Bayezid-i Bistami'nin "kendimi tenzih ederim" sözünü nasıl değerlendirmeliyiz?

Tarih: 26.12.2014 - 01:24 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

“Kendimi tenzih ederim, şanım ne yücedir.”;
“Cübbemin içindeki Allah’tan başkası değildir.”;
“İki âlemde Allah’tan başkası yok.”;
“Benim sancağım Muhammed’inkinden büyüktür.”;
“Çadırımı arşın hizasında kurdum.”

gibi cümleler Bâyezîd’in meşhur şathiyelerinden birkaçıdır. Şathiyeleri dolayısıyla aleyhinde çok şeyler uydurulduğunu söyleyen Herevî, Bâyezîd’e isnat edilen bu tür ifadelerin ona ait olabileceğine ihtimal vermez.

Serrac'ın "Luma" adlı eserinde Cüneyd-i Bağdadi o şathiyatlarla ilgili açıklama yapıyor ve subhani diyerek aslında Rabbini tesbih ettiğini, onun sözlerinin manasının ve gayesinin anlaşılabilmesi için o kavrayışta olmak gerektiğini bildirir. O yüzden tam olarak yorumlanamacağını söyler.

Mutasavvıfların zevkle tekrarladıkları ve dillerinden düşürmedikleri söz konusu şathiyeler bazı fıkıh ve kelâm âlimlerince nefretle karşılanmıştır. Onlara göre Bâyezîd’in içinde sakladığı bozuk inançlar sekr halinde açığa çıkmıştır. İbn Sâlim, “Bâyezîd’in dediğini Firavun bile dememiştir.” diyerek şathiyeleri reddetmiştir. Hatta hadis âlimlerinden Hüseyin b. Îsâ el-Bistâmî, “Peygamber gibi benim de mi‘racım var.” dediğini ileri sürerek, Bâyezîd’i Bistâm’dan kovmuştu. Bunun üzerine hacca giden, sonra da Cürcân’a dönen Bâyezîd ancak onun ölümünden sonra Bistâm’a gelebilmiştir.

Hadis, fıkıh ve kelâm âlimlerinden çoğu Bâyezîd’in şathiyelerini doğru bulmamakla birlikte, sekr halinden dolayı kendisini mâzur görmüşlerdir. Nitekim İbn Teymiyye, sekr halinde söylenen bu tür şathiyeleri yaymak değil gizlemek gerektiğini ifade ederek, ondan saygıyla bahseder ve özellikle vahdet-i vücûd*cu mutasavvıfların bu sözleri delil olarak ileri sürmelerine şiddetle karşı çıkar.

Bâyezîd’in Allah’ın dışındaki bütün varlıkları bir hiç olarak görerek “Heme ûst” demesi, vahdet-i vücûda değil vahdet-i şühûda işarettir. Çünkü Bâyezîd’in yaşadığı dönemde vahdet-i vücûd İslâm âleminde bilinmiyordu. Bununla birlikte daha sonra İbnü’l-Arabî başta olmak üzere vahdet-i vücûdcu mutasavvıflar Bâyezîd’i bu inanca sahip bir sûfî olarak tanıtmışlardır.

Allah’a karşı duyduğu sevgi ve özlemin sürekli ve şiddetli tesiri altında bulunan Bâyezîd’in cehennemden korkmadığını, cennete pek değer vermediğini, namazı ayakta durmak, orucu aç kalmaktan ibaret saydığını, sahip olduğu her şeye sırf Cenâb-ı Hakk’ın lutfuyla mâlik olduğunu söylemesi, İslâm’da önem verilen bazı hususları hafife alması şeklinde yorumlanarak tenkit edilmiştir. Yine onun Semerkant’ta iken etrafına toplananları dağıtmak için, Kur’an’da Firavun’un söylediği bildirilen sözleri (el-Kasas, 28/30) aynen tekrar ederek, “Ben sizin en yüce rabbinizim.” demesi (Baklî, s. 99), başka bir defasında yine halkın aşırı ilgisinden kurtulmak ve bu şekilde nefsinin gurura kapılmasını önlemek için ramazanda oruç bozması da tenkitlere sebep olmuştur.

Bununla birlikte Bâyezîd-i Bistâmî bir aşk sûfîsidir. Yaşadığı aşk halini, “Aşkın yağdığı bir sahraya açıldım; zemini ıslanmış; burada ayak, kara batar gibi aşka batmaktadır.” sözleriyle ifade ederek bir bakıma kendisinden sâdır olan taşkın söz ve davranışların "ıslak zeminli aşk sahasındaki ayak kaymaları" olduğunu anlatmak istemiştir. Kendisinden pek çok keramet ve keşf hali nakledilen Bâyezîd olağanüstü hallere önem verilmesini istemezdi. “Falan kişi tayy-ı mekân ediyor.” denilince, “Allah’ın lânetlediği şeytan ile leş yiyen kargalar da aynı şeyi yapıyor.”; “Falan zat su üzerinde yürüyor.” denilince, “Balıklar da aynı işi yapıyor.” diyerek bunları önemsemediğini göstermiş ve aslolanın şeriatın hükümlerine bağlı kalmak olduğuna işaret etmişti.

O, şer‘î edeblerden birine aykırı davranan kişiye Allah’ın velîlik sırrını emanet etmeyeceğini söylerdi. Bir gün büyüklüğüne inanılan birini ziyaret etmek için yola çıkmış, bu zatın kıbleye karşı sümkürdüğünü uzaktan görünce onunla görüşmekten vazgeçmişti. Evinden mescide giderken bir defa olsun yola tükürmemişti. Yalnızken bile Allah’ın huzurunda bulunduğunu düşünerek daima diz üstü otururdu. Son derece insan severdi. Bir defasında, “Allahım! Beni cehenneme at ve vücudumu o kadar büyüt ki artık cehennemde başka birini koyacak yer kalmasın.” demişti. Hayvanlara bile sonsuz şefkat beslerdi. Hemedan’dan aldığı hardal tohumuna birkaç karıncanın karışarak Bistâm’a geldiğini görünce, karıncaları Hemedan’a götürüp eski yerine bıraktığı rivayet edilir.

Bâyezîd coşkulu davranışları, taşkın sözleri ve samimi hali ile çevresindekiler üzerinde derin tesirler bırakmış ve seçkin bir zümrenin kendi görüşleri etrafında toplanmasını sağlamıştır. Kendisini takip edenlere Tayfûrî, tuttuğu yola da Tayfûriyye veya Bistâmiyye adı verilmiştir. Ancak Tayfûriyye bilinen mânada bir tarikat olmayıp bir tasavvuf cereyanıdır. Hallâc, Şiblî, Harakanî, Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr, Nifferî, Senâî, Attâr, Câmî, İbnü’l-Arabî, İbnü’l-Fârız ve Mevlânâ gibi büyük mutasavvıflar hep bu cereyana bağlı kalmışlardır. Şüttâriyye ve Aşkıyye tarikatları da onu kendilerine pîr edinmişlerdir.

Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’ın Bâyezîd’in kabrini ziyaret ederken, “Burası herkesin kaybettiği şeyleri bulabileceği bir yerdir.” demesi, ölümünden sonra da tesirinin kuvvetle devam ettiğini gösterir. Sonraki dönemlerde bir velîyi övmek için ona “asrın Bâyezîd’i” denmesi de kendisinin halk nezdindeki mertebesinin ne kadar yüce olduğunu belirtir.

İslâm toplumunca ortaklaşa kabul edilen genel kurallara ve şer‘î hükümlere bir çeşit meydan okuma telakki edilen Tayfûrîliğe kuvvetli bir tepki olma üzere, sekre karşı sahv*ı savunan Cüneydiyye tarikatı ortaya çıkmıştır. “Sûfîler arasında Bâyezîd’in yeri, melekler arasında Cebrâil’in yeri gibidir.” diyen ve onun bazı şathiyelerini şerheden Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre Bâyezîd yine de tasavvufta son mertebeye ulaşamamıştır; söz ve halleri sülûk*ün başlangıç ve ortalarında görülen türdendir.

Bâyezîd çeşitli tarikatların silsilelerinde bir kol başı olarak önemli bir yer tutar. Özellikle Nakşibendiyye gibi muhafazakâr bir tarikatın, bu taşkın ve çoşkulu velîye silsilenâmesinde önemle yer vermesi, bazan onu Üveysî sayması oldukça dikkat çekicidir.

Bâyezîd’in şahsında ifadesini bulan son derece coşkulu ve etkili tasavvufî görüş ve davranışların kaynağı hakkında çeşitli düşünceler ileri sürülmüştür. Sühreverdî el-Maktûl, onu İslâm öncesi İran mânevî hayatının bir temsilcisi sayar. Dedesinin Mecûsî olması da bu iddiayı doğrulamak için delil gösterilmiştir. Son zamanlarda bu görüş İran’da epey taraftar toplamıştır. Ebü’l-A‘lâ Afîfî de aynı görüştedir. Üstadı Ebû Ali es-Sindî’nin Hindistanlı olması, Bâyezîd’in Vedalar’ın ve Budizm’in tesirinde kaldığının bir delili olarak öne sürülmüştür.

Diğer taraftan Kâmil Mustafa eş-Şeybî, Bâyezîd’in düşünceleri ile Şiîlik arasında kuvvetli bir münasebetin mevcudiyetine dikkat çeker. Abdülkadir Mahmud da tasavvufî telakkisinin esasını hulûl* ve ittihad*ın oluşturduğunu ileri sürerek Bâyezîd’i gayri İslâmî bir tasavvuf anlayışının temsilcisi sayar. İbnü’l-Cevzî’nin Telbîsü İblîs’teki Bâyezîd’le ilgili tenkitleri de oldukça serttir.

Bâyezîd, tasavvufî görüşlerini Farsça olarak ifade eden ilk sûfîlerden biri olup daha sonra bu sözler Arapça’ya tercüme edilmiştir. Şathiyelerinden bir bölümünün yeğeni Ebû Mûsâ tarafından Cüneyd-i Bağdâdî için tercüme edildiği nakledilir. Onun söz ve şiirlerini ihtiva ettiği rivayet edilen bazı risâleler Abdurrahman Bedevî tarafından Şatahâtü’s-sûfiyye (Kahire 1949) adlı eser içinde neşredilmiştir.

Türbesi Bistâm’da tarihî binaların toplu olarak bulunduğu yerin tam ortasında, süs ve ihtişamdan uzak bir haldedir. Gazan Han’ın, kabri üzerine bir türbe yaptırmak istediği, ancak rüyasına giren Bâyezîd’in kendisini bundan vazgeçirdiği rivayet edilir. Daha sonra Olcaytu tarafından yaptırılan türbe tarih boyunca pek çok sultan ve devlet adamı tarafından ziyaret edilmiştir.

(Süleyman Uludağ, TDV İslam Ansiklopedisi, BÂYEZÎD-i BİSTÂMÎ maddesi, cilt: 05; sayfa: 241)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun