Allah’ın; "Ol der, olur." emrini hayata geçiren "Rabbin elçisi" ruh mudur?

Tarih: 09.01.2014 - 03:43 | Güncelleme:

Soru Detayı

19/17: ... O zaman ona Ruhumuz'u gönderdik...,
19/19: "Ben sadece sana zeki bir erkek çocuk bağışlamak için senin Rabbinin bir resûlüyüm.” dedi.
19/21: ...Ve emir kaza edilmiştir (emren makdiyyen). 
3/47: “Rabbim, benim çocuğum nasıl olur? Bana bir beşer dokunmadı” dedi. “İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir emrin olmasını takdir ettiği zaman, sadece ona “ol!” der, o hemen olur.” ...

- 3/47'de Hz. İsa'nın yaratılmasıyla ilgili olarak ol der olur diyor fakat, 19/17-19'da, ruhun konuşması var, "Ben sana zeki bir erkek çocuk bağışlamak için elçiyim" diyor, o zaman şu soru akla geliyor, Allah emrin olmasını istediğinde ol diyor oluyor fakat, ol deyince bu emri Allah'ın izniyle elçi ruh mu gerçekleştiriyor?

- 19/19 Ruh; "sana bağışlamak için" diyor, cümleye dikkat edin, sana bağışlamak için diyor... Yani ol deyince bu emri ruh mu gerçekleştiriyor, çünkü bir ayette de "Ruh Rabbimin emrindendir." diyor,

- 3/47 ayette "bir emrin olmasını takdir ettiğinde (izâ kadâ emren)" diyor; 19 /21'de ise "emir kaza edilmiştir" diyor... Emir Allah’ın, ol diyen Allah; fakat bu emri Allah’ın izniyle gerçekleştiren kim? Ruh mu? Çünkü ne diyor ruh; "Sana erkek çocuk bağışlamak için Rabbinin elçisiyim." diyor. 3/47'de "Bir emrin olmasını takdir ettiği zaman, sadece ona “ol!” der, o hemen olur.", fakat erkek çocuğu bağışlayan rabbin elçisi ruh, Allah’ın ol der olur dediği emrinin, olma kısmını, olur dediği kısmını yani çocuğu bağışlamayı gerçekleştirenin Allah’ın elçisi ruh olduğu bu ayette ortaya çıkmıyor mu? 

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Âl-i İmran suresindeki 47. ayetin -mealen- ifadesi şöyledir:

“Meryem: 'Ya Rabbî, bana hiçbir erkek eli değmediği halde nasıl olur da çocuğum olabilir?' deyince, Allah şöyle buyurdu: 'Öyle de olsa, Allah dilediğini yaratır. Zira O, bir şeyin var olmasına hüküm verince sadece “Ol!..” der, o da derhal oluverir.' 

Burada yer alan “izâ kadâ emren” ifadesi, “Allah bir şey hakkında karar/hüküm verince” demektir. Buradaki “Emr” kelimesinin Hz. Cebraille bir ilgisi yoktur.  Ve her şey açıktır: “Allah, bir insanı babasız da yaratacak kudrettedir”.

Meryem suresindeki ayetlerin meali ise şöyledir:

“Onlarla kendisi arasına bir perde gerdi. Biz de ona Ruhumuzu (Cebrail’i) gönderdik de ona kusursuz, mükemmel bir insan şeklinde görünüverdi.

- Meryem irkildi ve "Ben” dedi, “Rahmana sığındım senden. Eğer Allah’ı sayıp günahtan sakınan bir kimse isen çekil yanımdan!” (Burada ilahî hikmet, Hz. Meryem’in hamile kalmaktan kendisinin de bütün bütün şaşırmaması için, kendisine haber veriyor. Böyle bir şey olacak, sakın telaş etme, diyor.)

- Ruh: “Ben” dedi, “Rabbinden sana gelen bir elçiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuk hediye edeyim diye geldim.” (Hz. Cebrail bir insan kılığında geldiği için, Hz. Meryem korkuyor. Hz. Cebrail, onun bu korkusunu izale etmek için, Allah’ın elçisi olduğunu söylüyor. Ancak, Hz. Meryem “Öyle de olsa, evlenmeden nasıl bir çocuğum olabilir? Evli olmadığım gibi, gayrimeşru bir ilişkim de olmamıştır?” diyor. Ayette bu şöyle seslendirilmiştir:)

- Meryem: “Nasıl oğlum olabilir ki, bana eli değen bir tek erkek bile olmamıştır. İffetsiz bir kadın da değilim!”

- Ruh: “Öyledir, ama Rabbin: 'Bu iş bana pek kolaydır. Çünkü biz onu insanlara kudretimizin bir alâmeti ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız ve artık bu, hükme bağlanmış, olup bitmiş bir iştir.' dedi.” (Meryem, 19/17-21)

(Hz. Cebrail, “Dediğin doğrudur; sen ne evlisin, ne de yabancı bir erkeğin eli sana değmiştir. Bunu biliyoruz. Ancak Rabbin: bu işi yapabilecek kudrette olduğunu söyledi.”)

Ayette meal olarak yer alan “Rabbin: ‘Bu iş bana pek kolaydır…'” ifadesi, Hz. İsa’yı yaratanın -Cebrail değil- Allah olduğunu göstermektedir. Hz. Cebrail, Allah’ın elçisidir. Bu işi bildirmekle görevlidir.

- Surenin 19. ayetinde Hz. Cebrail’in “Sana tertemiz bir erkek çocuk hediye edeyim, diye geldim.” demesi, onun Hz. İsa’yı yarattığına delalet etmez. Çünkü, Kur’an’ın TEVHİDi vurgulayan yüzlerce ayeti, bu görüşü reddeder. Bu ifade bir mecazdır. Bir elçinin yaptığı iş kadar bir değeri vardır. “Elçiye zeval olmaz” vecizesinde geçtiği gibi, elçi sadece kendisini gönderenin emirlerini tebliğ etmekle yükümlüdür.

Bununla beraber, sahibinin yaptığı işi, -elçilik haysiyetiyle mecaz olarak- bazen kendine de isnat edebilir. “Ben şu işi şöyle yaparım...” dediği zaman, kendisini gönderen sahibinin öyle yapacağını kastetmiş olur.

Ayrıca, Kur’an’da diğer bazı konularda da bazen bu mecaz ifade -vesile olmak cihetiyle- sebeplere de verilebilir. Örneğin, İbrahim Suresinin 36. ayetinde putlar hakkında: “Onlar insanlardan birçoğunu dalalete düşürdüler” mealindeki ifadeye yer verilmiştir. Aslında hidayet gibi dalalet de Allah’ın yarattığı fiillerdir.

“Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini de dalalete düşürür.” (Müddessir, 74/31)

mealindeki ayet ve benzerlerinde bu gerçeğin altı çizilmiştir. Ancak putlar, insanların dalaletlerine vesile olduğundan ötürü, mecaz olarak bu fiil putlara da izafe edilmiştir.

Diğer taraftan, bu ayette yer alan “Li Ehebe - ..hediye edeyim / hediye etmek için” ifadesini bazı kıraat alimleri: “Li YEHEBE - Allah hediye etsin diye” şeklinde okumuşlardır. (bk. Razî, ilgili ayetin tefsiri)

- Allah’ın yaratması doğrudan onun kudretiyledir. “Ol der, olur.” da kudretin sonsuzluğunu ifade eden bir hakikattir.

Bediüzzaman Hazretlerinin şu  ifadeleri (kün-fe yekun / ol der olur) emri Allah’ın kudretinin sonsuzluğunu ifade etmeye yönelik olduğunu gösterir.

“..Der: "Haşirde sizi ihya edecek zât, öyle bir zâttır ki; bütün kâinat, ona emirber nefer hükmündedir. Emr-i kün feyekûne karşı kemal-i inkıyad ile serfüru' eder (boyun eğer). Bir baharı halketmek bir çiçek kadar ona ehven gelir. Bütün hayvanatı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir zâttır.” (Sözler, s. 425)

- Yaratmada, Hakîm isminin tecellisinin gereği olarak sebepler ilahi kudrete birer perde olarak var edilir. Doğrudan kudretin tecellisine -sebepsiz, perdesiz- mazhar olan Vücut, Nur, Hayat, Rahmet dışında genellikle diğer yaratıklar belli sebeplere bağlıdır. Üstadın ifadesiyle,

“Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymetdar mahiyet; nur, vücud ve hayat ve rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlahiye ve meşiet-i hâssa-i İlahiyeye bakar. Sair masnuatta zahirî esbab, kudretin tasarrufuna perde oluyorlar. Ve muttarid kanunlar ve kaideler, bir derece irade ve meşiete hicab oluyor.” (Lem'alar, s. 110)

İşte insanların yaratılması da belli bir tenasül kanununa bağlanmıştır. Ancak Hz. Adem’in anne ve baba sebebi olmadan yaratılması gibi, Hz. İsa da babasız yaratılmıştır. Buna rağmen, ilahî hikmet, Hz. Cebrail’i zahiri bir sebep olarak ortaya koymayı uygun bulmuştur. Onun, Hz. Meryem’le olan diyalogu, onun ilahi kudretin bir perdesi olarak orada hazır olmasından ibarettir.

İslam’a göre, sebepler ne olursa olsun, gerçek yaratmayı onlara vermek şirktir, küfürdür. Melekler de dahil her türlü sebebin varlığı Allah’ın kudsiyetini tenzih etmeye yöneliktir. Hz. Üstad'ın ifadesiyle:

“Zîşuurların nazar-ı zahirîsinde görünen zahirî çirkinlik ve fenalık ve bela ve musibetten gelen küsmekler ve şekvalar Zât-ı Hayy-u Kayyum'a teveccüh etmemek için; hem aklın zahirî nazarında hasis, pis görünen şeylerde, kudsî münezzeh olan kudretin bizzât ve perdesiz onlar ile mübaşereti, kudretin izzetine münafî gelmemek için, zahirî esbablar o kudretin tasarrufatına perde edilmişler. O esbab ise; icad edemiyorlar, belki haksız olan şekvalara ve itirazlara hedef olmak ve izzet ve kudsiyet ve münezzehiyet-i kudreti muhafaza içindirler.” (Lem'alar, s.331)

- İslam’da, iman esaslarının başında tevhid gelir. Allah’ın şeriksiz rab ve ilah olduğunu ifade eden “la ilahe illellah”ın manasına ters düşen hiçbir düşüncenin İslam’da yeri yoktur ve olamaz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun