse?

Onların bu sözüne karşı deriz ki: Gitmediğiniz ve görmediğiniz yerlerin varlığına, oraları gören insanlara güvenerek inanıyorsunuz. Hatta astronomi âlimlerine güvenir, bilmem kaç ışık yılı uzaklıktaki bir yıldızın varlığına inanır ve ondan hiç şüphe etmezsiniz. Onlar söyleyince bu size delil oluyor. Hiç, “Ben görmediğime inanmam, ya yalan söylüyorlarsa, ya yoksa…” gibi sözler söylemiyorsunuz. Şimdi siz, varlığına inandığınız bütün yerleri gezdiniz ve gördünüz mü? Hayır, gezmediniz ve görmediniz; sadece “Var.” dedikleri için inandınız.

— Peki, başkalarına böyle sonsuz bir güveniniz var iken, evliyaullah denilen Allah dostlarına bu güvensizliğiniz nereden geliyor? 

— Yoksa onların çok yalanına mı şahit oldunuz?

— Değil yalandan, en küçük bir mekruhtan bile şeytandan kaçar gibi kaçan bu insanların sözlerine niçin inanmıyorsunuz?

Hem onlar farklı asırlarda ve farklı mekânlarda yaşadıkları hâlde verdikleri bütün haberler birbirine mutabık geliyor. Birisinin dediğini diğeri: “Evet, ben de aynısını gördüm.” diyerek tasdik ediyor. Yahu bir düşünsenize, bu kadar insanın ne zoru var ki sizi kandırmak için yalan söylesin ve Allah’a en büyük iftirayı atsın. Eğer bir parça onların hayatını okusaydınızverdikleri haberlerin ne kadar doğru olacağını anlar ve bundan hiç şüphe etmezdiniz.

Bizler bu makamda onların verdiği haberleri nakletmeyip, bu haberleri ilgili kitaplara havale ediyoruz. Zira bu haberlere girsek saatler değil, günler boyu buradan çıkamayız. Çünkü bu haberler pek büyük bir yekûndür ve ciltler dolusu kitaptır. Biz sadece bu makamda şu kadar demekle yetiniyoruz: 

Ehl-i keşfi'l-kubur denilen bu Allah dostlarının verdikleri haberlere istinaden, kabir hayatı haktır ve gerçektir. Bu kadar Allah dostunun müşahedesi ve keşfi hayal olamaz. Onlargörmedikleri bir şey hakkında asla “Biz gördük.” demezler. Madem “Biz gördük.” diyorlar, o hâlde görmüşlerdir ve gördükleri hak ve gerçektir.

"KUR’AN’DA KABİR HAYATIYLA İLGİLİ HİÇBİR AYET YOKTUR." DİYENLERE CEVAP

Kabir hayatını inkâr edenler diyorlar ki: 

— Kur’an’da kabir hayatıyla ilgili hiçbir ayet yoktur. Eğer kabir hayatı olsaydı Kur’an’da zikredilmiş olurdu. Kur’an’da olmaması bu hayatın var olmadığını ispat eder.

Onlar bu sözü her meselede çok sık söylerler. Onların bu sözlerine cevaben deriz ki:

Bu, Kur’an’a atılan büyük bir iftiradır. Cenab-ı Hak En’am suresinin 38. ayet-i kerimesindeşöyle buyurmuş:

مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ  Biz bu Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (En'am 38)

Demek, her şey kıymet-i kabiliyeti nispetinde Kur’an’da yerini almıştır. Lakin bazı meseleler sıkça ve açıkça zikredilirken bazılarına işaretle yetinilmiştir. 

Kabir hayatı gibi bir meselenin Kur’an’da geçmediğini söylemek Kur’an’ı bilmemekten ileri geliyor. Bizler bu eserde kabir hayatının varlığına dair 14 ayet-i kerime zikrettik. “Kur’an’da kabir hayatı yoktur.” diyenlerin kör gözlerine bu 14 ayeti sokuyoruz.

Ayrıca eserimizin 9. bölümünü bitirirken şöyle demiştik: Kur’an’da kabir hayatıyla ilgili daha başka ayetler de var. Biz konuyu daha fazla uzatmamak için bu kadarla iktifa ediyoruz.

Dilerseniz, makam münasebetiyle, 14 ayete bir ayet daha ilave edip 15 yapalım. Hem bu sayede, orada dediğimiz “Daha başka ayetler de var.” sözümüz burada tasdik edilsin.

Yasin suresinin 26 ve 27. ayet-i kerimelerinde şöyle buyrulmuş:

قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ   

(Ona) Cennete gir, denildi. O da: "Keşke kavmim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilen kullarından kıldığını bilseydi!" dedi. (Yasin 26-27)  

Bu ayette bahsi geçen ve kendisine “Cennete gir.” denilen zat Habib-i Neccar isimli bir zattır.Onun kıssası tefsir kitaplarında ayrıntısıyla zikredildiğinden dolayı burada o kıssaya girmeyeceğiz. Dileyenler tefsir kitaplarına müracaat edebilirler. Bizim burada üzerinde duracağımız nokta şurası:

Habib-i Neccar şehit edilirken melekler tarafından ona “Cennete gir.” denilmiştir. Bu emirden anlaşılıyor ki ruh bakidir ve ölümsüzdür. Ruhun kendisine ait bir hayatı vardır.

Hâlbuki kabir hayatını inkâr edenler, kıyamete kadar ruhun bir hayatının olmadığını, mükâfat veya cezanın kıyametten sonra olduğunu söylüyorlar. Bu ayet ise onların bu sözünü yalanlıyor. Zira onların dediği gibi olsaydı -yani ruhun bir hayatı olmasaydı- Habib-i Neccar’a “Cennete gir.” denilmezdi. Habib-i Neccar yaklaşık 2.000 sene önce yaşamıştır. 

— Eğer onun hâlihazırda bir hayatı yoksa, ona “Cennete gir.” denilmesinin ne manası vardır?

— Yani ona “Cennete gir.” denilmesine rağmen o hâlâ 2.000 yıldır ölü müdür? 

— 2.000 sene geçmesine rağmen ona vaat edilen mükâfat hâlâ verilmemiş midir?

Ayrıca ayetin devamı da ruhun bakiliğini ve berzah âlemini ispat etmektedir. Zira ayetin devamında Habib-i Neccar şöyle der: Keşke Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilen kullarından kıldığını kavmim bilseydi!

Habib-i Neccar bu sözü, İbni Abbas ve İmam Mücahid’in beyanıyla, öldürüldükten sonra söylemiştir. Bundan da anlaşılıyor ki ölümden sonra bir hayat vardır ve Habib-i Neccar bu hayatta konuşmuştur. Bu ayet, berzah âleminin varlığına delildir. Bu aşamada ruh cisim olmaksızın diridir; konuşur, işitir, hisseder, memnun olur; üzülür ve dünyadakiler gibi duyar. 

Şimdi, ruhun bakiliğini inkâr edenlere soruyoruz: 

— Hani ölümden sonra bir hayat yoktu?

— Hani ruh kıyamete kadar ölüydü?

— Eğer hayat yoksa Habib-i Neccar nerede konuşmuştur? 

— Hem ona “Cennete gir.” denildiği hâlde ruhu hâlâ ölü müdür? 

— Eğer cennete hemen sokulmayacak olsaydı, “Cennete gir.” yerine, “Cennete gireceksin.” denilmez miydi?

Şunu da ekleyelim: Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın beyanıyla, şehitlerin ruhları kıyamete kadar cennettedir ve orada nimetlenirler. Bu nimete diğer ehl-i iman ulaşamaz. Habib-i Neccar öldürülüp şehit edildiği için bu nimete kavuşmuştur. 

Bu makamda İbni Kayyim’den şu izahı da nakletmek istiyorum:

— Ruhun kaldığı bir yerin olduğunu söylemek, onların ne kabirde olduğuna ve ne de kabrin avlusunda olduğuna delalet etmez. Bilakis ruhun bu yerlerle bir bağlantısının bulunduğuna delalet eder ve bu manada ona bir mekân izafesi sahih olur. Burada güneş misali verilebilir. Zira güneş semada olduğu hâlde ışığı yerdedir. Gerçi bu benzetmede eksiklik vardır. Çünkü ışık, güneşin zatı değil, arazıdır. Ruh ise arazıyla değil, zatıyla başka yerdedir. Resulullah (a.s.m.)’ın miraçta peygamberleri semavatta görmesi de bu meselemize bir delildir. Zira Resulullah (a.s.m.) orada ruhları misalî bedenlerinde görmüştür. Bununla birlikte, onlar kabirlerinde canlı olarak namaz kılıyorlardı.

Kabir hayatını inkâr edenler, “Kur’an’da kabir hayatı yoktur” diyorlar. Bizler bu ayetle birlikte 15 ayet-i kerime zikrettik ve İslam âlimlerinin bu ayetleri kabir hayatına nasıl delil yaptığını beyan ettik. 

Bütün bu izahlardan anlaşılıyor ki: “Kur’an’da kabir hayatı yoktur.” diyenlerin Kur'an'dan nasipleri yoktur ve bunlar Kur’an’ı bilmeyen cahillerdir. Kur’an’da her şey vardır lakin görmek için göz ve ilim ister!

ŞÜPHESİZ SEN ÖLÜLERE İŞİTTİREMEZSİN. (Neml 80)

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki:

— Neml suresinin 80. ve Rum suresinin 52. ayetinde, “Şüphesiz sen ölülere işittiremezsin.” buyrulmuş. Ölülerin işitmemesi, kabirde bir hayatın olmadığını ispat etmektedir. Zira hayatları olsaydı elbette işitirlerdi. Madem işitmiyorlar, o hâlde kabir hayatı yoktur.

Onların bu sözlerine karşı önce “Sübhanallah” diyoruz. Sonra da “Yahu bunlar Kur’an’ı hiç mi anlamıyorlar!” diyoruz. Daha ne diyelim…

Acaba onlar, “Sen ölülere işittiremezsin.” ayetinden şunu mu anlıyorlar: Peygamber Efendimiz (a.s.m.) kabirlere gidip ölülere İslam’ı tebliğ ediyor ve ölüleri imana davet ediyordu. Bunun üzerine Allahu Teâlâ bu ayetlerle Peygamberimizi ölülere tebliğ etmekten menetti.

Yani bu ayetin manası, "Ey Resul! Kabristana gidip ölülere tebliğ etme, çünkü onlar seni duymaz." şeklinde midir?

— Siz hiç Peygamberimiz (a.s.m.)'ın kabirlere giderek ölüleri İslam’a çağırdığını ve onlara: “Ey ölüler! Allah’a iman edin, namaz kılın, zekât verin…” gibi emirlerde bulunduğunu işittiniz mi?

Eğer, “Sen ölülere işittiremezsin.” ayetindeki "ölüleri" kabir ehli olarak kabul ederseniz, Peygamberimizin ölülere İslam’ı anlattığını ve kabirlerde tebliğ yaptığını kabul etmek zorunda kalırsınız. Böyle bir hezeyanı kim kabul edebilir?

Hadi bu hezeyanı kabul ettiniz diyelim. Peki, şu müşkülü nasıl halledeceksiniz?

Rum suresindeki “Sen ölülere işittiremezsin.” ayetinin devamında, “Sen sağırlara işittiremezsin, körlere de gösteremezsin.” buyrulmuş. O zaman size göre, bu ayetler de şu olay üzerine inmiştir: Peygamberim Efendimiz (a.s.m.) bir sağıra İslam’ı anlatmaya çalıştı ya da bir köre “Gör.” dedi; Allah da bu ayeti indirerek “Sen sağırlara işittiremezsin, körlere gösteremezsin.” buyurdu.

— Ayeti böyle mi anlıyorsunuz? Ayetin manası bu mudur?

Kardeşlerim, bunlar mecaz ifadelerdir. Buradaki “ölüler” tabiriyle, kalbi ve aklı ölmüş olanlar; "sağırlar" tabiriyle, hakkı duymayanlar ve hakikate karşı sağır olanlar; "körler" tabiriyle de hakkı görmeyenler ve hakka karşı manen kör olanlar kastedilmiştir. Kur'an'da bunların emsali çoktur. Birkaç örneğini verelim:

A'raf suresi 57. ayette şöyle buyrulur:

  وَهُوَ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ حَتَّى إِذَا أَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ

Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgârları gönderen O'dur. O rüzgârlar yağmur yüklü bulutları yüklenince onu ölü bir beldeye sevk ederiz. (A'raf 57)

Bu ayetteki "ölü" ifadesiyle kıtlık ve kuraklık manası kastedilmiştir. Yoksa toprağın bildiğimiz manada ölü olmasından bahsedilemez.

İşte bu ayet gibi, “Sen ölülere işittiremezsin.” ayetiyle de hakiki ölüler değil, kalbi ve aklı ölmüş olanlar kastedilmiştir.

Yine Maide suresinin 71. ayetinde şöyle buyrulmuş:

 وَحَسِبُوا أَلاَّ تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَثِيرٌ مِنْهُمْ

Onlar bir fitne olmayacak sandılar ve kör ve sağır oldular. Sonra Allah onların tövbesini kabul etti. Sonra yine onların çoğu kör ve sağır oldular. (Maide 71)

Bu ayette geçen "kör ve sağır olmak" hakkı görmemek ve işitmemekten kinayedir. Yoksa fiziki bir körlük ve sağırlık değildir. Demek, Kur'an'da bu ifadeler mecaz manada kullanılmıştır.

Yine Hac suresinin 46. ayetinde şöyle buyrulmuş:

 فَإِنَّهَا لاَ تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ 

Gerçek şudur ki gözler kör olmaz. Fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. (Hac 46)

Ayet-i kerimede “Gözler kör olmaz.” deniliyor. Şimdi birisi şöyle dese:

— Ayette “Gözler kör olmaz.” denilmiş. Hâlbuki kör olan birçok göz var; binlerce kör insan var. Demek, ayet yanlışmış...

Siz bu söze karşı ne dersiniz?

Ne diyeceksiniz, sadece gülersiniz. Çünkü bu söze ancak gülünür. Sonra da dersiniz ki:

— Burada bir mecaz var. Gözlerin kör olmaması; gözlerin, Allah’ın varlığına ait şu âlemdeki delilleri her vakit görmesidir. Gözler bu delilleri görmede kör olmaz. Ama ayetin de beyan ettiği gibi, bazen kalpler kör olur yani gözün gördüğünü görmez ve kavrayamaz. Ayetin manası budur.

Kabir azabını inkâr edenlerin de “Sen ölülere işittiremezsin.” ayetini gösterip, bundan kabir hayatının yokluğuna delil getirmelerine ancak gülünür. Ayette mecaz varken ve bu mecazla kalbi ölenler kastedilmiş iken, onların bunu hakiki ölüler zannetmesine gülünmez de ne yapılır?

Hem bundan şunu da anlayın ki: Bunların Kur’an’ı anlamada hiçbir nasipleri yok. Baksanıza, en kolay anlaşılan ayetleri bile böyle yanlış anlıyorlar. Kur’an’ı anlamada bu kadar nasipsiz olanların, Kur’an hakkındaki hangi sözüne itibar edilir, size soruyorum.

Uzayan cevabı kısaca bir daha tekrar edelim: “Sen ölülere işittiremezsin.” ayetinde geçen “ölüler” tabiriyle kabir ehli değil, kalbi ölmüş ve hakikatten nasibi olmayanlar kastedilmiştir. Kur'an'da "ölü olmak", "sağır olmak" ve "kör olmak" gibi ifadeler çoğu kez mecaz olarak kullanılmıştır. Eğer ayetleri böyle kabul etmezsek, Peygamberimizin kabirlerde dolaşıp ölülere vaaz-ı nasihat ettiğini, bunun üzerine de Allah’ın, “Ölülere anlatma, onlar işitmez.” ayetini indirdiğini kabul etmek zorunda kalırız. Bunu kabul edene de artık ne denir, bilmem!

Ölülerin işiteceğiyle ilgili hadisleri eserimizin 10. bölümünde nakletmiştik. Dileyenler bu bölümü okuyabilirler.

ONLAR DİRİLER DEĞİL ÖLÜLERDİR. NE ZAMAN DİRİLTİLECEKLERİNİ DE BİLMEZLER. (Nahl 21)

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki:

— Nahl suresi 21. ayette şöyle buyrulmaktadır: "Onlar diriler değil ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler." Bu ayette onların diri değil ölü olduğu ve ne zaman dirileceklerini bilmedikleri beyan buyrulmuştur. Demek, sadece mahşer günü diriliş vardır. 

Bazı kimseler onların bu sözlerine ikna olup kabir hayatını inkâr ediyorlar. Bu inkâr onların Kur'an'ı bilmemelerinden kaynaklanıyor. Onların bu sözüne cevap verdiğimizde ayetlerle nasıl oynadıklarına ve ayetlerin manasını nasıl çarpıttıklarına şahit olacaksınız!

Onların sözlerini bir daha tekrar edelim:

— Nahl suresinin 21. ayetinde, onların diri değil ölü olduğundan ve ne zaman diriltileceklerini bilmediklerinden bahsedilmiş. Madem diri değil ölüler ve ne zaman diriltileceklerini bilmiyorlar, o hâlde kabir hayatı diye bir şey olmamalıdır. Öyle ya, kabir hayatı olsaydı, onların hâlihazırda ölü olmasından bahsedilmezdi.

İşte onlar böyle diyorlar. Şimdi size bir soru soracağız: 

— Ayette geçen “Onlar diriler değil ölülerdir.” ifadesindeki “onlar” ile kimler kastedilmiş? 

Herhâlde “onlar” ile ölülerin kastedildiğini zannediyorsunuz. O zaman gelin, bir önceki ayete bakalım. Nahl suresinin 21. ayetini konuşuyorduk; şimdi 20. ayetin manasına bakalım. Çünkü “onlar” ile kimin kastedildiği bu ayette geçiyor. 20. ayet-i kerime şöyle:

  وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لاَ يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ  

Onların Allah'tan başka taptıkları hiçbir şey yaratamaz. Bilakis onlar yaratılmıştır. (Nahl 20)

İşte bu ayette, müşriklerin taptıkları putlardan bahsedilmekte ve genişletilmiş bir mealle şöyle denilmektedir: Müşriklerin Allah’ı bırakarak kendilerine taptıkları putlar hiçbir şey yaratamazlar. Yani müşriklerin dualarına cevap verip istediklerini onlara veremezler ve korktukları şeylerden onları koruyamazlar. Zira onların ne icada ne de yaratmaya kudretleri vardır. Bırakın onların yaratmasını, onların kendileri de yaratılmıştır. Müşrikler onları elleriyle yapmış ve yontarak şekil vermiştir. Varlığı için insana muhtaç olan nasıl ilah olabilir?

İşte bu izahtan sonra 21. ayet-i kerime gelir ve der ki: Onlar -yani müşriklerin taptığı putlar- diriler değil ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. 

Bu ifadeyle de şu anlaşılır: Müşriklerin taptıkları putların -bırakın yaratmaya muktedir olmasını- onların hayatı bile yoktur, onlar ölüdürler. İlah olmak, hayat sahibi olmakla mümkündür. Hayatı olmayanın ilahlığından nasıl bahsedilir ve ona nasıl ibadet edilir? 

Demek, Cenab-ı Hak bu ayetlerde ölmüş insanlardan değil, müşriklerin taptığı putlardan bahsetmektedir. 

– İlk önce onların hiçbir şey yaratmaya muktedir olmadıklarından,

– Sonra kendilerinin dahi yaratılmış olmasından,

– Daha sonra da ilah olan zatın en birinci vasfı olan hayattan bile mahrum olmalarından bahsedilmektedir. 

Ayetin sonu da şöyle tamamlanır: Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.

Bu ifadeyle, ilim sıfatından da mahrum oldukları nazara verilmiştir. Yani onların yaratacak bir kudreti ve işitecek bir hayatı olmadığı gibi, bilecek bir ilimleri de yoktur. 

İşte ayetin manası budur!

Bu ayetin kabir hayatıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu ayet putlardan bahsetmekte ve onların ilah olamayacağının beyanı sadedinde onlara ait sıfatları zikretmektedir. Yani Kur’an der ki: 

— Putlara tapmayın. Zira onlar yaratamaz. Bırakın yaratmayı, kendi varlıkları bile bir insanın onları yontmasına bağlıdır. Hem hayatları yoktur, ölüdürler. Hem de ilimleri yoktur. Böyle âciz, hayatsız ve ilimsiz olan taşlara ibadet edilir mi? Allah bırakılıp da onlara tapılır mı? 

İşte ayet-i kerime bu manayı nazara veriyor. Ama kabir hayatını inkâr edenler surenin 20. ayetinden hiç bahsetmiyorlar. Direk 21. ayeti gösterip, ayetin ölmüş insanlar hakkında olduğu havasını veriyorlar. Bunlar bunu hep yaparlar: Ayetin başını sonunu saklar ve ayeti kendi batıl görüşlerine sözde delil yaparlar. 

Aslında inanın, size bu anlattıklarımızı onlar da biliyor. Zira 21. ayeti nakleden, 20. ayeti bilmez mi? Boş verin tefsir ilmini bilmeyi, sadece manaya baksa, ayetten putların kastedildiğini anlar. Ama onlar bile bile ahiretlerini dünya için satıyorlar. Birilerinin maşası olmuşlar, bilerek bu dini bozmaya çalışıyorlar. Bu fakir gibi artık sizin de vazifeniz, onların fitnelerinin neticesiz kalması için çalışmak. Bilen yazacak, anlatacak; bilmeyen de bu yazılan ve anlatılanların yayılması için çalışacak.

Bu makamda şöyle denilebilir: Tamam kabul ettik, bu ayette müşriklerin taptığı putlardan bahsedilmiş ve onların ilah olamayacağı bildirilmiş. İyi ama ayetin sonunda “Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” buyrulmuş. Putlar diriltilecek mi ki böyle bir şey söylenmiş?

Cevaben deriz ki: Evet, putlar da diriltilecektir. Bunun delili Enbiya suresinin 98. ayet-i kerimesidir. Bu ayette şöyle buyrulmuş: 

إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنتُمْ لَهَا وَارِدُونَ  

Şüphesiz siz de Allah'tan başka taptıklarınız da cehennemin odunusunuz. Sizler oraya gireceksiniz. (Enbiya 98)

Bu ayette geçen, “Allah’tan başka taptıklarınız” ifadesiyle putlar kastedilmiştir. 

Yine Bakara suresinin 24. ayetinde şöyle buyrulmuş: 

فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ

Odunu insanlar ve taşlar olan ateşten sakının. (Bakara 24)

Bu ayetteki "taşlar" ifadesiyle de putlar kastedilmiştir. Bu konuda daha başka ayet-i kerimeler de var. Allahu Teâlâ, kıyamet gününde putları canlı varlıklar hâlinde diriltecek ve putlar, kendilerine yapılan ibadetten uzak olduklarını söyleyeceklerdir. 

Bu konuda İbni Abbas Hazretleri şöyle der: Kıyamet günü putlar diriltilecek ve onlara hayat verilecektir. Putlarla birlikte şeytanları da bulunacaktır ve bunlar kendilerine ibadet edenlerden uzak olduklarını bildireceklerdir. Daha sonra şeytanlar ve müşrikler, verilen emirle ateşe götürüleceklerdir.

ORADA İLK ÖLÜMDEN BAŞKA BİR ÖLÜM TATMAZLAR. (Duhan 56)

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: 

— Duhan suresi 56. ayette, “Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar.” buyrulmuş. Demek, insan bir defa öldürülecektir. Bu durumda, kabirde dirilme olmamalıdır. Çünkü kabirde diriltilir ve bir daha öldürülürsek mahşer öncesi bir daha diriltilmemiz gerekecektir. Bu durumda da ölümü iki defa tatmış oluruz.

Onların bu sözüne cevaben deriz ki: Siz kabirde diriltildikten sonra öldürülmeyi nereden çıkardınız? Biz, “Kabirde diriltildikten sonra bir daha öleceğiz ve sonra bir daha diriltileceğiz.” diyerek iki ölümden mi bahsettik? Hayır, bahsetmedik!

Biz dedik ki: İnsan bu dünyada ölür ve kabirde diriltilir. Kişi berzah âleminde bir hayat sürer ve daha sonra bir daha öldürülmeksizin kıyametin kopmasıyla kabirden çıkartılır. Bu görüşİbni Mesud, İbni Abbas, İmam Dahhak, İmam Katade ve Ebû Malik'in görüşüdür. (İbni Kesir)

Yani ölüm bir keredir, o da dünyadadır. İnsan dünyada öldürülür ve kabirde diriltilir. Kabirde diriltildikten sonra da bir daha öldürülmeksizin ikinci defa sûra üflenmesiyle kabirlerinden çıkartılır.

Gerçi burada yapılan farklı izahlar da vardır. Ama cumhurun görüşü budur. Biz burada cumhurun görüşünü nakille yetinelim.

Şu izahı da eklemek istiyoruz: İbni Abbas, İmam Katade, Ubeyy b. Ka'b ve Ebû Salih gibi bir kısım âlimler şöyle demiştir: Sûra iki defa üfürülecektir. Birinci defa sûra üfürüldüğünde kabirdekilerin azabı kaldırılır ve ikinci üfürüşe kadar bir uykuya dalarlar. İki üfürüş arasında kırk yıllık bir süre vardır. Bu sürenin kırk yıl olduğu, İmam Müslim ve İmam Buhârî'nin EbûHüreyre Hazretlerinden rivayet ettikleri hadisle sabittir. İlk sûra üfürülmeyle ikinci defa üfürülme arasındaki bu kırk yıl içinde kabir azabı kaldırılır ve ölüler uykuya dalmış gibi bir hâlde bulunurlar.

Bu, ölüm değil, uyku gibi bir hâldir. Bu meseleyi eserimizin 21. başlığında detaylı bir şekilde izah edeceğimizden burada meseleyi uzatmıyoruz.

Netice olarak deriz ki: “Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar.” ayetinin kabir hayatının yokluğuna dair en ufak bir işareti yoktur. Zira kabirde diriltildikten sonra bir daha ölüm yoktur ki ölümü iki defa tatmış olalım.

SÛRA ÜFLENDİĞİNDE BİR DE BAKARSIN Kİ ONLAR KABİRLERİNDEN KALKIP RABLERİNE KOŞARAK GİDERLER. (Yasin 51)

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: 

— Yasin suresi 51. ayette şöyle buyrulmuş: "Sûra üflendiğinde bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp Rablerine koşarak giderler." Bu ayet kabir hayatının yokluğuna işaret etmektedir.

Onlar böyle diyorlar. Bu ayet kabir hayatının yokluğuna delilmiş. Onların bu sözlerine ben cevap veremiyorum, çünkü bu ayetin kabir hayatının yokluğuna dair bir yönünü göremiyorum. Ayet diyor ki: Sûra üflendiğinde bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp Rablerine koşarak giderler.

— Burada kabir hayatının yokluğuna işaret eden bölüm neresi?

Ehl-i bid'a bunu hep yapar. Meseleyle ilgisi olmayan ayetleri gösterip, ayetle hiçbir ilgisi olmayan izahlar yaparlar. Onların bu hâlini görenler de der ki: "Vay be! Hep Kur’an’dan konuşuyor. Hep ayetleri delil yapıyor.” Hâlbuki konuştuklarının ayetin manasıyla hiçbir alakası yoktur. Burada olduğu gibi… 

Mezkûr ayette, sûra üflenmesiyle onların kabirlerden çıkıp Rablerine koşacakları bildiriliyor. Ayetin manası şu şekildedir: 

Onlar berzah âlemi denilen bir âlemde yaşarlar. Bu âleme girişin ve bu âlemden çıkışın kapısı kabirlerdir. Ölümleriyle bu kapıdan berzah âlemine girerler ve sûra üflenmesiyle de bu kapıdan çıkarak Rablerine yani mahşer meydanına doğru koşarlar.

Şimdi, bu ayeti kabir hayatının yokluğuna delil yapanlara soruyoruz:

— Ayetin manasının böyle olmasına bir engel var mıdır? 

— Kabirden çıkıp mahşere gitmek için illaki kabirde ölü mü olmak gerekir?

Ben konuşuyorum ama niçin konuştuğumu da bilmiyorum. Onların delil diye gösterdiği ayette kabir hayatının yokluğuna dair en küçük bir işaret bulamıyorum ki o nokta üzerinde konuşayım... Konuşuyorum, onlar bu ayetin neresinden kabir hayatının yokluğuna delil çıkarmışlar, bunu merakımdan konuşuyorum. 

Dilerseniz daha fazla konuşmayayım ve bu dersimizi burada noktalayalım.

ANCAK KIYAMET GÜNÜ, YAPTIKLARINIZIN KARŞILIĞI SİZE TASTAMAM VERİLECEKTİR. (Âl-i İmran 185)

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: 

— Âl-i İmran suresi 185. ayette şöyle buyrulmuş: "Her nefis ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü, yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir." Kur’an bu ve benzeri ayetleriyle, amellerimizin sevabının kıyamet günü ödeneceğini beyan buyurmaktadır. Hâlbuki kabir hayatı inanışına göre, amellerimizden dolayı kabrimiz cennet bahçelerinden bir bahçe olmaktadır. Bu inanış, amellerimizin sevabının kıyamet gününden önce ödeneceği anlamına gelir. Bu da mezkûr ayetin ifadesine zıttır. 

Onlar böyle diyorlar. Biz de onların bu sözlerine hayret ediyor ve iddialarını ispat hususunda ne kadar âciz kaldıklarını görüyoruz. 

Onlar diyor ki: Ayette mükâfatın kıyamet günü verileceği bildirilmiş. Bu durumda, kabir hayatı olmamalıymış ve mükâfat ahirette verilmeliymiş. Eğer kabir hayatı olur ve orada mükâfat verilirse, ayetin “Mükâfat kıyamet günündedir.” ifadesine ters düşermiş. 

— Yahu bu bir delil midir?

— Bir ilim adamı böyle delil getirir mi?

Gerçi bunlar zaten ilim adamı değil. Bu yüzden şaşırmak da beyhudedir!

Şimdi size soruyorum: 

— Kur’an’ın “Mükâfat kıyamet günündedir.” sözünden, o gün gelmeden önce kimseye zerre miskal mükâfat verilmez manası mı anlaşılır? 

— Yahu şu aldığımız nefes, yediğimiz yemekler, giydiğimiz elbiseler, oturduğumuz meskenler ve saymakla bitmeyecek şu nimetler, Rabbimizin bir hediyesi ve mükâfatı değil midir? 

— Yine Kur’an’da kıssaları geçen Peygamberlerin ve onların kavimlerinin, zalimlerin zulmünden kurtarılmaları bir mükâfat değil midir? 

— Bir sıkıntıya düşüp el açtığımızda ve Rabbimize yalvardığımızda bizlere yapılan lütuflarve sıkıntının giderilmesi, duanın bir mükâfatı değil midir? 

— Yapmış olduğumuz ibadetlerden ve salih amellerden dolayı işlerimizin kolaylaştırılması, rızkımızın bereketlendirilmesi, musibetlerin önüne geçilmesi, hepsi birer mükâfat değil midir? 

Şimdi bizler, ayet-i kerimedeki “Yaptıklarınızın karşılığı ancak kıyamet günü size verilecektir.” ifadesini mutlak kabul ederek, Rabbimizin bu dünyada bize yapmış olduğu bütün ihsanları ve verdiği bütün mükâfatları inkâr mı edeceğiz? 

Elbette edemeyiz. 

— Peki, mükâfat dünyada oluyor da kabirde niye olmasın?

“Ancak kıyamet günü, yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir.” ifadesi, asıl ve ebedî mükâfatın ahirette olduğunu beyan etmek içindir. Yoksa kabirdeki mükâfatı reddetmez. Evet, asıl mükâfat ahirettedir, çünkü cennet oradadır. Ama bu ifade, ahiretten başka hiçbir yerde mükâfat verilmeyecektir anlamına gelmez. 

Şimdi bunu Kur’an’dan bazı ayetlerle ispat edelim:

Yusuf suresi 22. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ    

O (Hazreti Yusuf) ergenlik çağına gelince kendisine ilim ve hikmet verdik. İşte biz güzel iş yapanları böylece mükâfatlandırırız. (Yusuf 22)

Bakın, bu ayet-i kerimede, Hazreti Yusuf’un daha bu dünyada iken mükâfatlandırıldığından bahsedilmektedir.

Bakara suresi 57. ayet-i kerimede, İsrailoğulları'na hitaben şöyle buyrulur:

 وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ    

Bulutu üzerinize gölge yaptık ve size kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Size rızık olarak verdiğimiz temiz şeylerden yiyiniz. (Bakara 57)

Bakın, bu ayette de Hazreti Musa’nın kavmine, Hazreti Musa’ya inanmalarından ve imandaki sebatlarından dolayı yapılan ikramlardan bahsedilmektedir. 

— Hani mükâfat sadece kıyamet günü olurdu? 

— Şimdi siz Hazreti Musa’nın kavmine yapılan bu iyiliklere, amellerinin mükâfatı demeyeceksiniz de ne diyeceksiniz? 

Kur’an’da bu ayetler gibi daha birçok ayet-i kerime vardır ki salih kulların -iman ve sabırlarından dolayı- bu dünyada gördüğü mükâfatlar anlatılır. Ve bu ayetlerin sonu, “İşte biz onları böylece mükâfatlandırdık.” şeklinde biter. 

— Şimdi bütün bu ayetleri yok mu kabul edeceğiz?

Mükâfatın kıyamet günü olduğunu beyan eden ayetleri, “Bu dünyada ve kabirde hiçbirmükâfat yoktur.” manasıyla tefsir edemeyiz. Zaten bu dünyada Rabbimizin nice mükâfatlarını görüyoruz. Hatta yaptığımız bir iyiliğe karşı, hiç beklenmedik yerden bir ihsan bize ulaştığında, “Fesübhanallah, şu iyiliği yaptım, hemen mükâfatı geldi.” diyoruz. Kim hayatına baksa bunun onlarca örneğini görür. 

Sözün özü: “Ancak kıyamet günü, yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir.” ayeti, ne bu dünyada mükâfatın olmayacağına ne de kabirde verilmeyeceğine delalet etmez. Ancak şuna delalet eder ki: Mükâfatın en büyüğü ahirettedir; o da cennet ve cemalullah yani Allah’ı görmektir. Bu mükâfata kıyasla da diğer mükâfatların hiçbir kıymeti yoktur.

KABİRLERİN İÇİNDEKİLER DIŞARI ÇIKARILDIĞI ZAMAN, İNSANOĞLU NE YAPTIĞINI VE NE YAPMADIĞINI BİLİR. (İnfitar 4)

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: 

— İnfitar suresi 4. ayette şöyle buyrulmuş: “Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman,insanoğlu ne yaptığını ve ne yapmadığını bilir.” Bu ayette, insanın ne yaptığını ve ne yapmadığını kabirden çıktığında bileceği haber verilmiştir. Hâlbuki kabir hayatı inancına göre, kişi daha kabirde iken ne yaptığını ve ne yapmadığını biliyor. Demek, kabir hayatı inancı bu ayetin ifadesine zıttır.

Onların bu sözlerine karşı hemen birkaç ayet-i kerime gösterelim: 

Fussılet suresi 30 ve 31. ayetlerde şöyle buyrulmuş:

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلاَئِكَةُ أَلاَّ تَخَافُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوابِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَلَكُمْ فِيهَا مَاتَشْتَهِي أَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَدَّعُونَ

Şüphesiz "Rabbimiz Allah'tır." deyip sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine melekler iner ve der ki: Korkmayın, üzülmeyin, size vaat edilen cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Cennette sizin için canınızın çektiği ve istediğiniz her şey vardır. (Fussılet 30-31)

Bakın, bu ayetlere göre, daha insan ölmeden önce son nefesinde amelinin karşılığının ne olacağını biliyor. Melekler onu amelinin karşılığı olan cennetle müjdeliyor. Hem bu haber verme sadece müminlere de has değildir. Kâfirler ve günahkârlar için de geçerlidir. Dilerseniz buna da bir örnek verelim:

En'am suresi 93. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلآئِكَةُ بَاسِطُوا أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُواْ أَنْفُسَكُمُ الْيَوْمَتُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ

O zalimleri ölüm şiddeti içindeyken bir görseydin! Melekler onlara ellerini uzatırlar ve derler ki: Ruhunuzu teslim edin! Allah'a karşı haksız şeyler söylediğinizden ve O'nun ayetlerine karşı kibirlendiğinizden dolayı bugün alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız. (En'am 93)

Bakın, bu ayette de zalimlerin ölüm anında iken akıbetlerini öğrendikleri haber veriliyor. Demek, insan ne yaptığını ve neyi yapmayıp terk ettiğini daha son nefesinde öğreniyor. Kabirden çıkışı beklemeye gerek yok!

Kişinin son nefeste akıbetini öğreneceğiyle ilgili o kadar çok ayet var ki bu hususta özel bir eser hazırlanabilir. Biz meseleyi uzatmamak için iki ayetle iktifa ediyor ve kabir hayatını inkâr edenlere şu soruyu sormak istiyoruz:

— Hani insan ne yaptığını ve ne yapmadığını -yani akıbetini- sadece kabirden çıktığında bilirdi?

Bakın, gösterdiğimiz ayet-i kerimelerde, insanın kabre girmeden önce akıbetini öğrendiği beyan buyrulmaktadır. 

— Bu ayetlere karşı ne dersiniz? 

— Bu ayetleri hiç mi görmüyorsunuz? 

Nasıl da Kur'an'la insanları aldatıyorsunuz! Ayetlerin bir kısmını saklıyor, bir kısmını da zorlama izahlarla bozuyorsunuz. Allah sizlerin şerrinden ümmet-i Muhammed'i muhafaza eylesin!

Yaptığımız izaha şunu da ilave etmek istiyorum: 

İnsanın her makamda bildikleri azlık veya çokluk arz eder. Ölüm anında kişinin bildiği, kabirden çıkarken bildiğine kıyasla az olabilir. Kabirden çıkarken bildiği de hesap anında bileceği şeylere kıyasla azdır.

Mesela İsra suresinin 13 ve 14. ayetlerinde şöyle buyrulur: 

وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنشُورًا اقْرَأْ كَتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا

Açılmış bulacağı bir kitabı onun için kıyamet gününde çıkarırız. "Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak nefsin sana yeter!" deriz. (İsra 13-14)

Demek, insanın kabirden çıktığında bildiği şeyler, o gün bileceği şeylere kıyasla çok azdır. Mahşer günü hesap inceden inceyedir.

İnsan ölüm anında gideceği yeri bilir. Kabirde ameline göre muamele görür. Kabirden çıktığında ahiret ahvallerine çok daha fazla vakıf olur ve neyi yapıp neyi yapmadığını daha iyi anlar. Hesap meydanında eline defteri verildiğinde ve azaları konuşturulduğunda ise artık her şey tastamam ortaya çıkmış olur. Dolayısıyla ayetlerde birbirine zıtlık yoktur. Her ayet farklı bir makamdan haber vermektedir. 

Hatta insan bu dünyada yaşarken dahi ne yaptığını ve ne yapmadığını bilmektedir. Mesela 70 yaşında bir insana sorsanız: 

— Ne amel yaptın ve neleri yapmadın?

Size yaptıklarını ve terk ettiklerini bir bir anlatır. Yani insanın ne yaptığını bilmesi için ille de kabirden çıkması gerekmemektedir. Bu dünyada da bilir. Ama kabirden çıkış anı günahkârlar için pişmanlığın tavan yaptığı bir andır. Bu sebeple, bu bilginin oraya hasrı çok manidar ve yerindedir.

SİZİ ÇAĞIRACAĞI GÜN O'NA HAMD EDEREK UYARSINIZ VE ÇOK AZ BİR SÜRE KALDIĞINIZI ZANNEDERSİNİZ. (İsra 52)

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: 

— İsra suresi 52. ayette şöyle buyrulmuş: “Sizi çağıracağı gün O'na hamd ederek uyarsınız ve çok az bir süre kaldığınızı zannedersiniz.” Allahu Teâlâ bu ayette ölümü uykuya benzetmektedir. Nasıl saatlerce uyuduğumuz hâlde zaman kavramını yitirip bir göz kırpması kadar uyuduğumuzu zannediyorsak; benzer bir şekilde, öldükten sonra da diriltilinceye kadar bir yokluk yaşarız. Eğer mahşer gününden önce kabir hayatı olsaydı az bir süre kaldığımızı zannetmezdik.

Onlar böyle diyorlar ve bu sözleriyle hem kendileriyle çelişiyorlar hem de yine ayeti yanlış anlıyorlar. Kendileriyle çelişiyorlar, çünkü ölümü uykuya benzetiyorlar. Hâlbuki onlara göre, bedenle birlikte ruh da ölmekte ve kıyamete kadar ruhun bir hayatı olmamaktadır. Uykuda iseinsanın bir hayatı vardır. Onlar ölümden sonra ruhun hayatına inanmıyorlar ki ölümü uykuya benzetebilsinler. Bu sözleri onların neye inandıklarını bile bilmediklerine delildir.

Hem ayeti yine yanlış anlıyorlar. Ayette geçen “Çok az bir süre kaldığınızı zannedersiniz.” ifadesini ölümle kıyamet arasında zannediyorlar. Hâlbuki bu ifadeyle dünyada kaldıkları zaman kastedilmiştir. Zira bu ayetin benzerleri Kur’an’ın başka yerlerinde de geçmekte ve oayetlerde “dünya” lafzı açıkça zikredilmektedir.

Mesela Mü'minun suresinde şöyle buyrulmuştur:

قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَاسْأَلِ الْعَادِّينَ قَالَ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً لَوْ أَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ  

Allah onlara: “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” der. Onlar: “Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor.” der. Allah da der ki: “Pek az kaldınız, keşke bilseydiniz.” (Mü'minun112-114)

Bu ayet-i kerimede “yeryüzü” ifadesi açıkça zikredilmiştir. Allahu Teâlâ onlara "yeryüzünde kaç yıl kaldıklarını" sormuş, onlar da bir gün hatta bir günden daha az kaldıklarını söylemişlerdir. Demek, ahirete giden insan dünyada bir günden daha az kaldığını zannediyor. 

Bu mana Nâziat suresi 46 ve Rum suresi 55. ayet-i kerimede de zikredilir. Hâl böyle iken,onlar İsra suresi 52. ayette geçen “Çok az bir süre kaldığınızı zannedersiniz.” ifadesini ölümle kıyamet arasında zannetmişler. Yani yine Kur’an’ı anlayamamışlar. Az kalındığı zannedilen yer dünyadır. Zira diğer ayetlerde bu açıkça ifade edilmiştir.

Ayrıca onların ayete bu yanlış manayı vermelerini de anlayamıyorum. Zira onlar ölümle ruhun da öldüğünü savunuyorlar. Ölü olan bir şey için zaman yoktur ki az veya çok kaldığını zannetsin. Zan hayat sahibine ait bir sıfattır. Yani faraza taşa sorsanız: 

— Ne kadar zamandır buradasın?

Taş da dile gelip konuşsa, size ne diyecek? Hayatı olmadığından zamanı bilmez ki sorunuzu anlayabilsin de size cevap verebilsin!

Yani onların işi tam bir çıkmaz. Kendi dediklerini kendileri yalanlıyor ve ayetlere hep yanlış mana veriyorlar. Baksanıza, dünya için söylenmiş olan “Çok az bir süre kaldığınızı zannedersiniz.” sözünü sanki bu ifade başka ayetlerde geçmiyormuş gibi ölüm ve kıyamet arası olarak anlamışlar. Ve her zaman olduğu gibi yine ayete yanlış mana vermişler.

İNSAN KALPLERDE OLANLARIN ORTAYA KONULACAĞI BİR ZAMANIN GELECEĞİNİ BİLMEZ Mİ? (Âdiyat 9-10)

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki:

— Âdiyat suresi 9 ve 10. ayetlerde şöyle buyrulmuş: “İnsan, kabirlerde bulunanların çıkarılacağı ve kalplerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi?” Bu ayet, kalplerde olanların mahşer günü ortaya çıkarılacağını bildiriyor. Hâlbuki kabir hayatı inancına göre, kalplerde olanlar mahşer gününden önce kabirde bir sorgulama ile ortaya çıkarılmaktadır. Demek, kabir hayatı inancı bu ayete ters düşüyor.

Onların bu sözüne karşı diyoruz ki: Delil olarak gösterdiğiniz bu ayet, kalplerde olanların -mahşer günü hariç- hiçbir zaman açığa çıkarılmayacağı manasına mı geliyor? Şimdi size bir ayet-i kerime göstereyim:

Uhud günü hakkında inen, Âl-i İmran suresinin 154. ayetinde şöyle buyrulmuş:

يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُل لَوْ كُنْتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللَّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحَّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

Onlar diyor ki: "Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik." Onlara şöyle de: "Eğer siz evlerinizde olsaydınız, öldürülmesi yazılmış olanlar yine muhakkak öldürülüp yatacakları yerlere çıkıp giderlerdi. Allah bunu, gönüllerinizde olanları açığa çıkarmak ve kalplerinizde olanı temizlemek için yaptı. Allah göğüslerin içinde olanı çok iyi bilir." (Âl-i İmran 154)

Şimdi ayetin şu kısmına dikkat edin! Bakın, Allahu Teâlâ ne diyor: Allah bunu (yani Uhud günü olan mağlubiyeti) gönüllerinizde olanları açığa çıkarmak için yaptı.

— Hani kalplerde olanlar sadece mahşer günü ortaya çıkarılırdı?

Mezkûr ayet-i kerime açık bir şekilde, kalplerde olanların bu dünyada dahi açığa çıkarılabileceğini bildiriyor.

Onlar: "Kalplerde olanlar sadece mahşer günü açığa çıkarılacaktır." diyerek kabir hayatını inkâr ediyorlar.

— Peki, Âl-i İmran suresinin 154. ayetinde geçen, “Gönüllerinizde olanı açığa çıkarmak için bunu yaptık.” ayetini nasıl izah edecekler?

Şimdi de Bakara suresinin 72. ayetine bakalım:

 وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادَّارَأْتُمْ فِيهَا وَاللَّهُ مُخْرِجٌ مَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ 

Hani siz bir vakit bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle çekişip suçu birbirinize atmıştınız. Hâlbuki Allah saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktır. (Bakara 72)

Bu ayet-i kerime, kıssada zikredilen kişilerin saklamış olduklarını Allah’ın bu dünyada açığa çıkaracağını bildiriyor. Ve kıssanın sonunda, onların kalplerinde olanlar açığa çıkarılıyor.

— Hani kalplerde olanın açığa çıkarılacağı tek yer mahşerdi?

Kur’an’da daha birçok ayet-i kerimede, kalplerde olanların açığa çıkarılması için insanların imtihana tabi tutulduğundan bahsedilmektedir. Hangisini göstereyim? O kadar çok ki…

Hâl böyle iken, onlar nasıl oluyor da “Kalplerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmezler mi?” ayetini gösterip: “Kalplerde olanlar ahiret günü ortaya çıkacaktır. Bunun olabilmesi için de kabir hayatı olmamalıdır." diyebiliyorlar?

— Yahu bunlar Kur'an'dan bu kadar mı uzak?

— Hadi Kur'an'dan uzaklar; peki, akıl ve mantıktan da mı uzaklar?

— Kalplerde olanların ahirette ortaya çıkarılacağının beyanı, başka bir zaman ortaya çıkarılmaz manasına mı gelir?

İşte bu dünyada dahi kalplerde olanın ortaya çıkarıldığını ayetlerle ispat ettik.

— Şimdi bu ayetlere ne diyecekler?

— Eğer kalplerde olanların sadece ahirette ortaya çıkarılacağı ve başka hiçbir yerde çıkarılmayacağı kabul edilirse, Kur’an’daki onlarca ayeti ne yapacağız? Yok mu kabul edeceğiz?

Şunu da ilave edelim: Kalplerde olanların ahirette ortaya çıkarılması, insanın gönlünden geçenlerin tastamam insana bildirilmesi demektir. Bu mana Bakara suresinin 284. ayetinde şöyle geçer:

 وَإِن تُبْدُوا مَا فِي أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُم بِهِ اللَّهُ

İçinizdekileri açığa da vursanız gizli de tutsanız Allah sizi onunla hesaba çeker. (Bakara 284)

Bu ayetin beyanıyla, Allahu Teâlâ gönüllerimizden geçenleri hesap günü ortaya çıkaracak ve bununla bizi hesaba çekecektir. Kabirde ise böyle ince bir hesap yoktur.

BİZİ UYKUMUZDAN KİM KALDIRDI? (Yasin 52)

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: 

— Kabirden kalkışın anlatıldığı Yasin suresinin 52. ayet-i kerimesinde “Bizi uykumuzdan kim kaldırdı?” buyrulmuştur. Bu ayet-i kerime ispat eder ki kabir hayatı ve azabı uyku gibi bir şeydir. İnsan uykusunda kâbus gördüğünde nasıl sıkıntı çekiyorsa, onlar da kabirde uyurlarken bir azap kâbusu görürler ve onun sıkıntısını çekerler. Yoksa kabirde gerçek bir azap yoktur.

İşte onlar böyle diyorlar. Cevaba geçmeden önce şunu sormak istiyorum: 

— Acaba 14 asır boyunca yaşamış ve her biri kendi asrını ilim ve irfanıyla aydınlatmış yüz binler âlimler, Yasin suresinin 52. ayetini görmemişler mi okumamışlar mı? 

— Ya da okumuşlar da anlamamışlar mı? 

— Ve onların anlayamadıkları bir meseleyi, daha Kur’an’ı okumaktan âciz olan bu kişiler mi anlamış? 

Önce bunu sormak istiyorum...

Her meselede hemen Kur’an’dan bir ayet gösterip bütün İslam âlimlerine muhalefet etmekmaalesef bu asrın bir hastalığı olmuş. Sanki o ayetin manasını ilk defa kendi anlıyormuş gibi,kibirlenerek hakiki âlimlere muhalefet etmek çok büyük bir hüsrandır; biraz aklı olan anlar!

Her neyse, arife işaret yeter sırrınca bu meseleyi uzatmayalım ve şimdi cevaba geçelim: 

Yasin suresinin 52. ayetinde “Bizi uykumuzdan kim kaldırdı?” buyrulmuş. Bu ayet-i kerime -sözde- kabir azabının uyku gibi bir şey olduğuna delilmiş. Kabirde gerçek bir azap yokmuş, kâbus gibi bir şey görülürmüş. Eğer onlar kabirlerinde azap görüyor olsalardı “Bizi uykumuzdan kim kaldırdı?” demezlermiş… 

İşte kabir hayatını inkâr edenler böyle diyor. 

Bu ayet-i kerimenin doğru izahını yaptığımızda onların sözlerinin ne kadar yanlış olduğunu anlayacaksınız.

İbni Abbas, İmam Katade, Ubeyy b. Ka'b, Ebû Salih gibi bir kısım âlimler bu ayet-i kerimeyi şöyle izah etmişlerdir: 

Sûra iki defa üfürülecektir. Birinci defa sûra üfürüldüğünde kabirdekilerin azabı kaldırılır ve ikinci üfürüşe kadar bir uykuya dalarlar. İki üfürüş arasında kırk yıllık bir süre vardır. Bu sürenin kırk yıl olduğu, İmam Buhâri ve İmam Müslim'in Ebû Hüreyre Hazretlerinden rivayet ettiği hadis-i şerifle sabittir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) بَيْنَ النَّفْخَتَيْنِ أَرْبَعُونَ "İki üfleme arasında kırk sene vardır." buyurmuştur. 

İşte ilk sûra üfürülmeyle ikinci defa üfürülme arasındaki bu kırk sene içinde kabir azabı kaldırılır ve ölüler uykuya dalmış gibi bir hâlde bulunurlar. “Bizi uykumuzdan kim kaldırdı?" sözlerini de bundan ötürü söylerler. 

Demek, ismini zikrettiğimiz bu âlimlere göre, onların “Bizi uykumuzdan kim kaldırdı?" sözleri, kabir azabının uyku gibi olduğuna delil değildir. Bilakis iki sûr arasındaki 40 senelik zaman diliminde uykuya benzer bir hayatın olduğuna delildir. Kabir ehli, iki sûr arasında azap kaldırılıp 40 sene uyuduktan sonra kalkarlar ve bu sözü söylerler.

Bu makamda İmamların Güneşi lakabıyla meşhur Râzî Hazretlerinden de bir nakil yapmak istiyorum. O şöyle diyor: 

Onların “Bizi uykumuzdan kim kaldırdı?” sözünün manası, "Allah bizi vaat edilen o dirilişle mi diriltti yoksa biz uyuyorduk da uyandırıldık mı?" şeklindedir. Bu tıpkı şuna benzer: Bir insana, gücünün yetmeyeceği bir düşmanının gelmesi vaat edilse; sonra da bu insan korkunç bir adamın kendisine doğru yürüdüğünü görse, ödünün kopması ve kendi kendine: "Bu o muyoksa değil mi?" demesi gibidir. Ayetin manasının böyle olduğuna, onların "uyuduğumuz yerden" ifadesi delalet eder. Çünkü onlar kabirlerini uyku yeri sanmışlardır. Bu, onların uyuyup da uyandırıldık mı yoksa ölüler olduktan sonra mı diriltildik hususunda şüphe ettiklerini gösterir. Fakat zannı galipleri, bu işin yeniden bir dirilme olduğu yönündedir. Çünkü onlar bu iki ihtimali bir arada düşünmüşler ve bunun kendilerine vaat edilen o diriliş olduğunu sandıklarına bir işaret olmak üzere "Bizi kim kaldırdı?" demişler; uykudan uyanmış oldukları ihtimaline bir işaret olmak üzere de "uyuduğumuz yerden" demişler. 

İşte Râzî Hazretleri ayet-i kerimeyi böyle izah ediyor.

"YARGILAMA OLMADAN CEZA OLMAZ." DİYENLERE CEVAP

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: 

— Kıyamet bir yargılama günüdür. Yargılama olmadan ceza olmaz. Kabirde ise yargılama söz konusu değildir. O hâlde kabirde azap olmamalıdır.

Onların bu sözüne cevaben deriz ki: Kur’an’da Hazreti Nuh’un kavmi, Hazreti Hud’unkavmi, Hazreti Salih’in kavmi ve diğer peygamber kavimlerinin başına gelen dünyevi azaplar anlatılmaktadır. Mesela Hazreti Nuh’un kavmi denizde boğulmuş; Hazreti Hud’un kavmi bir rüzgârla helak edilmiş; Hazreti Salih’in kavmi ise şiddetli bir gürültüyle cezalandırılmıştır. 

Yine Kur’an’da zalim kavimlerin topluca helakinden başka, fertlerin helakinden de bahsedilir.Mesela Kârun anlatılır ve “Onu ve sarayını yerin dibine geçirdik.” denilir. Firavun anlatılır, “Onu denizde boğduk.” denilir. Nemrud anlatılır, “Onu hüsrana uğrattık.” denilir. 

Her zalim kavmin ve ferdin helak edilişinde de şu ifade kullanır: İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız!

Bu ayetlerden anlıyoruz ki cezalandırmak için ille de hesaba çekmeye gerek yoktur. Zira bu kavimler hesaba çekilmeden helak edilmişler ve cezalandırılmışlardır. 

Dilerseniz, hesaba çekilmeden helak edilişe dair birkaç örnek daha verelim:

A'raf suresi 152. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ     

Şüphesiz buzağıyı tanrı edinenlere Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında iken bir zillet erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız. (A'raf 152)

Yunus suresi 13. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَاءتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا كَذَلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ

Andolsun ki sizden önceki devirlerin birçok kavmini zulmettikleri için helak ettik.Peygamberleri kendilerine apaçık deliller getirdikleri hâlde onlar iman etmemişlerdi. İşte günahkârlar topluluğunu biz böyle cezalandırırız. (Yunus 13)

Taha suresi 127. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuş:

 وَكَذَلِكَ نَجْزِي مَنْ أَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِن بِآيَاتِ رَبِّهِ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَدُّ وَأَبْقَى  

İşte haddi aşanları ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları biz böyle cezalandırırız. Şüphesizahiret azabı (dünya azabından) daha şiddetli ve daha devamlıdır. (Taha 127)

Sebe suresi 16 ve 17. ayetlerde şöyle buyrulmuş:

 فَأَعْرَضُوا فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُم بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَى أُكُلٍ خَمْطٍ وَأَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَلِيلٍ ذَلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُوا وَهَلْ نُجَازِي إِلاَّ الْكَفُورَ  

Fakat onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim selini salıverdik ve o güzelim iki bahçelerini buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sidir ağacı bulunan iki harap bahçeye çevirdik. İşte böylece, küfretmiş olmalarından ötürü onları cezalandırdık. Biz kâfirlerdenbaşkasını cezalandırır mıyız? (Sebe 16-17)

Bu ayetler gibi Kur’an'da daha onlarca ayet-i kerime var. Bu ayetler gösteriyor ki Allahu Teâlâ zalimleri sadece ahirette değil, bu dünyada iken de cezalandırıyor. Öyleyse kabirde niçin cezalandırmasın?

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: Kıyamet bir yargılama günüdür. Yargılama olmadan ceza olmaz.

— Onlar, yargılama olmadan cezanın olduğunu beyan eden bu ayetleri hiç görmüyorlar mı? 

— Yoksa onların başlarına gelen bu acı azaplar ceza değil midir? 

Hem şunu hiç düşünmüyorlar mı: Yargılama ve hesap yani amel defterlerinin açılması, mizanın kurulması, insanın hesaba çekilmesi gibi hâller, Allah’ın, kulunun hâlini ve durumunu bilmesi için değildir. Bütün bunlar kulun durumunu kendisine göstermek içindir. Yoksa Allahu Teâlâ nihayetsiz ilmiyle zaten kullarının hâlini ve akıbetini bilmektedir.

Yoksa onlar, “Kıyamet bir yargılama günüdür. Yargılanma olmadan ceza olmaz.” derken, Allah’ın, kullarının hâlini bilmediğini mi düşünüyorlar? Yani onlara göre, Allah kimin salih kimin zalim, kimin cennet ehli kimin cehennem ehli olduğunu bilmiyor da bu bilgiye hesaptan sonra mı vakıf olacak? Ve vakıf olduktan sonra mı ceza verecek? 

Onlar Allah hakkında ne kötü bir zanda bulunuyorlar! Onlara soruyoruz:

— “Yargılama olmadan ceza olmaz.” ne demek? 

— Bu söz hem Allah’ın ezelî ilmine hem de Kur’an’ın onlarca yerinde geçen, “İşte biz onları böylece cezalandırdık.” ifadesine zıt değil midir?

— Kabirde azap etmek için niçin ilk önce yargılama gereksin? 

— Dünyada yargılamadan ve hesaba çekmeden ceza veriliyor da kabirde niçin verilmesin? 

— Allahu Teâlâ kulunun günahlarını bilmiyor mu ki yargılama olmadan ona ceza veremesin? 

Yine onlara deriz ki:

— Değil peygamber kavimlerinin ve zalimlerin helak edilişi, bizim dahi başımıza gelen musibetler işlemiş olduğumuz günahlardan dolayı değil midir? 

— Meydana gelen depremler, yangınlar, kazalar ve diğer musibetler, hep insanların zulümleri ve isyanları sebebiyle değil midir? 

Bu hakikate işareten Rum suresinin 41. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuş: 

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُم بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْيَرْجِعُونَ  

İnsanların elleriyle işledikleri günahlardan dolayı karada ve denizde fesat çıktı. Allah, yaptıklarının bir kısmının cezasını onlara tattıracak. Umulur ki onlar dönerler. (Rum 41)

— Bu ayet ve daha onlarca ayet, yargılama olmadan cezanın verileceğini göstermiyor mu?

Herhâlde yaptığımız bu izahlarla onların: “Kıyamet bir yargılama günüdür. Yargılama olmadan ceza olmaz.” sözünün ne büyük bir safsata olduğu anlaşılmıştır. 

Demek, onlar hiç Kur’an okumamışlar; zalimlerin daha dünyada iken -yargılama olmadan- nasıl cezalandırıldığını görmemişler. Elhamdülillah, biz kör gözlerine Kur'an'ın güneş gibi ayetlerini soktuk. Belki gözleri açılır da hidayet bulurlar!

"AZAP KIYAMETTEN SONRADIR." DİYENLERE CEVAP

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki:

— Müşriklerin ve diğer zalimlerin azaba uğrayacağı Kur’an'da birçok ayette beyan buyrulmuştur. Ancak bütün bunlar kıyametten sonradır. Mesela Âl-i İmran suresi 56. ayette: "Küfre sapanlar var ya, işte onlara dünyada ve ahirette şiddetle azap edeceğim." buyrulmuş. Tevbe suresi 74. ayette: "Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Eğer yüz çevirirlerse Allah onlara dünyada da ahirette de acıklı bir azapla azap edecektir." buyrulmuş. Rad suresi 34. ayette: "Onlar için dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabıysa çok daha şiddetlidir." buyrulmuş. Bu ayetler açıkça gösteriyor ki: Allah bu dünyada ve ahirette cezalandıracaktır. Dolayısıyla kabir azabı olmamalıdır.

İşte onlar böyle diyorlar: Şu şu ayetlerde ahiret azabından bahsedilmiş, kabir azabından ise bahsedilmemiş, o hâlde kabir azabı yokmuş...

Acaba onlara göre, azabın anlatıldığı her ayette kabir azabı açıkça mı zikredilmeliydi? Eserin başında:

1. Kabir hayatını haber veren 15 ayet-i kerimeyi zikrettik.

2. Kabir hayatı hakkındaki hadis-i şerifleri naklettik.

3. Bu hadisleri rivayet eden 25 sahabenin isimlerini verdik ki bu sahabeler ashâb-ı kiramın en büyükleridir.

4. İslam âlimlerinin bu konudaki icmaını gösterip, bir kısım âlimlerin kabir hayatı hakkındaki sözlerini naklettik.

— Bütün bunlardan sonra onlar hâlâ kabir hayatına iman etmeyecekler mi?

Şimdi onlar diyorlar ki: Şu şu ayetlerde dünya ve ahiret azabından bahsedilmiş, kabir azabından bahsedilmemiş. O hâlde kabir azabı yoktur.

Şunu hiç düşünmüyorlar mı: Kabir azabı, ahiret azaplarından bir azaptır. Kur’an’ın bazı ayetlerinde hususi olarak zikredilir, bazı ayetlerinde de ahiret azabına dâhil olarak zikredilir. Bu şuna benzer:

Dünya hayatı dediğimizde:

– Babalarımızın sulbündeki hâlimiz,

– Annelerimizin rahimlerindeki hâlimiz,

– O rahimlerde geçirdiğimiz değişiklikler,

– Dünyaya bir bebek olarak gelişimiz,

– Gençliğimiz,

– Orta yaşımız,

– İhtiyarlığımız,

– Ve ölünceye kadar geçen süre kastedilir.

Dünya hayatı bu merhalelerden oluşmaktadır. Kur’an bazen bu merhaleleri ve hayatın bu istasyonlarını hususi olarak zikreder. Yani bazen anne karnındaki hâlimizden, bazen bebekliğimizden, bazen ihtiyarlığımızdan hususi bahseder. Bazen de hepsine birden "dünya hayatı" der.

Aynen bunun gibi, Kur’an kabir hayatını bazen hususi olarak zikreder. Bazen de "ahiret hayatı" diyerek, ölümle başlayıp cennet ve cehennemle sonlanacak bu uzun seyahatin bütün merhalelerini kasteder. Kabir hayatı bu yolculuğun sadece bir menzili olur.

Demek, ahiret hayatı ve azabı denildiğinde, ahiret âlemlerinden bir âlem ve o uzun yolculuğun bir menzili olan kabir hayatı ve bu hayatta çekilen azap bu manaya dâhil olur.

Hâl böyle iken, kabir hayatını inkâr edenler her azap geçen ayette kabir azabını hususen görmek istiyorlar. Hatta kabir hayatını inkâr edenlerden birisini televizyonda seyrettim. Kabir hayatının yokluğu hakkında şöyle dedi: Fatiha süresinde "Allah din gününün sahibidir.” buyrulmuş. Bu ayette kabir hayatından bahsedilmemiş. Demek, kabir hayatı yoktur.

Onun bu sözüne karşı orada olup şunu sormak isterdim:

— Bu ayette, Allah’ın dünyanın sahibi olmasından da bahsedilmiyor. O zaman Allah dünya hayatının sahibi değil!

Yahu bu nasıl bir mantıktır ki bir ayette bir şey zikredilmemişse o şeyin yokluğuna hükmediliyor. O zaman herhâlde onlara göre, eğer kabir hayatı olsaydı Fatiha suresinin manası şöyle olurdu: Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle, kabir hayatı vardır... Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah içindir, kabir hayatı vardır… Allah Rahman ve Rahimdir, kabir hayatı vardır… Din gününün malikidir, kabir hayatı vardır…

Yani her ayetin sonunda kabir hayatının varlığı zikredilmeliydi. Onlara göre, eğer bir ayette kabir hayatı zikredilmemişse onun yokluğuna hükmedilir. Böyle bir mantık olur mu?

Şimdi size bir soru soracağım: Neml suresinin 3. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuş:

اَلَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

O müminler namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve ahirete de kesin olarak iman ederler. (Neml 3)

Bu ayet-i kerimede, müminlerin namaz kılmalarından, zekât vermelerinden ve ahirete iman etmelerinden bahsedilmiş. Şimdi ben desem ki:

— Oruç ve hac gibi bir ibadet yoktur. Çünkü Neml suresinin mezkûr ayetinde sadece namaz ve zekâttan bahsedilmiş. Eğer oruç, hac ve diğer ibadetler olsaydı onlar da zikredilirdi. Ayrıca meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman da gerekmez. Çünkü mezkûr ayette, müminlerin sadece ahirete iman ettikleri beyan edilmiş. Eğer meleklere, kitaplara ve diğer şeylere inanılması gerekseydi ayette bunlar da zikredilirdi.

Ben böyle saçmalasam siz ne cevap verirsiniz?

Herhâlde şöyle dersiniz: Yokluğunu iddia ettiğin diğer ibadet ve iman hakikatleri Kur’an’ın başka ayetlerinde geçiyor. Hepsinin peş peşe zikredilmesi gerekmez. Bazen namazdan, bazen zekâttan, bazen oruçtan, bazen de hac ve diğer ibadetlerden bahsedilir. İman hakikatleri de böyledir. Yani bir ayette hepsi yok diye yokluğuna hükmedilmez. Kur’an’ın diğer ayetlerine bakılır.

Ne güzel cevap verdiniz!

“Ahiret azabı zikredilmiş, peşinden kabir azabı zikredilmemiş, o hâlde kabir azabı yoktur.” sözüne de cevabımız aynen bu cevabınız gibidir.

Ayrıca onlara deriz ki: Kur’an’da bazen belli bir dünyevi azap zikredilir. Fırtınadan, selden, depremden ve diğer dünyevi musibetlerden hususen bahsedilir. Bazen de “dünya azabı” denilerek hepsine birden işaret edilir.

Aynen bunun gibi, Kabir azabı Kur’an’da bazen tek başına açıkça zikredilir. Bazen cehennem azabı hususi olarak zikredilir. Bazen de ahiret azabı denilerek; hem kabir azabına, hem cehennem azabına, hem de mahşer meydanına geliş, hesap anı ve sırattan geçiş gibi ahiretin diğer bütün sıkıntılarına ve azaplarına işaret edilir.

Hem zaten biz 15 ayetin kabir hayatına olan delaletini başta göstermiş, peşine hadis-i şerifleri zikretmiş ve daha sonra da âlimlerin bu konudaki ittifak ve icmaını beyan etmiştik. Bunlar kabir hayatının hak olduğuna kâfi değil midir?

Eğer yetmez diyen varsa, biz de ona şöyle deriz: O hâlde sen inandığın gibi yaşa. Ölüp kabre girdiğinde kabir azabı var mıymış yok muymuş görürsün!

"BİR SUÇUN CEZASI BİR DEFA VERİLİR. BU DURUMDA KABİR AZABININ OLMAMASI GEREKİR." DİYENLERE CEVAP

Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki: 

— Bir suçun cezası bir defa verilir. Aynı suçtan tekrar tekrar cezalandırmak yüce Allah’ın şanına yakışmaz. Bu durumda kabir azabının olmaması gerekir. Aynı suçtan hem kabirde hem de ahirette ceza vermek Allah’ın rahmetine uygun değildir.

İşte onlar böyle diyorlar. Sözlerini cevaplamadan önce şu hakikate dikkat çekmek isterim: 

Allahu Teâlâ hakkında zulüm düşünülemez. Zira zulüm, başkasının hakkına tecavüz etmektir. Bütün mülk Allah’ın olduğuna göre, başkasının bir hakkı yoktur ki ona karşı herhangi bir muamelede, “Allah ona zulmetti.” denilebilsin. 

Bizim Allahu Teâlâ'ya karşı hiçbir hak iddiamız olamaz. O bize nasıl muamele ederse bu haktır, adalettir ve hikmettir. Eğer Allah dileseydi, bir suça bir defa değil, on defa hatta isterse yüz defa ceza verebilirdi. Bu durumda bir zulüm ve haksızlık da olmazdı. Lakin her fiilinde kullarına karşı merhametli olan Rabbimiz burada da kuluna iyilik etmekte ve ona keremiyle muamele ederek onu bir suçtan iki defa cezalandırmamaktadır. 

İki defa cezalandırmamasının manası şudur: Bir kişi bir günah işlemiş ve günahının cezasını -Allah’ın şeriatına göre- dünyada çekmişse, yani o günahtan dolayı o kişiye had cezası uygulanmışsa artık o günaha ahirette ceza verilmez. 

Mesela içki içmek haramdır ve ahirette ceza gerektirir. Ancak bir kişi içki içerken yakalansa veya günahını kendi itiraf etse ve bu suçundan dolayı ona had cezası uygulansa, artık onun içki içme günahı affolmuştur; ondan dolayı ahirette bir daha ceza görmez. 

İşte “Bir suça iki defa ceza verilmez.” sözü bu uygulama içindir.

Kabir azabında da durum aynıdır. Hatta değil kabir azabı, müminin ayağına bir diken batsa, bu onun günahına bir kefaret olur. Dolayısıyla kabirde çekilen azap da kulun günahlarına kefarettir. Dilerseniz meseleyi biraz daha açalım:

İnsanları üç kısma ayırmak mümkündür:

Birinci kısım: İman üzere ölerek direkt cennete girecek olan müminlerdir. 

İkinci kısım: Küfür üzere ölerek cehennemde ebedî kalacak kâfirlerdir. 

Üçüncü kısım: Günahkâr müminlerdir. Bunların imanları vardır lakin dünyada iken farzları terk etmiş ve haramlara girmişlerdir. Bunlar cehennemde bir müddet ceza gördükten sonra cennete girerler. 

Şimdi, kabir hayatını inkâr edenlerin sözünü bu üç grup üzerinde tahlil edelim:

Birinci grup olan direkt cennete girecek müminler için, “Bir suçun cezası bir defa verilir. Bu durumda da kabir azabının olmaması gerekir.” sözü manasızdır. Zira onlar kabirde azap değilmükâfat görecektir. Demek, bu söz birinci grup için söylenemez.

İkinci grup olan cehennem ehli kâfirler için de bu sözün bir manası yoktur. Çünkü kâfirler cehennemde ebedî kalacaklardır. Onların cezası ebedîdir. Ebediyete kıyasla bir milyon yıl, denizdeki bir damla gibidir. Hatta damla bile değildir. 

Dolayısıyla, mesela 5.000 sene önce yaşamış ve kâfir olarak ölmüş birisini düşünelim... Bu kişiye kabirde azap edilmesine bir mâni yoktur. Zira zaten bu kişi cehennemde ebedî olarak kalacaktır. Azaba 5-10 bin sene önce başlanmış veya sonra başlanmış, ne önemi var! Ebediyete kıyasla 5-10 bin senenin, bizim saatimize göre saniyeden hatta saliseden farkı yoktur.

Demek, “Bir suçun cezası bir defa verilir. Bu durumda kabir azabının olmaması gerekir.” sözünü ikinci grup hakkında da söyleyemeyiz. 

Üçüncü gruba gelince, bunlar günahkâr müminlerdir. Bu sözü onlar hakkında da söyleyemeyiz. Zira müminin ayağına diken bile batsa, bu onun günahına kefaret olur. Aslında kabir azabı günahkâr müminler için bir nevi nimettir. Çünkü kabirde görmüş oldukları azaponların günahlarının bir kısmına kefaret olur. Hatta bazı günahkârların kabirde çektikleri azap bütün günahlarına kefaret olur ve onu cehennem azabından kurtarır. 

Yani hem kabirde hem de cehennemde azap çekmek, kabirde çektiği azap günahlarının tamamına kefaret olmayanlar içindir. Rabbimiz o kadar merhamet sahibidir ki kulun kabirde çektiği her sıkıntıyı günahına kefaret yapar. 

Hatta değil kabir azabı; kişi hasta olsa, üzülse, başına bir musibet gelse hatta bir nefesi zorlukla alsa, bu dahi günahına kefaret olur. Kabir azabı da böyle bir musibettir. Bir cihetten azaptır, diğer bir cihetten de günahın kefaretidir.

Herhâlde yaptığımız bu izahla, onların: “Bir suçun cezası bir defa verilir. Bu durumda da kabir azabının olmaması gerekir.” sözünün ne kadar mantıksız olduğu anlaşılmıştır. Ama insan cevapları bilmeyince böyle kıymetsiz sözlere bile kıymet veriyor. 

"Kabir Hayatı" isimli eserimiz bu ders ile tamamlandı. Rabbimize hamdüsena olsun, bu kıymetli hizmette -liyakatimiz olmadığı hâlde- bizi istihdam ediyor. Rabbim bu çalışmaları dergâhında kabul etsin. Bu eseri günahlarıma kefaret eylesin. Ayaklarımızı hak yoldan ayırmasın. Ehl-i sünnet itikadı üzerine yaşatsın ve bu itikad üzere diriltsin. Bizleri Ehl-i sünnet itikadının muhafızları eylesin. Âmin.

 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun