Bildiğimiz bazı hakikatleri gerçek hayatta nasıl tatbik edeceğiz?

Tarih: 02.06.2018 - 00:03 | Güncelleme:

Soru Detayı

- ​​Bazı hakikatleri biliyoruz ama bunu hayata tatbikte sıkıntı yaşıyoruz.
- Mesela uhuvvet, tesanüd bildiğimiz hakikatler. İlim konusunda sıkıntı yok çok iyi biliyoruz ama en ufak bir şeyde hissiyatımıza mağlub olabiliyoruz.
- Ya da Allah hesabına muhabbet, adavet etmemek, takva, ihlas, muhabbet gibi “Bildiğimiz” bu hakikatleri nasıl hayatımıza tatbik edeceğiz.
- Biraz uzun yazar mısınız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuyu birkaç maddede özetlemeye çalışacağız:

a) Bu konuların muhatapları için genel bir reçete yazmak isabetli değildir. Çünkü, ilmin amele dönüşmesine engel olan maniler çeşit çeşittir ve değişik insanlarda farklılık arz eder.

b) Bu konuların muhatabı olan herkes, kendi zaafını bulmak zorundadır.

Zira, kimi insanlar iman zaafından, kimisi vurdumduymazlıktan, kimisi tembellikten, kimisi bir yakınında gördüğü kemalatla iktifa edip “kaza-i vatar” etmekten, kimisi ilmine veya içinde bulunduğu cemaatin şahs-ı manevisine aşırı itimat etmekten, kimisi dünyevi / maddi-manevi huzuzat-ı âcileye meftun olmaktan, kimisi nefsin arzularına tapmaktan ötürü, hakiki vazifesini göz ardı edebiliyor.

Bu sebeple, herkes kendi kusurlarını tespit etmeli, hastalığını teşhis etmeli ve ona göre ilaç kullanmalıdır.

c) Bazen imanın mertebelerinde, aktif halde çalışmasına maniler olur. Örneğin, hayal mertebesinde bir iman, “kâmil bir şuuru” vermekten uzaktır.

Bilindiği üzere, “tahayyül, tevehhüm, tasavvur ve tefekkür; tasdik-ı aklîden ve iz'an-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar.” (bk. Sözler, s. 278)

d) Bir şeyi bilmek, her zaman onu tasdik etmek anlamına gelmez. Bu sebepledir ki, Kur'an’ın beyanlarında “İman ve İslam” ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Nitekim;

“(Bir kısım) Bedeviler 'İman ettik.' dediler. De ki: Siz iman etmediniz. Lakin 'İslâm’a girdik.' deyin; çünkü iman henüz kalbinize girmedi. Eğer siz Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah yaptıklarınızdan hiçbir şeyi zayi etmez. Şurası gerçek ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Hucurat, 49/14)

mealindeki ayette teslim olmayı ifade eden İslam ile tasdiki ifade eden iman mefhumu net çizgilerle ayrı tutulmuştur.

Evet, “İslâmiyet, iltizamdır; iman, iz'andır. Tabir-i diğerle: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve asdiktir.” (bk. Mektubat, s. 34)

e) İnsanların nefsani arzularıyla imanî vecibeleri çatıştığında, farklı tercihler yapılabiliyor. Kimi, “Nefsini ilah edinir”; kimi de iman ettiği Rabbini...

Bu tercihler yapılırken, kişinin nezdinde hangi taraf daha faydalı ise, o tarafa meyil edilir. Bir müminin İslam’ın bazı hükümlerine taraftar olmaması, buna karşılı gayrimümin bir kimsenin taraftar olması, bu pragmatist düşünce sonucudur.

Bediüzzaman Hazretlerinin şu müşahedesi, teşhis ve tespiti bu konuyu aydınlatan parlak bir ışıktır:

“Eskide bazı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur'aniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; 'dinsiz bir Müslüman' denilirdi. Sonra bazı mü'minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar.. 'gayr-ı müslim bir mümin' tabirine mazhar oluyorlar.” (b. Mektubat, s. 34)

f) Risale-i Nurun gazete gibi okumak veya sırf malumat sahibi olmak için okumak, ilmin amele, imanın İslam’a, tasdikin teslime dönüşmesi için yeterli değildir. Yoksa, Risale-i Nur bu dersi çok güzel veriyor. İşte bir pasajdaki bir mesaj:

“Benden sual ediyorsun: 'Neden senin Kuran’dan yazdığın Sözler'de bir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve ariflerin sözlerinde nadiren bulunur. Bazen bir satırda, bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede, bir kitap kadar tesir bulunuyor?'"

"Elcevab: -Güzel bir cevabdır- Şeref, i'caz-ı Kur'an’a ait olduğundan ve bana ait olmadığından, bilâ-perva derim: Ekseriyet itibariyle öyledir. Çünkü: Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklid değil tahkiktir; iltizam değil, iz'andır; tasavvuf değil hakikattır; dava değil, dava içinde burhandır.” (bk. Mektubat, s. 376)

Evet, tasdik ilim ister; iman ilim ister; şühudi itminan ilim ister; tahkik ilim ister; hakikat ilim ister; burhan ilim ister.

Demek ki, Risale-i Nur'u okurken, aklımıza, kalbimize, duygularımıza hitap eden hakikat ilmini gereği gibi hazmedemediğimiz, izan-ı kalbiyle birleştiremediğimiz için, iman ve tasdikimizi amele ve teslimiyete dönüştüremiyoruz. “Risale-i Nurun yalnız bir tek sahifesinde, bir kitab kadar tesir bulunduğuna göre”, noksanlık bizdedir.

Zira, “İlimde iz'an-ı kalb olmazsa, cehildir. İltizam başka, itikad başkadır” (bk. Mektubat, s. 471)

g) Unutmamak gerekir ki, dini vecibeler konusunda, ilk adımı insanın atması imtihanın gereğidir. Onun için en zor ve sıkıntılı gelen konularda da kendimizi hesaba çekmeli, imtihanı ciddiye almalıyız. Bundan sonra Rabbimiz bize yardımını esirgemez.

h) Alışkanlıklar, imtihanın önemli bir stardı gibidir. Bu husus, iyiliğe alışanlar için de kötülüğe alışanlar için de geçerlidir. Ve bir adalet tezahürüdür.

Örneğin, Ramazan ayında oruç tutmaya alışanlar mümkün olduğunca orucu terk etmezler, edemezler.

Aynı adamlar, orucu tuttuğu halde, ondan daha önemli bir İslami vecibe olan namazı kılmayabiliyor. Çünkü, terk etme alışkanlığı, yapma alışkanlığı kadar tesirlidir...

İlave bilgi için tıklayınız:

İslamiyet'i iyi öğrenmek ve yaşamak için ne yapmak gerekir? İslamı ...
İslamı yaşamak için bir tarikata girmek, bağlanmak şart mıdır ...
Nefsin ölümü mümkün müdür? Değilse onu yenmenin veya terbiye ...
İnsanın kalbine hükmetmesi ve söz geçirmesi için ne yapması gerekir?
"İnanıyorum, Müslümanım!.." dediği halde, ibadet etmeyen kimseler ...
İhlas tam olarak nedir; ihlas nasıl kazanılır?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun