Haris el-Muhasibi'nin hayatı hakkında bilgi verir misiniz?

Tarih: 03.08.2014 - 00:51 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Ebû Abdillâh Hâris b. Esed el-Muhâsibî el-Anezî (ö. 243/857)

İlk sûfîlerden, hadis, kelâm ve tefsir âlimi. 

Muhtemelen 165 (781) veya 170 (786) yılında Basra’da dünyaya geldi. Rebîa kabilesinin Aneze koluna mensuptur. Nefis muhasebesi hususundaki titizliğinden dolayı “Muhâsibî” diye tanınmıştır (Sem‘ânî, IX, 76; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, III, 171). Mu‘tezile’nin merkezi Basra’da doğup büyümüş ve babasının da bu mezhebi benimsemiş olması, Muhâsibî’nin Mu‘tezile’yi yakından tanımasına, hatta başlangıçta bu mezhepten etkilenmesine sebep oldu. Genç yaşta Bağdat’a giderek Vekî‘ b. Cerrâh, Süleyman b. Dâvûd, Şüreyh b. Yûnus, Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm gibi âlimlerden dinî ilimleri tahsil etti. Aynı zamanda İmam Şâfiî’nin öğrencisi olduğu nakledilmektedir. Muhâsibî’nin bu dönemde Mu‘tezile mezhebine mensup olan babasıyla anlaşamadığı, babasından kalan mirası bu sebeple reddettiği kaydedilmektedir. Mirasın 30.000 veya 70.000 dirhem tuttuğu şeklindeki kayıtlar onun zengin bir aileden geldiğini ortaya koymaktadır. Bu sırada çocuk yaşta olan Cüneyd-i Bağdâdî’nin, evlerine gelen Muhâsibî’ye yiyecek verdiğini belirten rivayetler (Ebû Nuaym, X, 74-75) onun gençlik yıllarında fakir bir hayat yaşadığını göstermekle birlikte Ebû Hamza el-Bağdâdî ile aralarında geçen konuşmadan ileri yaşlarda malî durumunun iyi olduğu anlaşılmaktadır (Serrâc, s. 398).

Gençlik döneminde Bağdat’ta hadis meclislerine devam eden Muhâsibî, Selef akîdesi ve ehl-i hadîs anlayışının ağırlıklı olarak hissedildiği en-Neśâiĥu’d-dîniyye’yi bu sıralarda yazmış olmalıdır. Onun bu devrede bir zâhid grubuyla karşılaşması hayatının dönüm noktasını oluşturmuş, bu tarihten sonra tasavvufî kimliği ön plana çıkmaya başlamıştır. Ancak eserlerinde bu topluluğa mensup olanlardan herhangi birinin ismini zikretmez.

Muhâsibî’yi bir hadis râvisi olarak ele alan Zehebî onu, hocaları arasında hadis rivayetiyle tanınmayan kişiler bulunduğunu ifade eden “sadûk fî nefsih” tabiriyle nitelendirmiş (Mîzânü’l-itidâl, II, 165), İbn Hacer el-Askalânî ise “makbul” terimini kullanmıştır (Taķrîbü’t-tehźîb, s. 145). Muhâsibî’nin gençliğinde hadis çevrelerinde bulunduğu, bu çevreden uzaklaşıp tasavvufa yaklaşınca kullandığı hadislerin değerinin düştüğü tarzındaki görüşler gerçeği yansıtmamaktadır. Fehmü’l-Ķurân, er-Riâye gibi eserleri ve İbn Mesrûk’tan rivayet edilen Kitâbü’l-Ġıybe’si senedli hadis rivayetleriyle doludur. Bu sebeple Muhâsibî’nin tasavvufa yönelmesinden sonra da hadis konusundaki hassasiyetinin devam ettiğini kabul etmek daha doğru olur.

Tefsirle de uğraşan Muhâsibî eserlerinde İbn Abbas, İbn Mes‘ûd, Mücâhid b. Cebr, Atâ b. Ebû Rebâh gibi müfessirlerden nakiller yapmış ve yer yer bazı âyetleri tefsir etmiştir. Onun er-Riâye’den sonra en hacimli eseri olan Fehmü’l-Ķurǿân tefsir usulüne dairdir. Günümüze ulaşmayan Fehmü’s-sünen’in de Kur’an tarihiyle ilgili bilgiler ihtiva ettiği belirtilmektedir.

Muhâsibî’nin Muhammed b. Nasr gibi bazı kişilere fıkıh dersi verdiği kaydedilmektedir (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VII, 282). Özellikle er-Riâye’sinde fıkıhla ilgili konularda zaman zaman Hanefî ve Şâfiîler’ce doğru sayılan görüşleri zikrettiği ve rey, hüccet, kıyas, istinbat, hüküm gibi fıkıh usulü terimlerini kullandığı görülmektedir. Mekâsib adlı eseri kitâbü’l-harâc ve kitâbü’l-emvâl türü eserlerin küçük bir örneği görünümündedir.

İbn Küllâb ve Ebü’l-Abbas el-Kalânisî ile birlikte Ehl-i sünnet kelâmının kurucularından sayılan Muhâsibî (Abdülkāhir el-Bağdâdî, Uśûlü’d-dîn, s. 308; Şehristânî, I, 80-81), çalışmalarında Ehl-i sünnet akîdesine karşı zararlı kabul ettiği bütün akımların bid‘at olduğunu ortaya koymuş, çeşitli vesilelerle Mu‘tezilî, Râfizî, Mürciî ve Hâricîler’i eleştirmiş, özellikle Mu‘tezile ile olan tartışmalarında onların akılcı metodunu kullanmıştır. Ahmed b. Hanbel, Kur’an lafızlarının mahlûk, fakat bunların Allah katında taşıdığı mânaların (muhteva) kadîm olduğunu söyleyen Muhâsibî’nin bu fikrine karşı çıkarak halkı uyaracağını söylemiştir (İbn Ebû Ya‘lâ, I, 62-63; Zehebî, Târîħu’l-İslâm, s. 209-210). Muhâsibî’nin kelâma dair görüşleri ve bid‘at mezheplerine yönelttiği eleştirilerin bir kısmı Şehristânî’nin el-Milel ve’n-niĥal’inde yer almaktadır. Bazı çağdaş müellifler Ebü’l-Hasan Eş‘arî’nin Muhâsibî’den etkilendiğini ileri sürmüşlerdir (DİA, XI, 446).

Muhâsibî’nin asıl önemli yanı sûfîliğidir. Ahmed Emîn onun tasavvufu felsefeye yaklaştıran ilk sûfî olduğunu söyler (Žuhrü’l-İslâm, I, 227). Genç yaşta zâhidler topluluğuna katılan Muhâsibî’nin, itikad ve tasavvuf düşüncesi yönüyle Hasan-ı Basrî geleneğine bağlı olduğu hem kaynaklardan hem eserlerinden anlaşılmaktadır. Ferîdüddin Attâr’ın kendisine nisbet ettiği bir sözden hareketle (Tezkiretü’l-evliya, s. 298) tasavvufî hayata otuz yaşlarında girdiği söylenmekle beraber bu tarihten daha önce tasavvufa yönelmiş olmalıdır.

Tasavvufta hal kavramı üzerinde duran, kanaat, zühd, üns, yakîn, havf, muhabbet, hayâ, sıdk ve ihlâs gibi kavramları hal diye ortaya koyan, hallerin kontrol altında tutulması ve Kitap ve Sünnet’e dayandırılması gerektiğini söyleyen ilk sûfîlerden biri de Muhâsibî’dir. Ebû Saîd el-Harrâz’ın Kitâbü’ś-Śıdķ adlı eserinde onun ünsle ilgili görüşlerinin etkisi hissedilir. Kendisine Muhâsibiyye adlı bir tarikat nisbet eden Hücvîrî, Muhâsibî’nin rızayı makam değil hal saydığını ve rıza mezhebinin kurucusu olduğunu söyler ve rıza ile ilgili görüşlerini ayrıntılı biçimde anlatır (Keşfü’l-maĥcûb, s. 283-287). Onun tasavvuftaki makam kavramının terimleşmesinde de etkisinin bulunduğu söylenebilir.

(Diyanet İslam Ansiklopedisi, Muhasibi Maddesi)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun