Küfür ve günahlar nasıl ademî olur?

Tarih: 18.01.2017 - 01:22 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Küfrün veya günahların sureten vücudi gôrünsede mahiyetinin ademi olmasını izah eder misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuyu birkaç açıdan değerlendirmekte fayda görüyoruz:

Cevap 1:

Günah ve kötülükler, ademîdir. Ademî şeylerde ise vücutta olduğu gibi, binlerce sebebin bir araya gelip çalışması gerekmiyor; aksine bir sebebin olmayışı ya da iptal edilişi, ademe yeterli oluyor.

Adem bir eylemsizlik, bir vazifesizlik, bir amelsizliktir. Yapmak değil bozmaktır. Bundan dolayı neticesi çok büyük zararlardır. Bir binayı yüz ustanın yüz günde yapması vücuttur, o binanın temeline konulan dinamiti ateşleyip bir saniyede yıkmak ise ademdir. Bu yüzden basit bir dinamiti ateşlemek işinde binlerce sebep ve vücutlar yok oluyor.

Günahlar da aynı binanın yıkılması gibi ademîdir, yok hükmünde bir eylemdir; ama neticesi çok zarar üreten bir ademi eylemdir. Mesela bir insanı öldürmek çok basittir, tetiği çekmek ölüm için yeterlidir. Ama o tetiğin neticesinden hasıl olan ölümle insan bedeninde çalışan sayısız hücre ve organlar, binlerce duygu ve hissiyatlar ve ona bağlı olarak koca bir alem çöküyor ve yok oluyor. Tetiğe tetik olan da, insanın basit ve harici bir vücudu olmayan cüzi iradesidir. Yani şer ve kötülük mekanizmasının harekete geçmesi için, insanın icat ve yaratmaya kabiliyeti olmayan iradesi tetik olabiliyor.

İnsanın nefis ve şeytanı da bu şer mekanizmasının işlemesi ve hareket etmesi için gönüllü ve meyilli olduğundan, şerden hasıl olan bütün günah ve zulümlerin sorumluluğu insana ait olur. Yoksa şer mekanizmasındaki cüzü yaratmak fiilinden dolayı Allah'ı sorumlu tutmak, kendi sebep olduğu şer eylemsizliğini Allah’a havale etmek doğru değildir.

Cevap 2:

Şerrin ademî olması; bütünü ile eylemsizlik ve amelsizlik anlamına gelmiyor. Şerde de bir eylem, bir amel vardır. Bu yüzden "hayrın ve şerrin yaratıcısı Allah’tır" diye imanın bir esası olmuştur.

Şerrin ademî olması; neticesinin sevapsız ve yıkıcı olmasıdır. Alkolün neticesi günah ve tahriptir; bu yüzden ademi yani yokluğu andırır ve ademidir. Yoksa alkol içme eylemini yaratan yine Allah’tır. Ama alkolü içmeye azmeden ve niyetlenen insanın kendisi olduğu için vebal de kendine aittir.

Mesela, insanlık büyük çaba ve gayretlerle yüz yılda bir şehir oluşturur, bu şehir bir depremle beş on dakikada yok olur gider. Depremin bu yıkıcılığı ve kısalığı ademi anımsattığı için ademi deniliyor. Yoksa depremin oluşmasındaki maddi sebepler yok sayılmıyor. Yani depremin yıkıcı yönü yine Allah tarafından yaratılıyor.

Yine bir ağacın yetişmesi ve büyümesi yıllar alırken, yakılması ve kesilmesi bir iki dakikalık iştir. Şerde ve ademde bir şartın olmaması yeterli iken, hayırda ve vücutta bütün sebep ve şartlarının bir arada olması gerekiyor. Ağacın yetişip büyümesi hayır ve varlık iken, kesilmesi ya da yakılması şer ve ademîdir denilmiştir.

Özet olarak, günah ve şerler bizzat ademi değil, neticeleri noktasından ademidirler. Şerrin yüz cüzünden doksan sekizi yıkım, birisi vücuttur ve bu vücudu Allah yaratmaktadır; kalan diğer cüz ise şerrin seçilmesi ve yaratılmasına sebep olmaktır ki; bu da insana ait irade-i cüziyedir. Şerrin ademi olması doksan sekiz cüzüne bir atıftır.

Cevap 3:

Kur'an-ı Kerim’de "Sana gelen iyilikler Allah’tan, kötülükler ise nefsindendir." buyrulur. (Nisa, 4/79)

Görmek güzel şeydir, görmemek ise kötü. Ve yine görmek vücudî bir fiildir, görmemek ise ademî fiil. Görme olayında insanın yaptığı sadece gözünü açmaktır.

Görmemekte ise bütün sorumluluk insanın kendine aittir. Görme için bütün şartlar hazırlanmışken o sadece gözünü kapamak suretiyle görme nimetinden mahrum kalır. Bu mahrumiyette bütün suç gözünü kapayan şahsa aittir.

Cenab-ı Hakkın varlığı her şeyde müşahede edilirken kalp gözlerini kapatanlar bu ademî fiilleriyle iman ve marifet nurundan mahrum kalırlar.

Üstad Bediüzzaman, “Ademî bir şey madum bir şeye illet olur.” der ve bir gemi kaptanının görevini yapmamakla geminin batmasına sebep olabileceği örneğini verir. Burada görev yapmamak ademî bir fiildir, bu ademî fiil geminin batmasına, madum olmasına sebep olmuştur.

Bir yazıyı yazmak vücudi, yazmamak ise ademidir. Yazmak için çok şeyler gerekirken yazmamak için bir şey yapmamak kafidir.

Aynı şekilde, her bir İlahî emrin terki de bir adem-i fiildir. Mesela namaz kılmak müsbet bir fiildir, kılmamak ise menfidir, sadece bir terktir.

“Bütün kusurlar ademden ve kabiliyetsizlikten ve tahripten ve vazife yapmamaktan -ki birer ademdirler- ve vücudî olmayan ademî fiillerden geliyor.”

Kusur, kemâlin zıddıdır; "noksanlık ve eksiklik" mânâsına gelir. Adem "yokluk", vücut ise "varlık" demektir.

Buna göre kusur, kemâlsizliktir, kemâlin yokluğudur. Kemâl ise vücut âlemine girer. Mesela, ilim bir kemâldir ve vücut âlemindendir. Cehalet ise ilmin yokluğudur ve bir kusurdur.

Türkçede adem âlemleri, çoğu zaman, "siz" ekiyle, yahut "olmayan" kelimesiyle ifade edilir. Ahlâksız, insafsız, vicdansız, kabiliyetsiz, merhametsiz gibi kelimeler hep adem âlemlerini ifade ederler. Bunların her biri bir vücut âleminin terkinden doğmuşlardır.

İman vücut âlemindendir, imanı olmayana imansız denilir. Keza, insaf vücut âlemlerindendir. İnsafı olmayana da insafsız denilir.

Diğerleri de aynı şekilde düşünülebilir.

Kabiliyetsizlik de bir ademi, bir mahrumiyeti ifade eder. Taşta görme kabiliyeti yoktur. Dolayısıyla taş bir şey göremez. Görmeme bir kusurdur ve bu kusur, bu noksanlık, ademî bir fiile, yani kabiliyetsizliğe dayanmaktadır.

Ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona raci’ olur. Sureten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir.

İman eden insan, büyük bir nura kavuşmakla vücut âleminden ulvî bir pay almış demektir. Salih amel işleyen, yani amel âlemini Allah’ın rıza çizgisinde gezdiren insan da kazandığı sevaplarla yine vücut âleminden büyük bir hisse alır.

Burada, ekseriyet-i mutlaka tabirinin kullanılması, bir sonraki cümlede de ifade edildiği gibi, yanlış işleri yapmamak, hatadan uzak durmak, harama yaklaşmamak, şüpheliden sakınmak şeklinde özetleyebileceğimiz takva yolunun da ayrı bir kazanç kapısı olduğuna işaret eder.

Meselâ faizden uzak durmak, görünüşte menfî ve ademîdir. Yani burada bir kaçış ve bir mahrumiyet söz konusudur. Ama o kaçışta rızaya koşma gizlidir. Haram kazançtan uzak kalmada, cennetini genişletme serveti yatar. Bunlar ise sübutîdir, vücudîdir.

Ekseriyet-i mutlaka tabiri gösteriyor ki, işlenen salih amel çeşitleri, kaçınılan haramlardan daha fazladır. Kazancın büyük kısmı, işlenen bu salih amellerle elde edilir. Sakınılan haramlar da takva kapısından insana ayrı bir servet kazandırırlar.

Ve insan biri vücudî, diğeri ademî olan bu iki yol ile saadet saraylarını kurar, genişletir, yükseltir; tıpkı bir bitkinin gece ve gündüzden ayrı faydalar edinerek büyümesi, gelişmesi gibi.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun