İslam'a ve Batı felsefesine göre insanın tarifini yapar mısınız?

Tarih: 29.04.2020 - 14:58 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Batı felsefesinin insan tarifi ile İslam felsefesinin insan tarifi çok büyük farklılık göstermektedir.

Hristiyanlık insanın günahkâr olarak dünyaya geldiğini kabul eder. Hz. Âdem’in yasak meyveden yemesinin sorumluluğunu, doğan her çocuğun günahı olarak ele alır. Hâlbuki İslâmiyet çocuğun masumiyetini ve günahsız olduğunu esas alır ve buluğ çağına kadar onun masumiyetinin devam ettiğini kabul eder.

Batı Felsefesine Göre İnsanın Tarifi

Eflatun insanı şöyle tarif eder:

“İnsan, iki ayak üzerinde yürüyen tüysüz bir canlıdır.”

Eflatun’un bu tarifinin insanı temsil etmediğini belirten Diyojen, bir horozun tüylerini yolarak ortaya atmış ve “Eflatun’un tarif ettiği insan budur.” demiştir.

Aristo da insanı şöyle tarif eder: "İnsan, konuşan hayvandır.”

Hâlbuki papağanda da konuşma kabiliyeti vardır. O halde bu tarif de insanın mahiyetini, ulviyetini ve yaratılışındaki hikmeti tam olarak ortaya koyamamıştır.

Görüldüğü gibi, Hak bir dine dayanmayan felsefeciler insanı; tüysüz, iki ayaklı bir varlık veya konuşan bir hayvan olarak tarif etmişlerdir.

İslâm’a Göre İnsanın Tarifi

İnsanı en güzel şekilde Kur’a-ı Kerim tarif etmiştir. Nitekim insanın yaratılışı ile ilgili olarak Tîn suresindeki ayetlerin açıklamaları şöyledir (Tîn, 95/4-6)

“İnsan ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gayet cami bir istidat verildiği için, esfel-i sâfilînden tâ âlâ-yı illiyyîne, ferşten tâ Arşa, zerreden tâ şemse kadar dizilmiş olan makamâta, merâtibe, derecâta, derekâta girebilir ve düşebilir bir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suûda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu’cize-i kudret ve netice-i hilkat ve acube-i san'at olarak şu dünyaya gönderilmiştir.”  (bk. Nursi, B, S.  Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, s. 382.).

Demek insan; akıl, şuur ve iman ile diğer canlılardan ayrılır. İnsan, en güzel surette ve en kabiliyetli bir şekilde, bir sanat harikası ve kudret mu’cizesi olarak yaratılmıştır.

İnsan, kendisine verilen istidat ve kabiliyetleriyle imtihan yeri olan bu dünyaya gönderilmiştir. İnsanın bu istidat ve kabiliyetleri iyi veya kötü yönde gelişebilir. Bunu iyi yönde geliştirecek olan İslam dinidir.

Zaten insan yaratılış itibariyle fıtratında, zayıflık, acizlik, iktidarsızlık olduğu için, merhametli, kudretli, kendisinden yardım alacağı, kendisine dayanacağı sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi birisine inanmaya muhtaçtır.

Bu kabiliyetlerini iyi yönde kullandığı zaman en yüksek mertebeleri, dereceleri ve makamları kazanabilir. Mesela Hz. Ebu Bekir’in sıddıkiyet makamına çıktığı gibi. Bunun tersi de mümkündür. Eğer kabiliyetlerini yanlış yönde kullanırsa, en kötü ve en aşağı seviyeye inebilir. Mesela, Ebu Cehil’in en aşağı dereceye düştüğü gibi.

Şualar isimli tefsirde de insan şöyle tarif edilmektedir:

“Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklımızla anlıyoruz ki;

  • İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi,
  • Ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi,
  • Ve kâinat Kur'ân'ının âyet-i kübrası,
  • Ve İsm-i Âzamı taşıyan âyetü'l-kürsîsi,
  • Ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri,
  • Ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa mezun en faal memuru,
  • Ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, varidat ve sarfiyatına ve zer' ve ekilmesine nezarete memur,
  • Ve yüzer fenler ve binler san'atlarla teçhiz edilmiş en gürültülü ve mes'uliyetli nâzırı,
  • Ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı Ezel ve Ebedin gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı,
  • Ve cüz'î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı,
  • Ve semâ ve arz ve cibâlin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrâyı omuzuna alan,
  • Ve önüne iki acip yol açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı,
  • Çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî,
  • Ve Kâinat Sultanının İsm-i Âzamına mazhar ve bütün esmâsına en câmi bir aynası, ve hitabât-ı Sübhâniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hassı,
  • Ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı,
  • Ve hadsiz fakrıyla ve acziyle beraber hadsiz maksatları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir biçare zîhayatı,
  • Ve istidatça en zengini,
  • Ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde,
  • Ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen,
  • Ve ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu'cize-i kudret-i Samedâniye ve bir acûbe-i hilkat,
  • Ve kâinatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığına bütün cihazat-ı insaniyesi şehadet eden, böyle yirmi küllî hakikatlerle Cenâb-ı Hakkın Hak ismine bağlanan,
  • Ve en küçük zîhayatın en cüz'î ihtiyacını gören ve niyazını işiten ve fiilen cevap veren Hafîz-i Zülcelâlin Hafîz ismiyle mütemadiyen amelleri kaydedilen ve kâinatı alâkadar edecek ef'âlleri o ismin kâtibîn-i kiramlarıyla yazılan ve her şeyden ziyade o ismin nazar-ı dikkatine mazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve herhalde ve hiçbir şüphe getirmez ki, bu yirmi hakikatın hükmüyle, insanlar için bir haşir ve neşir olacak ve Hak ismiyle evvelki hizmetlerinin mükâfatını ve kusuratının mücazatını çekecek ve Hafîz ismiyle cüz'î-küllî kayd altına alınan her amelinden muhasebe ve sorguya çekilecek ve dâr-ı bekada saadet-i ebediye ziyafetgâhının ve şekavet-i daime hapishanesinin kapıları açılacak ve bu âlemde çok tâifelere kumandanlık yapan ve karışan ve bazan karıştıran bir zabit, toprağa girip her amelinden sual olunmamak ve uyandırılmamak üzere yatıp saklanmayacaktır.” (bk. Nursi, B.S. Şuâlar, On Birinci Şua, Yedinci Mesele, s. 218-219.).

Demek insan, dünyada hem bir misafir, hem bir yolcu, hem bir memur, hem bir müfettiş ve hem Allah’a muhatap olabilen en şerefli bir varlıktır.

Kâinatı bir saraya benzetirsek, insan o sarayın en mükerrem bir misafiridir. Yani meleklerin dahi kendisine secde etmesi emredilen, kâinattaki bütün varlıklar hizmetine sunulan ve bol bol ikramlar edilen bir misafirdir.

Aynı zamanda o kâinat sarayında bulunan diğer varlıklar üzerinde istediği gibi onlardan faydalanmaya izin verilen bir memur, bir halife ve Allah’a muhatap bir yolcudur.

Demek ki insan dünyada; hem bir misafir, hem bir yolcu, hem bir memur, hem bir halife makamındadır.

Aynı zamanda insan, şu kâinat ağacının en son ve en cem’iyetli meyvesi, kâinat Kur’anın âyet-i kübrasıdır.

İnsanın önünde iki yol vardır. Ya ebedî saadet yeri olan cennet yolu veya ebedî azap yeri olan cehennem yoludur. Dolayısıyla insan, hesabını buna göre yapmalıdır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun