Kâfirler için ahiret gününde, tartı, terazi, mizan var mıdır yok mudur?

Tarih: 30.06.2006 - 00:10 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Müminun 102, 103 ve Kehf  105 ayetlerine göre, ahiret gününde kâfirler için tartı konup konmayacağını açıklar mısınız?
- Kuran'da Mu'minun suresinin 103. ayetinde, tartıları hafif gelenler için ebedi cehennem diyor, yani devamındaki ayetleri okuduğumuzda buradaki kişilerin Müslüman olmadıkları anlaşılıyor.
- Fakat Kehf suresinin 105. ayetinde kâfirler için terazi kurulmayacağı, çünkü ibadetlerinin boşa gittiği yazıyor. Onların yaptıkları iyiliklerin hiç mi faydası yoktur?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuyla ilgili alimlerin farklı değerlendirmeleri vardır.

Taberî ve İbn Kesir’e göre, Muminun suresinin 102-103. ayetlerin açıklaması şöyledir:

“Kimin tartıdaki iyilikleri ağır, kötülükleri ise hafif gelirse, onlar kurtuluşa erenlerin ta kendilerdir. Kimin tartıdaki iyilikleri hafif, kötülükleri ise ağır gelirse, işte onlar da kendilerini hüsrana uğratan ve cehennemde ebedi olarak kalacak olanlardır.”(bk. Taberî, ilgili ayetin tefsiri).

Bu alimlere göre,

“İşte onlar Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr etmiş, bu yüzden de yaptıkları iyi işler boşa gitmiştir. Tartılacak şeyleri kalmadığından kıyamet günü onlar için artık tartı aleti koymayacağız.”(Kehf, 18/105)

mealindeki ayette yer alan “kıyamet günü onlar için artık tartı koymayacağız” cümlesinden maksat, onlar için artık iyilikleri ağır basan ve kale alınan bir şeyleri yok, demektir. "Çünkü, iyi amelleri yok ki, onunla tartıları ağır gelsin”(Taberî, ilgili ayetin tefsiri).

Bu değerlendirmeye göre, kâfirler için de tartı olacaktır.

- Kadı Beydavî ve Ebu Suud Efendiye göre, Muminun suresinin; “Kimin tartısı hafif gelirse, işte onlar da nefislerini hüsrana uğratanlar, cehennemde ebedi olarak kalacak olanlardır.” mealindeki 103. ayetindeki “tartının hafifliği”, onun tamamen kale alınmayacak, değersiz bir konumda olmasından kinayedir. Nitekim, Kehf suresinde(105. ayet) bu durum -mealen- şöyle tasvir edilmiştir:

“İşte onlar Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr etmiş, bu yüzden de yaptıkları iyi işler boşa gitmiştir. Tartılacak şeyleri kalmadığından, kıyamet günü onlar için artık tartı aleti koymayacağız.”(bk. Beyzavî, Ebu Suud, ilgili ayetin tefsiri).

Kehf suresinin 105. ayetin mealindeki değerlendirmeye göre, kâfirler için tartı konmayacaktır.

- Bu iki görüş doğrultusunda şöyle bir sonuç çıkarılabilir:

Kâfirler için de bir tartı kurulacaktır. Fakat, değersiz, ağırlığı olmayan, kıymet ifade etmeyen bir tartı kurulacak, kıymet-i harbiyesi olan, kendisine değer biçilen, güzel bir tarafı olan bir tartı kurulmayacaktır.

Bu âyetlerde yaptıkları amelleri boşa çıkan, kötülükleri işlerken iyi işler yaptıklarını zanneden kimselerden bahsedilmektedir. Hakikatte ise bu amellerin Allah katında bir değeri yoktur. Onların zannettiği gibi bir değeri yoktur. Dolayısıyla bu amelleri için bir mizan kurulmaz. Yani –bütün amelleri değil- bu amelleri mizanda tartılmaz. Çünkü yok hükmündedirler.

Bununla beraber kâfir olarak ölenlerin dünyada yaptıkları iyilikler ve başlarına gelen musibetler onlar hakkında boşa gitmez. Çünkü Allah adildir. Ancak bu iyilikler ve musibetler onların cennete girmelerine bir sebep olamaz. Çünkü cennetin ilk şartı imandır. Olsa olsa cehennemdeki azaplarının şiddetinde bir azalmaya neden olabilir. Bu açıdan kâfir olarak ölen her insanın azabının bir olmayacağı açıktır. Bu nedenle de her kâfiri aynı değerlendirmemek gerekir.

Cennet âhiretin bir menzilidir. Onun varlığına inanmak âhirete inanmak sayılır. Demek ki, cennet imansız olmaz. Varlığına, inanmadığınız, kabul etmediğiniz bir yere ne hakla girebilirsiniz veya gitmek ister misiniz? İşte îmanı olmayan ilim adamlarının durumu böyledir. Cennete girebilmek için Cennete ve onu Yaratana inanmak başta gelir.
Peygamber Efendimiz (asm) bir hadislerinde,

"İman etmedikçe cennete giremezsiniz." (Müslim, İman: 93.)

buyurarak bu hususa işaret ederler. Bir diğer hadiste de şöyle buyururlar:

"Kalbinde zerre kadar îman bulunan kimse cehennemden çıkacaktır." (Müslim, İman: 304)

Öyleyse îman nedir? Bu suâle Peygamber Efendimiz (asm), Hz. Cebrail'in suali üzerine şöyle cevap verir:

"(İman) Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayrına, şerrine inanmandır." (Müslim, İman: 1)

Peygamberimiz (asm), îmanı tasdik mânâsında ifade etmektedir. Tasdik ise kalbidir. Dil ile söylenmese de îman îmandır. Bu sebeple açık açık günah işleyenler ve inkâr edenler dışında kimin îmanla gittiğine, kimin imansız öldüğüne tam kanaat etmemiz mümkün değildir. İşte bunun içindir ki, mü'minlerin hüsn-ü hatime için dua etmelerinin hikmeti de bu olsa gerektir. Yani onun iman tezkeresini alarak gitmesini temennidir, bir mü'mine yapılacak en büyük dua budur.

İmam-ı Gazalî, îmanın müddeti hususunda şöyle der:

"Bir günlük orucun vakti imsak ile iftar arası ise, îmanın müddeti de bir ömürdür." (İhyau Ulûmiddîn, 1/135)

Yani gündüz ortasında veya akşama yakın bir vakitte orucunu bozan kimse oruçlu sayılmadığı gibi, ömrünün son dakikasında îmanını kaybeden kişi de mü'min sayılmaz. Fakat son anlarda îman eden kimsenin îmanı makbuldür. Çünkü o insan yaşamış olsaydı, ömrünün kalan kısmını imanlı olarak geçirecekti.

İşte bu sebeple Batılı ilim adamları, Allah'a inanmadıklarını kesin olarak söylememişlerse veya îmanlarını dile getirmemişlerse, onların îmanlı ölüp ölmedikleri hususunda kesin bir şey söylenemez. Kalben inanıp bunu sözle söylememe ihtimali olduğu gibi, gerçekten inanmadan ölmüş olma ihtimali de vardır. Bunun gerçek tarafını ancak Cenab-ı Hak bilir. Hesabını da yine O soracaktır.

Ancak şu var. Darwin gibi insanlığa fitne, fesat ve anarşiyi miras bırakan kimselerle, Edison gibi ilmî keşifleri, faydalı teknikleri miras bırakan ilim adamları aynı değildir. Peygamberimiz (asm)'in can düşmanı Ebû Cehil de îmansızdı, Peygamberimizi koruyup kollayan amcası Ebû Talib de mü'min değildi. Bunlar îmanları olmadığı için cehenneme girseler de, azap derecelerinin farklı olması İlâhî hikmet ve adaletin icabıdır.

Bediüzzaman Hazretleri, "Kâfirin Cehennemde ebedî olarak kalması Cenab-ı Hakkın merhamet ve şefkatine nasıl sığabilir?" şeklindeki bir suale verdiği cevapta, sözünü ettiğimiz bu meseleye ışık tutmaktadır.

"O kâfir hakkında iki ihtimal var. O kâfir ya ademe (yokluğa, hiçliğe) gidecektir veya dâimi bir azap içinde mevcut kalacaktır. Vücudun (var olmanın), velev cehennem de olsa ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem şerr-i mahz (sırf şer ve çirkin) olduğu gibi, bütün musibet ve mâsiyetlerin de merciidir. Vücut ise velev cehennem de olsa hayr-ı mahzdır (mutlak hayırdır). Maahâzâ kâfirin meskeni cehennemdir ve ebedî olarak orada kalacaktır."

"Fakat kâfir kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise (hak etmişse) amelinin cezasını çektikten sonra ateş ile bir nevi ülfet (alışkanlık) peyda eder ve evvelki şiddetlerden azade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları âmal-i hayriyelerine (iyi işlerine) mükâfeten şu merhamet-i İlâhiyeye mazhar olduklarına dair işârât-ı hadisiye (hadis-i şeriflerin işareti) vardır." (İşârâtü'1-İcâz, s. 90)

Demek ki, îmanı olmayan, fakat insanlığa müsbet yolda büyük hizmet etmiş olan gayri müslim mucitler, dünyada yapmış oldukları faydalı işlerine mükâfat olarak cehennemde azabın hafiflemesine bir neden olabilir. Cenab-ı Hak onların bu çalışmalarını karşılıksız bırakmaz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Balcı678

Allah razı olsun

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun