İhlas tam olarak nedir; ihlas nasıl kazanılır?

İhlas tam olarak nedir; ihlas nasıl kazanılır?
Tarih: 15.01.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İhlasın kelime manası; arıtma, saflaştırma, ayırma, katışığını giderme manasına gelmektedir.

İhlas; ferdin, ibadet ve taatinde Cenab-ı Hakk'ı emir, istek ve ihsanlarının dışında her şeye karşı kapanmasıdır. Abd ve Mabud münasebetlerinde sır tutucu olması, tabiri diğerle, vazife ve sorumluluklarını O emrettiği için yerine getirmesi, yerine getirirken de Onun hoşnutluğunu hedeflemesi ve Onun uhrevi tevecühlerine yönelmesinden ibarettir. Ki, saflardan saf sadıkların en önemli vasıflarından biri sayılır.

İhlas bir kalb amelidir ve Allah da kalbi temayüllerine göre insana değer verir. Evet:

"O, sizin suret, şekil ve dış görünüşlerinize değil, kalblerinize va kalbi temayüllernize bakar." (Müslim, Birr, 33)

İhlas, Allah tarafından temiz kalblere bahşedilmiş, azları çok eden, sığ şeyleri derinleştiren ve sınırlı ibadet ve taati sınırsızlaştıran öyle sihirli bir kredidir ki, insan, onunla dünya ve ukba pazarlarında en pahalı nesnelere talip olabilir ve onun sayesinde alemin sürüm sürüm olduğu yerlerde hep elden ele dolaşır. İhlasın bu sırlı gücünden dolayıdır ki, Allah Rasülü (asm),

"Dini hayatında ihlaslı ol, az amel yeter." (Münavi, Feyzul Kadir, I, 216)

"Her zaman amellerinizde ihlası gözetin, zira Allah, sadece amelin halis olanını kabul eder." (Münavi, Feyzul Kadir, I, 217)

diyerek, amellerin ihlas yörüngeli olmasına tenbihte bulunur. İhlas, kul ile Mabud arasında bir sırdır ve bu sırrı Allah, sevdiklerinin kalbine koymuştur.

İnsanın ihlası gerçek manasıyla yaşayabilmesi için, öncelikle ihlasın neden bu kadar önemli olduğunu kavraması ve bu iman seviyesine ulaşabilmeyi içten arzu etmesi gerekmektedir. Çünkü ihlasın önemini kavramamış olan insanlar güç ve kudreti dünyevi değerlerde arayabilmekte, toplum içinde yer edinebilmek için bunların peşinde koşabilmektedirler. Şan, şöhret, zenginlik, güzellik, akademik kariyer ya da itibar sahibi olmak, bu düşünceye kapılan insanların ardı sıra sürüklendikleri özelliklerdir. Oysa bunların hiçbiri insana ne dünya hayatında ne de ahirette gerçek anlamda kalıcı bir güç ya da itibar kazandıramaz.

Bediüzzaman Said Nursi de,

"Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz. Kuvvet haktadır ve ihlastadır.” (bk. Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a)

sözleriyle, müminin hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında güç ve kuvveti ancak ihlasla kazanabileceğini hatırlatmaktadır.

İhlası kazanmak ve onu korumak için yapılması gerekenlerden bazıları:

1. Allah korkusu, insanın ihlasını artırmasını sağlayan en önemli yoldur. Allah'ın büyüklüğünü, O'ndan başka bir kuvvet olmadığını, kainatı yoktan yaratan, tüm canlıları gözeten ve rahmet edenin sadece Allah olduğunu kavrayan insan derin bir sevgiyle Allah'a bağlanır. Dünyada ve ahirette gerçek dostunun yalnızca Allah olduğunu, dolayısıyla rızası aranacak olanın da ancak O olduğunu anlar. Bu güçlü sevginin yanı sıra Allah'tan şiddetle korkar. Allah,

"... Allah'tan korkup-sakının ve gerçekten bilin ki, siz O'na döndürülüp-toplanacaksınız." (Bakara, 2/203)

ayetiyle insanlara kendisinden korkup sakınmalarını bildirmiştir.

Sakınma, kişinin Allah'ın haram kıldığı ve razı olmayacağı tavırlarda bulunmaktan şiddetle kaçınmasıyla ve O'nun emirlerini yerine getirmekte hiçbir gevşekliğe kapılmamasıyla ortaya çıkar. Allah'tan korkup sakınan ihlaslı bir insan, hangi tavrından Allah'ın razı olmayacağını bilir ve hemen bunu düzeltmek için harekete geçer. Örneğin nefsinde mala karşı bir düşkünlüğü varsa bunu fark eder. Böyle bir durumda sırf mala olan düşkünlüğünden kurtulmak için, bütün imkanlarını Allah yolunda hayırlı işlerde kullanılması için seferber eder.

2. İman eden bir insanın yükümlülüklerinden biri de,

"Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir." (Zümer, 39/67)

ayetiyle hatırlatılan gerçeğin şuurunda olarak 'Allah'ı gereği gibi takdir edebilen bir iman seviyesine gelebilmek'tir. Allah'ı takdir edebilmek, O'nu tüm isimleriyle tanıyıp, O'nun bu isimlerinin tecellilerini hayatın her anında görüp kavrayabilmekle mümkün olur. Çünkü insan ancak Allah'ın büyüklüğünü kavrayabildiği takdirde O'ndan korkup sakınabilir ve ancak bu şekilde samimi bir imana ulaşabilir.

Allah'ı gereği gibi takdir edebilen her insan Allah'tan başka hiçbir güç olamayacağını bilir ve O'ndan başka hiç kimseden korkmaz. Allah dilemedikçe hiçbir şeyin olamayacağını bilir ki, bu da onun sürekli olarak halis niyetle, katıksızca, sadece Allah'a yönelerek ibadet yapabilmesini sağlar. Bir iyilik yapacaksa bunu insanların tepkisini almaktan korktuğu için değil, eğer yapmazsa Allah'ın emrine uymamış olacağı için yapar. Aynı şekilde yaptığı bir işten ya da bir tavrından vazgeçeceği zaman da bunu yine insanların gazabına uğrayacağını düşündüğü için değil, Allah'ın rahmetini kazanabilmek ve O'nun azabından sakınabilmek için yapar.

3. Karşılaştığı her olayda olabilecek en ihlaslı tavrı göstermek isteyen bir insanın her işinde "Allah'ın rızasının en çoğu"nu kazanma arayışı içinde olması gerekir. Allah'ın bu emri

"… Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır..." (Maide, 5/48)

ayetinde geçen "hayırlarda yarışınız" sözleriyle insanlara hatırlatılmıştır.

Bir başka ayette ise şu şekilde buyurulmuştur:

"Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir." (Fatır, 35/32)

Ayette de bildirildiği gibi, Allah'a iman ettikleri halde 'orta bir yol tutan' insanlar da vardır, 'hayırlarda yarışıp öne geçenler' de. İhlas sahibi bir Müslüman hayırlarda yarışmaktadır. Hayatının her anında Allah'ın razı olacağı tavırları göstermek için ciddi bir çaba sarf etmekte, elindeki tüm imkanları kullanarak salih kullardan olmaya çalışmaktadır.

4. İhlası kazanmak isteyen bir insan, şu gerçeğin kesin olarak bilincine varmalıdır; insan dünya hayatında yaptıklarının karşılığını ancak ve ancak Allah'tan beklemelidir. Kişinin yaptığı işi Allah'ın rızası, rahmeti ve cenneti dışında herhangi bir karşılık umarak yapması ihlası kırıp, kişiyi samimiyetsizliğe sürükler. Çünkü Allah'ın vereceğinin dışında, insanlardan maddi ve manevi menfaatler besleyerek yapılan bir iyilik insana kazançtan ziyade kayıp getirir. İnsan bu düşünceyle yıllarca Allah yolunda hizmet etse bile, bu yaptıklarını sadece Allah'ı razı etmek için yapmadığı sürece, gerçek anlamda ihlası kazanmamış demektir. Ancak niyetine Allah'ın rızası dışında bir şey katmadan yaptığı ibadetler kişiye büyük bir ecir ve sevap kazandırabilir.

Allah şu ayetle salih amelin 'büyük bir ecirle' karşılık bulacağını bildirmiştir:

"Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir." (İsra, 17/9)

Bediüzzaman Hazretleri de, ihlasın, insanın sadece Allah'ın kendisine verdikleriyle sevinip bunlara kanaat göstermesiyle elde edilebileceğine dikkat çekmiştir:

"… Sahabelerin Kur'an'da övgüye mazhar olan 'cömertlik', kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek hasletini kendine rehber etmek! Yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve dine hizmetin karşılığında gelen maddi çıkarları istemeden ve kalben talep etmeden, sırf Allah'ın ihsanı bilerek, insanlardan minnet almayarak ve dine hizmetin karşılığında da almamaktır..."

"Bu dünya hizmet yurdudur, ücret almak yeri değildir. Salih amellerin ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi' etmek demektir. O salih amelin ihlası kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder." (bk. Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a)

5. Doğrudan doğruya yalnız Allah’ın rızasını esas almak yapmak gerektir. Tüm insanlar bir kişiye karşı cephe alsa, hiçbiri ondan razı olmasa, Allah razı olduktan sonra hiçbir önemi yoktur. Çünkü tüm bu insanların kalbi zaten Allah'ın kontrolündedir; Allah dilerse onların hepsini razı eder.

Bunun yanında gösterdiği bir tavırdan dolayı eğer Allah bu kişiden razı olmayacaksa, tüm dünya ondan razı olsa, ona minnet duysa bunun hiçbir önemi olmaz. İnanan bir kimse, bunun Allah katında hiçbir kıymeti olmadığını ve Allah razı olmadığı sürece insanların razı olmuş olmasının ahiretten yana kendisine bir şey kazandırmayacağını bilir. Rızasını kazanacağı güruh sayıca kalabalık, mal ya da makamca güçlü bir kitleden oluşuyor olabilir. Ancak bunların her biri de Allah'ın izni ile hayat bulmuş ve bir gün toprağın altında çürüyüp tüm güç ve kudretlerini kaybedecek olan aciz varlıklardır. Bu nedenle ahirette ne kalabalığın, ne sağladıkları desteğin, ne de dile getirilen takdirlerin hiçbir faydası olmayacaktır. Baki olan ve rızası kazanılmaya asıl layık olan sadece Allah'tır. İnsana daimi bir ihlas anlayışını kazandıracak olan da işte bu gerçeği kavrayarak, 'insanların rızasından sıyrılıp, sadece Allah'ın rızasını kazanmaya yönelmek'tir.

6. Vicdan, Allah'ın insana doğru yolu göstermekle görevlendirdiği bir güçtür. Yaşamının son anına kadar, nefsinin kötülüklerine, şeytanın kışkırtmalarına ve Kur'an dışı her türlü tavra karşı insanı uyarıp korkutur. Ona Allah'ın razı olacağı tavrı, Kur'an'a uygun olan davranışları ilham eder. Karşılaştığı her olayda vicdanının sesine kayıtsız şartsız uyan bir insan, ihlası da kazanmış olur. Çünkü ihlas da zaten insanın vicdanını en son noktasına kadar kullanabilmesidir. Nefsiyle çatışsa ya da zorlukla karşılaşsa da, vicdanlı davranmaktan taviz vermemesidir.

İşte bu nedenle ihlası kazanmak isteyen bir kimse, öncelikle vicdanını gereği gibi kullanıp kullanmadığını gözden geçirmelidir. Eğer zaman zaman vicdanını durdurabiliyor, ondan gelen sese kulak vermiyor ve bile bile nefsinden yana tavır koyabiliyorsa bu durumda vicdanını Kur'an'a uygun şekilde kullanmıyor demektir. Daha da önemlisi,

"Artık insan, kendi kendinin şahididir. İsterse özürlerini sayıp döksün." (Kıyamet, 75/14-15)

ayetleriyle de bildirildiği gibi, her insan kendisine fısıldanan sesin vicdan olduğunu ve bu sesi hangi mazeretleri öne sürerek bastırdığını bilir.

7. Ölümü düşünmek, ihlası kazanmanın en önemli vesilelerinden biridir. Dünyanın dört bir yanında belki de istisnasız tüm insanların dilinde ya da en azından zihninde olan bir konu vardır; uzun yaşayabilmek, hatta mümkünse hiç ölmemek… Bilim adamları yüzyıllardır bu konuda ciddi araştırmalar yapmakta ve insanları daha uzun yaşatabilmenin bir formülünü bulmaya çalışmaktadırlar. Ancak ne var ki bugüne kadar bu çalışmalarda hiçbir gelişme kaydedilememiştir.

Pek çok insan ölümü yanlış bir bakış açısıyla değerlendirir ve dünya hayatındaki her türlü güzelliğin son bulduğu, insanın bir daha hayat bulmamak üzere yaşama veda ettiği ve toprağa karışarak çürüyüp yok olduğu bir son olarak görür. Ancak bu inançları Allah'ın varlığını, dünya hayatının ve kendilerinin yaratılış amacını gereği gibi kavrayamamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu kişiler dünya hayatlarının, ölümden sonraki asıl yaşamlarını belirleyen bir imtihandan ibaret olduğunun şuurunda değildirler. Yaşamakta oldukları bu dünyayı gerçek, ahireti ise bir aldanış olarak değerlendirler. Dünya hayatına son verip ahiret hayatını başlatan ölümü de bu nedenle bir son olarak nitelendirirler.

İşte bu düşünceleri nedeniyle onlar için 'ölüm' ne kadar ürkütücü ise, 'ölümü düşünmek' de en az o kadar rahatsız edicidir. Ölümü akıllarına getirdikleri takdirde dünya hayatından gereği gibi zevk alamayacaklarına, bu düşüncenin tüm lezzetleri tatsızlaştırıp anlamsızlaştıracağına inanırlar. Ölümü düşünmemeye ve unutmaya çalıştıkları takdirde de dünya hayatına daha çok bağlanıp, nimetlerden daha çok zevk alabileceklerini sanırlar.

Oysaki insan ölümü düşünse de düşünmese de, unutsa da hatırlasa da sonuç hiçbir zaman için değişmeyecektir;

"De ki: Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma, 62/8)

ayetiyle hatırlatıldığı gibi, insan ölüm ile mutlaka karşılaşacaktır. O halde akılcı olan, düşünmeyerek ve unutmaya çalışarak kesin olarak gerçekleşecek bir olaydan kaçmak değil, bu gerçekle karşılaşabilecek şekilde hazırlık yapmaktır.

Eğer insan Allah'ın razı olacağı şekilde bir hayat sürdürür ise, ölüm bu kişiye bir kayıp ya da zarar getirmeyecektir. Aksine sonsuz ve kusursuz yaşamına başlamasına vesile olacaktır. Eğer bu insan Allah'a samimi bir kalple yönelmiş ise ölüm dışarıdan bakıldığında hangi şartlar altında gerçekleşirse gerçekleşsin kişiye acı da vermeyecektir. Allah Kur'an'da ölüm meleklerinin iman edenlerin canlarını acı vermeden yumuşakça çekip alacaklarını bildirmiştir. Ölümün ancak inkar edenler için acı veren bir olay olduğu da yine Kur'an ayetleriyle haber verilmiştir. (Naziat, 79/1-2) Dolayısıyla da eğer kişi iman ve ihlas sahibi ise ölüm onun için acı çekeceği bir son olmayacaktır.

Bunun yanında ölümü düşünmek, bu kimselerin düşündüğü gibi kişiyi dünyadan koparan değil, tam tersine dünya nimetlerinden de olabilecek en fazla lezzeti alabilmeyi sağlayan önemli bir vesiledir. Çünkü insan nimetlere bağlanıp, onları şehvet haline getirdiği zaman değil, tam tersine tüm bunların fani ve geçici olduğunu kavradığı takdirde onlardan çok daha fazla haz duyabilir. Peygamberimiz (asm) de bir sözünde ölümü düşünmenin önemini şu şekilde belirtmiştir:

"Ölümü çok zikredin. Zira bu, insanı dünyadan çeker. Ve günahlardan sıyırır." (Tirmizî, Zühd 4, Kıyâmet 26; Nesâî, Cenâiz 3)

Ayrıca ölüm bu kimselerin algıladıkları gibi ne hayatın, ne nimetlerin, ne de güzelliklerin sonu değildir. Aksine ölüm gerçek hayatın başlangıcıdır; insanın dünya hayatında yaptığı seçim doğrultusunda sonsuza dek yaşamını sürdüreceği gerçek dünyasına geçişidir. Eğer Allah'ın büyüklüğünü takdir edebilmiş ve hayatını bu uğurda yaşamışsa sonsuz hayatını birbirinden güzel cennetlerde geçirecektir. Ama eğer dünya hayatına aldanmış, ölümü, Allah'ın huzuruna varıp hesap vereceği günü ve ahireti unutmuş ise, bu durumda da ebedi mekanı cehennem olacaktır. Dünya hayatında ölümü düşünmemeye çalışması kişiyi bu gerçeklerle karşılaşmaktan kurtarmaz.

İşte tüm bu yönleriyle ölümü düşünebilen bir insan, her an her yerde ölümle karşılaşabileceğini, yaşamının her an son bulma ihtimali olduğunu bilir. Bu da onu hayatının her anında ihlaslı davranmaya, aklını, vicdanını ve imkanlarını son noktasına kadar kullanmaya yöneltir. Bir an sonra kendisini Rabbimizin huzuruna varmış, hesap verirken bulabileceğini, her an cennet ya da ceheneme sevk edilme ihtimaliyle karşı karşıya kalabileceğini bilmenin verdiği açık şuur ile hareket eder. Dünya hayatını, ahirete gidip cenneti ve cehennemi görüp geri dönmüşcesine, tüm bunların gerçekliğinden ve yakınlığından kesin olarak emin olmuş bir iman ve ihlasla geçirir. Her anını, canını almaya gelen ölüm melekleriyle karşılaştığı, amel defterinin ortaya konduğu, cennete mi yoksa ceheneme mi sevk edileceğinin kararını beklediği anı yaşıyormuş gibi derin bir Allah korkusu ile geçirir. Cehennem azabının yakınlığını ve dehşetini her an aklında tutarak, sonsuza kadar bu azabı tatmanın korkusunu her an hissederek hareket eder. Aynı şekilde cehennemden kurtulmuş olup, sonsuza kadar Allah'ın dost edindiği bir kul olarak cennette yaşayacak olmanın şevkiyle dolu olur. Hesap gününde Allah'ın huzuruna çıkarıldığı vakit, "Bilmiyordum, anlamamıştım, fark etmemiştim, unutmuştum, gaflete dalanlarla birlikte ben de dalmıştım, gevşeklik göstermiştim, şeytana uymuştum ya da Allah nasıl olsa affeder diye düşünmüştüm, ibadetleri yerine getiriyordum bunlar yeterli olur zannetmiştim,.." gibi mazeretler öne sürmesinin hiçbir fayda sağlamayacağının bilincinde hareket eder.

Bu bilinç güçlü bir vicdan, keskin bir kavrayış gücü, üstün bir akıl ve kesintisiz bir ihlas anlayışıyla kendini gösterir. Bu şuurdaki bir insan ölümün an meselesi olduğunu bildiği için, hayırdan yana hiçbir işi ertelemez, hiçbir konuda üşengeçlik ya da tembellik yapmaz, şevksiz davranmaz. "Birazdan, bir saat sonra ya da yarın yaparım" dediği bir işi gerçekleştirmeye ömrünün yetmeyebileceğini düşünür. Ahirette de ertelediği ve eksik tuttuğu bu gibi işler nedeniyle çok büyük bir pişmanlığa kapılabileceğini bilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

İhlas nedir?..

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

YASİN-A

cevabınız için Allah razı olsun...

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun