Melekler konusunda en çok merak edilenler

1 Meleklerin görevleri nedir?

Melekler “nur”dan yaratılmış, latif mahluklardır. “İmtihan”a tabi olmadıkları için makamları sabittir. Yalnız ilahi emirlere itaat ederler. Daima hayır işler, verilen emrin dışına asla çıkmazlar. Şerre kabiliyetleri yoktur.

Kâinattaki maddi, manevi hemen bütün işlerde görevlidirler. Her varlığın müekkel yani kendisine vekil kılınmış bir melaikesi vardır. Yaptıkları işlerin önemine göre dereceleri de birbirinden farklıdır. En büyükleri Hazreti Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail aleyhimüsselamdır. Güneş ve benzeri yıldızların birer müekkel melaikesi olduğu gibi, her bir yağmur tanesinin de birer melaike ile taşındığı hadislerde anlatılmaktadır.

Daima insanla beraber bulunan melekler vardır. Bunların bir kısmı, insanların sevaplarını ve günahlarını yazarlar. Bunlara “kiramen katibin” denir. İnsan, tek başına kaldığı zaman bile yalnız değildir, bu meleklerle birliktedir. Bu mübarek arkadaşların varlığını iman ile hisseden adam asla yalnızlık çekmez.

Bizimle ilgili meleklerden biri de Azrail (as)'dir. O, dünya hayatındayken, ölüm anında görebileceğimiz tek melektir. En kıymetli varlığımız olan ruhumuzu emaneten alır, berzah alemine götürür. O korkulmaya değil, sevilmeye layık emin bir emanetçidir.

Kabir âleminde bizi iki melek karşılar: Münker ve Nekir. Bir yaklaşıma göre “münker ve nekir” bir melek türünün ismidir ki, her adamın kabrine bunlardan ikisi gönderilir. İmana ve ibadete dair sorular sorarlar. Verilecek cevaba göre kabir azabı veya saadeti başlar. Hayatı, iman dairesinde istikametle geçmiş bir insan için, bu iki melek kabirde “nurani birer arkadaş”tırlar. Onu kabrin yalnızlığından ve dehşetinden kurtarır, ferahlandırırlar.

Büyük meleklerden olan Cebrail aleyhisselam ise, Cenab-ı Hakk'ın, kullarına emir ve yasaklarını bildirir; haberler getirir. Güvenilir bir elçidir.

İsrafil aleyhisselam, “yeniden hayat verme” fiilinde görevlidir. Rabbimizin “hayat verme” ile ilgili emir ve iradesini uygular. Özellikle bahar aylarında görülen dirilişte “Muhyi” isminin tecellisine vesile olur. Ölümden sonraki dirilişimizde de yine bu melek görevlidir.

Mikail aleyhisselam ise, rızkların yetiştirilmesinde ve dağıtılmasında ilahi emirleri uygulayan bir büyük melektir.

Burada adını andığımız büyük melekler, aynı görevi yapan melek türlerinin reisleri hükmündedirler. Mesela, İsrafil aleyhisselam “diriliş” emrini icra eden meleklerin kumandanıdır. Azrail aleyhisselam, “imate” yani “öldürme” emrini yerine getiren melek taifesinin başıdır... 

2 Hz. Azrail fıtrat olarak nasıl bir yapıdadır, ölüm esnasında nasıl görünür? Buna dair bir hadisi şerif var mıdır?

Azrail (as) melaikelerin büyüklerindendir ve diğer melekler gibi mümin ruhlara karşı çok şefkatli, kafirlere karşı ise çok şiddetlidir.

"İyilerin ruhu hamurdan kıl çekmek gibi, kötülerin ruhu ise diken ağacından tülbent çekmek gibi çekilir."

Birinci olayda ruh yara almaz. İkinci olayda ise, yara alır ve delik deşik olmuş bir hale gelir. Aldığı bu yaralar kabir hayatı boyunca da ona azap çektirirler. Ruhu çekilmekte olan bir adam duyduğu acıyı şöyle terif etmiştir:

"Gökler üstüme çökmüştür. Vücudum iğne deliğinden geçiyor gibidir."

Hz. Ka'b şöyle demiştir:

"Ruhun çekilmesi olayında, sanki her tarafı dikenli bir çubuk hastanın ağzından içine sokulur ve dikenli dallar onun damarlarına yayılırlar. Daha sonra da kuvvetli bir adam bu çubuğu çekip çıkarır."

Ruhun çekilmesi sırasında ölüm meleği de görülür. Bu melek, ölenin itikat ve amellerine göre değişik surette gelir. Mesela elektrik bir olduğu halde lambada ışık olarak görünür, elektrikli sobada ateş olarak görünür, buzdolabında soğuk olarak tezahür eder. Öylede Hz. Azrail (as) ruhun mahiyetine göre belirir. Tıpkı elektriğin girdiği alette değişik tezahür etmesi gibi. Eğer kişi Müslüman olarak yaşamışsa Azrail (as) ona ışık gibi görünür; yani nurani olarak görünür. Eğer kafir veya günahkar olarak yaşamışsa, derecesine göre ateş gibi veya buz gibi o kişinin ruhunu alır. Yani insanın fıtratı nasıl ise Azrail (as) ona o şekilde gözükecektir.

Rivayete göre İbrahim (as), ölüm meleğine; "Bana kötü insanların ruhunu aldığın surette görün." dedi. Melek: "Sen bu sureti görmeye dayanamazsın." dedi ise de İbrahim (as) ısrar ederek: "Dayanırım." dedi. Azrail (as) ; "Yönünü dön." buyurdu. İbrahim (as) döndü ve Azrail (as)'i görünce, onu kapkara, saçı sakalı karışmış, pis pis kokar, siyah elbiseli, ağız ve burun deliklerinden ateş ve dumanlar fışkırır vaziyette gördü. Buna dayanamayarak düşüp bayıldı. Ayılınca Azrail (as)'i eski suretinde gördü ve ona: "Bir günahkara, senin suratını görmek yeter. Başka bir azap ile karşılaşmasa da senin o suratın azap bakımından onun için yeterlidir." dedi. İbrahim (as) bu sefer: "Bana iyilerin ruhlarını aldığın surette görün." dedi ve meleği güzel bir surette görünce de: "İyiler için mükafat olarak seni bu surette görmeleri yeterlidir." demiştir.

İşte asilerin karşılaşacağı ve itaat edenlerin kurtuldukları zorluklar bunlardır. Allah-u Zülcelal'e itaat edenler Azrail (a.a.)'i en güzel surette görürler. Amel defterlerinin kapatıldığı son anda, ölenin amelini yazan iki melek de ona görünürler. Ölen iyi kimse ise melekler ona: "Allah-u Zülcelal seni hayırla mükafatlandırsın. Sen bizi salih ameller yazmakla meşgul ve mutlu ettin." derler. O kötü kimse ise, melekler ona: "Allah-u Zülcelal seni şerle cezalandırsın. Sen bizi kötü şeyler ve günahlar yazmakla meşgul ve mutsuz ettin." derler.

Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:

"Biriniz ni'met ve azap göreceğini öğrenmedikçe ve cennet ya da cehennemdeki yerini seyretmedikçe ölmez." (İbn Ebi'd-Dünya)

Bir kimsenin kendisini ölüm sekeratından selametli bir şekilde muhafaza edebilmesi için, o vakit gelip çatmadan önce, Allah-u Zülcelal'in emir ve nehylerini yerine getirmeye gayret ederse, inşallah rahat ve güzel bir şekilde bu dünyadan ayrılır. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

"O kimseler ki, melekler onların ruhunu rahat ve hoş bir şekilde alırlar." (Nahl, 16/32)

Hasan-ı Basri şöyle demiştir:

"Mü'minin rahatlığı, ancak Allah Teala'ya mülaki (kavuşacağı) olacağı zamandır."

Demek ki, mü'minin emin olduğu, neşeli ve en sevinçli günü, öldüğü günüdür!..

3 Mikail (a.s)`ın görevleri nelerdir; Peygamberimiz (asm) ile görüşmüş müdür?

Hz. Mikâil (as), dört büyük melekten biridir. Tabiat olaylarına, insanlara, hayvanlara ve bitkilere, rızka ve yağmura nezaret eden melektir. Kur'ân-ı Kerim'de adı bir yerde zikredilir:

“Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e ve Mikâil’e düşman olursa bilsin ki, Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara, 2/98)

Hayal edemeyeceğimiz kadar geniş olan göklerde hayat olup olmadığı meselesi, pek çok insanın zihnini meşgul eder. “Semavat, meleklerin birer menzili, birer tayyaresi, birer mescidi...” şeklîndeki tesbit, meseleyi halletmektedir. Evet, şu küçük dünyamızda hiçbir yeri canlılardan boş bırakmayan İlâhî kudret, elbette o koca semayı boş bırakmamıştır. Melekler ve ruhaniler, sema ülkesinin sakinleridir.

Melekler,

• Alem sarayının seyircileri,
• Kâinat kitabının mütalacıları,
• Saltanat-ı rububiyetin dellalları,
• Kâinattaki hayırlı işlerdeki kânunların temsilcileri, nazırlarıdırlar.

İşte bunlardan biri olan Mikail (as), “Rezzakiyet arşının hamelesinden” olup, yeryüzü tarlasında ekilen İlâhî san’atlara Cenab-ı Hakk’ın havliyle, kuvvetiyle, hesabıyla, emriyle umumi bir nazır, umum çiftçi-misal meleklerin reisidir.

Peygamber Efendimiz (asm) Mikail (as) ile bir çok kez görüşmüştür. Bedir Savaşı ve Miraç Mucizesinde görüşmeleri gibi. (Buharî, Mağâzî: 18, Libas: 24; Müslim, Fedâil: 46, 47, no. 2306; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:361)

Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince: 

İslâm inancına göre meleklerin büyüklerinden olan Mîkâil’in ismi hem Kuran’da (Mîkâl, Bakara 2/98) hem hadislerde geçmektedir.

Rivayete göre, Hz. Peygamber’e bazı sorular soran bir grup yahudi bunlara cevap alınca bu defa kendisine vahyi kimin getirdiğini sormuşlar, Cebrâil cevabını alınca selâmet ve bereket meleği ve kendilerinin koruyucusu Mîkâil’in aksine Cebrâil’i kendilerine düşman bildiklerini, onun felâket ve sefalet meleği olduğunu söylemişlerdir.

Diğer bir rivayete göre yine yahudiler, “Her peygamberin meleklerden bir dostu vardır; senin dostun hangi melektir?” deyince Resûl-i Ekrem, “Dostum Cebrâil’dir ve Allah’ın gönderdiği bütün peygamberlerin de istisnasız dostu odur” cevabını vermiş, bunun üzerine yahudiler, “Eğer dostun ondan başka bir melek olsaydı sana tâbi olur, seni tasdik ederdik” demişler, “Cebrâil’i kabul etmeyişinizin sebebi nedir?” diye sorulunca da, “O bizim düşmanımızdır” demişlerdir. (Taberî, I, 341; İbn Kesîr, I, 226)

Bunun üzerine şu ayetler nazil olmuştur: “De ki: Kim Cebrâil’e düşman ise bilsin ki müminler için hidayet ve müjde olan Kur’an’ı Allah’ın izniyle senin kalbine indiren odur. Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e, Mîkâil’e düşman olursa şüphesiz Allah da o kâfirlerin düşmanıdır” (Bakara 2/97-98)

Diğer bir rivayete göre Hz. Ömer bir gün yahudilerin beytülmidrâslarına gider ve onların Cebrâil hakkındaki düşüncelerini öğrenmek ister. “O bizim düşmanımızdır, çünkü Muhammed’e bizim sırlarımızı veriyor. Ayrıca o şiddet, zorluk ve azap meleği, dostumuz olan Mîkâil ise kurtuluş, hayır ve rahmet meleğidir” derler. Bunun üzerine Ömer, “Bu iki melek ilâhî huzurda nerede yer alır?” diye sorar. “Cebrâil rabbin sağında, Mîkâil solundadır ve aralarında düşmanlık vardır” cevabını verince Hz. Ömer, “Eğer dediğiniz gibi ise onlar birbirlerine düşman olamazlar. Kim onlardan birine düşman olursa Allah’a da düşman olur” diyerek yanlarından ayrılır. Hz. Peygamber’in huzuruna gidince de yukarıdaki âyetin nâzil olduğunu öğrenir. Onun yahudilerle yaptığı konuşmadan vahiy yoluyla haberdar olan Resûl-i Ekrem, “Ey Ömer, rabbin senin sözüne muvafık âyet gönderdi” der. (bu ve benzeri birçok rivayet için bk. Müsned, I, 274; Taberî, I, 342-346; İbn Kesîr, I, 229; Âlûsî, I, 331)

Cebrâil ile Mîkâil’in Allah ile peygamberleri arasında elçilik yaptıkları, bu çerçevede Mîkâil’in nübüvvetin ilk yıllarında Resûlullah’a vahiy getirdiği belirtilerek esas vazifesi vahiy getirmekten ibaret bulunan Cebrâil’in Resûl-i Ekrem’e daha yakın olduğu, ayette Cebrâil’in önce zikredilmesinin, ayrıca vahiy ile görevli oluşunun Mîkâil’den faziletli olduğunu gösterdiği nakledilir. (İbn Kesîr, I, 231-232; Âlûsî, I, 334)

Mîkâil Cebrâil, Hârût ve Mârût ile birlikte Kur’an’da ismi zikredilen dört melekten biridir. Cebrâil ile Mîkâil’in özel isimleriyle anılması Allah katında kıymetli ve büyük meleklerden olduklarını gösterir. (Taberî, I, 349; Kādî Abdülcebbâr, VII, 177; Âlûsî, I, 333-334)

Diğer taraftan Resûlullah’ın gece namaza başlayacağı zaman, ayrıca her namazın arkasından okuduğu dualarda Cebrâil’in ve Mîkâil’in adını anması bu meleklerin Allah katındaki üstün derecesini gösterir (Müsned, VI, 61, 156; Müslim, Salat, 200; İbn Mâce, ikamet, 180)

Meleklerin çeşitli görevleri vardır. Bunlardan Mîkâil insan da dahil olmak üzere canlıların rızıkları, dolayısıyla yağmurların yağması ve bitkilerin gelişmesi gibi işlerle görevlidir. (Mecmeu'z-zevaid, 8/241-242, no: 13902; bk Mahmûd Muhammed es-Sübkî, Menhel, V, 178)

Kuran-ı Kerîm’in dört suresinde, önce Hz. İbrâhim’e gelip oğlu İshak’ın ve torunu Ya‘kūb’un doğacağını müjdeleyen, ardından Hz. Lût’u ziyaret edip azgınlaşan kavmini helâk eden bir grup elçi melekten bahsedilir. (Hûd 11/69-83; Hicr 15/51-71; Ankebût 29/31-34; Zâriyât 51/24-37)

Cebrâil, İsrâfil ve Azrâil ile birlikte Mîkâil’in de bunların arasında yer aldığı rivayet edilmektedir. (Taberî, XII, 42; İbn Kesîr, III, 563; Âlûsî, XII, 93)

Allah’ın, üzerlerine yemin ettiği “mukassimât”ın (Zâriyât 51/ 4) O’nun işlerini taksim ve tevzi eden Cebrâil, Mîkâil, İsrâfil ve Azrâil gibi emir melekleri olduğu söylenmiştir. (Kurtubî, XVII, 21; Elmalılı, VI, 4527)

Bedir Gazvesi’nde müminlerin yardımına gelen melek ordusunun (Enfâl 8/9-12) kumandanlarından birinin Mîkâil olduğu rivayet edilmiştir. (Müsned, I, 147; Taberî, IX, 128)

Cebrâil ve Mîkâil’in Uhud günü beyaz elbiseli iki insan kıyafetinde Resûlullah’ın sağında ve solunda durup onu bütün güçleriyle korudukları da nakledilmektedir. (Müslim, Fezail, 46-47)

Hz. Peygamber’in, bir hadisinde şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Her peygamberin gök ehlinden iki, yer ehlinden iki veziri olur. Benim gök ehlinden vezirlerim Cebrâil ile Mîkâil, yer ehlinden vezirlerim de Ebû Bekir ile Ömer’dir” (Tirmizî, Menakıb, 17)

Hadislerde Mîkâil genellikle Cebrâil ve İsrâfil ile birlikte zikredilmektedir. (Müsned, III, 10; Ebû Dâvûd, Huruf, 1)

Resûl-i Ekrem’in;
- rüyasında Cebrâil ile Mîkâil’i kendisine cennet ve cehennemi gezdiren iki insan şeklinde (Müsned, V, 15; Buhârî, Cenâiz, 90; Bedü’l-halk, 7),
- bir başka rüyasında onlardan birini başı ucunda, diğerini ayağı ucunda durup kendisine bir darbımesel söylerken (Tirmizî, Emsâl, 1)
gördüğü rivayet edilmektedir.

İslâm’ın başlangıcında namazdaki teşehhüd esnasında “et-tahiyyât” yerine “... es-selâmü alâ Cibrîle, es-selâmü alâ Mîkâîle ...” denilmekteydi. (Müsned, I, 382, 413, 427; Buhârî, Ezan, 148; İstizân, 3)

4 Bir insanın başında, insana görevlendirilmiş kaç tane melek vardır?

Melek denilince aklımıza bir tür gelmemelidir. Hayvanlar ve bitkiler âleminin nasıl çeşitleri vardır; bunun gibi melek cinsinin de çeşitleri vardır. Örneğin bir yağmur damlasına müekkel olan melek, Arşa müekkel olan melek cinsinden değildir. Buna göre insana verilen melekler de diğer varlıklara verilen melekler türünden değildir. Ayrıca her insana özel melekler de vardır.

İnsanın melekler ile münasebeti sadece doğumla değil, daha doğmadan hatta anne rahmine düşmeden başlar.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.),

"Allah (c.c.) rahime bir melek vazifelendirir…"(1)

hadisi, embriyolojik safhaların bütününde insan-melek münasebetin varlığını gösterir. Hatta bu meseleyi anne-babanın ilk temasına kadar götürmek de mümkündür. Onun içindir ki hadis-i şeriflerde, mukârenet öncesi:

"Allah'ım, beni şeytandan, şeytanı da benden uzak tut."(2)

şeklinde dua edilmesi tavsiye edilmiştir. Böylece, daha işin başında muhtemel bir çocuğa şeytanın temas etmesi, yani onunla kontak kurması önlenmiş olacaktır. Daha açık ve net bir ifade ile söyleyecek olursak, bu çocuk daha o dakikadan itibaren melekûtî yönü gelişmeye hazır bir zemin bulmuş sayılır. Yani bu şekildeki bir davranış onun için, şeytandan korunması adına bir sığınaktır. Ve yapılan dua ta "rahm-i mâder"de böyle bir melek atmosferi hasıl etme yolunda atılan ilk adımdır.

Bu nedenle, insanla melek arasındaki münasebet, anne rahmine düşmeden başlar, anne rahminde ve dünya hayatında ömrü boyunca devam eder. Ahirette ise bu münasebet ebedileşir ve sonsuza kadar sürer. Ancak unutulmamalıdır ki, her şeyi yaratan Allah’tır. Melekler sadece görevli birer memurdur.

Bir kısım melekler, insanların amellerini yazmakla vazifelidirler. Bu hakikata işaret eden bazı ayetlerde şöyle denilmektedir:

"And olsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz; çünkü biz ona şahdamarından daha yakınız. Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek, onun sözlerini ve işlerini) kaydetmektedirler." (Kaf, 50/16-17; Ayrıca bk.  Ra'd, 13/11)

"Mükerrem Katipler, yaptıklarınızı bilmekte." (İnfıtar, 82/11, 12)

Diğer iki ayette de bu hususta şöyle buyurulmaktadır:

"Yoksa biz, onların sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmez miyiz sanıyorlar? Hayır, işitiriz ve yanlarında bulunan elçilerimiz de (her yaptıklarını) yazarlar." (Zuhruf, 43/80)

"Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar (kiramen katibin) vardır, onlar, yapmakta olduklarınızı bilirler." (İnfitar, 82/10-12)

Bazı hadislerden anlaşıldığı üzere, insanın sağında ve solunda bulunan meleklerden sağda bulunan, Cenâb-ı Hakk'ın rahmâniyet ve rahimiyetinin temsilcisi melek, solda bulunan, Cenâb-ı Hakk'ın izzet ve azametini korumakla vazifeli meleğe durmadan iltimasta bulunur. Kul günah işlediğinde, soldaki melek bunu derhal kaydetmek ister. Sağdaki melek vaziyete müdahale ederek ona, biraz daha beklemesini, belki tövbe edip pişman olacağını, belki bir hasene işleyip gühahını örteceğini söyler. Nitekim böyle olabileceğini anlatan hadisler de vardır. Efendimiz (asm) şöyle buyurmaktadır:

"Nerede olursan ol, Allah'tan kork! Kötülüğe daima iyilik ekle ki onu silsin. Ve insanlar arasında iyi ahlakla yaşa."(3)

Yukarıdaki ayetlerde, özellikle Kaf Suresinde geçen ayetlerde, önce insanın Allah tarafından yaratıldığı, içinden geçen her şeyin Allah tarafından bilindiği ve Cenab-ı Hakk'ın insana şah damarından daha yakın olduğu anlatılmakta, daha sonra da melekler tarafından insanın her halinin kaydedildiği dile getirilmektedir ki, ayetin mes'eleye bu şekildeki yaklaşımı, belli manalara ve bilhasa "tevhid" şuuruna dikkat çekmektedir. Yani "Melekler Cenab-ı Hakk'ın yardımcıları değildirler. Onlar sadece yaratma hadisesinin şahitleri ve nezâretçileridirler. Başkalarının olmadığı gibi meleklerin de yaratmaya müdahaleleri yoktur." denilmektedir.

İkincisi: "Biz ona şah damarından daha yakınız." ifadesi ile yine bize, aynı manayı ihtar ediyor. Şöyle ki:

Cenab-ı Hak insana şah damarından daha yakındır. Yani daha insan kendisinden habersiz ve vücudunda olabilecek hadiseler henüz vuku bulmamışken, Allah (c.c.) ona, ondan daha yakın; ilmiyle her şeyi bilmekte ve her şeyden haberdar bulunmaktadır. Ayrıca, madem ki Cenab-ı Hakk insana şah damarından daha yakındır; öyle ise insandaki tasarruflarında onun hiçbir vesile ve vasıtaya ihtiyacı yoktur. Meleklere gelince, onlar sadece İlâhi icraatın alkışçıları ve nezâretçileri durumundadırlar.

Kur'an, evvela insanın aklına gelebilecek her türlü şüphe ve tereddüt isini, pasını temizliyor; ardından da bize, meleklere ait bu misyonu naklediyor.

İki melek, insanın sağında ve solunda durmakta. Öyle ki insanın hem fiili, hem sözü hem davranışı, hatta hayalinden geçenler, onun his dünyasına misafir olan düşünceler dahi bu iki melek tarafından kaydedilmekte.. insan abes olarak yaratılmış bir varlık değil ki, onun davranış ve fiilleri kayda alınmasın. Evet, insana ait her şey iyi-kötü mutlaka, ahirette değerlendirilmek üzere amel defterine tesbit edilmektedir.

Meleklerin yüklendikleri bir başka misyon da insanları her türlü bela ve musibete karşı korumaktır.

"Hiç kimse yoktur ki üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici (melek) bulunmasın." (Târık, 86/4)

ayetinde ifade edildiği gibi, herkes için bir koruyucu melek mukadderdir.

Taberâni'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte her insana üç yüz altmış (360) meleğin nezâret ettiği ve insanı koruma altına aldıkları kaydedilmektedir.(4)

Ayette ise bu husus şöyle anlatılmaktadır:

"Her birini (her bir insanı) önünden ve arkasından izleyen melekler vardır. Onu Allah'ın emrinden (veya Allah'ın emriyle) korurlar." (Ra'd, 13/11)

Hem Efendimiz (asm)'in hadisinden hem de bu ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki, sinekler gibi insanın üzerine üşüşen bela ve musibetler, insanı çepeçevre kuşatan melekler tarafından çok defa geri çevrilmekte ve insan böylece öldürücü bin bir hâdise altında ezilip gitmekten korunabilmektedir. Elbette ki bu muhafaza, Allah’ın iradesine bağlıdır. Zaten her meselede İlahi murad, İlahi dileme ve meşiet esastır. "Allah'ın olmasını dilediği şey olur; olmamasını dilediği şey de olmaz." hakikatı da bize bunu anlatmaktadır. Binaenaleyh, bela ve musibetler meleklerce uzaklaştırılır; fakat meşiet-i İlahi o şekilde tecelli etmişse...

Buna vesile olabilecek şeylere gelince, biz onları bilemiyor, sınırlandıramıyoruz. Bazen insanın hoş bir tavrı, rahmet-i İlahinin harekete geçmesine vesile olur ve Cenâb-ı Hak onun hakkında onu memmun edecek bir hüküm verir. Bazen de tam tersine, insanın münasebetsiz bir davranışı, İlahi gazabı galeyana getirir ve verilecek hüküm o şahsın aleyhinde olur. Verilen hüküm karşısında meleklerin yapabileceği hiçbir şey yoktur. Ne var ki, onlar her zaman beraber olduğumuz arkadaşlarımız olarak bizim başımızın üzerinde pervaz eder dururlar ve gelmesi muhtemel belaları savmak için bize kanat gerer, kalkanlık yaparlar. Zira bu onlara ait bir vazifedir. Bu meleklerin ruhânî haz ve lezzetleri, yaptıkları bu vazifenin içine konulmuştur. Yani melekler bizi koruma vazifesini, müthiş bir zevk, heyecan ve coşkunlukla yerine getirirler.

Melekler nur unsurundan yaratıldığı için, onları katı bir madde gibi düşünmemek gerekir. Bedenimizin her tarafında basıncı olan havanın durumundan daha hafif, daha nuranî, daha şeffaf ve daha gizlidir.

Dipnotlar:

1. Buhari, Hayz 17; Enbiya 1; Kader 1; Müslim, Kader 5.
2. Buhari, Bedü'l-Halk 11; Vudu 8; Nikah 66; Daavat 55; Tevhid 13; Müslim, Talak 6; Ebu Davut, Nikah 45; Tirmizi, Nikah 6; İbni Mace, Nikah 27.
3. Tirmizi, Birr 55; Dârimi, Rikak 74.
4. Süyûti, ed-Dürrü'l-Mensur, 4/615; Zebidi, İthâfü's-Sâde, 7/288.

5 Cebrail, Peygamber Efendimizin kırılan dişi yere düşmesin diye, yere süratle inmesi doğru mu?

Cevap 1:

Kur'ân-ı Kerim'de Peygamber Efendimiz'le (asm) ilgili en çok vurgulanan hususlardan biri onun hem bir peygamber ("resûl/nebî") hem de bir "beşer" olduğudur: "De ki: Ben yalnızca bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor." (Kehf, 18/110).

Dolayısıyla o, peygamberlik vasfı ve bu vasfın getirdiği özellikler (mucize vs.) dışında diğer insanlar gibidir. Nitekim yetim olarak dünyaya gelmiş, öksüz kalmış, açlık çekmiş, evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş, evlat acısını tatmış, Beytullah'ın yanında namaz kılarken secdeye vardığında üzerine deve işkembesi ve bağırsakları atılmış, İslâm'ı tebliğ için Taif'e gittiğinde taşlanmış ve bütün vücudu kanlar içerisinde kalmıştır.

Uhud Gazvesi'nde de kılıç darbeleri, atılan taşlar ve miğferinin halkalarının batması sonucu omuzu yaralanmış, yüzü kanlar içerisinde kalmış ve bir dişi kırılmıştır. Temel İslâm kaynaklarında bu sırada Hz. Peygamber'in (asm) kanının yere düşmediği, Cebrâil'in kanın yere düşmesini engellediği, eğer onun kanı yere düşseydi insanların helâk olacağına dair bir rivayete rastlanmamaktadır. Bu tür bir anlayış Hz. Peygamber'e (asm) duyulan sevginin, onun Allah katındaki değeri ve yüceliğine yapılan vurgunun edebî bir dille ifadesi olabilir.

Unutmamak gerekir ki, Yüce kitabımız  Kur'an-ı Kerim'de geçmişte bazı peygamberlerin öldürüldüğü hatırlatıldığı gibi (Bakara, 2/91) Peygamber Efendimiz (asm) için de "O ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz." (Âl-i İmrân, 3/144) diye buyurulmaktadır. 

Ayrıca  Uhud'da Hz. Peygamber'in öldürüldüğüne dair şayiaya bazı müslümanların inandığını, Hz. Peygamber'in kendisini taşlayıp kanlar içerisinde bırakan Taiflilere helâk olmaları için beddua etmek şöyle dursun hidayetleri için duâ ettiğini de hatırlamak gerekir.

Cevap 2:

Melekler için, insanlarda olduğu gibi zaman durumu yoktur. Bir anda istediği yere varabilir ve bunun için de bir zorluk çekmez.

Meleklerin hızı ve surat-i intikalleriyle ilgili iki ayette farklı iki süreye yer verilmiştir:

a. “(Allah), gökten yere işi düzenleyip yönetir. Sonra (şuurlu birer sebep olarak işlerin tedbirini gören melekler) saydığınız hesap ile bin yıl tutan bir günde ona yükselir.” (Secde, 32/5).

b. “Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir günde ona yükselirler.” (Maaric, 70/3).

Birinci ayette yerden dünya semasına gidiş-gelişi ifade etmektedir. Hadislerde yer ile dünya seması arasındaki mesafe 500 yıl olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla yere geliş ve semaya dönüş miktarı bin sene olur.

İkinci ayette ise, yerden Sidretu’l-müntehaya veya Arş’a kadar olan mesafeyi gösterir. Sadece bir günde ulaşırlar. Bu her iki ayette de meleklerin hızlı gidişlerine vurgu yapılmıştır. (bk. Taberî, Razî, İbn Kesir, Şevkânî, İbn Aşur, ilgili ayetlerin tefsiri).

Ayrıca ayette yer alan “bir gün” ifadesi, zihinlerin daha rahat kavramaları için seçilmiş bir sözcük olabilir. Yani “bir gün” bir an manasına da gelebilir. Nitekim Rahman suresinde yer alan “O her gün ayrı bir yaratıştadır.” (Rahman, 55/29) mealindeki ayette geçen “her gün” ifadesi, “her vakit, her an” olarak açıklanmıştır. (bk. Razî, Bedavî, İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

Buna göre bir melek, Allah’ın izniyle bir anda istediği yerde olabilir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Vahy meleği Cebrail bir anda nasıl geliyor?

6 Cebrail yaratılmış en güçlü ve en kudretli melek ve yaratık mıdır?

Allah’ın, Cebrail (as)’den daha kuvvetli bir mahlukunun olduğunu gösteren bir bilgiye rastlayamadık. Eski kavimleri -değişik sebepler altında- helak etme görevi Cebrail (as)’de olduğu dikkate alınarak, onun en güçlü bir melek olduğu söylenebilir.

Cebrail aleyhisselam, Kur'ân-ı Kerîm'de Cibril, Rûhulkudüs, Rûhulemîn, Rûh ve Resul şeklinde beş değişik isimle ifade edilir. İlgili âyetlerde belirtildiğine göre, Cebrail (as) karşı konulamayan müthiş bir güce, üstün bir akla ve kesin bilgilere sahiptir; "arşın sahibi" nezdinde çok itibarlıdır ve meleklerin kendisine mutlaka itaat ettiği şerefli bir elçidir. (bk. Necm, 53/5-6;  Tekvîr, 81/19-21)

Cebrail kelimesinin yabancı kökenli olduğu bilinmektedir. Bazı alimlere göre, bu kelimenin anlamı: Allah’ın kudretinin sembolü demektir. Çünkü "Cibril" ismi; kuvvet manasındaki CEBR ile Allah anlamındaki IL kelimelerinden meydana gelmiştir. Kur'an’da onun bu anlamına delalet eden "Şedidü'l-Kuva" vasfıdır. Bu tabir çok güçlü ve kuvvetli olmayı ifade eder. Bu ifade Necm suresinin 5. ayetinde aynen olduğu gibi kullanmıştır:

"Onu (Kur'an'ı), güçlü ve kuvvetli biri (Cebrail) öğretti."

Yine Necm suresinin 6. âyetinde geçen ve Hz. Cebrail (as)'in bir vasfı olarak zikredilen "Zû mirratin" kelimesi de aynı anlamı veriyor. Tekvir suresinin 20. ayetinde de "Zi kuvvetin" (kuvvet sahibi) tabiri ile Cebrail isminin anlamına uygun olarak aynı mânâ ifade edilmiştir.

Bu mana genel olarak "melek" kelimesinin bir anlamı olan kuvvet kavramına da uygundur.(bk. Niyazi Beki, Kur’an’da İsimlerin Esrarı).

Hz. Peygamber (asm) onu bir kere "açık ufukta", bir kere de "sidretü'l-müntehâ"da aslî hüviyetiyle görmüştür. İnkarcılara karşı Hz. Peygamber (asm)'in dostu, müminlerin destekleyicisidir. Kadir Gecesi'nde meleklerle birlikte yeryüzüne iner, âhirette insanlar hesaba çekilirken mahşerde saf saf dizilen meleklerin yanında bulunur. (bk. M.F. Abdülbâki, Mu 'cem, s. 163, 326)

İlgili hadislere göre Cebrail (as) dünyada ve âhirette Allah ile kulları arasında elçidir; hem meleklere hem peygamberlere ilâhî emirleri tebliğ eder. Bu sebeple de Allah'la vasıtasız konuşur. (Müsned, II, 267; III, 230; Buhârî, Tev-hîd, 33)

Hz. Peygamber (asm), Cebrail (as)'in Allah nezdindeki üstün mertebesini dikkate alarak dualarında "Cibril'in Rabbi" ifadesini kullanmış ve bir anlamda onunla tevessülde bulunmuştur. (Müsned, VI, 61, 156; Ne-sâî, Sehv, 88)

Tefsir, hadis şerhi, siyer, tasavvuf, tarih, kelâm, felsefe kitapları vb. İslâmî kaynaklarda Cebrail (as)'in isimleri, nitelikleri, görevleri, insan şeklinde görünüşü ve üstünlüğü gibi konularda geniş bir literatür oluşmuştur. Bu kaynaklarda Cebrail (as) Kur'ân-ı Kerim'deki isimleri yanında Rûhullah, Hâdimullah. er-Rûhu'l-a'zam, el-Aklü'l-ekrem, en-Nâmûsü'l-ekber, el-Aklü'l-fa’âl, Vâhibü's-suver, Hâzinü"l-kuds, Tâvûsü'l-melâike" gibi unvanlarla da anılır. Aynı kaynaklarda ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'deki isimlerinin mânaları açıklanmıştır. Buna göre o, karşısında durulmayacak üstün güce ve zaruri bilgilere sahip olduğu için Cibril (as), saygı duyulması gereken üstün bir mevkide bulunduğu veya dinî hayatın gerçekleşmesinde önemli rol oynadığı yahut latif olduğu için Rûh, ilâhî buyrukları tahrif etmeden Hz. Peygamber (asm)'e ulaştırdığı için Rühulemîn, insanların manevî açıdan temizlenmesini sağlayan vahyi getirdiği veya hiç günah işlemeyen tertemiz bir kul olduğu için Rûhulkudüs diye nitelendirilmiştir. (Râgıb el-İsfahanî, s. 411; Fahreddin er-Râzî, 24/166; Âlûsî, 1/317; Elmalılı, 1/432)

İslâmî kaynaklara göre Cebrail (as), arşı taşıyan ve "Mukarrebîn" adı verilen meleklerdendir. Emrinde arşın çevresinde bulunan meleklerden bir ordu vardır. Mükemmel bilgilere ve tasavvur edilemeyecek derecede üstün güce sahiptir.

Kaynaklarda Cebrail (as) ile ilgili tartışmalardan biri de onun fazileti konusudur. Fahreddin er-Râzî ile Zemahşerî gibi bazı Sünnî ve Mu'tezilî âlimlerin, Cebrail (as)'in Hz. Peygamber (asm) de dahil olmak üzere, bütün yaratıkların en üstünü olduğunu kabul etmelerine karşılık, İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Cebrail (as) bütün meleklerden ve peygamberler dışındaki insanlardan üstündür. (Fahreddin er-Râzî, 11/226-227; Alusi, 1/ 334; 30/60; bk. TDV. İslam Ansiklopedisi, Cebrail md.)

7 Melekler görülür mü? Görünen melekler var diye duymuştum, böyle bir şey var mı?

Melekler nurdan yaratılmış lâtif cevherler, ruhanî varlıklar oldukları için, aslî hüviyetleri ve gerçek mâhiyetleri ile insan gözüne gözükmezler. Görme kabiliyetimiz, melekleri görebilecek şekilde yaratılmamıştır. Ancak Cenâb-ı Hak peygamberlerine, melekleri görme kabiliyetini verdiğinden, onlar melekleri hakikî şekilleri ile görebilmişlerdir. Ayrıca, melekler farklı şekillere girerek görülebilirler.

Melekleri hakikî mâhiyetleri ile göremememiz ve beş duyumuzla hissedemeyişimiz, onların yok oldukları iddiasını gerektirmez. Duyu organlarımızın maddî âlemde kendi dahi hissedemedikleri pek çok şey vardır. Kulağımız çok tiz ve çok pes sesleri işitmez. Bugün varlığı âletlerle tesbit edilen ışık dalgalarının hepsini, hele röntgen ve ültraviyole ışınlarını gözle görebilseydik, dünyayı şimdikinden çok başka şekilde tanıyacaktık.

Biz daha kendi âlemimizdeki tezahürlerin hakikatına vâkıf değilken, Cenâb-ı Hakk`ın yarattığı nâmütenâhî âlemlerdeki nâmütenâhî hâdiselerin varlığını nasıl inkâr edebiliriz?

Demek ki bir şeyi gözle görememek, o şeyin yok olduğuna delil olmaz. Gözle göremediğimiz pek çok şey var ki, o şeyin vücudunu aklımızla, ilim ve tecrübe ile, deneylerle kabûl ediyoruz. İşte, melekler de gözle göremediğimiz halde, varlığını kabûl ettiğimiz nesnelerdendir.

Ancak, Allah dilerse melek, cin gibi ruhani varlıkları temessül ettirir ve insanlara da gösterir.

Melek, cin ve ruhaniler her ne kadar kendilerine has yapılarıyla bu alemde görülmeseler bile, bu aleme has vasıtaları kullanıp, kılıf ve elbise giyerek görünebilirler. Meleklerin ve cinlerin bu şekilde görünmelerine “temessül” diyoruz. Kur’an-ı Kerim, temessülü anlatırken (Meryem, 19/17),

“Melek, (Hz. Meryem’e) tastamam bir insan şeklinde temessül etti.” der.

Efendimiz (s.a.v)’e vahiy getiren melek, bazen kendine has keyfiyetle, bazen bir muharip şeklinde, bazen de daha başka suretlerde geliyordu. Beni Kureyza üzerine yürüneceği zaman Cebrail (a.s), tozu toprağı üstünde bir muharip suretinde gelmiş ve “Ya Rasülallah, siz zırhlarınızı çıkardınız, fakat biz melekler taifesi çıkarmadık.” demişti. Yine aynı melek, bazı zaman oluyordu ki, Dıhye (r.a) suretinde geliyor, bazı zaman da, dini talim etmek maksadıyla üzerinde hiç de yolculuk emaresi taşımayan bir misafir kıyafetinde geliyor ve “İman, İhsan, İslam nedir?” şeklinde sualler sorup, verilen cevapları “Doğru” diye tasdik edip gidiyordu...

(Mehmet Dikmen, İslam İlmihali)

8 Ruhlarımızı aldığı için ölüm meleği olan Azrail Aleyhisselama kızmak doğru mudur?

Azrail Aleyhisselam dört büyük melekden birisidir. Hamele-i Arş olarak bilinen Arş-ı Âla’yı taşıyan dört meleğin arasında yer almaktadır. Melekler Allah’ın elçisidir, kendi başlarına iş yapmazlar, başlarına buyruk hareket etmezler, emir altında çalışırlar, Allah onlara hangi görevi vermişse onu yaparlar.

Kur’an, melekleri anlatırken, onların hiçbir şekilde Allah’a isyan etmediklerini, verilen emri anında yerine getirdiklerini bildirir.(1)

Hz. Azrail (as)’ı anlatırken de, “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği, canınızı alır, sonra da Rabbinize döndürülürsünüz.(2) şeklinde tarif ederek Azrail’in görevini tanımlar. Bu ayet ışığında baktığımız zaman, Hz. Azrail (as) sadece kendine verilen görevi yapar. Allah adına çalışır, O’nun namına iş görür.

Ne kadar benzer, örnek ne kadar yerine oturur, belki tartışma götürür, ancak misal vermek gerekirse, güvenlik güçleri devlet adına hareket eder, devletin ve kanunların kendine verdiği yetkiye göre davranır. Polis bazı yerlere girmemize izin vermez, engellerse polisi suçlayabilir miyiz?

Toplumsal bir olayda bir anda suçlu suçsuz demeden herkesi toplar götürür. Daha sonra suçsuzları serbest bırakır, suçluları nezarete alır. Kendi adına iş yapmadığı, sadece aldığı emri yerine getirdiği için kimse karşı çıkmaz, herkes sonucu bekler.

Güvenlik güçlerine karşı gelemiyor, polisi suçlayamıyor, onu kötü göstermeye, gözden düşürmeye çalışamıyorsak; aynı şekilde, bütün melekler gibi Allah’tan aldığı görevi yerine getiren Hz. Azrail (as)’ı de kötü göstermeye, çirkin tanıtmaya, görevinden dolayı suçlamaya hiç mi, hiç hakkımız yoktur.

Azrail Aleyhisselam ölüm için sadece bir sebeptir. Öldürmek de diriltmek de doğrudan Cenab-ı Allah' ın fiilleridir. Bu gerçek, hadisde şöyle ifade edilmektedir:

Azrail (as.) Cenab-ı Hakk'a, "Ruhların kabzedilmesi vazifemden dolayı senin kulların benden şikayet edecekler, benden küsecekler." demiş, Cenab-ı Hak' da hikmetinin lisanı ile demiş ki: "Seninle kullarımın arasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım, tâ ki şikayetler onlara gidip, senden küsmesinler." (3)

Aynen bunun gibi Azrail Aleyhisselam kendiside bir perdedir. Ta ki, ölümün hakiki yüzünü göremeyen insanların haksız şikayetleri Cenab-ı Allah'a gitmesin. Çünkü ölümün hakiki güzel, rahmet yüzünü herkes göremez. Ölümü bir yokluk, hiçlik gibi düşünebilir. Bu nedenle Cenab-ı Allah ölümle, Azrail (as) arasına hastalıkları ve müsibetleri koyduğu gibi, insanların haksiz itirazları ve şikayetleri Cenab-ı Allah'a gitmesin diye de Azrail Aleyhisselamı ölüme bir perde etmiştir. Ancak ifade ettiğimiz gibi Azrail Aleyhisselam da, diğer müsibet ve hastalıklar da sadece bir sebep olarak kalmaktadır.(4)

Azrail Aleyhisselama bu vazifesinden dolayı kızmak ve hakaret etmek imani noktadan ciddi tehlikeler taşır ve mü'mine yakışmaz. İmanın bir tek rüknüne inanmamak insanı dinden uzaklaştırdığı gibi, Cenab-ı Allah' ın ölüme bir sebep olarak vazifelendirdiği Azrail Aleyhisselamı sevmemek, kızmak, hakaret etmek de insanı günahkar yapar. Aynen bunun gibi dünyanın sonu olan kıyametin kopmasında sura ilk üfleyecek olan Hz. İsrafil (as)’dır. Ancak bu sûra üfleme kıyametin kopmasının başlamasına sadece bir sebeptir. Şimdi, İsrafil Aleyhisselamın bu vazifesinden dolayı kıyameti neden kopardın deyip de onu suçlamak da ciddi bir hatadır. Çünkü netice de fiil yine Allah' ın fiilidir. İsrafil Aleyhisselam sadece bir sebep olarak kalmaktadır.

Azrail Aleyhisselam bizim en değerli varlığımız olan ruhumuzun muhafazasından sorumludur. Bizim için kıymetli olan eşyalarımızın muhafaza edilmesi nasıl önemli ise Azrail Aleyhisselam' ın vazifesi de ondan çok daha fazla önemlidir.

Şuâlar’da bu konuya açıklık getirirken Bediüzzaman der ki:

“Bir gün bir duada, ‘Yâ Rabbi! Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin (insanların) şerlerinden muhafaza eyle!’ mealindeki duayı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit, gayet tatlı ve tesellidâr (teselli veren) ve sevimli bir halet hissettim, ‘Elhamdülillâh’ dedim, Azrail’i cidden sevmeye başladım."

"Çünkü insanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu zâyi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslimin derin bir sevinç verdiğini kat’î hissettim."


Yani hiç kimseye emanet edemeyeceğimiz, teslim etmeye yanaşmadığımız ve devamlı üzerinde titrediğimiz ruhumuzu bir melek olan Hz. Azrail (as) gibi Allah’ın çok emin ve güvenilir bir elçisinden başkasına teslim edemeyiz.

Ölüm vakti gelmediği, eceli sona ermediği için ölmeyenlerin “Azrail’i atlattı”, “Azrail’e çelme taktı” gibi sözlerin hiçbir anlamı ve kıymeti yoktur. Bu sözler çok yanlış ve gereksiz sözlerdir.

Azrail (as)’ın gelip de geri döndüğü, üstlendiği görevi yapmadan çekip gittiği hiçbir zaman vaki değildir ve olmamıştır.

Allah’a en yakın ve Allah’ın birer elçisi olan peygamberler de bile böyle bir istisna söz konusu değildir.

Peygamberimiz (as) son anlarını yaşıyordu. Bu esnada Hz. Cebrail (as), Azrail (as) ile birlikte geldi. Efendimiz (asv)'in halini hatırını sordu; sonra da:
“Ölüm meleği içeri girmek için izninizi ister” dedi.

Peygamberimiz (asv) müsaade edince Azrail (as) içeri girdi, Efendimiz (asv)'in önüne oturdu.
“Ey Allah’ın Resulü! Yüce Allah, senin her emrine itaat etmemi bana emretti. İstersen ruhunu alacağım, istersen sana bırakacağım.”

Peygamberimiz (asv), Hz. Cebrail (as)’e baktı. O da:
“Ey Allah’ın Resulü, Melei Âlâ sizi beklemektedir.” dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz (asv):
“Ya Azrail gel, görevini yerine getir.” dedi ve ruhunu teslim etti.(5)

Demek ki, Azrail (as) görevi aldığı anda, karşısındaki Allah’ın en çok sevdiği ve en mükemmel insan olan Peygamberimiz (asv) bile olsa geri dönmüyor. Oysa Yüce Allah, kararı Peygamberimiz (asv)'e bırakmıştı.

Peygamberler için böyle bir şey söz konusu değilse, başka birisi için olması mümkün mü?

Âyetin ifadesiyle, “Onların ecelleri geldiğinde, onu ne bir an geri bırakabilirler, ne de öne alabilirler.” (6)

Çünkü ölüm tesadüfe bağlı bir olay değil, kendiliğinden gerçekleşen bir mesele hiç değildir. Onun vaktini, zamanını doğrudan doğruya Allah belirler. Çünkü hayatı da O vermiştir, ölümü de O verecektir. O’nun bir ismi “Hayy”dir, hayatı verendir. Bir ismi de “Mümît”, ölümü yaratandır.

Bu zamana kadar hiçbir kimse ölümden yakasını kurtaramamış, ölümden kaçamamış ve ölümü yenememiştir; dünyada alacağı nefesi tükenince o büyük hakikate teslim olmuştur.

Ayrıca ölüm bir yokluk, bir hiçlik, bir kayboluş değil ki, ondan korkalım ve ürkelim… Her şeyden önce ölüm çok çirkin, çok kötü, çok korkunç ve dehşetli bir olay da değildir. Ölüm, bir geçiştir, fani hayattan sonsuz hayata bir geçiş... Sonsuz yaşamak isteyen herkesin aralaması gereken bir tül perdedir. Yaratılışı gereği sonsuzluğu, ebediyeti ve ölümsüzlüğü isteyen her insanın içinde var olan bir olgudur.

Ama ölüm ne zaman, nerede, kaç yaşında?.. Bu konuda hiç kimsenin bilgisi yok. Böyle bir bilgi kimseye verilmemiş. Hâdise, ölümü yaratan tarafından gizli tutulmuştur.

Çünkü ölüm, her yaşta, her başta, her an ve her zaman yüz yüze gelebileceğimiz bir gerçektir. Hatta hayattan daha açık ve büyük bir gerçektir.

Cahit Sıtkı’nın dediği gibi,
“Kim bilir, nerede, nasıl, kaç yaşında? / Bir namazlık saltanatın olacak, / “Taht misâli o mûsâlla taşında.”

Necip Fazıl da der ki:
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber... / “Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?”

Ölüm bir yok oluş, bir hiçlik, bir kayboluş, bir bitiş ve tükeniş değil. Bir daha dönmemek üzere ayrılık, hiçbir şekilde buluşmamak ve görüşmemek üzere bir gidiş ve çıkış hiç değildir. Ölüm ötesine inanan bir insan için ölüm, yeni ve taze, bâki ve ebedi bir âleme varıştır.

“O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner, / Azrail’e ‘Hoş geldin’ diyebilmekte hüner.”

Dipnotlar:
(1) Tahrim, 66:6
(2) Secde, 32:11
(3) Tefsir Ed-Dürr-ül Mensur - Suyutî 5/173- 174; Tefsir-i Ruh-ul Beyan İsmail Hakkı Burusevî 7/114
(4) Şualar, 11. Şua, 11. Mes'ele, Bediüzzaman Said Nursi
(5) Tabakât, 2:259.; ibn-i Kesîr, Sîre, 4:550.
(6) Nahl, 16:61

9 Melek, cin ve şeytanların temessülü (görünür hâle gelmesi) hakkında bilgi verir misiniz?

Suyun buharlaşması, katı maddelerin gaz, sıvı ve buhar hâline dönüşmesi, atomun parçalanıp enerji dalgaları ve kuantlar hâline gelmesi, yıldızların kara delikler hâlinde ortaya çıkmaları gibi, şu görülen alemden görülmeyene doğru bir faaliyet, bir akış ve bir hamle mevcuttur. Bu ilahi icraatı tersine düşündüğümüzde ise, görülmeyenden görülene ve bilinmezden de madde olarak müşahede edilir hâle gelmeye doğru bir akışın varlığını gözlemek mümkündür.

İşte, görünmeyen varlıklar olan melek, cin ve ruhaniler de her ne kadar kendilerine has yapılarıyla bu alemde görülmeseler bile, bu aleme has vasıtaları kullanıp, kılıf ve elbise giyerek görünebilirler. Meleklerin ve cinlerin bu şekilde görünmelerine “temessül” diyoruz. Kur’an-ı Kerim, temessülü anlatırken şöyle der:

“... Melek, (Hz. Meryem’e) tastamam bir insan şeklinde temessül etti.”(Meryem, 19/17) 

Efendimiz (s.a.v)’e vahiy getiren melek, bazen kendine has keyfiyetle, bazen bir muharip şeklinde, bazen de daha başka suretlerde geliyordu. Beni Kureyza üzerine yürüneceği zaman Cebrail (a.s), tozu toprağı üstünde bir muharip suretinde gelmiş ve

“Ya Rasülallah, siz zırhlarınızı çıkardınız, fakat biz melekler taifesi çıkarmadık.”

demişti. Yine aynı melek, bazı zaman oluyordu ki, Dıhye (r.a) suretinde geliyor, bazı zaman da dini talim etmek maksadıyla üzerinde hiç de yolculuk emaresi taşımayan bir misafir kıyafetinde geliyor ve “İman, İhsan, İslam nedir?” şeklinde sualler sorup, verilen cevapları “Doğru!..” diye tasdik edip gidiyordu...

İmam Şiblî, cinlerin ve şeytanların kendi kendilerine şekil değiştiremeyeceklerini, buna güç ve kuvvetlerinin olmadığını, fakat Allah’ın kendilerine öğrettiği kelime ve isimlerden âdeta şifre vazifesi yapan birini söylediklerinde, Allah’ın onları bir şekilden diğer şekle, bir hâlden başka bir hâle soktuğunu belirtir. Cinler ve şeytanlar, kendi kabiliyet ve iradeleriyle bu tebdil-i kıyafeti (transformasyon) yapamazlar; yapmaya kalkıştıklarında, bünyeleri parça parça olur ve hayatiyetlerini kaybederler.

10 Kiramen katibin melekleri helaya (tuvalete) giderken ve cinsî yakınlık esnasında insandan ayrılırlar. Bu esnada işlene günahları nasıl yazarlar?

Melekler "irade" sıfatından gelen, "tekvini şeriat" olarak bilinen ve kâinatta işleyen Cenab-ı Hakk'ın icraatlarının hamelesi ve mümessilleridir. Hakiki irade ve tesir sahibi Kudret-i İlâhiyenin emirlerine tâbi olarak çalışır, iş görürler.

Kur'ân-ı Kerim'in bazı âyetlerinde bu meleklerin bu kısmından bahsedilir. Meselâ Ra'd Sûresinin 11. âyetinde meâlen;

"Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçi bekçiler vardır."

buyurulur ki, bu âyetin tefsirinde şöyle denilmektedir:

İnsanın yanından hiç ayrılmayan sekiz tane vazifeli melek vardır. Bunların dördü gündüz, dördü de gece vazife görürler. Bu dört melekten ikisi hafaza meleği, diğer ikisi de kirâmen kâtibindir. Hafaza melekleri insanı korumakla görevlidir, diğer ikisi de insanın sevap ve günahlarını yazar.

Hafaza melekleri hakkında meşhur Müfessir İmam Mücahid şöyle der:

"Allah'ın insanı korumakla vazifeli melekleri vardır. Bunlar insanı uykuda ve uyanıkken, cin, insan ve diğer mahlukların şerrinden korurlar."

Bu melekler her zaman insanla beraberdirler. Ancak bazı anlarda ayrılırlar, geride dururlar. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm) bu hususu şöyle ifade ederler:

"Sizinle beraber bulunan ve hiç ayrılmayan melekler vardır. Bunlar ancak helaya giderken ve cinsî yakınlık esnasında ayrılırlar. Öyle ise onlara karşı hayalı davranın ve hürmette bulunun." (Muhtasar İbni Kesîr, 2: 273.)

İnfitar Sûresinde ise "kirâmen kâtibin" meleklerinden şu şekilde bahsedilir:

"Üzerinizde işlediklerinizi hıfzedip kaydeden melekler vardır. Onlar mükerrem yazıcılardır. Az çok ne yaparsanız bilirler."(İnfitar, 82/10-12).

Bunların nasıl çalıştıklarını bir hadis-i şeriften öğreniyoruz. Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:

"İşlediklerinizi kaydeden melekler her gün Allah'ın huzuruna çıkarlar. Yazdıktan, sayfanın ön yüzündedir. Arka tarafında da kulun ettiği istiğfarlar vardır. Cenab-ı Hak meleklerine bu sayfada bulunan günahların hepsini affettim, buyurur." (Rûhü’l-Meânî, 30: 65.)

Bunun için işlenen bir günah ve hatanın peşine istiğfarı yetiştirmek çok büyük ehemmiyet arz etmektedir. Bu âyetlerin tefsirinde ise Âlûsî şu izahları yapar:

"Yazıcı meleklerin sevapları kaydedeni insanın sağ omuzu üzerinde, günahları yazan da sol omuzunda yer alır. Sağdaki soldakinden emindir."

Yani kul günah işleyip aradan altı saat geçtiği halde tövbe istiğfar etmezse günahları yazmasına müsaade eder. Bunlar ancak insandan helaya giderken ve cinsî yakınlık esnasında ayrılırlar. Ancak bu meleklerin insandan ayrı kalmaları o anda insanın işlediklerini bilip kaydetmesine mâni olmaz. Cenab-ı Hak kulun içinden geçenleri bilip hissedecek bir işareti melekler için yaratır. Onlar ölünceye kadar kuldan ayrılmazlar. Öldükten sonra da kabrinin başında dururlar. Onun için kıyamete kadar tesbih, tehlil, tekbir getirirler ve sevaplarını yazarlar. Demek ki, meleklerin belli zamanlarda insandan ayrı kalmaları onların günah ve sevaplarını yazmaya mâni olmamaktadır.

11 Melekler neyden yaratılmıştır? Dört büyük melek hakkında bilgi verir misiniz? Allah (cc) katında en üstün kimlerdir; melekler mi insanlar mı cinler mi, yoksa başka varlıklar mı?

İnsanlar ve cinler mükellef sahibi varlıklardır. Kendilerine verilen cüz-i irade ile melekleri bile geçebilirken, hayvandan da daha aşağı bir duruma düşebilirler. Peygamberler, sahabeler ve veli zatlar melekleri dahi geride bıakacak bir dereceye yükselirken, Ebu Cehil gibi insanlar hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşmüşlerdir. Cinlerde de bu durum böyledir. Onların kafirleri şeytanlaşırken inanaları ise melekleri dahi geçmektedir.

Bu ölçülere göre "Allah katında insanlar veya melekler daha üstündür." gibi bir ifade kullanamayız. Üstünlük Allah'a olan kulluk derecesine göre değişmektedir.

Meleklerin makamı sabittir; Allah'a isyan etme özellikleri yoktur.

İlave bilgi için tıklayınız:

MELEKLERE İMAN

CEBRÂİL (AS).

AZRÂİL (AS)

İSRÂFİL (AS)

MİKÂİL (AS)

12 Melekler niçin yaratılmıştır?

Cevap: 1

Melek denilince aklımıza bir tür gelmemelidir. Hayvanlar ve bitkiler aleminin nasıl çeşitleri vardır. Bunun gibi melek cinsinin de çeşitleri vardır. Örneğin bir yağmur damlasına müekkel olan melek, arşa müekkel olan melek cinsinden değildir.

Bir kısım melekler, insanların amellerini yazmakla vazifelidirler. Bu hakikate işaret eden bazı ayetlerde şöyle denilmektedir:

"And olsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz; çünkü biz ona şahdamarından daha yakınız. Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek, onun sözlerini ve işlerini) kaydetmektedirler." (Kaf, 50/16 ve 17; Ayrıca bk. Zuhruf, 43/80; Ra'd, 13/11)

Bu ve benzeri ayetlerde, insnaın Allah tarafından yaratıldığı, içinden geçen her şeyin Allah tarafından bilindiği ve Cenab-ı Hakk'ın insana şah damarından daha yakın olduğu anlatılmakta, daha sonra da melekler tarafından insanın her halinin kaydedildiği dile getirilmektedir ki, ayetin mes'eleye bu şekildeki yaklaşımı, belli manalara ve bilhasa "tevhid" şuuruna dikkat çekmektedir. Yani "Melekler Cenab-ı Hakk'ın yardımcıları değildirler. Onlar sadece yaratma hadisesinin şahitleri ve nezâretçileridirler. Başkalarının olmadığı gibi meleklerin de yaratmaya müdahaleleri yoktur." denilmektedir.

İkincisi: "Biz ona şah damarından daha yakınız." ifadesi ile yine bize, aynı manayı ihtar ediyor. Şöyle ki: Cenab-ı Hak insana şah damarından daha yakındır. Yani daha insan kendisinden habersiz ve vücudunda olabilecek hadiseler henüz vuku bulmamışken, Allah (c.c.) ona, ondan daha yakın; ilmiyle her şeyi bilmekte ve her şeyden haberdar bulunmaktadır. Ayrıca, madem ki Cenab-ı Hakk insana şah damarından daha yakındır; öyle ise insandaki tasarruflarında onun hiçbir vesile ve vasıtaya ihtiyacı yoktur. Meleklere gelince, onlar sadece ilâhi icraatın alkışçıları ve nezâretçileri durumundadırlar.

Cevap: 2

Melekler insanlar ve cinler gibi Allah’a (c.c) ibadet ve onu (c.c) tesbih etmek için yaratılmışlardır. Ve aynı zamanda melekler şuur sahibi olduklarından, Allah’ın (c.c) kâinat kitabındaki isimlerini okuyup tefekkür edip düşünürler.

Kâinatın yaratılışındaki amaç “ibadet”tir. Övgü, şükür, minnet duymak, kısaca “hamd” etmek ibadetin öz bir şeklidir. “Hamd”in en meşhur manası, Allah’ı (c.c) şanına yakışır şekilde anıp, tesbih etmektir.

Allah (c.c)  kâinattaki yaratmış olduğu her şeyle kendini tanıttırmak ve sevdirmek istiyor. Elbette Allah’ın kendisini tanıttırmak ve sevdirmek istemesine karşılık şuurlu ve bilinçli bir kulluk gerekir.

İnsanlar ve cinlerin ise kâinatın her tarafındaki muhteşem eserlerin tamamını görmeye imkânları yeterli gelmez. Fakat melekler kâinatın her yerinde bulunabilirler. Tüm harika eserleri görüp tefekkür edebilir Allah'ın isimlerini seyredebilirler. Böylece kendilerine has tesbihleri ile Allah’a (c.c) ibadet ederler.

Gökyüzündeki milyarlarca gezegenden biri olan küçücük Yerküresine dikkatle bakıldığında görülüyor ki magma denilen çekirdeğinde çok yüksek derecelerdeki sıcaklığı saklıyor. Yüzeyindeki yedi kıtası ve dev okyanuslarıyla muhteşem görünüyor. Kıtaları ise dağlarla, vadilerle, nehirlerle, bahçelerle süslenmiş. O  bahçeler insanın yüzüne gülümseyen türlü renklerde, şekillerde ve kokularda olan çiçeklerle donatılmış.

Şimdi gözlerimizi gökyüzüne çevirelim. Yıldızlar, gezegenler dünyamızdan çok daha süslü ve muhteşem bir görüntü çiziyor. İnci taneleri gibi dizilmiş bu yıldızları insanlar Hz. Âdem (as)’den beri inceledikleri halde muhteşem donanımlarının ve vazifelerinin acaba kaçta kaçını anlayabilmişlerdir?

Denizlerin dibindeki inci ve mercanların kusursuz sanatını şuursuz balıklar anlayamayacakları gibi, insanların da tüm bu güzelliklere ulaşabilmesi mümkün değildir.

En mükemmel teleskoplarla görülmesi zor olan uzaydaki galaksiler, rengârenk nebulalar, kandil hükmünde olan yıldızlardaki muhteşem sanatlar, Allah'ı zikredecek şuur sahibi varlıkları gerekli kılar. Tüm bu sanatları görüp anlayıp düşünecek takdir edip hayranlığını dile getirecek şuurlu varlıklar ise meleklerdir.

Cevap: 3

“Bir şeyin olmasını murad ettiği zaman, onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” (Yasin, 36/82)

“Allah, Samed’dir (her şey her cihetle ona muhtaç olduğu halde, o hiçbir şeye muhtaç olmayandır)!” (İhlas, 112/2)

•    Yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah, yarattığı hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi meleklerine de muhtaç değildir 

Allah (cc) sonsuz kudret sahibidir. Sonsuz kudreti ile tek başına her varlığı yaratır. Yarattıklarını istediği şekilde idare eder.

•    Meleklerin yaptığı işler, Allah’a yardım değil ona (c.c) olan ibadetleridir.

Meleklerin büyük bir kısmı sadece Allah’ı (cc) tespih etmek ile vazifelidir. Kâinattaki düzeni sağlamakla vazifeli olan “amele” melekleri ise hem tabiat kanunları (âdetullah) ile ilgilenir hem de Allah’ı zikretmeye devam ederler.

Amele melekleri zerreden en büyük gezegenlere kadar her varlığın idaresindeki kanunların uygulanmasında bizzat bulunup, hizmet ederler.

Meleklerin bu kanunları uygulamaları, onların ibadetleri hükmündedir. Diledikleri gibi yönetme yetkileri asla yoktur. Meydana gelen her bir durum ve vaziyet Allah’ın (cc) kontrolü altındadır. Her şey Allah’ın yaratması ve düzenlemesi iledir.

•    Melekler Allah’ın yardımcıları değil, kendisine ait olan mükemmel isim ve sanatlarını görmek için yarattığı hizmetkârlarıdır.

Her güzel güzelliğini görmek ister. Mesela bir sanatkâr eşi benzeri olmayan bir sanat ortaya koyduğunda ondaki güzelliği ilk önce kendisi izlemek ister; ve bundan lezzet alır.

İşte Allah (c.c) hem hayret hem hayranlık uyandıran sanat harikası meleklerini öncelikle kendisi seyreder. Çünkü meleklerdeki yüksek kabiliyet, güzellik ve mükemmellik Allah’a (cc) ait olup sahip Allah’ın (c.c) isimlerinden akseden parıltılardır.

Allah’ın (c.c), meleklerini çalışırken izlemesi, sanatındaki kendi kudretini, rahmetini, idare ve egemenliğini izlemesi demektir. Allah kendi isimlerinin faaliyetlerini meleklerinde seyreder.

Allah’ın (c.c) , meleklerini idare etmesi, ihtiyaçlarını temin etmesi ve bu şekilde onlara lütuflarda bulunmasından gelen bu lezzetin eşi ve benzeri kesinlikle yoktur. Bu lezzet Allah’ın (c.c) kendi yüce zatına layık “mukaddes bir lezzeti” olup insan bunu tabirden ve idrakten acizdir.

•    Allah meleklerine muhteşem kanunlarını işlettirerek, onları kendi isim ve sıfatlarına hayran bıraktırır.

Kâinat Allah’ın hayret verici ve olağan üstü sanat eserleriyle dolu muhteşem bir sergisidir. Her bir sanatkâr sanatındaki incelik ve güzellikleri anlayacak ve takdir edecek seyircilerin bulunmasını ister.

İnsanlar ve cinler ise bu mükemmel sergideki takdir edilmesi gereken pek çok sanatı görebilmek için yetersizdirler. Bunun için Allah kâinat sergisinde isimlerini ve sıfatlarını seyredip takdir etmesi için yerin merkezinden yedi kat semaya kadar her yerde bulunabilen melekleri yaratmıştır.

Melekler memur oldukları işleri yapmakla birlikte bu işlerde Allah’ın isim ve sıfatlarını hayranlıkla izliyorlar. Ve Allah’ı hamdüsena ile tesbih edip, sanatını ve icraatını takdir ediyorlar.

Mesela gök gürültüsü, Ra’d meleğinin Allah’ın kudretini ilan eden bir tesbihi hükmündedir. Hem görevini hem de tesbihini yapar.

•    Melekler Allah’ın (c.c) izzet ve azametini gösteren perdelerdir.

"İşlerinde akılların hayrette kaldığı o Zat her türlü kusurdan nihayet derecede münezzehtir." (Nevevi)

Allah her işi bizzat kendisi yaptığı halde izzet ve azametine zarar gelmemesi için sebepleri kendisine perde yapmıştır. Çünkü insan yüzeysel bakışı ve dar düşüncesiyle bir takım işleri aslında hiç de basit olmadığı halde basit ve abes görebilir. Ve haşa: “Allah neden böyle küçük işlerle meşgul oluyor?” düşüncesi ile Allah’ın büyüklüğünü idrak edemez.

Hem çok hikmetleri olduğu halde, ilk bakışta çirkin gibi görünen hadiseler vardır. Allah (cc) bu hadiselerde “izzetini” muhafaza için kendisini gizler. Böylece “azameti”nin tenkit edilmesine ve sonsuz “merhameti”nin, merhametsizce eleştirilmesine ve suçlanmasına engel olur.

Çünkü bazı insanlar bu gibi hadiselerin iç yüzündeki güzelliği göremeyip ön yüzündeki çirkinliği Allah’a (cc) -haşa- yakıştıramayarak Allah’ın izzet ve azametini tenkit etmeye kalkarlar. Bundan dolayıdır ki Allah (cc); İzzetine ve azamatine dil uzatılmaması için melekleri ve sebepleri araya perde olarak koymuş böylece insanları bu ağır mesuliyetten kurtarmıştır.

Şu da bilinmelidir ki; melekler Allah’ın (c.c) temiz ve pak perdeleridir. Allah, haksız şikâyetlere maruz kalmamaları için meleklerine de perde olacak sebepler yaratmıştır.

Bir rivayette vardır ki: “Azrail (as) Allah’a (cc) yalvararak demiş ki: “Ruhları teslim alma vazifesinde senin kulların bana küsecekler, benden şikâyet edecekler.”

Allah (c.c) ona cevaben demiş: "Senin vazifene hastalıkları ve musibetleri perde yapacağım. Ta kullarımın şikayetleri onlara gitsin sana gelmesin.”

İşte ölüm geldiğinde nasıl hastalıklar ve musibetler insanlar ile Azrail (as) arasında bir perdedir; Azrail (as) hiç akla gelmez. Aynen öyle de Azrail’in (as)  kendisi de bir perdedir. Ta ki ölümdeki hikmetleri, güzellikleri, faydaları göremeyen insanların haksız isyan ve şikâyetleri Allah’ın (c.c) kusur ve noksandan uzak olan “izzetine” ve “azametine” gitmesin.

“Her kim Allah’a, Allah’ın meleklerine, peygamberlerine, Cebrail ile Mikail’e düşman olursa, iyi bilsin ki Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara, 2/98 )

İlave bilgi için tıklayınız:

Allah her şeyimizi görüp bildiği halde melekler neden amellerimizi yazmaktalar?

13 Hz. İsrafil'in görevi sûra üflemek ise o zamana kadar ne yapacak? Hz. Cebrail Peygamberimiz'den sonra insanlarla görüşmüş mü?

Latif mahlukatın mühim bir kısmı da meleklerdir, “nur”dan yaratılmışlardır. Melekler “imtihan”a tabi olmadıkları için makamları sabittir. Yalnız ilahi emirlere itaat ederler. Daima hayır işler, vazifelerini yaparlar. Verilen emrin dışına asla çıkmazlar. Şerre kabiliyetleri yoktur.

Kainattaki maddi, manevi hemen bütün işlerde memurdurlar. Her varlığın “müekkel” bir melaikesi vardır. Yaptıkları işlerin ehemmiyetine göre dereceleri de birbirinden farklıdır. En büyükleri Hazreti Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail aleyhimüsselamdır. Güneş ve benzeri yıldızların birer müekkel melaikesi olduğu gibi, her bir yağmur tanesinin de birer melaike ile taşındığı hadislerde mervidir.

Daima insanla beraber bulunan melekler vardır. Bunların bir kısmına, insanların sevaplarını ve günahlarını yazan “kiramen katibin” denir. İnsan, tek başına kaldığı zaman bile yalnız değildir, bu meleklerle birliktedir. Bu mübarek arkadaşların varlığını iman ile hisseden adam asla yalnızlık çekmez, onlarla ünsiyet eder.

Bizimle ilgili meleklerden biri de Azrail (as)'dir. Dünya hayatındayken, ölüm anında görebileceğimiz tek melektir o. En kıymetli varlığımız olan ruhumuzu emaneten alır, berzah alemine götürür. O korkulmaya değil, sevilmeye layık emin bir emanetçidir.

Kabir aleminde bizi iki melek karşılar; Münker ve Nekir. Bir kavle göre “Münker ve Nekir” bir taifenin ismidir ki, her adamın kabrine bunlardan ikisi gönderilir. İmana ve ibadete dair sorular sorarlar. Verilecek cevaba göre kabir azabı veya saadeti başlar. Hayatı, iman dairesinde istikametle geçmiş bir insan için, bu iki melek kabirde “nurani birer arkadaş”tırlar. Onu kabrin yalnızlığından ve dehşetinden kurtarır, ferahlandırırlar.

Büyük meleklerden olan Cebrail aleyhisselam ise, Cenab-ı Hakk'ın, kullarına emir ve yasaklarını bildirir; haberler getirir. Güvenilir bir elçidir.

İsrafil aleyhisselam, “ihya” fiilinde görevlidir. Rabbimizin “hayat verme” ile ilgili emir ve iradesini uygular. Özellikle bahar aylarında görülen dirilişte “muhyi” ismine vesile olur. Ölümden sonraki dirilişimizde de yine bu melek vazifelidir.

Mikail aleyhisselam ise, rızıkların yetiştirilmesinde ve dağıtılmasında ilahi emirleri uygulayan bir büyük melektir.

Burada adını andığımız büyük melekler, aynı görevi yapan melek türlerinin reisleri hükmündedirler. Mesela, İsrafil aleyhisselam “diriliş” emrini icra eden meleklerin kumandanıdır. Azrail aleyhisselam, “imate” yani “öldürme” emrini yerine getiren melek taifesinin başıdır...

Cebrail (as) vahiy meleği sıfatı ile insanlara görünmemiştir. Ancak normal bir melek olarak insanlara görünmüştür. Nitekim Hz. Ayşe (ra) Cebrail (as)'ı görmüştür.

14 Allah her şeyi bildiği hâlde, neden amellerimizi melekler yazmakta?

Allah, hiç kimseye muhtaç değildir. Kendisi tek ve yekta olup, Samed'dir. Yani her şey ona muhtaç, fakat o hiç kimseye muhtaç değildir. Bununla beraber, o Hakim'dir. Yarattığı her hadise ve mahluku bir sebebe bağlamıştır. Çünkü, izzet ve azameti böyle ister. Fakat insanların bu sebepleri aşıp, teşekkürü ve medhi kendisine yapmasını ister. Çünkü, tekliği onu gerektirir.

İşte, meyvelerin yaratılmasında ağaç ne ise, sütlerin yaratılmasında inek, balın yapılmasında arının tesiri ne ise, meleklerin vazifelerini ifa ederken tesiri o kadardır. Melekler Allah'ın onları vazifeli kıldığı konuda, Allah'ın büyüklüğünü görüp alkışlamak ve tebrik etmek vazifeleri var. Yoksa, mesela yağmur tanesini indiren meleği de elindeki yağmur tanesini de Allah indirmektedir.

Cenab-ı Allah'ın, insanların her birinin iyi ve kötü bütün işlerini yazmakla görevlendirmiş olduğu iki melek. Bu iki melek Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde anlatılır:

"Muhakkak sizin üzerinizde gözetici (hafız) çok şerefli yazıcılar vardır ki, bunlar yaptığınız amel ve işlerin hepsini bilirler." (İnfitâr, 82/10-12);

"Hatırla ki insanın hem sağında hem solunda oturan ve onun amellerini tesbit etmekte olan iki de (melek) vardır. O bir söz atmaya dursun, mutlaka onun yanında hazır olan gözcü (melek) vardır." (Kâf, 50/17-18).

Allah Teâla, amellerini yazmakla vazifelendirilmiş oldukları kullara şahidlik edecekleri için, yazdıkları defterlerin önemine dikkat çekerek bu şerefli meleklerin dört özelliğini belirtmektedir:

a. Kirâmen kâtibin melekleri, müvekkel oldukları kulun iyi ve kötü bütün amellerini hıfz ederler, unutmazlar. Çünkü unutmakla bir işe dair hüküm sabit olmaz.

b. Bu melekler kerîmdirler. Yani şerefli, doğru ve âdildirler. Çünkü hâin, şerefsiz ve yalancının şehadetiyle hüküm sabit olmaz.

c.  Kâtiptirler. Kulların bütün işlerini yazarlar. Zira, insanın ömrünün başlangıcından sonuna kadar bütün işlerini ezberleyip bilmek mümkün olsa bile, bunları yazmakta daha fazla bir sağlamlık vardır. Yazı ile bir şeye dair şüphe ortadan kalkar ve ilim sağlamlaşır.

d.  Kulların işlerini bilerek yazarlar. Bir işi resim ve yazı ile zaptetmek ilim değildir. İlimde şuurlu olarak idrak etmek şarttır. Şahidlik, şuurlu olarak bilmekle câiz olur. Kirâmen Kâtibîn kıyamet gününde şahitlik ederlerken, kulların yaptıklarını ve bunlara dair ne yazdıklarını gayet iyi bilirler.

Bazı âlimler, Kirâmen Kâtibin meleklerinin şu hadiste bildirilen melekler olduğunu söylemişlerdir:

"Gece bir takım melekler, gündüz bir takım melekler size gelirler. Bunlar, sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelip buluşurlar. Sonra sizinle kalmış bu meleklerden yukarıya çıkanlara, Rableri -onların hallerini en iyi bilen olduğu halde- 'Kullarımı ne halde bıraktınız?' diye sorar. Onlar da namaz kılarlarken bıraktık; namaz kılarlarken kendilerine gittik derler." (Buhârî, Mevakid, 16; Bed'ül-Hakk, 6; Müslim Mesacid 210; Ahmed b. Hanbel, II, 257, 486; Nesâi, Salât, 21).

İnsan, meleklerin iyilik ve kötülüklerini yazdığına ve Allah'ın da her şeyi bildiğine inanınca, günahlardan vazgeçip iyilik yapmaya çalışır. Kişi mahşerde, günahını inkâra yeltenirse, Allah'ın bilmesi, meleklerin şahidliği ve defterlerin elde bulunması onu susturur. Biz bu defterlerin mahiyetini bu dünyada bilemeyiz. Allah'ın bu meleklerini kullarının yanında bulundurup bunlara amellerini yazdırması, O'nun tam adaletinin gereği ve tecellisi ve kıyamet kopunca, kurulacak büyük mahkemenin önemini belirtmek içindir.

Kiramen Katibin meleklerinin tuttuğu defterler mahkeme-i kübrâda sahiplerine verilecektir. Bu konuda Cenab-ı Allah şöyle buyurur:

"Biz her insanın amelini (amel defterini) boynuna doladık. Kıyamet gününde onun için (her bir insan için amelleri yazılmış) bir kitab çıkarınız ki, açılmış olduğu halde o (insan) buna kavuşur; kitabını oku, bugün sana karşı bir hesab görücü olmak bakımından nefsin yeter (denilir)." (İsrâ Suresi, 17/13, 14).

İnsana, "Bu deftere senin işlediğin her şey yazıldı, hiçbir şey eksik bırakılıp unutulmadı." denilir. O gün herkes defterinde yazılanlara vakıf olacaktır. İnsanın yaptıkları, bütün iyi, kötü amelleri boynuna dolanmıştır. Hiçbir kimseye yaptığı amelinin sorumluluğundan kaçış ve kurtuluş yoktur.

15 Hafaza melekleri ile Kiramen Katibin melekleri aynı mıdır?

İnsanların önlerinde, arkalarında adım adım onları takip eden Allah'ın takipçileri, görevlileri vardır. Allah emrinde insanları gözetirler ve şerlerden, kötülüklerden, şeytanlardan onları korurlar.

Bunlar hadisin beyanıyla hafaza melekleridir ki, kulları onlara gelebilecek kötülüklerden muhafaza ederler. Bir de Kiramen Katibîn melekleri vardır. İnsan yaşadığı sürece ne yapmışsa, ne söylemişse, ne yapmayı ve ne söylemeyi niyet edip içinden geçirmişse, tamamını yazıp kaydetmekle görevli meleklerdir. Kaf sûresi de bunu anlatır:

"İnsan hiç bir söz söylemez ki, yanı başında onu zapteden bir melek bulunmasın." (Kaf, 50/18)

İnfitâr suresinde de şöyle buyurulur:

"Muhakkak ki üzerinizde koruyucu melekler vardır. Şerefli yazıcılar her yaptığınızı bilmektedirler."(İnfitâr, 82/10-12)

"İnsanın arkasında ve önünde, Allah'ın emriyle onu koruyan ve yaptıklarınızı kaydeden melekler vardır." (Ra'd, 13/11).

Kâf suresi 17. ayette de "sa­ğında ve solunda" ifadesine yer verilmektedir. Her iki âyeti bir araya getirince, bu meleklerin insanı dört taraftan kuşattığı ortaya çıkacaktır. Önden, arkadan; sağdan, soldan kuşatmak demek her şeyleri ile ilgilenmek demektir.

Sorumuzun "nasıl"ını bu şekilde cevaplandırırken, "niçin"ini de cevaplandırmak için aynı âyetlere gitmemiz gerekiyor.

"Allah'ın emri ile onu koruyan,.." Bu ifadenin yanında bir de "yaptıklarını yazmaktadırlar" (Kâf, 50/17) âyeti, insanın önünde ve arkasında olan meleklerin onu koruduğunu, sağında ve solun­daki meleklerin de yaptıklarını yazmakta olduklarını anlatmaktadır.

Allah'ın emri ile insanı koruyan bu meleklere "muhafaza melekle­ri", yani koruyucu melekler, günah ve sevapları yazan hafaza meleklerine de "Kiramen Katibin" melekleri de denmektedir.

Böylece Yüce Allah melekler ile insanın arasındaki ilişkilerin nasıllığını ve niçinliğini açıklayarak, görünmeyen varlıklarla insanın alaka­sına ışık tutmuştur. Melekler vasıtası ile Yüce Allah insanın etrafında bir güvenlik sistemi oluşturduğunu ve onu çeşitli tehlikelere karşı korutturduğunu gündeme getirmektedir.

16 Ayette, Meleklerin ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler olarak yaratıldığı bildiriliyor. (Fâtır, 35/1) Nurdan yaratılmış varlığın kanatlara ne ihtiyacı olabilir?

“Hamd o Allah'a mahsustur ki, gökleri ve yeri yoktan var etmiş, melekleri de ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılmıştır. O, yarattıkları için neyi dilerse onu arttırır. Muhakkak ki Allah her şeye hakkıyla kadirdir." (Fâtır, 35/1)

Mealini verdiğimiz ayette, kanatların varlığı “elçilik” göreviyle bağlantılı bir şekilde söz konusu edilmiştir. O halde bu kanatların varlığı uçmaktan ziyade meleklerin aynı anda farklı elçilik görevlerine bir işaret olarak algılanmalıdır.

Meleklerin, nuranî mahiyetlerine uygun (yaptıkları iş ve vazifelerine göre) ikişer, üçer, dörder kanatları vardır.

Ancak; gâyb (görülmeyen) âlemden olan, maddî kesafetten soyutlanmış, mahiyeti bilinmeyen melekleri kuşlar gibi kanatlı, maddî varlılar olarak tasavvur etmek, yanlış bir anlayıştır. Çünkü onlar Allah Teâlâ'nın irade ve takdiri ile bizim gözlerimizle görülecek şekilde yaratılmamış, Kur'an-ı Kerim’de ve hadislerde bir konuyla ilgili açık bilgi verilmemiştir.

Sözü edilen kanat, meleğin yaratılış gayesi ve nuranî mahiyeti ile bağdaşan, vazifelerini en süratli bir şekilde yerine getirmelerine delâlet eden manevî bir kanat, bir kuvvet ve iktidar sembolüdür. Bu söz, temsilî ve mecazî bir ifade tarzıdır. Nitekim, din ve dünya ilimlerine sahip olan bir kimseye, mecazen "zül-cenaheyn" iki kanat sahibi dendiği gibi; anaların çocukları için "şefkat ve merhamet kanatları"ndan bahsedilir. Hristiyanlar ise melekleri, bir kuş gibi kanatlı olarak düşünür ve tasvir ederler. Onların İslâm inancından ayrıldıkları bir husus da budur.

Melekler büyüklük, küçüklük bakımından çok farklı türlere sahip bir millettir. Güneşe müekkel bir melek ile yağmur tanesine görevli bir melek elbette çok farklıdır.

Bazı meleklerin şarktan garba / dünyanın doğusundan batısına kadar her yeri kaplayacak kanatlara sahip olması, onların sadece uçmalarını sağlamaya yönelik değil, aynı zamanda Allah’ın yarattığı pek harika bir sanat eseri olarak melekut aleminde arz-ı endam etmeleri içindir.

Bazı rivayetlerin işaretiyle ve intizam-ı alemin hikmetiyle denilebilir ki, gezegenlerden tut ta su damlacıklarına kadar hareket halindeki bazı cisimler bir kısım meleklerin binitleridir. Onlar bunlara Allah’ın izniyle binerler, alem-i şahadeti seyredip gezerler.(Nursi, Sözler, On Beşinci Söz).

Gök, güneş ve yıldızlar kelimeleriyle şahadet aleminde -lisan-ı hâl ile- Allah’ı tespih ettikleri gibi, melekler de melekut aleminde -lisan-ı kal ile- bunları temsil ederek şuurdarane Allah’ı tesbih ederler.(Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Esas).

İşte melekler nurdan oldukları için bütün zerreleriyle bu tesbihatı yaparlar. Kanatların olması onların tesbihatını arttıran bir husustur.

Bir sineğe, bir meyveden bir meyveye; bir serçeye, bir ağaçtan bir ağaca uçmak kanadını veren Allah, meleklere de bir yıldızdan bir yıldıza uçacak kanatları O veriyor. Cismanî kanatlar gibi nuranî kanatlar da -uçmanın bir özelliği olarak- bir hikmet gereğidir.

Bununla beraber, melekler, yeryüzü sakinleri gibi cüz'iyete münhasır değiller. Belli bir mekân onları kaydedemiyor. Bir vakitte dört veya daha ziyade yıldızlarda bulunduğuna ve oralara ilahî emirleri tebliğ etmek için üstlendikleri elçilik görevlerine işaret etmek üzere, “ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler” ifadesine yer verilmiştir.(bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, Dokuzuncu Nükte-i belagat).

17 Ölüm meleğinin adı 'Azrail' Kur'an veya hadislerde geçiyor mu? Azrail ismi ne Kur'an ne de hadislerde geçiyormuş, geçen sadece "melekül mevt"miş!..

Kur’an’da "Azrail" ismi geçmemektedir. Ruhların kabz edilmesi / canların alınması hususu, Kur’an’da değişik ifadelerle dile getirilmiştir:

“Ölümleri anında, ruhları Allah alır.”(Zümer, 39/42).

“De ki: ruhunuzu -sizin için görevlendirilen- ölüm meleği alır.”(Secde, 32/11).

“Kendi nefislerine zulmetmiş oldukları halde meleklerin ruhlarını aldığı kimseler...”(Nisa,4/97).

Bu ayetlerde ruhları alanın Allah, ölüm meleği ve (çoğul olarak) melekler olduğu ifade edilmiştir.

Bunun anlamı şudur: Gerçekte ölümün yaratıcısı Allah’tır. Sebepler dairesinde ölüm işini gerçekleştiren ekibin başı ölüm meleğidir. Diğer bazı melekler ise ölüm meleğinin yardımcılarıdır. (bk. Razî tefsiri, XI/11. Arıca bk. B. S. Nursi, Mektubat, s.351-53).

Fahreddin Razî “Hz. İsrafil ile Hz. Azrail adlı meleklerin varlığı haberlerle sabittir. Ayrıca canları alan meleğin Azrail olduğunu gösteren haberler de vardır.” diyerek, Azrail isminin haber / hadisle sabit olduğunu ifade etmiştir. (Razî Tefsiri, II/162).

Suyutî’nin Ebu’ş-Şeyh’den aktardığı bir hadise göre, kıyamet günü Allah dört büyük meleği isimleriyle çağıracak ve görevlerini yapıp yapmadıklarını soracaktır. Bu arada “Ey Azrail! Gel bakalım, sen görevini nasıl yaptın?”(Suyutî, IV/191-el-mektebe eş-şamile-) diye buyuracaktır. Azrail ismini açıkça anacaktır.

Aynı eserde, Hz. Eşas b. Şuayb’in de ölüm meleğini Azrail olarak adlandırdığı bildirilmektedir. (a.g.e, VII/108; Azrail ismiyle ilgili rivayetler için bk. Ebu’l-Leys Semerkandi, Hakaiku’d-dekaik, s. 507)

Secde Suresinin 32/11. ayetinde müfesirlerin büyük bir kısmı ölüm meleğini Azrail ismiyle anmışlardır. Bütün bu allamelerin dayandıkları bir delil olmasaydı, ölüm meleğini Azrail ismiyle tefsir etmezlerdi.

18 Vahiy meleği Cebrail'den başka melekler de vahiy getirmiş midir? Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e Cebrail (as)'in dışında da İsrafil (as) vahiy getirmiş midir?

Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki, peygamberlere vahiy getiren melek, sadece Cebrail (aleyhisselâm) değildir. Hz. Cebrail’le beraber Hz. Mikail’in, Hz. İsrafil’in ve hatta hiç bilinmedik bir meleğin de peygamberlere vahiy getirmesi söz konusudur. Ancak vahiy, genelde Cibril’le tanınmakta ve “Cibril” denildiğinde de “vahyin emîni bir melek” akla gelmektedir. Evet, Hz. Cebrail vahiyle böylesine bütünleşmiş büyük bir melektir.

Cebrail’in bir diğer misyonu, enbiya–ı izâmı korumaktır. Nitekim Cebrail (aleyhisselâm), Mikail (aleyhisselâm) ile birlikte Bedir’de Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) düşmana karşı korumuşlardır.

İbn-i Cerir, İbn-i Sad ve İmam Kastalani’nin İmam Şabi’den rivayet ettiklerine göre nübüvvetin ilk üç yılında İsrafil’in (as) Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) eğitimiyle görevlendirildiği bildirilmektedir.

Ayrıca İkrâ’ Süresi’ndeki ilk âyetlerin inmesinden sonra vahiy bir müdde kesil­miştir. Vahyin kesilme müddeti hakkındaki rivayetler çeşitlidir. En azı on beş gün, en çoğu üç senedir. Bu arada beraberin de bulunan melek, kendisine teselli vermiştir. Bu melek rivayete göre İsrafil’dir.

Ancak Kur'an vahyi Cebrail aleyhiselam vasıtasyla gelmiştir.

Cebrail’in değişik misyonları olmakla beraber, bu misyonları arasında en önemlisi onun “vahiy meleği” olması ve vahiy getirmesidir. Kur’an–ı Kerim’de bu mübarek melekten bahsedilirken onun Allah’ın her emrine karşı iki büklüm, inkıyad içinde bulunduğu ve makam itibariyle de “emîn” olduğu bildirilmektedir (Tekvîr, 81/21) ki bu, Hz. Cibril’in önemli bir vasfıdır. Cibril–i Emîn, gelecekte tamamen emanetle irtibatlı önemli bir vazifeyi yükleneceğinden, yüklendiği bu vazifeyi tam ve bihakkın eda edeceğinden dolayı bu önemli vasıf bizzat Cenab–ı Hak tarafından ona adeta bir ilk lütuf ve bir avans olarak bahşedilmiştir. Enbiya–ı izâm gibi bir elçi olması itibariyle Cibril–i Emin’in de emin olmasının yanında daha başka sıfatları da vardır. Ama ihtimal ki bu sıfatlar, onun bir melek tabiatı taşıması ve zaten başka türlü olamayacağından dolayı ayrıca zikredilmemiştir. Mesela enbiya–ı izâmın “iffet” sıfatı vardır; ancak melekler zaten şehevânî duygu taşımadıkları için haramlara karşı kapalı sayılırlar; bu açıdan iffet, tabii olarak Hz. Cibril’in önemli bir yanı ve derinliği olmasına rağmen, o iffetle nazara verilmez. Aynı zamanda melekler yalan söylemeyen varlıklardır. Daha doğrusu Hakk’ın mükerrem ibadıdırlar.

Evet onlar, Allah’ın emirlerine kilitlenmiş olduklarından, tabiatları itibariyle yalana kapalıdırlar. Öyle ise sıdk (doğruluk) onların tabiatı demektir. Doğruluk, haddizatında emniyetin bir yanı olduğundan dolayı bu husus emanet içinde de mütalaa edilebilir. Enbiya–ı izâm, insanları tiksindirip kaçıracak yara, bere, hastalık.. vb. gibi kusurlardan mualla, müberra ve mukaddestirler. Cibril de bir melek olduğu için tabiatı daima güzelliklere açıktır ve kendisi için kusur sayılabilecek her türlü durumdan mualla, müberra ve mukaddestir.

Cibril’in tabiatı tek buudlu değildir. İbn Arabî Hazretleri, Cenab–ı Hakk’ın bir kısım isimleri okunduğunda cinlerin halden hale geçip değişik şekil aldıklarını söylemiştir. İhtimal cinler gibi melekler de Allah’ın isimlerinden bazılarını okuduklarında, o isimlere göre değişik şekillerde temessül edebilmektedirler. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahyin kendisine nasıl geldiğini soran Hâris bin Hişam’a vermiş olduğu şu cevap da bu hakikatı ifade etmektedir:

“(Vahiy) Bazen çıngırak sesi gibi gelir ki bana en ağır geleni de budur. Benden o hal zâil olur olmaz (meleğin) bana söylediğini iyice bellemiş olurum. Bazen melek bana bir insan olarak temessül eder. Benimle konuşur. Ben de onun söylediğini tastamam bellemiş olurum...” (Buhari, Bed’ul–vahy, 2)

Nüzul şekilleri farklı farklı olan bu vahyin bir kısmını değişik şekillerde tecelli ederek Cibril–i Emin tebliğ etmiştir. Öyle ise Cibril değişik şekillere girebilme ve her an değişebilme kabiliyetine sahip bir varlıktır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onu asıl keyfiyetiyle sadece iki defa görmüştür ki, bunlardan ilki Mekke’nin doğusunda Ciyad denilen yerde, ikincisi ise Miraç’da Sidretü’l–müntehâ’da vuku bulmuştur. (bk. Tirmizi, Tefsir (Necm) 3274; Buhari, Tefsir (Mâide) 7; Bed’ul–halk, 6; Tevhid, 4; Müslim, İman 287)

Melekler, sınırsız denebilecek kadar buudları olan engin varlıklardır. Onların sahip oldukları bu buudlar genelde “kanat” olarak da ifade edilmiştir. Nitekim Kur’an–ı Kerim’de de melekler “ulî ecnihatin” ifadesiyle tavsif edilerek onların “kanat sahibi” varlıklar oldukları bildirilmiştir. (bk.: Fâtır, 35/1)

Evet, meleklerin kendilerine has derinlikleri vardır. Onlar bu derinlikleri ile değişik temessül keyfiyetlerini haizdirler ve bu hususiyetleri ile onlar bir anda hem Efendimiz’in  (sallallâhu aleyhi ve sellem) huzurunda vazife icrasıyla meşgul, hem Allah’ın azameti karşısında mehâbet ve mehâfetle iki büklüm, hem de bir başka yerde bir mazlum, mağdur ve mahkumuna imdad etmekte ve bir başka yerde de başka birinin kuvve–i maneviyesini yükseltmektedirler.

Melekler, nurânî varlıklar oldukları için temessülleri de nurânîdir ve pek çok aynada bütün hususiyetleri ile birden tecelli edebilirler. Nitekim Üstad Bediüzzaman,

“Nurânî bir şey hadsiz ayineler vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzat bulunabilir ve temessül edebilir.” (Mektubat, s. 351)

sözüyle bu hakikate işaret etmektedir. İşte böylesine engin temessül kabiliyeti olan bir meleğin herhangi bir kusurla vasıflandırılması elbette mümkün değildir. Dolayısıyla bu yönüyle de ayıp ve kusurlardan müberra olma da meleğin tabiatıdır denebilir.

Tekrar emniyet mevzuuna dönecek olursak; Cibril melek olduğu için zaten emindir ve o, Cenab–ı Hak vahyi kime götürmesini emretmişse ona götürmüştür. Burada bir taraftan Yahudilerden diğer taraftan da Râfizilerden bir kısım insanların Cibril hakkındaki yanlış tarz–ı telakkilerine karşı cevap vardır. Zira Cenab–ı Hak, ona vahyi, ne Yahudilerden herhangi birisine ne de Hz. Ali’ye (radıyallâhu anh) değil İnsanlığın İftihar Tablosu’na götürmesini emretmiştir ve Cibril (aleyhisselam) de O’na (sallallâhu aleyhi ve sellem) götürmüştür.

Belağatta, sözü söyleyen kimsenin cümlenin içinde yer alan hükmü kendisinin de bildiğini muhataba bildirmesine “lazım–ı faide–i haber” denir. Yani o haberde mutlaka gözetilen bir fayda ve maslahat vardır. Dolayısıyla ayet–i kerimede Cibril’in emin olmasının vurgulanması, Cibril’in emin olması mevzuunda şüphe ve tereddüt olduğundan dolayı değildir. Zira Cibril’in emin olduğu zaten malumdur. Kur’an–ı Kerim bu ifadesiyle Yahudiler ve daha sonra zuhur edecek Râfiziler gibi bir kısım kimselerin onunla alakalı münasebetsiz iddialarını önlemek için Cibril’in emniyetini nazara vererek muhtemel inhirafları önlemek istemiştir.

Bütün resuller emindir, çünkü emanet, her peygamberin sıfatıdır. Cebrail de (a.s) Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahyi getirme makamında anıldığından dolayı, o makamda önemli olan emniyet sıfatıyla yadedilmiştir. Mevzuyu bir misalle tavzih edecek olursak; mesela hırsızlık ve yolsuzluk yapması söz konusu bile edilemeyecek bir insanın hırsızlık ve yolsuzluğa müsait olmayan, fakat açık saçık kadınların bulunduğu bir çarşı ve pazarda dolaştığını düşünelim. Bu insanın “nezahetini” ifade için “Bu adam hırsızlık ve yolsuzluk yapan bir insan değildir.” yerine “Bu kişi çok iffetlidir.” denilir. Çünkü o zemin, hırsızlık ve yolsuzluğun yapılmasına müsait değildir. Oralarda dolaşan bu insan, göz, düşünce veya hayal zinası yapabilir ve hatta fiilen o işin içine yuvarlanabilir. Genel atmosfer, hırsızlık ve yolsuzluğa müsait olmadığından dolayı, o kişinin bu yönüyle alakalı herhangi bir şey değil de, onun “afif” olduğu söylenir. Bu insan, sadece iffeti nazara verilip iffeti adına müdafaa edildiği zaman bu, onun diğer güzel vasıflara sahip olmadığı manasına gelmez. Zira o kişinin konumu ve üzerinde durulması gereken husus itibariyle orada onun iffetlli olduğuna dikkat çekilmesi gerekmektedir.

İşte Cibril de söz konusu ayet-i kerimede peygamberlere mesaj getirmesi ve onlara elçilik yapması konumu ile ele alınmaktadır. Öyle ise orada önemli olan mesele, Cibril’in peygamberlere getireceği mesaj mevzuundaki emniyetidir. O, Cenab–ı Hakk’tan aldığı mesajları “emin” olarak getirmiştir ve onun emanete hıyanette bulunması da söz konusu değildir.

İşte böylesine değişik mülahazalarla hem şahsının emin olması, hem de şahsı hakkında “emin değildir” vehmini izale etmesi, ayrıca Yahudi ve Râfizilerin yanlış mülahazaları gibi değişik düşüncelere karşı, vahyi getirmede emniyet yanının hususiyet arz etmesinden dolayı Cibril, Kur’an–ı Kerim’de daha ziyade o yanıyla ele alınmış ve onun emin oluşuna dikkat çekilmiştir.

19 Melekler her bir kar (yağmur) tanesini taşır mı?

Allah hiçbir şeye, hiç ir kimseye muhtaç değildir. Kendisi tek ve yekta olup, sameddir. Yani her şey ona muhtaç, fakat o hiçbir şeye muhtaç değildir.

Bununla beraber, o Hakim'dir. Yarattığı hadiseleri ve varlıkları bir sebebe bağlamıştır. Çünkü, izzet ve azameti böyle ister. Fakat insanların bu sebepleri aşıp, teşekkürü ve medhi kendisine yapmasını ister. Çünkü, tekliği onu gerektirir.

İşte, meyvelerin yaratılmasında ağaç ne ise, sütlerin yaratılmasında inek, balın yapılmasında arının tesiri ne ise, meleklerin vazifelerini ifa ederken tesiri o kadardır.

Meleklerin Allah'ın onları vazifeli kıldığı konuda, Allah'ın büyüklüğünü görüp alkışlamak ve tebrik etmek; Allah'ın yarattığı o varlıktaki sanatını, isimlerinin tecellilerini tefekkür etmek gibi vazifeleri vardır. Yoksa yağmur ve kar tanesini indiren melek değildir. O yağmur tanesine müekkel olan melek, o tanedeki sanatı temaşa ve tefekkür etmekle; onun kendine özel yaptığı ibadetleri, zikirleri ve tesbihleri, şuurlu olarak Allah'a takdim etmekle görevlidir.

Zaten meleği de kar ve yağmur tanesini de yaratan ve yere indiren Allah'tır.

20 Her insan bir koruyucu meleği vardır. Peki, daima kötülük yapan veya Allah'a inanmayan insanların da koruma meleği var mıdır?

- “O insanın önünde ve ardında devamlı olarak nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar.”(Rad, 13/11) mealindeki ayetten, söz konusu olan koruyucu meleklerin bu görevi, bütün insanlar için geçerli olduğu anlaşılmaktadır.

- Ayette “koruyucu melekler” olarak tercüme edilebilen “muakkıbat” kelimesi, izleyenler, takip edenler anlamına gelir. Tefsircilerin beyan ettiklerine göre, ayette geçen “korurlar” manasına gelen “Yahfezun” fiilinin işaret ettiği “hıfz/muhafaza” kavramı iki anlama gelir:

Birincisi, insanların yaptığı işleri denetlemek, kontrol etmektir. Bu mana, “Üzerinizde hafîz/denetleyiciler vardır.”(İnfitar, 82/10) mealindeki ayetin manasıyla örtüşmektedir

İkincisi, insanları tehlikelerden korumak, kollamaktır. Bu koruyup kollama işi, Allah’ın kullarına yaptığı büyük bir lütuftur. Yoksa insanın, -bir mikroptan bir depreme kadar, semavî ve arazî musibet ve tehlikeler gibi çepeçevre kendisini saran kötülüklerden korunması asla mümkün olmayacaktı. “Allah kullarına büyük lütuf sahibidir.”(Şura, 42/19) mealindeki ayetle örtüşmektedir.(bk. Taberî; Razî, İbn Kesir;  İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).

- Bu açıklamaların ışığında, özet olarak diyebiliriz ki; -kâfir olsun, mümin olsun, fâsık olsun, sâlih olsun- her insanı takip edip izleyen muhafız melekler vardır. Bunlardan bazıları, insanın amellerini/ söylediklerini, işlediklerini kontrol edip yazarlar. Diğer bir kısmı ise, onları her türlü kötülükten korurlar. Yani; Allah’ın Kader kanunuyla programladığı ve Kaza kanunuyla kâinat çapında uygulamaya koyduğu icraatlardan olumsuz etkilenmemeleri için, Ata kanunuyla insanları koruma altına almış ve onlara koruyucu melekler tayin etmiştir.

Şayet bu özel koruma işi olmasaydı, insanın cinî, insî şeytanların şerrinden, semavî, arazî musibetlerden, insanın iç bünyesinde ve dış dünyasında kümeleşmiş milyarlarca mikroplardan, virüslerden, parazitlerden sakınması hiç mümkün olur muydu? Şüphesiz bu korumalar Allah’ın emriyle ve onun izniyle olmaktadır. Kuşeyrî’nin ifadesiyle; söz konusu melekler, insanları Allah’ın emriyle Allah’ın emrinden (Kâinatta cari olan genel kanunlar çerçevesinde cereyan eden emirlerinden/işlerinden/icraatlarından) korurlar.(bk. Kuşeyrî, ilgili ayetin tefsiri).

Allah, insanın başına bir musibet getirmek istediğin de ise, artık ondan kurtuluş yoktur. O anda Ata kanununu işletmez, korumalarını geri çeker ve kaza hükmünü gerçekleştirir. Söz konusu ayetin şu  son cümlesinde bu gerçeğe şöyle vurgu yapılmıştır:

“Allah bir toplum için bir kötülük irade buyurdu mu, artık onu geri çevirecek bir kuvvet yoktur. Artık Allah’ın dışında onları himaye edecek kimse olamaz.” (Rad, 13/11)

İlave bilgi için tıklayınız:

Bir insanın başında görevlendirilmiş kaç melek vardır?

21 Kıyamet kopup ahiret alemleri kurulduğunda, melekler yeniden mi yaratılacaktır; yeniden yaratıldıklarında görevleri ne olacaktır? Kıyametten sonra dört büyük meleğin görevleri ne olacaktır?..

Bu dünyada yaratılan insanlar ve diğer mahlukat, ahirette yeniden yaratılacağı gibi melekler de ahirette yeniden yaratılacaktır.

Meleklerin özel görevleri olduğu gibi, her zaman yaptıkları zikir ve tesbihleri vardır. Bu nedenle Hz. Cebrail (as) her zaman azametli haliyle Allah'ı zikrediyor, tesbih ediyor.

Hem meleklerin tek bir görevi yoktur. Cebrail (as)'ın peygamberlere vahiy getirmesi, görevlerinden yalnızca birisidir. Melekler aynı anda birden çok iş yapabilirler. Bu konuyu Bediüzzaman Hazretleri şöyle açıklıyor:

"Hem nasılki şu kesafetli, karanlıklı, dar dünyada güneşin pek çok âyinelerde bir anda aynen bulunması gibi, öyle de: Nurani bir zât, bir anda çok yerlerde aynen bulunması meselâ, Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm bin yıldızda bir anda hem Arş'ta, hem huzur-u Nebevîde, hem huzur-u İlahîde bir vakitte bulunması; hem Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haşirde bir anda ekser etkıya-ı ümmetiyle görüşmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezahür etmesi ve evliyanın bir nevi garibi olan ebdalların bir vakitte çok yerlerde görünmesi ve avamın rü'yada bazan bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşahede etmesi ve herkesin kalb, ruh, hayal cihetiyle bir anda pekçok yerlerle temas edip alâkadarane bulunması, malûm ve meşhud olduğundan.. elbette nuranî, kayıdsız, geniş ve ebedî olan Cennet'te, cisimleri ruh kuvvetinde ve hıffetinde ve hayal sür'atinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüzbin yerlerde bulunup yüzbin hurilerle sohbet ederek yüzbin tarzda zevk almak; o ebedî Cennet'e, o nihayetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sadık'ın (A.S.M.) haber verdiği gibi hak ve hakikattır. Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatlar tartılmaz."(bk. Sözler, Yirmi sekizinci Söz)

Ahirette de yaratılan meleklerin bazı görevleri bitse de diğerleri devam etmektedir. Mesela Cebrail (as)'ın vahiy getirme görevi ve Azrail (as)'ın insanların ruhunu alma görevi ahirette bitmiş olsa bile Allah'a ibadet etme, ebedi alemde ebedi olarak yaratılan Allah'ın mahluklarını temaşa edip onları tefekkür etme ve Allah'ın azametini mütalaa etme vazifeleri devam edecektir.

22 MELEKLERE İMAN

Melek; erkeklik ve dişilik özelliği olmayan, yemeyen, içmeyen, evlenmeyen, doğmayan, doğurmayan, normal gözle görülmeyen, Allah'ın emirlerine itaat eden yaratıklardır.

"Melek" kelimesi, yetkili dilcilere göre Arapça bir kelime olup, "elûk" veya "elûke" kökünden gelir. Elûk; götüren, elûke de: haber götüren manasınadır.

"ELK" aslında "elçilik" demektir. Müfredi (tekili), "mefal" vezninde "melek" ise de bilâhare hemze (´) "lâm"dan sonraya alınarak "mel´ek" olmuş, daha sonra hemze de düşerek kelime "melek" hâline gelmiştir. Bu gibi değişikliklere Arapça'da çok rastlanır.

Müfessir İbn Hayyâm ve dilcilerden Rağib el-İsfahânî, melek kelimesinin, "kuvvet ve iktidar sahibi" anlamına gelen "melk" veya "mülk" kökünden türetildiği görüşündedirler. Dolayısıyla melek kelimesi lügat bakımından; haberci, elçi, kuvvet ve iktidar sahibi, tedbir ve tasarruf manalarına gelmektedir.

İslâm dininde ise; melek denince, akla önce, peygamberlere gönderilen ilâhî elçiler; sonra, insanlar ve kâinat üzerinde Allah (c.c.) namına tasarrufta bulunan ve O'nun emirlerini ve verdiği vazifeleri aynen yerine getiren kudret sahibi manevî varlıklar gelmektedir.

İngiliz müsteşriklerinden D. B. Macdonald, melek kelimesinin İbranîce'den Arapça'ya geçmiş olabileceği düşüncesine kapılmış ise de daha sonraki araştırmalarında İbranice'nin çok eski kitabelerinde böyle "bir fiilin hiçbir izine rastlanmadığını" itiraf etmiştir. (Macdonald Melek mad. İA., Fazla bilgi için bk. "İbni-Manzur Lisânül-Arap, XII, 386-387; Râğib el-Müfredât s. 49; M. Hamdi Yazır Hak Dini Kur'an Dili, I, 301-303).

Meleklerin hakikatı, cinsleri, sıfat ve özellikleri hakkında bazı farklı görüşler varsa da; Ehl-i sünnet âlimlerinin Kitap ve Sünnete dayanan ortak görüşleri icmalî olarak şöyledir: Melekler; Allah Teâlâ'ya ibadet ve taatle meşgul olan ruhanî, nuranî, lâtif varlıklardır. Allah'ın kendilerine verdiği her emri derhal ve aynen yerine getirirler ve asla itaatsizlik etmezler (Tahrîm, 66/6) Melekler, "emanet" sıfatıyla muttasıfdırlar.

Kur'ân-ı Kerim'in birçok ayetlerinde meleklerin, kâinattaki bütün varlıklar gibi bağımsız olarak yaratılan, fakat insanlara ve diğer canlı ve maddî yaratıklara mahsus olan yeme, içme, uyuma ve evlenme gibi sıfatlardan; erkeklik ve dişilik gibi cinsiyetten ve her çeşit günah işlemekten uzak, daima Allah'ı tenzih ve tesbih eden nuranî lâtif varlıklar olduğu bildirilmiştir. Bu özellikleri sebebiyle, Cenab-ı Hak tarafından kendilerine verilen her türlü işleri yapmaya, en kısa zamanda en uzak yerlere süratle gitmeye, diledikleri şekil ve surette görülmeye muktedir olan, Hak Teâla'nın mükerrem kulları, şerefli ve kutsal yaratıklarıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur:

"Belki onlar, Allah'ın şerefli kullarıdır. Onlar Allah'ın sözünden önce söz söylemezler ve O'nun emrettiklerini (hemen) yaparlar." (Enbiya, 21/26-27);

"Onlar, Allah'ın emirlerine (isyan edip) karşı gelmezler ve emrolundukları şeyleri (aynen) yaparlar." (Tahrim, 66/6);

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O'nun katındakiler O'na ibadet etmekte (asla) kibir göstermezler ve (asla) yorulmazlar. Gece ve gündüz durmadan (yorulmadan) O'nu tesbih (ve takdis) ederler." (Enbiyâ, 21/19-20).

Şu ayet-i kerîmelerde ise Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Gökleri ve yeri yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, yaratmada dilediğine (dilediğini) artırır. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir." (Fâtır 35/1);

"Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Biz de Ruhumuzu (Cebrail'i) ona gönderdik. (O) ona düzgün bir insan şeklinde göründü." (Meryem, 19/17)

Ayrıca Peygamber (s.a.s), Cibril (a.s)'i insanlardan biri (Ashab'dan Dihyetü'l-Kelbî) suretinde gördüğünü meşhur Cibril hadisinde beyan etmiştir. (Buhârî, İman, 1; Müslim, İman, 1).

Bu ayetlerden ve onları açıklayıp manaca destekleyen pek çok sahih hadislerden, her Müslümanın melekler hakkında, aşağıda sıralanan özelliklerine inanması gerekmektedir:

1. Melekler, Allah Teâlâ'nın yarattığı kullarıdır. Öyle ise onlar, Hak Teâlâ'nın -haşa- kızları, çocukları olmadıkları gibi, asla düşmanları da değildir (Putperest Arap müşriklerin ve eski din mensuplarının melekler hakkındaki sapık inançları hayalî olup batıldır).

2. Melekler, Allah'ın emirlerine harfiyen bağlıdırlar. O'na asla karşı gelmez ve isyan etmezler, herhangi bir yasağını çiğnemezler, günah işlemezler. Çünkü "ismet" ve "emanet" sıfatlarıyla muttasıfdırlar. Bütün meleklerin ortak özelliği; daima Allah'a hamd ve senada bulunmak, O'nu itaat ve ibadetle, tesbih etmektir (Enbiyâ, 21/26-27; Mümin, 40/7).

3. Meleklerin, nuranî mahiyetlerine uygun (yaptıkları iş ve vazifelerine göre) ikişer, üçer, dörder kanatları vardır. Bu husus, Allah kelâmı Kur'an ayetleriyle sabittir. Ancak; gâib (görülmeyen) âlemden olan, maddî kesafetten soyutlanmış, mahiyeti bilinmeyen melekleri kuşlar gibi kanatlı, maddî varlılar olarak tasavvur etmek, yanlış bir anlayıştır. Çünkü onlar Allah Teâlâ'nın irade ve takdiri ile bizim gözlerimizle görülecek şekilde yaratılmamış, Kur'an-ı Kerim'de bir konuda açık bilgi verilmemiştir. Sözü edilen kanat, meleğin yaratılış gayesi ve nuranî mahiyeti ile bağdaşan, vazifelerini en süratli bir şekilde yerine getirmelerine delâlet eden manevî bir kanat, bir kuvvet ve iktidar sembolüdür. Bu söz, temsilî ve mecazî bir ifade tarzıdır. Nitekim, din ve dünya ilimlerine sahip olan bir kimseye, mecazen "zül-cenaheyn" iki kanat sahibi dendiği gibi; anaların çocukları için "şefkat ve merhamet kanatları"ndan bahsedilir. Hristiyanlar ise melekleri, bir kuş gibi kanatlı olarak düşünür ve tasvir ederler. Onların İslâm itikadından ayrıldıkları bir husus da budur.

4. Kur'ân'a ve Sünnete göre melekler, gözle görülmeyen, nurdan (ışıktan) yaratılmış olmalarına rağmen, Cenab-ı Hak onlara, gerektiğinde diledikleri kesif cisimler ve insan şekline girerek görünme gücünü bağışlamıştır. (M. Said Ramazan el-Butî, Kübrâl-Yakîniyyât el-Kevniyye, s. 271-278; A. A. Aydın İslâm İnançları, I, 402-403).

Melekler Neden Görünmezler?

Melekler, nurdan yaratılan, ruhanî ve lâtif varlıklar oldukları için, kendilerine mahsus olan bu mahiyet ve hakikatları onların insan gözüne görünmesine engel teşkil eder. Çünkü, maddî olan insan gözü, melekler gibi nuranî, lâtif ve soyut varlıkları görebilecek şekil ve vasıfda yaratılmamıştır. Ancak Cenab-ı Hak, hidayet rehberi olarak gönderdiği üstün vasıflı insanlar olan peygamberlerine bu kuvveti verdiğinden, yalnız onlar melekleri hakikî hüviyetleri veya Allah'ın dilediği surette görebilirler.

Kur'an-ı Kerim'de insanların topraktan; cinlerin ve şeytanın yalın ateşten yaratıldıkları,

"Cin'i de yalın ateşten yarattık." (Rahman, 55/15)

âyetiyle beyan olunmakta ise de;

"(iblis) Ben ondan (Âdem'den) daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın' dedi." (Sâd, 38/76)

ayetinde görüleceği gibi; meleklerin hangi maddeden yaratıldığı bildirilmemiştir. Ancak Sahih-i Müslim'de Hz. Aişe (r.anha)'dan nakledilen sahih bir hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.s),

"Melekler nurdan, cinler yalın bir ateşten yaratıldı." {Sahih-i Müslim 7/226 (1333 H.)}

buyurmuştur. Bu hadis, meleklerin maddî olmayan nuranî, lâtif varlıklar olduğuna, meleklerle cinlerin iki aynı asıldan gelen iki ayrı varlıklar olduğuna delâlet etmektedir.

Meleklere İman, Her Müslümana Farzdır:

Meleklerin mana ve hakikatı, cinsleri, sıfat ve özellikleri hakkında Ehl-i sünnet alimlerinin Kur'ân-ı Kerim ve Peygamberimiz (s.a.s)'in sahih hadislerine dayanan (ve yukarıda açıklanan) ortak görüşleri, her Müslümanın inanması gereken melek anlayışını ortaya koymaktadır. Vasıfları ve görevleri Kur'ân-ı Kerim'in pek çok âyetlerinde tafsilî olarak anlatılan meleklere iman etmek, İslâm'da iman esaslarından biridir. Bu inanç, İslâm dininin inanç sistemi arasında çok önemli bir yer işgal eder. Çünkü melekler; Rab Teâla'nın insanlara bir lütfu ve keremi sayılan "peygamberlik müessesesi"nin temeli olan Allah'ın "ilâhî vahyini", görülmeyen gayb âleminden, insanlara, onlar arasından seçilen peygamberlere indiren "Allah'ın ilâhî elçileri"dir.

Melekler, yaratılan bu âlemin, göklerde ve yeryüzünde nizam ve intizamını sağlayan Allah'ın ruhanî yaratıkları, insanları koruyan, onlara hayrı ve iyiliği ilham eden, yaptıkları işleri yazan şerefli kâtipler, nuranî yüce varlıklardır.

Bu esasa göre, vahye ve peygamberliğe, hatta ahirete ve gaybiyyât denilen "ahiret ahvali"ne, cennet ve cehenneme inanmak, ancak meleklere iman etmekle mümkün olur. O hâlde peygamberlere ve onlara indirilen semavî kitaplara inanmadan önce, onlara peygamberliği getiren, vahyi ve kitapları indiren "meleklerin varlığına" kesin olarak inanmak lâzımdır. Bu bakımdan, "meleklere iman", "peygamberlere iman" demektir. Melekleri inkâr ise, peygamberliği de inkâr sayılır. İşte bu sebepledir ki, meleklere iman; "iman esasları" arasında "Allah (c.c)'a iman"dan sonra yer almıştır.

Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de; Allah'a imandan sonra meleklerine, daha sonra kitaplarına ve peygamberlerine iman etmek emredilmiştir: Bakara sûresi 285. ayetinde şöyle buyurulur:

 "Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene (Kur'an'a) inandı, mü'minler de inandılar. Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı..."

Esasen diğer iman esaslarına (ahirete, kaza ve kadere) iman etmek de her şeyden önce Allah Teâlâ'ya, sonra O'nun meleklerine inanmakla mümkün olur. Bu bakımdan meleklere iman, Kur'an'da, Allah'a imandan hemen sonra zikrolunmuştur. Bu konuda Resulullah (s.a.s)'den Hz, Ömer (r.a)'ın rivayet ettiği meşhur hadiste, Peygamberimiz (s.a.s), vahiy meleği Cibril (a.s) ile konuşmuş, kendisine "İman nedir?" diye sorduğunda Resulullah (s.a.s), şöyle cevap vermiştir:

"İman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayriyle şerriyle kadere inanmaktır." (Müslim, İman 1; ayrıca Buharî, Ebu Davud, Tirmizî ve Nesaî de benzerlerini rivayet etmişlerdir).

Bu ve benzeri kesin nasslarla sabit olan meleklerin varlığını inkâr eden; Kur'an, Sünnet ve İcma-ı Ümmet ile kâfir olur. Çünkü Hak Teâlâ,

"Kim Allahı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse; o uzak bir sapıklığa düşmüştür." (Nisa, 4/136)

buyurmuştur. Dolayısıyla, melekleri inkâr etmek, hem Kur'an'ı, hem de peygamberliği inkâr sayılır.

O halde gerçek şudur ki; meleklerin varlığı naklen sabit, aklen caizdir. Çünkü, bütün peygamberler meleklerin var olduklarını bildirmişler. Hz. Peygamber (s.a.s)'de onları bizzat görmüş ve var olduklarını haber vermiştir.

Kur'ân-ı Kerim'de meleklerden, onların vasıflarından yaptıkları çeşitli vazifelerden, Allah katındaki yüksek derecelerinden söz eden pekçok âyet vardır. Allah kelâmı olan Kur'an'ın her verdiği haber haktır ve gerçeğin kesin ifadesidir. Peygamberler ise, masumdurlar. İsmet, sıdk, tebliğ ve emanet sıfatları ile muttasıf olduklarından, asla yalan söylemezler.

O hâlde Müslümanlar, Kur'ân ayetleri ve sahih hadislerle kesin olarak sâbit olan, bütün geçmiş peygamberlerin ve semavî dinlerin varlıklarında ittifak ettikleri meleklere iman etmekle mükelleftirler. Bu sebeple, şer'an (Kitap ve Sünnet ile) sabit olan melekleri inkâr etmek, küfrü gerektirir. İnkâr edeni iman ve İslâm dairesinden çıkarır. Bu konuda varid olan muhkem ayetleri ve şer'î delilleri te'vile kalkışmak asla caiz değildir.

Melekler, "gaybiyyât" denilen görülmeyen âlemde mevcut nuranî lâtif varlıklar olduklarından; biz onları göremezsek de var oldukları, dinî naklî delillerle sabit olduğundan, insan aklı da onların varlığını inkâr edemez. Gerçi akıl, melâikenin ne varlığını, ne de yokluğunu kesin delillerle isbat edemez. Fakat, aklı selîm, gözle görülmeyen bu gibi lâtif varlıkların varlığının imkânsız olmadığına, aksine onların da, "vücudu caiz" olan şeylerden olduğuna delâlet eder. Çünkü; meleklerin varlığını inkâr edebilmek için, aklî, felsefî veya ilmî verilere dayanan hiç bir delil ortaya konulamaz. Aksi halde; gözümüzle göremediğimiz ve bu gün ilmin ve felsefenin mahiyet ve hakikatini tesbit edemediği "hayat cevheri"nin, "insan ruhu"nun ve aklımızın da varlığını inkâr etmemiz gerekir. Fakat göremiyoruz veya mahiyetini bilemiyoruz diye; ne ruhu, ne aklı, ne hayat gerçeğini ve ne de görünmeyen, fakat varlığı ilmen bilinen kuvvet ve enerji gibi gerçekleri inkâr edemeyiz.

O hâlde, ruh ve akıl gibi maddî olmayan ve "mücerredât" denilen maddeden soyutlanmış manevî, gaybî varlıklara da inanmaya mecburuz. Bu gibi soyut varlıklar, müşahede (gözlem) ve tecrübeye dayanan müsbet ilmin sınırları dışında kalan fizik ötesi, gaybî, manevî yaratıklardır. Nitekim, özellikle Sokrat ve Eflatun gibi İlâhîyat Felsefesiyle uğraşan ve bir çok eski filozoflar, fizik ötesi ruhanî varlıkların var olduğuna inanmak zorunda kalmışlar ve onlara "misaller âlemi", "ervâhı ulviyye" ve "nüfûz-ı mücerrede" gibi felsefî isimler vermişlerdir. Bugünkü müsbet ilimlerle uğraşan meşhur bilginlerin büyük çoğunluğu, fizik ötesi bir takım kuvvet ve varlıkların bu maddî-kevnî âlemde görülen bazı olayların meydana gelmesine sebeb olduğunu kabul ve itiraf etmektedirler. Bütün bu gerçekler ve ilmî veriler, meleklerin varlığının aklen caiz ve mümkün görüldüğüne kesin olarak delâlet etmektedir.

Özet olarak diyebiliriz ki, melekler de aklımız ve ruhumuz gibi vardır.

Gerçi biz onları göremiyoruz ama, peygamberler görmüşler ve büyük bir melek olan Cebrail (a.s) elçiliği ile Allah Teâlâ'nın vahyine mazhar olmuşlardır. Onlar, vahiy meleği aracılığı ile Allah'ın emir ve yasaklarını alıp, öğrenmişler ve insanlığı hidayete ve saadete yöneltmişlerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de, Peygamberimiz (s.a.s)'e aynı şekilde indirilmiş ve bize meleklerin varlığını haber vermiştir. Onun içindir ki bütün Müslümanlar, Kur'ân-ı Kerim'in ve Peygamber (s.a.s) Efendimizin haber verdiği ve aklın da varlığını inkâr etmediği meleklere inanırlar. Çünkü melekleri inkâr, mukaddes kitapları ve peygamberleri de inkâr etmeyi gerektirir.

Kur'ân-ı Kerim'de geçen pek çok ayetlerde meleklerin çeşitli görevleri belirtilmiş, yaptıkları işlerin önemine ve özelliğine göre aldıkları özel isimler beyan olunmuştur. Yerlerde ve göklerde, Kürsî'de ve Arş etrafında, Beytu'l Ma'mur ve Sidre-i Münteha'da, cennet ve cehennemde sayısız melekler vardır. Bütün meleklerin çok çeşitli olan görevlerine ve yaptıkları işlerin mahiyetine göre tanzim edip bunları yöneten dört büyük melek, meleklerin başları ve amirleridir. Bu görevlerin en başta geleni ve en önemlisi; peygamberlere Allah (c.c.)'ın ilâhî vahyini ulaştırmak, yani Allah'ın emirlerini tebliğ etmektir. Bu bakımdan, melek denilince akla her şeyden önce, "Cebrail" adıyla tanınan vahiy meleği gelir. Sonra diğer görev gruplarının başları olan Azrâil, Mikâil ve İsrâfil gelir. Bu dört melek meleklerin "Resulleri"dir.

Kur'ân-ı Kerim'in beyanına göre melekleri, şu üç büyük grupda toplamak mümkündür:

A) "İlliyyûn, Mukarrebûn" diye anılan melekler. Bunlar, daima Allah Teâlâ'yı tenzih ve tehlil ile O'na ibadet ve taatla meşguldürler. Muhabbetullah (Allah sevgisi) ile istiğrak halindedirler.

B) "Müdebbirât" diye bilinen melekler olup, bu kâinatın nizam ve intizamını temin etmekle görevlidirler. Allah Teâlâ'nın yerlerde ve göklerde irade ve kudretinin tecellisine aracılık ederler.

C) Her şeyden önce, peygamberlere vahyi ilâhîyi ulaştırmakla görevli olan ilahî elçilerdir. Bunlar genellikle bütün insanların ruhî halleri ve tekâmülleri ile meşguldürler. İnsanlarla ilgili çeşitli görevleri vardır.

Gerçek şudur ki; bütün meleklerin ne gibi görevleri olduğunu tafsilâtıyla bilmemize imkân yoktur. Ancak Kur'ân-ı Kerim, meleklerin bazı görevlerini ve her göreve göre onlara verilen melek ismini haber vermiştir. Onlara, bildirildiği isim ve vasıflarıyla inanmak gereklidir. Çünkü bu görev ve ve isimler kesinlik ifade eden dinî nasslarla sabit olmuştur.

Genellikle insanların ruhî tekâmülleri, dünya ve ahiret hayatları ile ilgili olan meleklerin, Kur'an ayetleri ve Peygamberimiz (s.a.s)'in sahih hadisleri ile beyan olunan görevleri ve her birinin isimleri ana hatlarıyla şöylece özetlenebilir:

1. Melekler, Allah'tan vahiy getiren ilâhî, elçilerdir. Meleklerin insanlarla ilgili en büyük ve en önemli görevleri; onları hidayete sevkeden, iki cihanda saadet ve selâmete ulaştıran ilâhî vahyi peygamberlere tebliğ etmek, Allah'ın kelâmını, emir ve hükümlerini, mümtaz kulları olan peygamberlerine ulaştırmaktır. Meleklerin başta gelen bu görevleri, bir çok Kur'an ayetleri ile sabittir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı 'elçiler' yapan Allah'a hamdolsun. Allah dilediğine dilediğini (peygamberlikle) arttırır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir." (Fatır, 35/1).

Bu ayette Allah (c.c), yüce zatı ile peygamberleri arasında risaletini ve ilâhî vahyi onlara tebliğ eden "melekler" yarattığını bildiriyor. "Kanat" tabiri; ruhlar âleminde, meleklerin kudretini ve Allah'ın ilâhî emirlerini süratle yerine getirdiklerini beyan eden mecazî bir ifadedir. Başka bir ayette de şöyle buyurur.

"Allah, kullarından dilediğine kendi emrinden bir ruh (vahiy) ile 'melekleri' indirerek şöyle der: (insanları) uyarın ki; benden başka (tapılacak) ilâh yoktur. Benden korkun." (Nahl, 16/2).

Ayetten anlaşıldığına göre Allah Teâlâ, ilâhî vahyini vahiy melekleri vasıtasıyla, dilediği seçkin kulları olan peygamberlerine indirir. Onlar insanlara, Allah'ın birliğini, ibadete ve korkulmaya lâyık tek mabud olduğunu bildirirler. Ayette vahiy, ruha benzetilmiştir. Çünkü ruh, nasıl cesedin dirilmesine sebeb olursa; vahiy de insanları ve milletleri dirilten bir ruh gibidir. Bu iki ayette vahiy meleklerinden bahsedilmekte ise de, Kur'ân-ı Kerime göre Hz. Muhammed (s.a.s)'e vahyi getiren meleğin ismi Cebrail'dir. Bu kelime bazı âlimlerin görüşlerine göre, "Allah'a hizmet eden" manasına olup, Arapçası "Cibril"dir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Deki: Kim Cibrile düşmansa, bilsin ki, o, Kur'an'ı Allah'ın izniyle -kendinden öncekileri tasdik edici ve müminlere yol gösterici ve müjdeci olarak- senin kalbine indirmiştir." (Bakara, 2/97).

Cibril Kur'an'da "Ruhu'l-Emin" ve "Ruhul-Kudüs" olarak da geçer:

"Şüphesiz ki Kur'an, âlemlerin Rabbinin indirdiği (bir kitap) tır. Onu 'Ruhu'l-Emin' (Cebrail) senin kalbine, uyaranlardan olman için indirmiştir." (Şuarâ, 26/192-193),

"De ki onu 'Ruhu'l-Kudüs' (mukaddes, temiz ruh) Rabbinden hak olarak indirdi." (Nahl 16/102).

Hz. Muhammed (s.a.s)'den önceki peygamberlere de vahyin aynı yolla indirildiği bildirilmiştir (Nisâ, 4/163). Cebrail (a.s)'a "Vahiy meleği" ve "Namusu Ekber" de denir. Dört büyük melekten biri olarak, "Rasul" diye de anılır. O, Vahiy meleklerinin başı ve resuludur. En büyük ve en şerefli melektir (ayrıca bk. Cebrail, maddesi),

2. Meleklerin önemli vazifelerinden biri de; Allah'ın sevgili kulları olan peygamberlerini destekleyerek onlara kuvvet vermek, karşılaştıkları güçlükleri kolaylaştırmak ve üzüntülü anlarında onları teselli etmektir.

Bu yardım ve manevî destek, hemen her peygamber için daima görülmüştür. Bunun örnekleri çok olup, pekçok Kur'an ayetleriyle sabittir. Bu konuda, diğer peygamberler arasında Hz. İsâ (a.s)'ın ismi çok geçer. Çünkü İsâ peygamber ve annesi Hz. Meryem, Yahudilerin ciddi hücumlarına ve çirkin iftiralarına maruz kalmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de üç yerde (Bakara, 2/87, 253 ve Nisâ 4/110), Hz. İsa (as)'a; Ruhu'l-Kudüs, yani Cebrail (a.s) tarafından kuvvet verildiği bildirilmiştir. Bir ayette şöyle buyurulur:

"...Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik, onu Ruhu'l-Kudüs ile destekledik." (Bakara, 2/87 ve 253).

Melekler, Peygamber (s.a.s) Efendimiz için, daima salâvat getirirler (Ahzab, 33/56).

3. Melekler, peygamberlerle beraber olan, onların yolunda yürüyen imanları kuvvetli gerçek müminlere ve salih kullara da kuvvet vererek destek olurlar.

Müminlere darlık zamanlarında (özellikle, Allah yolunda savaşırken saf tutarak) yardım ederler ve müjdeler verirler. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur:

"Rabbimiz Allah'tır deyip dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerlerine (müjdeci) melekler iner. Onlara: Korkmayın, mahzun da olmayın, size vadedilen cennetle sevinin. Sizin dünya hayatında da ahirette de dostlarınız biziz." (Fussilet, 24/30-31) 

Meleklerin, müminlere inişi, onların dünyada hayrı ve doğru olanı kalplerine ilham etmeleri şeklinde olabileceği gibi; onları huzurlu kılmak, Allah'ın kendilerine vadettiği cennetle müjdelemek şeklinde de olabilir. Bu gruptaki yardımcı melekler, müminlere dünya ve ahirette dost ve arkadaş olduklarını söyleyerek, sıkıntılı hallerinde onları teselli ederler. Nitekim Hak Teâlâ, Peygamber (s.a.s)'e ve beraberindeki Ashâb-ı Kirama, kâfirlerle Allah yolunda savaşırken onlara yardım eden ve müminleri düşmanlarına muzaffer kılan melekler gönderdiğini bildirir. Bu konuda Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Hani siz Rabbinizden imdat (yardım) istemiştiniz. O da; 'Ben size birbiri ardından gelen bin melekle imdat ediyorum.' diye duanızı kabul etmişti." (Enfâl, 8/9-10). 

"Rabbinizin, indirdiği üçbin melekle yardım etmesi yetmez mi?" (Âl-i İmran, 3/123);

Başka bir ayette beş bin melek indirildiği (Âl-i İmran, 3/124); bir diğerinde,

"Kuvvetli rüzgâr ve göremediğiniz askerler gönderdik." (Ahzâb, 33/9)

buyurulur. Nitekim Müslümanların, kâfirlerle yaptıkları üç savaşı da Allah'ın izni ve meleklerin yardımı ile kazandıkları tarihen sabittir.

4. Meleklerin bir vazifesi de; insanların ruhen yükselmelerine yardım etmek ve onları iyi, güzel ve hayırlı işlere yöneltmektir.

İnsanlar, ancak meleklerin indirdiği ilâhî vahiy ve telkin ettikleri ilâhî ilham ile ruhî hayatın ne olduğunu arılayabilir ve ruhî melekelerini geliştirerek ruhen yükselebilirler. Melekler, müminlere manevî kuvvet vererek ruhen yükselme düşüncesinin dünyada yerleşmesini sağlarlar. Meleklerin müminler, hatta kâfirler için dua etmeleri, bütün insanları ruhen yükselme yoluna sokmak içindir. Müminleri Allah'ın izniyle hidayete sevkederek onları aydınlığa çıkarmaları, hep bu ruhî yükselmeyi sağlamak içindir. Meleklerin insanlarla ilgili olan bu görevleri; onların ruhen yükselmelerine yardım etmek, böylece onları ruhî olgunluğa eriştirmek gayesi taşır. Genel olarak her türlü iyi, güzel ve hayırlı işler, bu ilham meleklerinin iyi telkinleri ve bizi o işlere yönlendirmelerinin sonucudur.

5. Bu gruptaki meleklerin diğer bir görevi de; bütün insanların hidayetleri ve doğru yolu bulmaları için duada ve şefaatta bulunmalarıdır.

Şefaat, hüküm gününde günahkârlar hesabına Allah'a yalvarmaktır. Bu dua ve şefat; "Rahmeti her şeyi kuşatan Allah Teâlâ'nın iradesiyle bütün insanlar için ise de; meleklerin yalnız müminlere mahsus olan duaları daha kuvvetlidir. Nitekim Hak Teâlâ;

"Arşı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek O'nu tesbih ederler, O'na inanmışlar. Müminler için: 'Rabbimiz, rahmetin ve ilmin her şeyi (kavramış ve) kuşatmıştır. Tövbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru.' diye (dua eder ve) bağışlanma dilerler... " (Mümin, 40/7-9)

buyurmuştur. Peygamberler ve Peygamberimiz (s.a.s) için meleklerin duası ise, onları övmek ve salâtü selâm getirmekti (Ahzâb, 33/56).

Meleklerin şefaatından şöyle söz edilir:

"Göklerde nice melekler vardır ki, şefaatları hiç bir fayda vermez. Ancak, Allah'ın dilediği ve razı (hoşnut) olduğu kimseler hakkında O'nun izniyle (meleklerin şefaati) fayda verir." (Necm, 53/26).

6. Melekler, aynı zamanda, ilâhî cezaları icra ve tenfiz eden vasıtalardır. Yani onların bir görevi de kötü ruhlu insanlara ve inkarcılara verilen ilâhî cezayı aynen yerine getirmektir. Bunun, müminlere kuvvet ve destek verme göreviyle çok yakın ilgisi vardır. Çünkü inanan salih kullar ile inkarcı kötü kullar arasındaki mücadelede ikincileri cezalandırmak, mümin kullara destek ve onlara mükâfat sayılır. Nitekim hakka ve ilâhî gerçeklere savaş açarak onları yok etmek isteyen kâfirler hakkında;

"Bize dönmeyi, (bizimle) karşılaşmayı (ve hesap vermeyi) ümit etmeyenler dediler ki: 'Bizim üzerimize ya melekler indirilmeliydi, yahut Rabbimizi (doğrudan) görmeliydik.' Andolsun ki (onlar), kendi nefislerinde büyüklenmişler ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. (Azap) meleklerini gördükleri gün, işte o gün (mücrim) suçlulara hiçbir sevinç haberi yoktur. (Melekler onlara) 'Müjde (iyi haber) size yasaktır yasak.' derler. Yaptıkları her işi de alır toz duman ederiz." (Furkan, 25/21-23).

Diğer bir ayette ise;

"Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah'ın (azabının) ve meleklerin kendilerine gelmesini ve işin olup bitmesini mi bekliyorlar?.." (Bakara, 2/210)

buyrulur. Bu ve benzeri ayetler, azab meleklerinin, kâfirlerin tepelerine ineceğini ve cezalarını vereceğini gösterir.

7. Meleklerin görevlerinden biri de; cehennemi ve cehenneme girenlerin oradaki işlerini idare etmek, cezalarını infaz etmektir. Kur'ân-ı Kerim'de, cehennemde görevli melekler için "zebaniye" terimi kullanılmıştır. Onlar, Cehennemin rabıtaları, bekçileridir. Büyükleri on dokuzdur. "Hazene-i Cehennem ", cehennemin idarecileridir. Cehennem ve bekçileri olan melekler hakkında şöyle buyrulur:

"Sekar'ın (yakıcı cehennem ateşinin) ne olduğunu (sen) biliyor musun? Hem geride bir şey bırakmaz; (her şeyi yakıp yok eder) hem de azapdan vazgeçmez, durmadan derileri kavurur. Üzerinde on dokuz (bekçi melek) vardır. Biz Cehennem bekçilerini yalnız meleklerden yaptık, (onların) sayılarını (bildirerek) onu inkâr edenler için bir imtihan yaptık..." (Müddessir, 74/27-31).

8.  Meleklerin diğer bir görevi de; Cenneti ve Cennet ehli müminleri idare etmek, onlara cennet nimetlerini ikram etmektir. Kur'ân-ı Kerim'de cennet meleklerine genellikle "Rıdvan ", idarecilerine de mutlak manada "Hazene-i Cennet" adı verilmiştir. Bu konuda Kur'an'da şöyle buyurulur:

"Rablarına (emirlerine) karşı gelmekten sakınan (ve azabından korunan)lar bölük bölük Cennete götürüldüler. Oraya varıp ta (Cennetin) kapıları açıldığında, bekçileri onlara: "Selâm (ve selâmet) size, tertemiz (ne hoş) oldunuz! Artık ebedî kalmak üzere buraya girin" dediler." (Zümer, 39/73).

Diğer bir âyette ise:

"(Onlar) Adn cennetine girerler. Babalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi (salih) olanlar da onlarla beraber girerler. Melekler de her kapıdan yanlarına girip; 'Sabretmenize karşılık, size selâm olsun. Burada (ahiretteki yurdunuz) ne güzel oldu.' derler." (Ra'd, 13/23-24).

9. Meleklerin bir kısmının görevi de, Arşı yüklenmektir. Bunlara "Hamele-i Arş" denir. Kur'ân-ı Kerim, kıyamet gününde onu yüklenip taşıyacak meleklerin sayısının. sekiz (adet veya sekiz sat) olduğunu bildirir. Şöyle der:

"Melekler de onun çevresindedirler. O gün Rabbinin arşını onların üstünde sekiz (cins veya saf) melek yüklenir." (Hakka, 69/17).

Başka bir ayette ise;

"Arşı taşıyan ve etrafında bulunanlar, Rablerini överek (şânını tenzih ve) O'nu tesbih ederler..." (Mü'min, 40/7).

10. Meleklerden bir kısmının insanlarla ilgili bazı özel görevleri vardır. Bunlardan bir kısmının görevi; değişik şartlarda ve çeşitli işler sırasında insanları muhafaza etmek, onları koruyup gözetmek, yaptıkları iyi ve kötü her türlü iş ve davranışları kaydetmektir. Bunlar, Kur'an'da; Hafaza, Muakkibe", "Kirâmen Kâtibin (Şerefli ulu yazıcılar)" adları ile anılırlar. Bunlara "Hafaza melekleri" denir. Her insan için görevli olanlar ayrıdır. Bir ayeti kerimede;

"(Onların) her birini önünden ve arkasından izleyen (gözeten) muakkib (melek)ler vardır. Allah'ın emriyle onu korurlar." (Ra'd, 13/11).

Diğer bir ayette;

"O kullarının üstünde yegâne hakimdir. Size koruyucu (hafaza) (melek)lar gönderir." (En'âm, 6/61)

buyrulmaktadır. "Kirâmen Kâtibin" adıyla da anılan bu melekler, her mükellefin yaptıklarını yazarak bir kitapta muhafaza ederler. Bu meleklerden biri insanın sağında, diğeri solunda durur, yaptığı iyilik ve kötülükleri kaydederler. Kur'ânda şöyle buyrulur:

"Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek, onun yaptıklarını) kaydetmektedir. (İnsan) hiçbir söz söylemez ki; yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden (bir melek) hazır bulunmasın." (Kaf, 50/17,18). 

Diğer bir ayette, "Kirâmen Kâtibîn" terimi kullanılır:

"Muhakkak ki üzerinizde (muhafız) bekçiler, yaptıklarınızı bilen (ve kaydeden) şerefli (ulu) yazıcılar vardır." (İnfitar, 82/10, 11) buyrulur.

Ayeti kerimede geçen "Hafaza " (koruyucu) tabiri, görevli meleklerin, insanın davranışlarına göz kulak olmak, gözetlemek anlamınadır. Melekler nurânî ve manevî lâtif varlıklar oldukları için, onların kayıt şekilleri, insanlarınkine benzemez. Nitekim HakTeâlâ,

"Her insanın boynuna işlediklerini dolarız ve kıyamet günü açılmış bulacağı Kitabı (Amel defterini) önüne çıkarırız." (isrâ, 17/13) buyurur.

11. Bir de "Münker ve Nekir" adları verilen kabir melekleri vardır. Bunlar, ölen ve kabre konan her kula, Rabbi, peygamberi, ve kitabı hakkında soru sormakla görevlidirler.

12. Meleklerin en önemli ve en büyük görevlerinden biri de; insanların eceli gelince, yaratan Rabbu'l Âleminin izniyle onların ruhlarını kabzetmektedir. Bunlara, "ölüm meleği" denir. Bunların başı, dört büyük ve mukarrab melekten biri olan Azrail (a.s)'dir. Canları yaratan Allah Teâlâ'nın ilâhî hikmeti, ruhların kabzedilmesini, "Mukarreb" olan meleklerden birine havale etmeyi gerektirmiştir. Kur'an'da şöyle buyrulur:

"De ki, size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz." (Secde, 32/11).

Görüldüğü gibi ayette o, "Melekül mevt" diye adlandırılan, büyük bir melektir.

Ruhların, tek bir melek, yani Azrail (Abdülcebbâr) tarafından mı, yoksa bir çok melek aracılığıyla mı alındığı konusu tartışmalıdır. Çünkü bu sorunun cevabı, Kur'an'da açık ve kesin değildir. Meselâ şu ayette, onların birden çok olduğu ifade edilmiştir:

"...Artık birinize ölüm gelince, elçilerimiz onun canını alırlar..." (En'âm 6/61).

Meali verilen Secde suresinde (32/11) ise, ruhların yalnız bir melek tarafından alındığı açıklanmıştır.

Cumhurun kabul ettiği bir görüşe göre; ölüm meleği bir tanedir. Ancak o, pek çok yardımcı melekle güçlendirilmiştir. Aralarında; askerlerle komutanları arasındaki ilişki gibi manevi bir bağ kurulmuştur. Bu husus, bir de; güneşin ışınlarının tek bir merkezden bir anda dünyamızın her cüz'ine ulaşmasına benzetilebilir. Allah (c.c) melekül-mevti (ölüm meleğini) yarattı. Ona ruhları kabzetme, onu bedenlerden ayırma yetkisi verdi. Onunla beraber olacak, emirlerine uyarak işleri yapacak bir orduyu da yanına verdi (En'am, 6/61). Bu durumda; ruhları kabzeden "Melekül Mevttir. Uygulayanlar emrindeki yardımcılarıdır. Ruhu bil fiil alan ve cesedi bil fiil öldüren ise, Allahu Teâlâ'dır." (Kurtubî, el-Camili Ahkâmi'l-Kur'an, XIV, 94).

Bazı sahih hadislerde; salih amel sahibi müminlere ölüm meleğinin daha yumuşak davrandığı ve ölümün onlar için daha kolay olacağı, buna karşılık ölüm meleğinin kötülük ve isyan içinde olanlara görevini daha sert ve acımasız uygulayacağı ve böyle kişilerin ölümlerinin daha zor olacağı beyan edilmiştir. Ancak bu husus, kesin ve sürekli geçerli bir kanun hükmünde değildir (bk. M.S. Ramazan el Bûtî, Kubrâ'ı-Yakiniyyât el-Kevniyye, terc. Mehmet Yolcu, s. 278-280 ve 312-313).

Müslümana düşen; kesin nasslarla sabit gaybî bir hakikat olan ölümle ilgili gerçeklere ve ölüm meleğine kesin olarak inanmasıdır.

Meleklerin çeşitli görevleri Kur'an ve hadislerle belirtilmiş ise de Cibril ve Mikâil (Bakara 2/98) dışındaki meleklerin isimleri kesin nasslarla bildirilmemiştir. Onların isimlerini ve her birinin özelliklerini Allah (c.c) bilir. Ölüm meleği, bazı kitaplarda "Azrail" olarak adlandırılmış ise de, bu husus, inanılması zorunlu kesin bir bilgi sayılmaz (bk. Azrail, mad. ;slâm Ansiklopedisi (Leyden) baskısı tercümesinde yer alan "Azrail" maddesinde, İslâm âlimlerince muteber sayılmayan ve güvenilmeyecek derecede İsrâiliyyâta geniş yer verilmiştir.)

Mikâil (a.s)'in ismi Kur'ân-ı Kerim'de yalnız bir defa geçer:

"Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebraile, ve Mikâile düşman olursa, (bilsin ki) şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır." (Bakara, 2/98). Bu ayetin tefsirinde geçen iki rivayet için (bk. et-Taberî, I, 324, 327; el-Beydavî, II, 91; ez-Zemahşerî, I, 92).

Dört mukarreb büyük melekden biri olan Mikâil (a.s)'ın görevi, bazı hadislere göre; kâinatta meydana gelen rüzgârların esmesi ve yağmurların yağması gibi çok çeşitli tabiat hadiselerini yönetmek, insanların rızkını temin eden her çeşit ihtiyaçlarını sevk ve idare etmektir. Çok kuvvetli ve iri yapılı olduğuna ve bu görevi emrindeki meleklerle yerine getirdiğine dair bazı hadislerde işaretler mevcuttur.

Mikâil (a.s) hakkında, muteber kitaplarda güvenilir fazla bilgi yoktur. Bu konuda İsrailiyyat da çoksa da, bazı kaynaklarda; Allah Teâlâ'nın Hz. Âdem'e secde emrini meleklere ve İblise bildirmek üzere, Mikâil (a.s)'i görevlendirdiği, Kur'an'ı Kerim'i yedi kıraata göre okutması için Cebrail (a.s)'i teşvik ettiği, Bedir savaşında Müslümanlara yardım için indirilen melekler arasında olduğu rivayetleri vardır. Bunlardan biri de; Peygamber (s.a.s) Efendimizin çocukken veya Isrâ gecesinden önce göğsünü yaran ve temizleyen melekler arasında Cebrail (a.s) ile birlikte Mikâil (a.s)'in de bulunduğu rivayetidir [İbn Sa'd, Tabakât, II, 9,10; Mikâil mad. Ayrıca bk. İslâm Ansiklopedisi (M.E.B) Mikâil mad. VIII. 309].

İsrafil (a.s), ismi ise İbranice "serâfim" kelimesinden geldiği, sonra "serâfin" ve "serâfil" şeklinde değiştirilerek, "İsrafil" hâline getirildiği, "şan ve şeref" anlamında olduğu söylenmiştir. Dört mukarreb ve büyük melekden biri olup, başlıca görevleri; kıyametin kopmasını, sonra ölülerin dirilmesini bildiren Sûr'u iki defa üflemektir. Bu sebeple Sûr meleği diye bilinir. Bu çok önemli hadisenin kesin delili şu ayeti kerimedir:

"Sûr üfürülünce, Allah'ın dilediğinden başka göklerde ve yerde ne varsa hepsi (düşüp) ölür(ler). Sonra Sûr'a bir daha üflenince, (ölüler dirilerek) ayağa kalkıp bakışır dururlar." (Zümer, 39/68).

İsrafil (a.s)'ın, kıyamet günü (görevini yapmak üzere) herkesten önce uyandırılacağı, Kudüs de Sahratullah'a dayanarak Allah'ın emri ile ölülerin dirilmesi işareti veren Sûr'u ikinci defa üfleyeceği kabul edilir.

İsrafil (a.s)'in, bu mühim görevi yerine getireceği kıyametin kopması anına kadar geçen uzun zaman içinde, Levh-i Mahfuzda yazılı olan Allah (c.c)'ın ilâhî iradelerini okumak ve her defasında mukarreb meleğe bildirmekle görevli olduğu, ayrıca üç yıl süreyle Peygamber (s.a.s) Efendimize refakat ettiği, ona peygamberliğini onun bildirdiği, Cebrail (a.s)'ın daha sonra Kur'ân-ı Kerim'i tebliğ etmeye başladığı rivayet edilmiştir (Ayrıca bk. İslâm Ansiklopedisi İsrafil mad)

Allahu Teâlâ'nın her şeye gücünün yettiği, herhangi bir şeyi yaratır ve yok ederken meleklerin aracılığına veya sebeb durumunda olmasına veya meleklerin belirli bir görev almasına muhtaç olmadığı açıkça bilinmektedir. Çünkü melekleri yaratan ve onlara o gücü veren de Allah (c.c)'dır. O hâlde meleklere, yukarıda belirtilen görevlerin verilmesinin hikmeti nedir? Bunun hikmeti; Allah Teâlâ'nın kullarına ilâhî kudretini ve mutlak hâkimiyetini göstermesi ve ona hayatlarında alışık oldukları, düşünce ve idraklerinin ülfet ettiği somut bir tarzda ortaya koymaktan ibarettir. Bu, Hak Teâlâ'nın kâinatta kurduğu nizamın ve illiyet (sebeb-müsebbeb) kanununun zorunlu bir sonucudur.

Melekler, insanlardan daha mı üstündür?

Ehl-i Sünnet âlimlerine göre, bütün peygamberler, meleklerin resulleri sayılan dört büyük melekten efdal, yani Allah katındaki dereceleri daha yüksek ve faziletlidir. Meleklerin resulleri ise, bütün insanlardan daha faziletlidir. Bu hususta icma vardır.

İnsanlardan takva ve salah sahibi olan müminler de meleklerin (resulleri hâriç) tamamından daha faziletli,, dereceleri daha yüksek sayılmıştır. Çünkü melekler yaradılış bakımından günah işleyemezler. Allah'a itaat ve ibadet onlar için fıtrî ve zorunludur. Onları böyle olmaktan alıkoyacak hiçbir iç ve dış tesir yoktur. Halbuki insan, akıl ve nefis sahibi olup, her türlü iç ve dış etkiler altındadır. Buna rağmen insan, bütün menfi engelleri aşar, Allah'a itaatli, takva sahibi bir kul olursa, elbette meleklerden daha faziletli olur.(Bu konudaki deliller ve yapılan tartışmalar için bk. el-Curcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, III, 216-220, İstanbul 1311 H; et-Taftazânî, Şerhu'l-Makâsıd, II, 146-149, İstanbul 1277).

23 Kur'an okuyanın yanına melekler gelir mi?

İnsanla ilgili meleklerin başında Cebrâil (as) gelir; vazifesi, ilâhî vahyi peygamberlere ulaştırmaktır. Bu sebeble, ona "Vahiy Meleği" de denir. İnsanla alâkalı meleklerin diğer bir görevi de Allah`ın peygamberlerine ve salih kullarına kuvvet vermek, sıkıntılı ve üzüntülü zamanlarında onları teselli etmek, mâneviyatlarını yükseltmek, gerekirse fiilen yardım yapmaktır.

Asr-ı saâdette cereyan eden Bedir, Uhud  ve Huneyn  harblerinde meleklerin müminlere fiilen yardım ettiklerini Kur'an bize haber vermektedir.

İnsanla alâkalı meleklerin bir başka görevi de insanlara iyi ve hayırlı şeyleri telkin etmek, böylece onların doğru yola girmelerini, ruhen yükselmelerini sağlamaktır.

Sorularınıza gelince:

1. Kur’an-ı Kerim'in okunduğu yere melekler gelir.

Gece melekleri ile gündüz melekleri sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelirler. Allah bu meleklere "Kullarım ne yapıyorlar?" diye sorar. Melekler; "Onlara vardığımızda namaz kılıyorlardı, ayrıldığımızda da namaz kılıyorlardı." derler. (Buhârî, Ezân, 31, Mevâkit, 16, Nesâî, Salât, 21). Bildiğiniz gibi namaz kılarken Kur'an okunmaktadır.

"Allah evlerinden bir evde, Allah'ın kitabını okumak ve aralarında müzakere etmek için toplanan kimselerin üzerine sekine iner, onları rahmet kuşatır, melekler etraflarını sarar ve Allah onları kendi katında bulunanlara överek anlatır." (Ebû Davud, "Vitr", 14; Tirmizî, "Kur’ân", 10)

"Kur'ân'da mâhir olan (hıfzını ve okuyuşunu güzel yapan), Sefere denilen kerîm ve mutî meleklerle beraber olacaktır..." (Buhârî, Tevhid, 52; Müslim, Müsafirin, 244)

Ayrıca Hz. Peygamber (a.s.m), Kur’ân okuyan mü'mini hem kokusu hem de tadı güzel olan bir "meyveye" benzeterek (Buharî, Et'ıme, 30; Müslim, Müsafirîn, 243), onun meleklerle beraber olacağını da buyurmuştur. (Buharî, "Fedailü'l-Kur’ân," 17)

2. İster hayır ister günah işleyelim, “kiramen kâtibeyn = değerli iki kâtip”  ismindeki melekler her zaman bizimle birlikte bulunurlar.

Çünkü bunların görevleri bizim yaptığımız işleri kayda geçirmektir. Bunun yanında “muakkıbat” olarak bilinen, insana bir nevi koruma görevini yapan melekler de vardır. Bunların da görevleri süreklilik arz etmektedir. Ancak, -deyim yerindeyse- belli törenler ve ziyaretler için özel olarak gelen melekler, günahların işlendiği yerlere gitmezler. Bu günah sahnesi bitip, sevap sahnesi başladığı zaman yine gelebilirler.

3. Bu sorunun cevabını şu ayette bulmaktayız:

“Arşı taşıyanlar ve onun etrafında bulunan melekler, hamd ile Rablerini tesbih edip ona iman ederler. Ve müminlerin bağışlanmasını (şöyle) isterler: 'Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde, tövbe edenleri ve yoluna uyanların günahlarını bağışla ve onları cehennem azabından koru!' ”(Mumin, 40/7).

4. Rivayet göre Hz. Peygamber (a.s.m) Ebu Hureyre’ye şu tavsiyede bulunmuştur:

“Yatağına girdiğinde Ayetü’l-Kürsiyi oku, Allah tarafından senin için (sabaha kadar) sürekli yanında kalan bir koruma verilir ve sabaha kadar şeytan sana yaklaşmaz.” (Buharî, Fezailu’l-Kur’an, 10).

İlave bilgi için tıklayınız:

Bir insana görevlendirilmiş kaç tane melek vardır?

24 Hz. Cebrail’in Dıhye suretine girmesi olayı hakkında bilgi verebilir misiniz?

Cebrâil (a.s.) her şekle girebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onu biri vahyin başlangıcında Hıra'dan Mekke'ye gelirken, diğeri Mirâc'dan dönüşte Sidretü'l-Münteha'da olmak üzere iki defa kendi aslî şekliyle görmüştür. (es-Saâtî, el-Fethu'r-Rabbânî, VIII, 5).

Cebrâil (a.s.) bazan da insan kılığına girerek Rasülullah (s.a.s.)'a vahiy getirirdi. Bu durumda çoğu kez yakışıklı ve genç bir sahabî olan Dıhye el-Kelbî (ra)'nin sûretinde görünürdü. (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX / 35).

Dıhye, sima olarak sahabelerin en yakışıklılarından olup, beyaz tenli idi. Kaynaklar ittifakla, bazen Cebrail Aleyhisselamın onun kılığında göründüğünü nakletmektedirler. Durumu öğrenen sahabeler bazen Peygamber Efendimizin (s.a.s.) yanında oturan kişinin Cebrail (as) veya Dıhye (ra) olduğu hususunda tereddüt ediyorlardı.

Cebrail Aleyhisselamın insan suretinde sahabelere görünmesi Peygamber Efendimizin (s.a.s.) bir mucizesi olarak gerçekleşmiştir. Bir başka önemli husus da nurani varlıkların insanlar gibi belli kayıtlar altında bulunmadıklarından ötürü aynı anda muhtelif yerlerde görülebilmeleridir. Mesela, Cebrail Aleyhisselam Dıhye suretinde Peygamber Efendimizin (s.a.s.) yanında bulunup sahabelere görünürken, aynı zamanda başka bir hizmeti de ifa edebilmektedir

Dıhye (ra), Peygamber Efendimizin (s.a.s.) vefatından sonra Hazreti Ebubekir (ra) zamanında Suriye seferine katıldı. Hazreti Ömer (ra) zamanında, Yermük Savaşı'na kumandanlık yaptı. Suriye'nin fethedilmesinden sonra Şam'a giderek Mizze semtine yerleşti. 670 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Cebrâil (a.s.) İsrâ ve Mirâc hadîsesinde Rasûlullah (s.a.s.)'a Mekke'den Kudüs'e ve oradan Sidretü'l-Münteha'ya kadar eşlik etmiştir. (Buhârî, Bed'u'l-Halk 6; Salât 1)

İlave bilgi için tıklayınız:

Melek, cin ve şeytanların temessülü (görünür hale gelmesi) hakkında bilgi verir misiniz?..

25 Allah'ın ne ihtiyacı var ki, melekler ve insanlar onu zikir ve tespih ediyorlar?

1. Zikir, tespih ve hamd etmeye muhtaç olan melek, insan ve diğer varlıkların kendisidir. Her iyiliğin bir karşılığı olduğu gibi, her güzelliğin, her mükemmelliğin de bir karşılığı vardır. İyiliğin karşılığı hamd ve teşekkürdür. Güzellik ve mükemmelliğin karşılığı ise sevgi ve saygıdır. Bu vasıfların Allah’da eşsiz olduğu açıktır. Öyle ise, ona gösterilecek sevgi ve saygının bir nişanı olarak, kulların, onu hamd ile tespih etmesi gerekir. Nimetlerine karşı nankör olmadıklarını hamd ve şükür ile ilan etmeye muhtaç oldukları gibi, cemal ve kemaline karşı basiretsiz olmadıklarını göstermek için de onları her türlü kusurdan uzak olduklarını belirten tespih ve tehlillerle onun celal ve cemalini ilan etmeye muhtaçtır.

2. Her arzu bir ihtiyaçtan kaynaklanmayabilir. Örneğin, iyiliksever, büyük makam ve mevkiye sahip bir kimse, başkasından -kendi konumuna uygun- bir saygı ve sevgi bekleyebilir ve bu beklenti asla bir ihtiyaçtan kaynaklanmayabilir. Çünkü her kemal ve cemal sahibi fıtraten  cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister. Ve bu arzusu ve isteği bir ihtiyaçtan kaynaklanmaz. Bilakis, cemal ve kemal / güzellik ve mükemmellik, birer vasıf olarak -ihtiyaçları için değil- yapılarının bir özelliği olarak görünmek, -deyim yerindeyse- alkışlanmak isterler. Bütün varlıklara karşı müstağni/ihtiyaçsız olduğu bilinen Allah’ın eşsiz cemal ve kemal sıfatları ve isimleri de şuurlu varlıklar tarafından tanınmak ve saygı görmek isterler.

3. Allah’ın ibadete, tanınmaya ihtiyacı yoktur. Fakat Allah, bunların olmasını istiyor. Çünkü akılı ve şuurlu varlıkların akıl ve şuuruna çarpan öyle harika bir varlık düzeni, öyle eşsiz bir kâinat modeli, öyle yokuş yukarı olaylar var ki, hayret etmemek, şaşkınlık göstermemek mümkün değildir. İşte bu varlıklar, onların aklının sınırlarını zorlayan ve duygularını sarsan dehşet verici olaylar karşısında, kâinatın işleyişindeki kaderin hikmetli elini görüp çözümleyemediği tüm bu durumların sahibini hatırlar ve ancak onun aşkın hikmetini medhüsena ederek ve tespih ederek ona sığınmak suretiyle ruhen teneffüs eder. Yerküresini sarsıntıdan koruyan, zeminin kalbinden çıkan dağlar ve dağların volkanik teneffüsleri olduğu gibi, örneğin insanın psikolojik zeminini sarsmaktan koruyan da, onun kalbinin zemininden çıkan ve ağız bacasından nefes almasına imkân veren tespih ve tekbir ile tahmittir.

4. Abdullah b. Mesud anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurdu:

“Allah’tan daha gayyur kimse yoktur; fuhşun her türlüsünü yasaklaması bunu gösteriyor. Allah’tan daha çok medhüsenayı seven kimse yoktur. Kendini övüp medhüsena etmesi bunun bir tezahürüdür. Allah’tan daha fazla gerçek mazeretin kendisine iletilmesinden hoşlanan kimse yoktur; mahlukatına mazeret yollarını beyan etmesi -diğer bir rivayette; insanlara elçilerini birer uyarıcı ve müjdeci olarak göndermesi- bunun göstergesidir. Yine, Allah’tan daha fazla hamd edilmekten/ övülmekten hoşlanan kimse yoktur; kendine hamd edip övmesi -diğer bir rivayette cenneti vâd etmesi- bunu göstermektedir.”(1)

5. Melekler,  gece gündüz Allah'a ibâdetle, zikir, tesbih ve takdîs ile meşgul olurlar.  Bu,  onların gıdası hükmündedir. Allah'a asla isyan etmez, onun emirlerinden zerre kadar dışarı çıkmazlar. Mâsum ve itâatlidirler:

"Bilakis onlar, Allah'ın şerefli kullarıdır. Onlar Allah'ın sözünden önce söz söylemezler ve onun emrettiklerini (hemen) yaparlar." (Enbiya, 21/26-27);

"Onlar, Allah'ın emirlerine (isyan edip) karşı gelmezler ve emrolundukları şeyleri (aynen) yaparlar." (Tahrim, 66/6);

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Onun katındakiler ona ibadet etmekte (asla) kibir göstermezler ve (asla) yorulmazlar. Gece ve gündüz durmadan (yorulmadan) onu tesbih (ve takdis) ederler." (Enbiyâ, 21/19 ve 20).

Melekler, Allah'ın emirlerine harfiyen bağlıdırlar. O'na asla karşı gelmez ve isyan etmezler, herhangi bir yasağını çiğnemezler, günah işlemezler. Çünkü "ismet" ve "emanet" sıfatlarıyla muttasıfdırlar. Bütün meleklerin ortak özelliği; daima Allah'a hamd ve senada bulunmak, O'nu itaat ve ibadetle, tesbih etmektir. (Enbiyâ, 21/26-27; Mümin, 40/7).

Her kim nefsini bir kenara bırakarak dikkat ile şu âleme baksa, bu âlemi büyük bir mescit hükmünde görür ve içindeki varlıkları da kendilerine mahsus bir ibadette bulur. Güneş; bu mescidin lambası ve sobası, ay; kandili ve yıldızlar; mumlarıdır. Sema; bu mescidin çatısı ve yeryüzü; bu mescidin zeminidir. Bu öyle bir mesciddir ki; insan ve bazı canavar hayvanlardan başka her şey zerre miktar hadlerini aşmazlar. Tam bir itaat ile vazifelerini yaparlar.

Bu mescidde ibadet yapan iki türlü mahlûkat vardır. Birisi; insanlar ve cinler gibi şuurlu ve iradeleri ile ibadet başında olanlar, diğeri ise; taş gibi, dağ gibi, güneş gibi cansız olup şuursuz ibadet yapanlar.

Şunu bilmek gerekir ki, bu cansızların kendilerine yüklenen vazifelerini görmeleri onların bir nevi ibadetidir. Mesela tavuğun ibadeti yumurtlamaktır, güneşin ibadeti ısıtmak ve aydınlatmaktır, koyunun ibadeti süt vermek, arınınki ise bal yapmaktır ve bunlar gibi.

Ayrıca her birinin kendisine mahsus bir zikri ve tesbihi vardır ki, o mahlûk şuursuz bir şekilde bu zikri yapmaktadır. Nasılki saat zamanı gösterir, ama kendinden haberdar değildir; öyle de bu mahlûklar da Allah’ı tesbih ederler ama bunu iradeleri ve şuurlarıyla yapmazlar. Belki onları yaratan Allahuteâlâ onları bu tesbih vazifesiyle görevlendirmiş ve iradeleri karıştırılmaksızın bu vazifede çalıştırmıştır.

Demek şu âleme dikkat ile bakılsa görünür ki: Cüzi ve küçük mahluklar gibi külli ve büyük mahlûkların da birer vazifesi ve külli birer hizmeti vardır. Meselâ;

• Bir çiçek, kendince bir nakşı ve sanatı gösterip hal lisanıyla Allah’ın isimlerini zikrettiği gibi, yeryüzü bahçesi dahi bir çiçek hükmündedir; gayet muntazam ve küllî bir tesbih vazifesi vardır.

• Hem nasıl ki bir meyvenin intizam içinde Allah’ın varlığını karşı bir ilânatı ve tesbihatı vardır. Öyle de koca bir ağacın dal, yaprak ve çiçek gibi bütün cüzleriyle gayet muntazam fıtri bir vazifesi ve bir ibadeti vardır.

• Ve nasıl bir ağaç yaprak, meyve ve çiçeklerinin kelimeleri ile bir tesbihat yapar. Öyle de koca semavat denizi dahi kelimeleri hükmünde olan güneşler, yıldızlar ve aylar ile Cenab-ı Hakk'a karşı tesbihat yapar ve celal sahibi sanatkârlarına hamd eder. Ve bunlar gibi…

Mahlûkatın bu vaziyetini dikkatli bir nazar ile anlayabileceğimiz gibi, Kur’an-ı Kerim’in şu ve emsali ayetlerine bakarak da anlayabiliriz:

“Yedi semavat, yeryüzü ve içindekiler Allah’ı tesbih etmektedirler. Hiçbir varlık yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin. Lakin siz onların tesbihlerini anlayamazsınız." (İsra, 17/44)

“Biz dağları Davud’un emrine itaatkâr kıldık ki, o dağlar ve toplu halde kuşlar sabah akşam onunla beraber tesbih ederler. Her biri Allah’a yönelir.” (Sad, 38/18 ve 19)

“Görmedin mi göklerde ve yerde olanlar ve kuşlar saf saf Allah’ı tesbih etmektedirler. Her biri tesbihini bilmiştir. Allah onların yaptıklarından haberdardır.” (Nur, 24/41)

Demek kuşlardan tutun, çiçeklere kadar ve balıklardan tutun semanın yıldızlarına kadar her şey hatta taş, kaya, dağ gibi cansızlar dahi Allah’ı hamd ile tesbih etmektedirler. Bu meseleyi, ya dikkatli bir nazarla mahlûkatı tefekkür ederek anlayabilir, ya da kulağımızı Kur'an-ı Kerim’e dayayarak öğrenebiliriz.

İşte melekler, bu şuursuz mahlûkatın tesbihini temsil etme vazifesiyle görevlidirler. Yani her bir varlık kendisine mahsus özel bir dille yaratıcıları olan Allah’ı zikir ve yâd etmekte, melekler ise bunların şuursuz bir şekilde yaptıkları ibadetleri melekût âleminde temsil etmektedir.

Bu sebeple denilebilir ki; tesbih vaziyetini gösteren bütün şuursuz mahlûklar, kendi tesbihatlarını temsil edecek olan meleklerin varlığını ispat ederler.

Bu izah ile şu hadisin de manası anlaşılmış olmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur;

“Bazı melekler bulunur, kırk bin başı var. Her başta kırk bin ağzı var. Her bir ağzında kırk bin dil ile tesbihat yapar.”(2)

İşte madem cansız ve şuursuz her bir mahlûkun üzerinde vazifeli bir melek var. Ve o melek, o mevcudun yaptığı tesbihatı melekût âleminde temsil eder ve onun ibadetini Allah’a arz eder. Elbette Peygamber Efendimizin (s.a.v) haber verdiği şekilde meleklerin olması zaruridir ve makuldür. Mesela;

• Bir ağacın kırka yakın baş hükmünde dalları vardır.
• Her bir başında yani dalında kırka yakın dili hükmünde çiçekleri vardır.
• O çiçeğin ise incecik muntazam püskülleri, renkleri ve sanatları vardır ki, her bir cihetiyle Allah’ın isimlerinin cilvesini gösteriyor ve bir ismini okutturuyor ve onlarca tarzda Allah’ı tesbih ediyor.

Demek bu ağaç; kırk başlı, her başında kırk dili olan ve her dilde en az kırk tesbihi bulunan şuursuz bir mahlûktur.

Acaba hiç mümkün müdür ki, şu ağacın hikmetli sanatkârı olan Allahuteâlâ bu ağaca bu kadar vazifeler ve tesbihler yüklesin de, onun manasını bilen, şuurla o manayı ifade edip kâinata ilan eden ve dergâh-ı ilahiyyeye onun tesbihatını takdim eden, o ağacın şekline münasip bir melek yaratıp onu temsil etmesin?

Madem yaratacaktır ve yaratmıştır, elbette o meleğin o ağacın tesbihini temsil edebilecek bir tarzda olması gerekir. Yani onun da ağaç gibi kırk başı olmalı, her başında dallar gibi kırk dili olmalı ve her dilinde çiçekler gibi yüzlerce tesbih olmalı ki, ağacın yaptığı tesbihatı aynen temsil edip Allah’a arz edebilsin.

Şimdi de cansız ve şuursuz bir dağa bakalım:

• Üzerinde bin tane ağaç var. Demek bu dağın bin başı var.
• Her ağaçta yüz dal var. Demek bu dağın bin başında toplam yüz bin dili var.
• Ve bu ağaçların her dalında yüzlerce yaprak, çiçek bulunur. Demek bu dağın milyonlarca tesbihatı var.

Evet, bir dağ ki, bin ağacı, her ağaçta yüz dalı ve her dalda yüz yaprak ve çiçeği olsa, bu dağ bin başlı, yüz bin dilli ve her dilinde yüzlerce tesbih olan bir mahlûktur ki, bu mahlûkun şuursuzca yaptığı tesbihleri, melekût âleminde temsil edecek meleğin de bu tarzda olması gerekmektedir. Yani bin başının bulunması, her başında yüz bin dilin olması ve her dilde de yüzlerce tesbihin bulunması lazımdır.

Ve şimdi de dünyanın yaptığı tesbihatı temsil edecek meleğin büyüklüğünü düşünün. Acaba kaç başı, kaç dili ve her dilde kaç tesbihi olması gerekir?

Ve bir de Samanyolu galaksimizin yaptığı tesbihatı temsil edecek meleğin azametini düşünün:

• Galaksimizde üç yüz milyar yıldız vardır. Demek galaksimizin mümessili olacak meleğin üç yüz milyar başı olmalı.
• Her yıldızda bulunan varlıklar adedince dili olmalı.
• Her varlığın azaları ve cüzleri adedince tesbihleri olmalı.

Rakamların ifade etmekten aciz kaldığı bu meleğin büyüklüğünü hayal edebiliyor musunuz? Eğer galaksimiz bir melek olsaydı, işte böyle üç yüz milyar başlı, her başında trilyonların ifade edemediği dilli ve her dilinde rakamlara sığmayan tesbihleri olan bir melek olurdu. Bunu gördükten sonra galaksimizin tesbihatını melekût âleminde temsil edecek meleğin azametini akla sığıştıramamak olur mu?

Elbette galaksimizi böyle haşmetle yaratan celal sahibi yaratıcı, galaksimizin yaptığı tesbihatı temsil edecek o haşmette melekleri de yaratmıştır.

Sözün özü: Şuursuz mahlûkatın bir nevi ibadetinin ve tesbihinin olduğunu ispat eden âleme dikkatli bir bakış ve Kur’an’ın ayetleri, aynı zamanda bu şuursuz mahlûkatın ibadet ve tesbihatını temsil edip, dergâh-ı İlahiyyeye arz edecek meleklerin varlığını da gerektirmektedir. Bu meleklerin vücudu da temsil ettikleri mahlûkun vücuduna münasip bir tarzda olacaktır. (bk. Nursi, Sözler, On Dördüncü ve Yirmi Dokuzuncu Söz; İlmedavet)

Dipnotlar:

(1) bk. Buharî, tevhid, 20; Müslim, Lian, 17; Taberanî, el-Mucemu’l-Kebir, 9/23-şamile. 
(2) bk. Et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân 15:156; Ebu’ş-Şeyh, el-Azame 2:547, 740, 742, 747, 3:868; İbni Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân 3:62; İbni Hacer, Fethu’l-Bârî 8:402; el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr 2:82.

26 Ben ölünce yanımdaki yazıcı melekler ne yapacak?

Konumuzla ilgili bazı ayetlerin meali şöyledir:

“Hayır, yanlış yapıyorsunuz! Siz tutup dini, dirilip hesap vermeyi yalan sayıyorsunuz. Halbuki yanınızdan ayrılmayan muhafızlar var. O muhafızlar değerli, şerefli kâtiplerdir. Yaptığınız her şeyi bilip yazarlar.” (İnfitar, 82/9-12).

Yazıcı meleklerin söz konusu görevlerinin şeklini ortaya koyan açık bir ayet veya hadis olmadığı için, alimler ilgili ayetlerin ifadesinden farklı manaların anlaşılabileceğini söylemişlerdir. Nitekim yukarıdaki ayetlerde de bu yazıcıların görevleri detaylı olarak değil, özet halde verilmiştir. Buna göre;

a. Yazıcı melekler bu işle görevli bir grup olabilir. Bunlar Allah’tan aldıkları talimat gereğince bütün insanların amellerini birlikte yazarlar.

b. Her bir melek veya birkaç melek -meşhur olan, iki melek- yalnız bir insanın amellerini yazmakla görevli olabilir.(bk. Razî, ilgili ayetlerin tefsiri).

(a) şıkkını açıklamaya gerek yoktur. Eğer (b) şıkkında olduğu gibi bir görevleri varsa, bu takdirde söz konusu kişi öldükten sonra, onun özel yazıcısı / yazıcıları olan melek / meleklerin bu görevi sona erer. Ve bundan sonra yine Rablerini tesbih etmekle meşgul olmaya devam ederler.

İnsanları koruyan meleklerin de durumu, yazıcı meleklerin durumu gibi değerlendirilebilir.

Hz. Cebrail (as)’in başka görevleri de vardır. İnsanlara, hayvanlara ve diğer varlıklara hususî vahiy denilen ilham vermeye devam etmektedir. Eski kavimler için olduğu gibi, bu ümmetin başına gelen semavî ve arazî felaket türü cezaları -Allah’ın izniyle- uygulamakla da görevlidir.

Meleklerin özel görevleri olduğu gibi, her zaman yaptıkları zikir ve tesbihleri vardır. Bu nedenle özel görevleri sona erse bile zikir, tesbih gibi ibadetleri devam ediyor.

27 Çocuklar ve küçük bebekler, melekleri veyahut ölmüş olan akrabalarının ruhlarını görebilirler mi?

Melekler nurdan yaratılmış lâtif cevherler, ruhanî varlıklar oldukları için, aslî hüviyetleri ve gerçek mâhiyetleri ile insan gözüne gözükmezler. Görme kabiliyetimiz, melekleri görebilecek şekilde yaratılmamıştır. Ancak Cenâb-ı Hak Peygamberlerine, melekleri görme kabiliyetini verdiğinden, onlar melekleri hakikî şekilleri ile görebilmişlerdir.

Melekleri hakikî mâhiyetleri ile göremememiz ve beş duyumuzla hissedemeyişimiz, onların yok oldukları iddiasını gerektirmez. Duyu organlarımızın maddî âlemde hissedemedikleri pek çok şey vardır. Kulağımız çok tiz ve çok pes sesleri işitmez. Bugün varlığı âletlerle tesbit edilen ışık dalgalarının hepsini, hele röntgen ve ültraviyole ışınlarını gözle görebilseydik, dünyayı şimdikinden çok başka şekilde tanıyacaktık.

Ölmüş insanların ruhları berzah aleminde yaşamaktadır. O alem ile bu dünya alemi farklıdır. Ancak peygamberlerin ve veli zatların ruhları serbest olarak dolaşabilmektedir.

Küçük yaştaki çocuk ve bebekler, meleklerin ve ruhların mahiyetinden habersizdir. Onların melek ve ölen kişilerin ruhlarını görmesi, farklı alemlerde olmaları hasebiyle pek mümkün değildir. Melekler ve ruhlar küçük çocuklara görünse dahi kavrayamazlar.

28 En son ruhu kabzedilecek melaike hangisidir?

"Sura üflenir; Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp cansız yere düşer. Sonra ona bir daha üflenir: Bir de bakarsın bütün insanlar, kabirlerinden ayağa kalkmış, etrafa bakınıp duruyorlar!" (Zümer, 39/68)

Âyet-i kerimede istisna edilenlerin kimler oldukları hususunda farklı gö­rüşler vardır. El-Kuşeyrî'nin zikrettiğine göre Ebu Hureyre yo­luyla; Es-Sa'lebî'nin naklettiğine göre de Abdullah b. Ömer yoluyla gelen merfu hadisler halinde rivayet edilmiştir.

Müstesna olanların Cebrail, Mikail, İsrafil ve ölüm meleği Azrail (hepsine selam olsun) oldukları da söylenmiştir.

Enes yoluyla rivayet edilen hadise göre de Peygamber (sav) yüce Allah'ın: "Sûra üfürülmüş -Allah'ın diledikleri müstesna- göklerde ve yerde olan­ların hepsi ölmüş (olacak)dır." buyruğunu okudu, ashab: "Ey Allah'ın Pey­gamberi! Allah'ın istisna ettiği kimseler kimlerdir?" diye sordular. Peygamber şöyle buyurdu:

"Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil ve Ölüm meleğidir. Yüce Al­lah ölüm meleğine -daha iyi bilen o olduğu halde-

- Ey ölüm meleği yarattıklanmdan geriye kim kaldı diye soracak, ölüm meleği:

- Rabbim, diyecek Ceb­rail, Mikail, İsrafil ve senin zayıf kulun ölüm meleği kaldı.', diyecek. Yüce Al­lah: 

- İsrafil ve Mikail'in canını al, diyecek. Her ikisi de koca bir dağ gibi ölü olarak yere yıkılacaklar. Yüce Allah bu sefer:

- Öl, ey ölüm meleği diye bu­yuracak, o da ölecek. Yüce Allah Cebrail'e:

- 'Kim kaldı ey Cebrail?' diye sora­cak, Cebrail:

- Ey celal ve ikram sahibi senin şanın yüce ve mübarektir. Geri­ye sadece senin ebedi kalıcı zatın, bir de ölmeye ve yok olmaya mahkum Cib­ril kaldı. Bu sefer yüce Allah:

 - Ey Cebrail! Senin de ölmen kaçınılmaz bir şey­dir.' diye buyuracak. Cebrail secdeye kapanacak, kanatlarını çırpacak ve:

- Se­ni tenzih ederim Rabbim, şanın yüce ve mübarektir, ey celal ve ikram sahi­bi, diyecek.

Peygamber (sav) devamla buyurdu ki:

"Onun hilkat itibariyle Mi­kail'in hilkatine üstünlüğü büyükçe bir dağın küçük tepeciklerden birisine üstünlüğü gibidir." Bunu es-Sa'lebî zikretmiştir.(Taberi, Câmiul-Beyan, XXIV, 29.)

İlave bilgi için tıklayınız:

Azrail, meleklerin ruhunu ve kendi ruhunu bizim yaşayacağamız...

29 Cennetteki hurilerin cinsiyeti var mıdır? Cennete giren herkese iki zevce verilmesi nasıl olur?

Huri, cennet kızlarına denir. Bu dünyadaki evli eşler ahirette de cennete giderlerse birbirleriyle evlendirileceklerdir.

Dünyada bekâr olarak imanlı bir şekilde vefat etmiş bir kadın cennete girdiğinde, Cenab-ı Hak orada onu mü'min bir erkekle nikahlar. Çünkü, cennetin zevklerinden birisi de, yeme ve içmenin yanında nikahtır. Kadın da bu nimetten istifade etmelidir.

Bilindiği gibi, cennetteki her erkeğe iki dünya hanımı yanında derecesine göre huri ihsan edilecektir. Diğer taraftan, kadın bakire olarak vefat ettiği gibi, erkeğin de bekâr olarak öldüğü vakıadır. Cenab-ı Hak bekâr erkekleri de cennette nikahlayacaktır.

İlave bilgi için tıkalyınız:

HÛRİ, HÛRİLER...

30 Yedi kat semadaki (gök yüzündeki) meleklerin isimleri nelerdir?

Arşdaki meleklerin isimleri nelerdir?

"Gök yarılmış ve o gün bitkin bir hale gelmiştir. Melekler onun çevresindedir. Ve o gün Rabbinin Arş'ını, onların da üstünde sekiz tanesi yüklenir." (Hâkka, 69/16,17).

Hasan-ı Basrî, Hamele-i Arş meleklerinin sayısının sekiz mi, sekiz bin mi, sekiz saf mı veya sekiz bin saf mı olduğunu kesin olarak bilinmediğini ifade etmiştir.

Ancak Fahreddin Razî, bunları sekiz şahıs olarak anlamak, ayetin ifadesine daha uygun olduğunu söylemiştir. (Râzî, XXX/99-100).

Razî’nin bu konuda getirdiği deliller: “Hamele-i Arş şu anda dörttür, Kıyamet günü Allah onları bir dört melekle daha kuvvetlendirir, böylece sekiz olur." (Razî, a.g.e; Kurtubî, el-Cami'u fî-Ahkâmi'l-Kur'ân, XII, 266).

Şehr b. Havşeb’in bildirdiğine göre, bu sekiz melekden dördü; “Allah’ım! Seni hamd ile tespih ederiz. Kudretinden sonra affın için de sana hamd olsun.” diyerek, diğer dördü ise; “Allah’ım! Seni hamd ile tespih ederiz. İlminden sonra hilmin için de sana hamd olsun.” diyerek Allah’ı tespih ederler.(Râzî, a.g.e.).

Bazı alimlere göre, şu anda Arş'ı taşıyan dört meleğe “Mukarrebûn” (Allah’a en yakın olanlar) denilmektedir. Arşın çevresinde bulunanlar da "Kerrûbiyyûn” adıyla anılmaktadır. (İbn Kesîr, VII/120).

İlave bilgi için tıklayınız:

HAMEL-İ ARŞ...

31 Dünya hayatında melekleri görmek, imtihan sırrına aykırı mı?

- Mucizeler, akla kapı açar, fakat iradeyi elinden almaz. Bu da imtihan sırrına uygundur. Çünkü, gösterilen mucizelerin benzerlerinin aklen ihtimal dahilinde olması, akla zorunlu inanma yolunu engeller. Örneğin, Hz. Musa (as)’ın harika asasına, Hz. Muhammed (sav)’in ayı ikiye ayırması mucizesine, inkârcılar sihir demişlerdir. Genellikle, gösterilen mucizelerin sihir veya başka gözbağcılıkla bir açıklaması olabilme ihtimali vardır. Hz. Musa (as)’ın diğer dokuz mucizesi (taştan suyun çıkması, çekirge afeti, evlerin kapılarına kanın bulaşması gibi) harikalar, normal birer tabiat olayı olarak değerlendirilme şansına sahiptir. Kavimlerin başına gelen musibetler türü uyarıcıların hepsi birer tabiat olayı olarak tesadüfe verilmiştir. Bugün de bu işler böyle görülüyor.

- Bir de mucizeler, belli bir zaman diliminde gerçekleştiği için, çok az kimse tarafından görülmüştür. Diğer insanlar ancak bunu duyarak öğrenmişlerdir. “Bir şeyi duymak, onu görmek gibi değildir.” kaidesi gereğince, bunların bu duyuşları -samimi müminler hariç- her zaman vesveselerle kesinliğini kaybetmeye mahkum olmuştur.

- Hadis rivayetlerinde, Hz. Abdullah b. Abbas, Hz, Cebrail’i Efendimiz (asm)'in yanında görmüş ve bunu öğrenince Efendimiz (asv) ona “Bir gün gözlerin ama olacak” demiş ve aynen öyle olmuştur. Ayrıca, Cibril hadisi olarak meşhur olmuş hadiste, sahabelerden bir cemaat, Hz. Peygamber (a.s.m)’ e gelip soru soran bir kimseyi görmüşler, sonra dışarı çıkıp kaybolunca, Efendimiz (asm) onun Cebrail (as) olduğunu bildirmiştir.

- Kur’an’da inkârcılara meleklerin gelmesi durumunda artık onlara göz açtırılmayacağına dair ayetlerde, hem inkârcıların alaycı bir tavırla, şımarıkça yaptıkları istekleri  reddedilmekte, hem de bizzat vahiyle birlikte meleklerin gelmesinin imtihan sırrına aykırı olduğuna işaret edilmektedir.

- İlgili bir iki ayetin mealinden de bunu anlamak mümkündür:

“Bir de: ‘Ona/Peygambere, bizim de görebileceğimiz bir melek gönderilmeli değil miydi?’ dediler. Eğer biz bir melek gönderseydik, elbette iş bitirilmiş olur, sonra kendilerine göz bile açtırılmazdı.”
(Enam, 6/8).

“Ahirette huzurumuza gelip bizimle karşılaşacaklarını düşünmeyenler; ‘Bize elçi olarak melekler gönderilmeli, yahut Rabbimizi görmeli değil miydik?’ dediler. Gerçekten onlar kendilerini büyük görüp azgınlıkta iyice haddi aştılar.”(Furkan, 25/21).

“İnkârcılar, alay ederek; ‘Ey o kendisine kitap indirilmiş olan! Mutlaka sen bir delisin.’ dediler. ‘Ne diye bize  o melekleri getirip göstermiyorsun?’ Biz o melekleri hikmet gereğince göndeririz. Ama o zaman da, kendilerine hiç mühlet verilmez, derhal işleri bitirilir, mahvolup giderler.”(Hicr, 15/6-8).

İlave bilgi için tıklayınız: Melek, Cin ve Şeytanların Temessülü Hakkında.

32 Kâinatta, insanlardan başka yaşayan mahluklar var mı?

Sorunuzu "Bu kâinatta insanların yaşadığı başka gezegenler, başka küreler var mı?" şeklinde değerlendiriyoruz. Aksi hâlde, bir milyonu aşkın hayvanlar alemi gösteriyor ki, bu kâinatta, hayat sadece insan hayatına münhasır değil. Öte yandan, başta Kur'an olmak üzere bütün semavi kitaplar, melekler ve cinler alemini haber verirler. Denizlerde balıkları, ormanlarda ceylanları, kanımızda al ve akyuvarları yaratan bir kudret, elbette yıldızlar alemini boş bırakmamıştır. O nurani alemlerin de kendilerine göre sakinleri vardır.

Başka kürelerde insan olup olmadığı konusuna gelince, bu konuda şu anda kesin bir bilgi yok, ancak ihtimalden de uzak değil.

“Allah O'dur ki: yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmıştır. Onların aralarında emri cereyan eder..." (Talak, 65/12)

ayetinin tefsirinde, ağırlıklı olarak, toprak tabakasından magmaya kadar yedi tabaka bulunduğu üzerinde durulmakla birlikte, yer küremiz gibi altı tane daha kürenin mevcut olabileceği ihtimaline de yer verilmiştir. 

33 Meleklerin mahiyeti, çeşitleri ve meleklere imanın önemi hakkında bilgi verir misiniz? Melekleri neden göremiyoruz?

Meleklerin mahiyeti:

Melekler nurdan yaratılmış, muhtelif şekillere girebilir latiflik ve kabiliyette varlıklardır. Sırf hayır işlemeleri için varedilmişlerdir. (Tecrid Ter., IX, 19;  Beyzavî, I,  134)

Melekler, Allah’a itaatkâr kullardır. Kendilerine ne emredilse yaparlar. Asla isyan etmez, verilen emrin dışına çıkmazlar. (el-Enbiyâ,  26-27) Her türlü günahtan uzaktırlar. Allah’a ihlas içinde kulluktan başka hiç bir fiilleri ve emirsiz herhangi bir işe müdahaleleri, hattâ izinsiz şefaatleri dahi yoktur. (Meyve Risalesi, 137)

Meleklerde nefis, gazab ve şehvet kuvveleri (duyguları) olmadığından, nefisleriyle mücadeleleri ve onun neticesi olarak da manevî terakki ve tedennileri (yükselmeleri ve alçalmaları) yoktur. Şeytanlar onlara musallat olamaz. Her birinin sabit bir makamı, değişmez bir rütbesi ve belli bir vazifesi vardır.

Meleklerin bizim gibi yemeleri, içmeleri, yatıp uyumaları, evlenip çoğalmaları da yoktur. Onlar için erkeklik-dişilik söz konusu değildir. Gökte, yerde, her tarafta bulunurlar. Kısa zamanda en uzak mesafeleri aşıp gitmeye, diledikleri şekil ve surette görünmeye güçleri yeter. Allah onlara bu kabiliyeti vermiştir.

Meleklerin hayır ve şerden birini seçmek vazifeleri olmadığı ve sadece hayır işlemeye kabiliyetleri olduğu için, insan gibi yaptıkları amellere karşılık ayrı bir mükâfatları yoktur. Belki bizzat işledikleri amellerden hususi bir zevk, yaptıkları ibadetlerden de derecelerine göre feyizler alırlar. (Sözler, 327) Yani mükâfatları, yaptıkları hizmetlerinin içindedir. İnsanın su, hava, ışık ve gıda ile beslenmesi ve lezzetlenmesi gibi, melekler de zikir, tesbih, hamd, ibadet, marifet ve muhabbetin nurlarıyla gıdalanırlar. (Sözler, 327; Tecrid Ter., IX, 19) Nurdan yaratılmış olmaları sebebiyle gıda olarak onlara nur yeterlidir. Hattâ nura yakın olan güzel kokular dahi onların bir nevi gıdalarıdır. Güzel ve temiz ruhlar, elbette güzel kokuları sever. (Sözler, 327. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V.), kendisine vahiy geldiği ve meleklerle her zaman görüştüğü için; soğan, sarımsak gibi kokusu pis olan ve meleklerin hoşuna gitmeyen bitkileri yemezdi, Güzel koku sürünmek, kendi ifadeleriyle, dünyada en çok sevdikleri üç şeyden biriydi.)

Meleklerin ibadetlerinin ve itaatlerinin bütünü farz ibadetler kabilinden olup gönüllü yapılan nafile ibadetleri yoktur. Halbuki nafile ibadet, insan için büyük bir fazilettir. Nitekim “Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşa yaklaşa muhabbetimi kazanır." (Hüseyin-i Cisrî, Risâle-i Hamidiye; 577) hadîs-i kudsîsi bu sırrı ifade etmektedir.

Melekler, Allah’ın yasak ettiği şeylerden sakınmanın sevabını da kazanamazlar. Çünkü şerre ve harama hiç meyilleri yoktur.

Melekleri Neden Göremiyoruz?

Melekler nurdan yaratılmış ruhanî varlıklar oldukları için, asıl görüntüleri ve gerçek mahiyetleri ile insan gözüne gözükmezler. Görme kabiliyetimiz, melekleri algılayabilecek şekilde yaratılmamıştır. Ancak Cenâb-ı Hak Peygamberlerine, melekleri görme kabiliyetini verdiğinden, onlar melekleri hakiki mahiyetleriyle görebilmişlerdir.

Melekleri göremememiz ve 5 duyumuzla hissedemeyişimiz, onların yok oldukları iddiasını gerektirmez. Duyu organlarının maddî âlemde kendi sahalarında dahi hissedemedikleri pek çok şey vardır. Kulağımız çok tiz ve çok pes sesleri işitmez. Bugün varlığı âletlerle tespit edilen ışık dalgalarının hepsini, hele röntgen ve ültraviyole ışınlarını gözle görebilseydik, dünyayı şimdikinden çok başka şekilde tanıyacaktık. Biz daha kendi âlemimizdeki tezahürlerin hakikatına vâkıf değilken, Cenâb-ı Hakk’ın sınırsız âlemlerindeki sonsuz hâdiselerin varlığını nasıl inkâr edebiliriz? Bu bakımdan akıl, meleklerin varlığına imkân vermektedir.

Demek ki bir şeyi gözle görmemek, o şeyin yok olduğunu göstermez. Gözle göremediğimiz pek çok şey var ki, o şeyin vücudunu aklımızla, ilim ve tecrübe ile, deneylerle kabul ediyoruz. İşte melekler de gözle göremediğimiz halde, varlığını kabul ettiğimiz objelerdendir.

Meleklerin varlığını, başta İslâm, bütün semavî (göksel) dinler haber vermiş; peygamberler onları hakiki hüviyetleriyle görüp kendilerinden vahiy almışlardır. Başta Kur’an, bütün kutsal kitaplar da meleklerin varlığından yeterince bahsetmişlerdir. Bütün bunlar, meleklerin varolduklarına gözle görmek gibi kesin bir delil teşkil ederler.

Bütün Hak dinlerin ve peygamberlerin varlığında görüş birliği ettiği, Peygamberimizin ve Kur’an’ın varlığını haber verdiği meleklere, gözümle göremiyorum diyerek inanmamak, büyük bir bilgisizlik ve inkârdır. Allah’a inanan bir kimse için, meleklere inanmamak söz konusu olamaz.

Meleklere imanın önemi nedir?

Meleklere iman, iman esasları içinde önemli bir yer işgal eder. Çünkü melekler, Allah’tan aldıkları ilâhî vahyi peygamberlere ulaştıran birer elçi durumundadırlar. Bu bakımdan vahye ve peygamberlere inanmak, önce onlara vahyi ve peygamberliği getiren meleklerin varlığına inanmayı gerektirmektedir. Meleklere inanmamak, aynı zamanda peygamberlere de inanmamayı netice verecektir.

Meleklere imanın Allah’a imandan hemen sonra zikredilmesinin sebebi de budur.

Meleklerin kısımları nelerdir kaç çeşit melek vardır?

Melekler başlıca 3 grupta toplanabilir

1.  İlliyyûn-Mukarrebûn melekleri,

2.  Müdebbirât melekleri,

3.   İnsanla alâkalı melekler... 

• Îlliyyûn-Mukarrebûn Melekleri:

Bunlar devamlı Cenâb-ı Hakk’ı anmakla, O’nu noksan sıfatlardan uzak olduğunu ilanla ve her türlü kemâl vasıflarıyla kudsamak ve nitelemekle meşguldürler. Allah’ın marifeti ve sevgisi içinde kendilerinden geçmiş haldedirler.

• Müdebbirât Melekleri:

Bunlar kâinatın idare ve düzenini, tabiatın nizam ve intizamını te’min eden İlâhî kanunları uygulamak ve takip etmekle vazifeli meleklerdir. Evrende Allah’ın irade ve kudretinin tecellilerine nezaretçi ve seyirci durumdadırlar. (Beyzavî, el-Bakara. 30.Müdebbirat meleklerinin Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen kısımları için bk:es-Saffat, 1-3; ez-Zariyât, 4; el-Mürselât, 3-5.)

• İnsanla İlgili Melekler:

Bu meleklerin başında Cebrail (A.S.) gelir. Vazifesi insanları hidayete sevkeden, dünya ve âhirette saâdete kavuşturan İlâhî vahyi peygamberlere ulaştırmaktır. Bu sebeble, ona Vahiy meleği de denir.

Ruhu’l-Kudüs, Ruhü’1-Emîn adları da verilmiştir.

İnsanla alâkalı meleklerin diğer bir görevi de, Allah’ın Peygamberlerine ve sâlih kullarına kuvvet vermek, sıkıntılı ve üzüntülü zamanlarında onları teselli etmek, maneviyatlarını yükseltmek, gerekirse fiilen yardım yapmaktır. Asr-ı Saadette cereyan eden Bedir, Uhud gibi harplerde meleklerin mü’minlere fiilen yardım ettiklerini Kur’an bize haber vermektedir. (el-Enfâl, 12; Al-i İmrân, 123-126)

İnsanla alâkalı meleklerin bir başka görevi de, insanlara iyi ve hayırlı şeyleri telkin etmek, böylece onların doğru yola girmelerini, ruhen yükselmelerini sağlamaktır.

Bu hususta Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’den rivayet edilen şu hadis-i şerif manidardır:

“Her Müslüman, 160 müvekkel melek tarafından güvenceye alınmıştır. Onlar insanın güç yetiremediği şeyleri ondan uzaklaştırırlar. Hatta yalnız göze müvekkel 7 melek vardır. Sıcak günde bala hücum eden sinekleri kovaladıkları gibi, o melekler de göze hücum eden şeytanları kovar.

Eğer onları görebilseydiniz, dağlarda ve ovalarda nasıl hazır vaziyette beklediklerini ve hücum vaziyetinde olduklarını görürdünüz.

Eğer insan bir an için kendi başına terk edilseydi, şeytanlar onu kapma kaparlardı.” (İhya, III, 89; İbn-i Ebîd-Dünyâ, Mekaidü’ş-Şeytan; Taberanî, Mu’cemü’l-Kebîr.)

Bu kısma giren meleklerden bazılarının özel vazifeleri vardır:

• Hafaza Melekleri:

Her insanda hafaza adlı yazıcı iki melek vardır. Bunlar insanların iyi kötü her türlü hareketlerini, söz ve davranışlarını yazarlar. Kur’an’da bu meleklere Kirâmen Kâtibin (saygın yazıcılar) ismi verilir.

•  Münker-Nekir Melekleri:

Öldükten sonra insanı kabirde sorguya çeken, “Rabbin kim, dinin ne, Peygamberin kim?” gibi soruları soran sorgu melekleridir.

•  Azrail (A.S.):

İnsanların ruhlarını kabzetmek, bedenden çekip almak ile vazifelidir. Melekü’1-mevt, yani, ölüm meleği adı da verilir.

•  Mikâil (A.S.):

Rızıkları sahiplerine ulaştırmak ve yağmur, rüzgâr gibi tabiat olaylarını Allah’ın iradesine göre düzenlemekle meşgul melektir,

•  İsrafil (A.S.):

Sur adı verilen boruyu öttürüp kıyametin kopuş zamanını ilân ile vazifeli melektir. İsrafil (A.S.), kıyametin kopup kâinatın yıkılmasından ve bütün canlıların ölümünden sonra, Sur’a ikinci bir defa daha üfleyecek, bu üfleyişle insanlar dirilerek, kabirlerinden kalkacak, Mahşer meydanında toplanacaklardır.

34 Yahudilerin Cebrail'e düşman olmalarının sebebi nedir?

"De ki: Kim Cebrâil’e düşman ise iyi bilsin ki, bu Kur’ân’ı daha önceki kitapları tasdik etmek, inananlar için bir rehber ve müjde olmak üzere, Allah’ın izniyle senin kalbine o indirmiştir. Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cebrâile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır." (Bakara, 2/97-98)

Peygamber Efendimiz (asm) Medine’ye hicret buyurduklarında, Fedek Yahudilerinin bilginlerinden Abdullah ibn Sûriya, münazara için bir grupla geldi. Sorduğu dört müşkil soruya doğru cevaplar aldıktan sonra; vahiy getiren meleği sorup “Cebrâil” cevabını alınca “O bizim düşmanımızdır, o savaş ve şiddet getirir, bizim elçi meleğimiz Mikâil’dir ki o müjde, bereket, ucuzluk getirir. Eğer sana o gelseydi iman ederdik.” Bu uzun kıssa üzerine bu âyet nazil olmuştur. Hz. Ömer (ra)’le ilgili başka bir nüzul sebebi daha rivayet edilir.

Cebrail (as)'in Hz. Peygamber (asm)'e vahiy getirdiğini bildiren ve Medine Yahudilerinin bu melek hakkındaki yanlış kanaatlerine işaret eden yukarıdaki âyetlerin iniş sebebiyle ilgili olarak, müfessirlerin verdiği bilgilere göre Fedek Yahudilerinden bir grup Hz. Peygamber (asm)'e gelerek, dört konuda soruları olduğunu, bunlara doğru cevaplar verirse Müslüman olacaklarını ifade etmişlerdi. Üç sorunun cevabını bek­ledikleri gibi aldılar.

Dördüncü sorulan Hz. Peygamber (asm)'e vahiy getiren meleğin is­minin ne olduğu idi. "Cebrail" cevabını alınca Yahudiler, "Cebrail bizim düşmanımızdır; çünkü o savaş, kıtlık ve kuraklık meleğidir. Eğer sana vahiy getiren melek Mîkâil olsaydı iman ederdik; çünkü Mîkâil rahmet, bolluk ve yağmur meleğidir." dediler. Diğer bir rivayete göre Hz. Ömer (ra) Yahudilere, Hz. Muhammed (asm)'i yalanla­mak için böylesine çaba göstermelerinin sebebini sorduğunda, "Çünkü ona vahiy getiren Cebrail bizim düşmanımızdır." demişlerdi.

Bazı tefsirlerde, Yahudilerin, Bâbil Kralı Buhtunnasr'ın (Nebukadnezzar) Kudüs'ü işgal edip Yahudi krallığına son vermesi sırasında Cebrail'den yardım gördüğünü ileri sürerek, bu yüzden onu kendilerine düşman bildikleri de kaydedilmektedir.

İşte yukarıdaki iki âyette, Yahudilerin bu düşmanlıklarının yersiz ve haksız olduğuna işaret edilmektedir. Çünkü Cebrail (as), daha önceki kitapları ve bu arada Tevrat'ı doğrulayan, inananlar için bir rehber ve mutluluk vesilesi olmak gibi yü­ce değerler taşıyan Kur'an'ı Hz. Peygamber (asm)'e getiren, âyetteki ifadesiyle onun kalbine indiren bir melektir; bu görevini de Allah'ın izniyle yapmıştır; yani sade­ce Allah'ın kendisine verdiği bir görevi ifa etmiş, Allah ile peygamberleri arasın­da bir elçilik yapmıştır. Şu halde bundan dolayı ona düşmanlık duygusu beslemek, gerçekte onun getirdiği vahye ve vahyi gönderene karşı düşmanlıktır. Bu sebeple 98. âyette, Cebrail (as)'e düşman olmanın bir bakıma Allah'a, peygamberlere ve diğer meleklere, bu arada Yahudilerin çok sevdiklerini söyledikleri Mîkâil (as)'e düşman ol­mak anlamına geleceğine işaret edilmekte; bu yüzden Allah'ın da bu kâfirlerin düşmanı olduğu belirtilmektedir.(Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: I, 88-90)

35 Meleklerde cüz'i irade var mıdır? Varsa, insanın cüz'i iradesinden farkı nedir?

Cüz-i irade meleklerde de var, ama insandakinden çok farklı. Cebrail (a.s.) kendisine verilen bir ilâhî emrin gereğini cüz-i iradesiyle yerine getirir. İlâhî bir emri başka meleklere yine iradesiyle tebliğ eder. Şu farkla ki, onda emrin zıddına hareket etme iradesi yoktur ve insan iradesinden bu yönüyle ayrılır.

Şu da var ki, melekler derecelerine göre bir anda çok yerlerde bulunabilir ve farklı nice işleri birlikte irade edebilirler. Yine de bu iradeleri mutlak değil sınırlıdır; ancak belli hudutlar arasında cevelan edebilirler. Bu faaliyetlerinde Allah'ın küllî iradesinin bir cilvesini sergilerler.

“Melâike gibi zîşuur olanların, yalnız cüz-i ihtiyarıyla cüzî, icatsız, kesb denilen bir nevi hizmet-i fıtriye ve amelî bir nevi ubudiyetten başka ellerinde yoktur.” (bk. Şualar, On Birinci Şua, On Birinci Mesele)

36 Âdetli olduğumuzda evimize melek girmez mi?

Hadiste kastedilen, "özürsüz cünüb duran" kimseler için söylenmiştir.  Ali (r.a.), Rasûlullah (asm)'ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

"İçinde resim, köpek ve cünüp bulunan eve melekler girmez. " (Ebû Dâvud Libas,129; Nesâî, Tahare,167)

Hadisten de anlaşıldığına göre, guslü geciktirerek cünüp kalmaya devam etmek ve namaz vaktini geciktirmek tehlikelidir. Hadiste kastedilen cünüplük, namaz vaktini geçirmeye sebep olan cünüplüktür.

Rasûlullah (asm) cünüp olarak bazen uyur ve sabah namazı vakti girmeden uyanıp gusledermiş.

Gudayf ibnu'l-Haris şöyle anlatıyor:

"Hz. Âişe'ye: 'Rasulullah (s.a.v.) cenabetten gecenin başında mı yıkanırdı, sonunda mı?' diye sordum. Hz. Âişe (r.a.) şöyle cevapladı: 'Bazen başında, bazen de sonunda yıkanırdı.' Ben: 'Allahu ekber! Bu konuda genişlik veren Allah'a hamd olsun.' dedim." (Buhârî, Gusl 25, 27; Müslim, Hayz 21; Ebu Dâvud, Taharet 88, 90, Salât 343; Tirmizî, Taharet 87; Nesâî, Taharet 163, 164,165, Gusl 4, 5; Muvatta, Taharet 77)

37 Karin nedir ya da kimdir?

"Karin" kelimesi yakın arkadaş, kişiyle sürekli beraber olan kimsedir. Aşağıdaki ayetlerde bu mana söz konusudur:

“Derken biri der ki: 'Sahi, benim de yakın bir arkadaşım vardı. Yanıma gelir, iğneli iğneli “Sen de mi?" derdi, bu masala inananlar arasında yer alıyorsun? Yani biz ölüp çürümüş kemik, toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilip hesap vereceğiz, buna da inanılır mı?' ” (Saffat, 37/51-53)

Kur’an’da “Karin” kelimesi, melekler için olduğu gibi, şeytanlar için de kullanılmıştır. Aşağıdaki ayetlerde bu iki kullanımı da görmekteyiz.

“Mallarını halka gösteriş için harcayıp Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen kimseleri de Allah elbette sevmez. Şeytan kimin arkadaşı olursa, artık o arkadaşların en kötüsüne düşmüş demektir.” (Nisa, 4/38).

“Kim Rahman’ın hikmetlerle dolu ders olarak gönderdiği Kur’ân’ı göz ardı ederse, biz de ona bir şeytan sardırırız; artık o, ona arkadaş olur.” (Zuhruf, 43/36)

“O gün herkes beraberinde bir muhafız, bir de şahit olduğu halde Yüce Divana gelir. Allah ona buyurur: 'Sen bundan gaflet içindeydin. İşte gözünün önünden perdeyi kaldırdık, şimdi artık gözün pek keskindir!'

"Yanındaki arkadaşı (melek) 'İşte!' der, 'onun defteri! Her ne yapmışsa, burada yazılı!' Allah muhafızla şahide veya cehennem görevlisi iki meleğe: 'Atın! buyuracak, atın cehenneme, her nankör, inatçı kâfiri: hayra mani olan, haddi aşıp azan, şüpheye dalanı! Allah’ın yanı sıra başka bir tanrı benimseyeni! Atın onu o çetin azaba!' Yanındaki arkadaş (şeytan): 'Ya Rabbî,' der, 'onu ben saptırmadım, kendisi zaten haktan iyice uzak bir sapıklık içinde idi.'” (Kaf, 50/21-27).

Şeytan olan "Karin", yakın arkadaşlık kurduğu kişiyi Allah’a isyan etmeye sevkeder ve inkârcılığa düşürmeye çalışır.

Melek olan "Karin" ise, insanların amellerini kontrol eden ve onları mahşere sevk eden müvekkel melektir. (bk. Taberî, Semarkandî, Razî, Beyzavî, İbn Aşur ilgili ayetlerin tefsiri)

38 Azrail, meleklerin ruhunu ve kendi ruhunu bizim yaşayacağamız kıyametten önce mi sonra mı kabzedecektir?

Konuyla ilgili bir ayet meali şöyledir:

"Sûra üflenir; Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp cansız yere düşer. Sonra ona bir daha üflenir: Bir de bakarsın bütün insanlar, kabirlerinden ayağa kalkmış, etrafa bakınıp duruyorlar!" (Zümer, 39/68)

Bu âyette sûra iki kere üfleneceği bildirilmiştir. Neml suresi, 87. âyetinde bu ikisinden önce bir kere daha üfleneceğinden söz edilmiştir. Onun için Hz. Peygamber (a.s.m) sûra üç üfleme bildirmiştir:

1. Nefhatü’l-feza’ (dehşetli bir ses)

2. Nefhatu’s-sa’k (öldüren ses)

3. Nefhatu’l-kıyame (diriliş üflemesi).

İstisna edilenler: En büyük dört melektir. Bazı müfessirler ayrıca, Hamele-i Arş, yahut rıdvan melekleri, huriler, Malik (cehennem sorumlusu) ve Zebanileri de sayarlar.

Enes b. Mâlik ve Süddî'ye göre bu ayette istisna edilenler, Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail'dir. Al­lah Teala bütün yaratıkların ruhlarını aldıktan sonra geriye bu melekler kalır. Da­ha sonra bunların da canlarını alır, geriye sadece kendi zatı kalır. (Taberi Tefsiri)

Melekler de ruh sahibidir. Bu bakımdan her can sahibi gibi onlar da ölümü tadacaktır.

Azrail (as) canlı varlıkların ruhunu kabzetmekle görevlidir. Bütün insanların ve can sahiplerinin ruhlarını Allah'ın izniyle kabzettikten sonra, Allah'ın emriyle kendi ruhunu da kabzedecektir. En son kendi ruhunu kabzederken bir çığlık atar ki, narasının sadası gökleri geçip, yerlere gider.

Şu halde her can, ölümü tadacaktır. Azrail (as)'a ruhları kabzetme görevini tevdi etmiştir. Bu Allah'ın takdiridir.

(Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname)

39 Azrail (as) tek başına binlerce (kıyamet günü bütün insanların) insanın canını nasıl alır?

Televizyondaki tek spikerin bir anda her evde hazır bulunması, haberlerin tamamını da her seyirciye ânında iletmesi hâdisesi; artık tek Azrâil’in, vefat ânı gelmiş her insanın evinde kolayca hazır bulunduğuna misâl teşkil etmiş olsa gerektir. İlim inkişaf ettikçe bu gibi meselelerin isbatı da kolaylaşacaktır.

Bir şehrin elektrik şebekesinde bekleyen tek memur, bir düğmeye basmasıyla yüz binlerce lâmbayı bir saniye içinde söndürebiliyor. Koskoca şehri bir anda karanlıklara gömebiliyor. Kaldı ki, bunlar hep maddî misâller. Bizim sözünü ettiğimiz şahıslar ise mânevî mevzuun şahıslarıdır. Yâni, durum daha da kolaylaşmaktadır.

Misâl âleminin bir ferdi olan Hazret-i Azrâil’in hakikî şahsı bir merkezde beklerken, temsilî şahısları, vefatı vâki olacakların yanında temessül edip, ruhlarını, kolayca kabzeder. Spikerin, Ankara’da bulunduğu halde televizyon olan her evde konuşup, sözlerini işittirmesi gibi.

Diyebiliyor muyuz, Ankara’daki bir adam bütün ülkeye tek başına nasıl görünebilecek, sesini, sözünü duyurabilecek?

İnsanın yaptığı nizamlarda mümkün olan şey, insana bu bilgi ve zekâyı ihsan eden Allah’ın nezdinde neden olmaz gibi görünsün?.. Kaldı ki Azrâil Aleyhisselâm’ın yardımcıları da vardır. Onları da tavzif ettiği kaydedilmektedir. O takdirde mesele büsbütün kolaylık arzetmektedir.

Ayrıca elektrik bir tane olduğu halde bir şehrin her yerinde aynı anda hem ampüllerde, hem fırınlarda hem buzdolaplarında bulunuyor ve iş yapıyor. Diğer taraftan yer çekimi kanunu da bir tane olduğu halde dünyanın her yerinde bir anda her şeyi çekiyor.

Elektrik ve yer çekimi kanunu gibi bir şey bir anda bu kadar işleri yaparsa, ruhları almakla görevli meleğin aynı anda binler ruhu alması daha kolay olur.

40 Melekler amellerimizi nasıl yazıyorlar?

"Melek" dendi mi çoğu insanın aklına, öncelikle, sevap ve günahları yazan melâikeler gelir. Bunlar meleklerin sadece bir şubesi.

Çok karşılaştığımız bir sahne: Bakarsınız, karşınızda tereddüt dolu bir çehre. Bakışlarda hayret ve şaşkınlık iç içe. Bir sorusu olduğunu hemen anlar ve kendisine fırsat verirsiniz. “Bir noktayı merak ediyorum da...” der ve sorusunu yerleştirir: “Melekler bizim amellerimizi nasıl yazıyorlar?” 

O söylemese de siz, bu sorunun arkasında, “Acaba meleklerin kâlemleri ne marka?”, “Mürekkepleri ne renk?”, “Amelleri daktiloyla mı yazıyorlar, yoksa bilgisayara mı kaydediyorlar?” gibi bir mânâ hissedersiniz. Ve kendisine meleklerin ayrı bir canlı türü olduğunu, insanlara benzemediklerini, yazmalarının ve kaydetmelerinin de bizim tahminlerimizin çok ötesinde olduğunu anlatırsınız. Ve kendisine biraz ışık tutmak niyetiyle, teyp bandından, fotoğraf makinesinden, kara kutudan söz edersiniz. “Bunlar da kaydediyorlar, ama ne kâlemle, ne de daktiloyla...” diye eklersiniz.

Bir şey anlamış olmanın ümit ışıkları gözlerinde hafifçe belirmiş olarak yanınızdan ayrılır. Ve siz kendi iç âleminizde meselenin muhasebesini yaparsınız: Bundan önceki asırlarda ne bant vardı ne fotoğraf makinesi ne televizyon ne de kara kutu. Ama o asırların insanları, amellerini meleklerin kaydettiğine bu asrın insanından çok daha fazla inanıyorlardı. Bunun sebebi ne idi?

Sorunuza değişik cevaplar verir ve sonunda şu cevapta karar kılarsınız:

“Onlar, 'Nefsini bilen Rabbini bilir.' sırrına ermişlerdi. Ve bu sorunun en güzel cevabını da yine kendi nefislerinde bulmuşlardı; hafızalarını dikkate alarak.”

İnsan hafızası da sesleri, görüntüleri zapt ederken ,bizim sözünü ettiğimiz âletlerin hiçbirini kullanmıyordu. Hafızanın rahatlıkla yaptığı bir işi, Allah'ın vazifeli bir meleği de yapabilirdi...

41 Meleklerde cinsiyet var mıdır?

İmanın şartlarından ikincisi meleklere inanmaktır. Melekler, nurdan yaratılmış varlıklardır. Onlar yemezler, içmezler, erkeklik ve dişilikleri yoktur.

Melekler, Allah'ın sevgili kullarıdır. Allah'ın emirlerini kusursuz yerine getirirler, hiç günah işlemezler.

Yüce Allah, varlıkları çeşitli şekillerde yaratmıştır. Bunlardan kimisi bizim görebileceğimiz, kimisi de göremiyeceğimiz şekildedir. İnsan, bazı varlıkları göremiyor. Çünkü, insanın gözü her şeyi görebilecek durumda yaratılmamıştır, görme yeteneği sınırlıdır.

Meselâ; çok küçük bir cismi göremediğimiz gibi; havayı, rüzgârı, rûhumuzu ve aklımızı da göremiyoruz. Telden geçen elektrik akımı da görülmüyor. Halbuki göremediğimiz bu şeylerin var olduğunu biliyoruz. İşte melekler de var olduğu halde görülmeyen varlıklardır.

Melekler nurdan yaratılmış lâtif varlıklar oldukları için biz onları göremiyoruz. Fakat meleklerin varlığına inanıyoruz, çünkü meleklerin varlığını Allah Teâla Kur'an-ı Kerim'de haber vermiş, Peygamber Efendimiz (asm) de melekleri hem görmüş, hem de bize bildirmiştir. Yüce Allah'ın ve sevgili Peygamberimizin bildirdiği her şey doğrudur. Bu sebeple biz, meleklerin varlığına kesin olarak iman ediyoruz.

Melekler yerde, göklerde, çevremizde ve her yerde bulunurlar. Sayılarını ancak Allah bilir. Her birine Allah'ın verdiği görevler vardır.

Bazıları devamlı olarak Allah'a ibadet eder. Bazıları da kâinatın tertip ve düzeni ile vazifelidirler. İnsanların gücünün erişemiyeceği büyük işler yaparlar. İnsanlara iyiliği telkin eden, kötülüklerden koruyan, sıkıntılı zamanlarda müminlerin yardımına gönderilen melekler de vardır. Yüce Allah, meleklerin varlığı ile sonsuz kudretini göstermiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

MELEKLERE İMAN...

42 Kur'an'a göre, melekler Müslümanların yardımına gelmiş midir?

Uhud Savaşı  öncesinden bahseden şu ayetlerde, meleklerin yardımına işaret edilir:

"Sizler zayıf bir durumda iken, Allah Bedir'de size yardım etti (zafer verdi) ... O vakit mü'minlere şöyle diyordun: 'Rabbinizin üç bin melek indirmekle size yardımda bulunması size yetmez mi? Evet (yeter). Eğer siz sabreder ve korunursanız, onlar da birden üzerinize gelecek olurlarsa, Rabbiniz size beş bin nişan sahibi melekle imdat edecektir." (Âl-i İmran, 3/123-125)

Meleklerin yardıma geleceğini bildiren Cenab-ı Hak, müminlerin sebeplere takılıp kalmasını önlemek için(1) ardından şunu hatırlatır:

"Allah bunu, 'ancak size bir müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın' diye yaptı. Yoksa, yardım (zafer) ancak Allah'tandır." (Enfal, 8/10; Âl-i İmran, 3/126).

Ayette ifade edildiği üzere, meleklerin imdada gelmesi, müminlere bir müjde olması ve kalplerinin sükûnet bulması içindir. Yoksa, yardım Allah'tandır, zafer O'ndandır. Bir meleğe yeryüzünün altını üstüne getirmeye yetebilecek bir güç verilebildiğine göre, Bedir'de binlerce meleğin görülmesi, bu savaşın yücelik ve kutsiyetini müşahhas bir şekilde gösterme gayesine matuftur diyebiliriz.(2)

Bedir'de görevli meleklerin, savaştaki fonksiyonları ile ilgili olarak şu bildirilir:

"Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: Ben sizinleyim. Artık, iman edenlere sebat verin. İnkâr edenlerin kalplerine korku bırakacağım. Artık, onların boyunları üstüne vurun, parmaklarına vurun." (Enfal, 8/12).

Bu ayetten öyle anlaşılıyor ki, melekler ehl-i imana sebat kazandırmakta, ehl-i küfre ise korku vermekte birer vasıtadırlar.

Bedir'den başka savaşlarda da meleklerin görevlendirildiğine dair rivayetler vardır. İstiklal Savaşı'nda, yakın tarihteki Kıbrıs Harekatı'nda ve Afgan mücahitlerinin komünizmin yıkılmasına öncülük eden direnişlerinde ruhani varlıkların görüldüğü, Müslümanlara yardımcı oldukları, hayli kişi tarafından anlatılmaktadır.

Kaynaklar:

1. Razi, XV/131; Beydavi, I/377; Kutub, III, 1483.
2. Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 225-226.

43 Büyük melekler imtihan olmadıkları halde, imtihan olan biz gibi insanlardan derece bakımından Allah katında üstün tutulmalarının hikmeti nedir?

Bu, Allah’ın takdiriyle olan bir şeydir. Peygamberler de Allah tarafından özel seçilmiş seçkin kullardır.

“Dilediğimizin derecesini yükseltiriz...” (Enam, 6/83; Yusuf, 12/76)

mealindeki ayetler, Allah’ın mutlak iradesinin sorgulanamayacağını göstermektedir.

Ancak, konuyu şöyle muvazene etmekte yarar vardır: İmtihana tabi olan insanlar, kendi seviyelerindeki meleklerden daha üstündür.

Buna göre; insanlar içinden seçilen peygamberler, meleklerin peygamberleri durumunda olan büyük meleklerden daha üstündür. Çünkü yüce Allah insan için "halife" tabirini kullanarak (Bakara 2/30) onu melekler karşısında yüceltmiş, Hz. Adem (as)'e secde etmeleri için meleklere emretmiş, eşya ve alemi meleklere gösterip bunların adlarını sorduğu zaman melekler cevap verememiş, Hz. Adem (as) ise birer, birer saymıştır. (Bakara 2/31-34).

Ayrıca meleklerin Allah'a kullukları ve hayırlı şeyleri yapmaları, kötülüğe temayülü olmayan iradelerini sonucudur. Halbuki insan, hem iyiliğe hem de kötülüğe meyilli olan bir iradeyle Allah'a kulluk yapar. Hem de kendilerini doğru yoldan ayıracak pek çok engeli aşarak yapar. Bütün bunlar insan cinsinin melek cinsinden üstün olduğunu gösterir.

Meleklerin önde gelenleri, peygamber olmayan bütün insanlardan; takva sahibi müminler, şehidler, salih amel işleyenler, dinde dosdoğru hareket edenler, diğer meleklerden; diğer melekler de insanların kafir, münafık, müşrik, inancı bozuk, amelsiz, ahlaksız olanlarından daha üstündür.

Ebu Davud’un rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber (a.s.m):

“Melekler, ilim taliplerine olan hoşnutlukları sebebiyle onlara kanatlarını seriyorlar.” (Ebû Dâvûd, İlim 1)

buyurmuştur. Bu da seçkin insanların meleklerden üstün olduklarını göstermektedir. Diğer bazı alimlere göre ise, melekler daha üstündür. (bk. Kurtubî, I/289-290).

44 Rüya melekleri var mıdır ? Varsalar nasıl çağrılırlar? Parmak uçlarına üç meleğin ismi mi yazılıyormuş, tam bilmiyorum ; acaba bu doğru mu?

Hiç kimse, kendi kendine rüyasını tayin edemez, bir meleği çağırıp da bana şu rüyayı göster, diyemez. Rüya konusu çok değişik şekillerde açıklanmıştır. Tıpçılar, müneccimler, filozoflar gibi değişik meslek sahipleri rüyanın hakikatini kendi bilgileri çerçevesinde değerlendirmişlerdir. İbn Hacer'in el-Mazeri'den aktardığına göre, Ehl-i sünnetin rüya ile ilgili görüşü şu merkezdedir:

Allah, yakaza/uyanıklık halinde olan bir insanın kalbinde bir takım şeyler yarattığı gibi, uykuda bulunan insanların kalbinde de bazı şeyler yaratır. Allah'ın kalpte yarattığı bu tür şeyler, ileride yaratacağı bir takım şeylerin bir alameti, bir emaresi, bir işareti gibidir. Ancak, normal uyanık haldeki bir insanın kalbine gelen düşüncelerle pratikte meydana gelen gerçekler, bazen farklılık gösterdiği gibi, rüyada görülen hususlar da bazen olacak realitelerden farklı olabilir. Bu şuna benzer: Normal şartlarda -genel olarak- bulut olduğunda yağmur yağar; ancak bazen bulut olduğu halde yağmur yağmayabilir.

Kalpte oluşan ve insanlara rüyada görünenler bazen meleğin huzurunda gerçekleşir ve bu husus, çıkacak rüyanın hayırlı olacağına, bazen de şeytanın yanında olur ve onun zararlı bir şeye işaret ettiği anlamına gelir. (bk. Fethu'l-Barî, XII/353).

Bazı alimlere göre, Allah'ın tayin ettiği bir melek, gerçek olayları, simgeler halinde uykuda olan kişinin idrak mekanizmasında öyle bir şekilde canlandırır ki, elle tutulur, gözle görülür gibi bir şekil kazanır. Bunlar bazen gerçek hayatta meydana gelen olaylarla tıpa tıp uygunluk gösterir. Bazen de akılla idrak edilen makul manaları gösterir simgeler halinde olur. Bu her iki durumda da rüya sahibi için bir müjde veya bir uyarı olabilir.

Ancak Kurtubi'nin de dediği gibi, bu işin melek vasıtasıyla yapıldığını kesin olarak söyleyebilmek için Kitap ve Sünnetten delil gerekir. Yoksa, Allah bu işleri bir melek vasıtasıyla yapabileceği gibi, bizzat kendisi de bunu yapabilir. (bk. a.g.e).

Hakim-i Tirmizi'nin bildirdiğine göre, Allah, insanların hayatlarında karşılaşacağı durumlarını Levh-i Mahfuz'dan okuyup haberdar olan bir meleği onların rüyaları için vekil tayin etmiş, o da meydana gelecek olayları birer kıssa halinde ona gösterir. Kişi uykuya girdiği zaman, söz konusu kıssanın unsurlarını hikmetli bir üslupla kendisine simgeler halinde gösterir. Böylece bu yolla söz konusu kişiye bir müjde veya bir uyarı, yahut bir azarlama sinyali verilmiş olur.(a.g.e, s. 354).

Rüyada şu iki hadis güzel bir ölçüdür:

"Sadık/doğru rüya Allah'tandır. Hulüm/ihtilam ise şeytandandır."

"Biriniz hoşuna giden bir rüya gördüğü zaman bilsin ki, bu Allah'tandır. Bu sebeple Allah'a hamt etsin ve onu anlatsın. Hoşuna gitmeyen bir rüya gördüğünde ise, bilsin ki, bu şeytandandır. Bu sebeple, onun şerrinden Allah'a sığınsın ve hiç kimseye anlatmasın, artık ona zararı olmaz." (Buharî, Rüya, 3).

İlave bilgi için tıklayınız:

Rüya nedir, rüya ile amel edilir mi?

45 Münker ve Nekir melekleri hakkında bilgi verir misiniz? Kişi öldükten sonra, sorgu melekleri Münker ve Nekir'in görevi bitiyor mu?

Meleklerin özel görevleri olduğu gibi, her zaman yaptıkları zikir ve tesbihleri de vardır. Bu nedenle Münker ve Nekir melekleri de her zaman Allah'ı zikrediyor ve tesbih ediyor.

Hem meleklerin tek bir görevi yoktur. Münker ve Nekir meleklerinin kabir sorgusundan başka görevleri de olabilir. Çünkü melekler nurani varlıklar olduğundan, aynı anda birden çok iş yapabilirler.

Örneğin gözümüz sayamayacağımız kadar şeyleri görür. Gözün bir görevi de kapıdan giren çıkana bakmak olsun. Bu görevin olmadığı zamanlarda gözün bir şey yapmadığı söylenemez.

Demek ki Münker ve Nekir taifesinden olan meleklerin yaptıkları bir çok ibadet, tesbih, zikir ve diğer işlerden başka, bir görevleri de kabir alemine gidenleri hesaba çekmektir. Yoksa tek işleri o değildir. Bu nedenle sorgudan önce ya da sonra diğer hizmetlerine ve ibadetlerine devam etmektedirler.

İlave bilgi için tıklayınız:

MÜNKER-NEKİR

46 Secde yalnız Allah'a yapılacağına göre, meleklerin Hz. Âdem'e secdesini nasıl değerlendirmeliyiz? Yaratılış yönünden şeytanla melekler arasında nasıl bir münasebet vardır?

Cenab-ı Hak, insanı kuru bir çamurdan, cinleri ateşten, melekleri de nurdan yaratmıştır. Yaratılışta ilk sırayı melekler, sonra cinler, ondan sonra da insanlar almıştır. İlk yaratılan insan, aynı zamanda ilk peygamber Âdem Aleyhisselamdır.

Cenab-ı Hak, Hz. Âdem’i yarattığında meleklerin ona secde etmelerini emretti. Bütün melekler secde ettiği hâlde İblis secdeden kaçındı. Bundan sonra da kıyamete kadar şeytanlığını devam ettirmek için Allah’tan izin istedi. İsteği kabul edilince de insanları hak yoldan çıkarmaya devam etti. Meleklerin Hz. Âdem’e secde etmeleri gaybi bir mesele olduğu hâlde, hadisenin seyri ve şekli hakkında tefsirlerimizde bazı izahlar bulunmaktadır.

Ebu’s-Suud’un izahlarına göre, İblis meleklerle birlikte yaşıyordu, onlar gibi ibadet ediyordu. Secde emri gelince İblis meleklerden ayrıldı. İkinci bir görüşe göre, meleklerin bir cinsi vardır ki, doğup büyürler, bunlara cin denir. İblis de işte bunlardandı.

Başka bir görüşe göre, secde emri bütün cinlereydi. Fakat Cenab-ı Hak melekleri zikretmekle cinlere de hitap etmiş olmaktadır. Böylece sadece melekler değil, bütün ruhani varlıklar secde ile emredilmiştir.(1)

Cin hakkında iki görüş vardır: 

1. Bütün ruhani varlıklara cin denir. Bu durumda melekler ve şeytanlar cin mefhumunun içine girerler. Böylece melek ile cin arasında hem umumi, hem de hususi manada bir durum vardır. Her melek cindir; fakat her cin melek değildir.

2. Cin, ruhani varlıkların bir kısmına denir. Çünkü ruhaniler üç kısımdır:

     a. İyiler: Melekler.
     b. Kötüler: Şeytanlar.
     c. Hem iyisi, hem de kötüsü bulunanlar: Cinler.

Safvetü’t-Tefasir’de verilen bilgiye göre: 

1. İblis, meleklerden değildir.

2. Melekler masum varlıklardır, hiçbir zaman Allah’a asi olmamışlardır. Halbuki, İblis secde etmemekle Allah’a karşı gelmiştir.

3. Melekler nurdan, İblis ateşten yaratılmıştır.

4. Melekler doğup üremezler, halbuki İblis ürer ve çoğalır. Kehf Sûresi'nde geçtiği gibi 

“İblis cinlerdendir.”(2)

İbni Abbas’tan gelen bir rivayete göre, bazı müfessirler, “şeytan" tabiri insanların ve cinlerin sefih ve fitnekâr kısmına denildiği görüşündedirler. Cinlerden olan şeytanlar var olduğu gibi, insanlardan olan şeytanlar da vardır.

Meleklerin Âdem Aleyhisselama secde ediş şekline gelince; emredilen bu secdenin Hz. Âdem’e ibadet niyetiyle yapılmadığı açıktır. Çünkü Allah’tan başkasına ibadet etmek şirktir. Hz. Âdem, yeryüzünün halifesi olunca, meleklerin ona secdesi bu halifeliği kabul etme, yani ona biat etme şeklinde olmuştur. Bu hâl, Hz. Âdem’e bir hürmet olmakla beraber, esasta Allah’a yapılan bir ibadettir.

Nitekim, eski ümmetlerde selamlaşma, ibadet kasdı olmaksızın, yere kapanarak secde etme şekilde vaki olmuştur. Mesela, Yusuf Aleyhisselamın kardeşlerinin kendisine secde etmeleri bir tazim ve saygıdan ibarettir

Bunlarla beraber, meleklerin Hz. Âdem’e secde etmelerinin ibadet manasına alınması da mümkündür. Bu durumda secde edilen gerçekte Cenab-ı Hakk'tır. Hz. Âdem ise bu secdede kıble vazifesi görmüştür. Dolayısıyla secde, yine doğrudan doğruya Allah’a yapılmıştır.(3)

Diğer taraftan, Cenab-ı Hak melekleri Hz. Âdem’e secde ettirmek sûretiyle, kâinatın insana boyun eğdiğini göstermiş; İblis’in ona karşı üstünlük davasında bulunmasını zikretmekle de insanlığın maddi ve manevi gelişmesinde şeytanların ne kadar büyük bir engel teşkil edeceklerine, onların dikkatini çekmiştir.

Kaynaklar:

1. Tefsir-i Ebu's-Suûd, 1:87.
2. Safvetü't-Tefasir, 1:52.
3. Hülasatü'l-Beyan, 1:97.

47 Bazı ayet ve hadislerde meleklerin lanet ettiği bildirilmektedir. Melekler lanet etse ne olur, etmese ne olur?

Kur’an’da da meleklerin müminler için dua ettikleri, zalimler için lanet okudukları bilgisi vardır.

Melekler masum oldukları için, dua veya beddualarının kabul edilme şansı oldukça fazladır.

Dolayısıyla, meleklerin bir kimseye lanet okuması, onun dünya ve ahiret mutluluğunu yok etmeye vesile olabilen bir bedduadır. “Lanet olsun” demek, “Allah’ın rahmetinden uzak olsun.” demektir. Onun için Kur’an ve hadislerde, meleklerin "lanet" ettiği şahısların yaptıkları yanlış işlere dikkat çekilmektedir. Kişilerden ziyade yapılan söz konusu işlerin çirkinliğine ve onların insanı rahmetten nasıl uzaklaştıracağına işaret edilmektedir.

Ayrıca “lanet” Allah tarafından olursa doğrudan cezalandırmak, Melekler ve insanlar tarafından olursa  söz konusu cezaya taraftar olmak manasına gelir. Aşağıdaki ayetlerde “lanet”in bütün bu çeşitlerini görmekteyiz.

“İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, işte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların laneti hep onların üstünedir. Onlar bu lanet içinde ebedî olarak kalırlar. Onların azapları hafifletilmeyeceği gibi, kendilerine yeni bir mühlet de verilmez.” (Bakara, 2/161-162)

“Kendilerine kesin ve açık deliller gelmiş ve Resulün hak peygamber olduğuna şehadet etmiş iken, imanlarından sonra küfre sapan bir topluluğu hiç Allah hidâyete erdirir mi? Yok, yok! Allah, zalimler güruhunu cennete giden yola koymaz, emellerine kavuşturmaz. Öylelerinin cezası, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğramaktır.” (Al-i İmran, 3/86-87)

48 Cebrail bütün peygamberlerin önündedir, ben ise Cebrail'in de önündeyim, diye bir hadis var mıdır?

Kaynaklarda sorudaki bilgiye ulaşamadık.

Ehl-i sünnet alimlerinin büyük çoğunluğuna göre, genel olarak peygamberler meleklerden üstündür. Ancak meleklerin peygamberlerden daha üstün olduğunu söyleyenler de vardır. (bk. Razî, Bakara, 2/34. ayetin tefsiri).

Hz. Muhammed (a.s.m)’in Hz. Cebrail (as)’den daha üstün olduğunu söyleyenlerin delillerinden biri de (a.g.e), şu hadis-i şeriftir: Ebu Said el-Hudrî’nin bildirdiğine göre, Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Benim gök halkından iki vezirim, yer halkından da iki vezirim vardır. Gök halkından olan iki vezirim Cebrail ve Mikaildir. Yer halkından olan iki vezirim ise Ebu Bekir ve Ömer’dir.” (Tirmizî, Menakıb,17;  Hakim, 2/264).

49 Görülmemeleri dolayısıyla, melekleri inkâr eden kimselere ne demeliyiz?

Şu görünen âlemde nice görünmez kuvvetler, kanunlar, ışınlar iç içe vazife görüyorlar. Melekler ise bunların hepsinden daha lâtif. Işınlardan çok daha kesif olan havayı bile göremeyen insanoğlunun, “görmediğime inanmam.” diyerek, melekleri inkâra sapması çok tuhaf.

Zevkle seyrettiğimiz bir ağaçta, yarı canlı dediğimiz bir hayat tecellisi var. Biz bu hayatı göremeyiz, ama ağacın her yaprağı ve her çiçeği bize o hayatı âdeta haykırırlar. Güneşin çekim kuvvetini de göremeyiz ama, dünyamızın güneş etrafındaki seyahatinde o kuvvetin varlığını seyreder gibi oluruz.

Gözümüz, yeryüzünün taşında toprağında dolaşırken, bunların arkasında bir çekim kuvvetinin var olduğunu da çok iyi biliriz. Ağaçtaki büyüme kanunu, güneşteki cazibe ve yerin çekim kuvveti. Rabbanî ordulardan sadece üç nefer gibi.

Her yanımız bu görünmeyen ordularla kuşatılmış. Her faaliyet onların varlığından haber veriyor. Bütün bunlara rağmen yine de bazı kimselerden çok garip sözler işitiriz; “Görmediğim şeye inanmam.” diye.

İnanmak kalbe ait bir keyfiyet. İnsan, inanmaya çeşitli yollarla gider. Görme, bunlardan sadece birisi. Yemeğin tadına dilimizle bakarız. Halbuki, gözümüz tatlar âlemini göremez. “Radyoya bak, ne haber var?” denildiğinde, bu defa kulağımıza iş düşer. Sesler âlemine onunla bakarız. “Şu adama bak, ne kadar kibirli.” denildiğinde ise, onun tavırlarından aklımızla birtakım mânâlar çıkarır ve bir hükme varırız.

Gerçeği bulmada görmeyi tek ölçü kabul edenler, diğer duyu organları yanında, akıl ve vicdanın vazifesini de göze yüklemiş olurlar.

Bilim adamlarına göre, insan gözü şu âlemde mevcut ışınların ancak yüzde üç buçuk kadarını görebiliyormuş. Demek ki insan, görmeyi tek ölçü kabul etse, şu görünen âlemin bile yüzde doksanından fazlasını inkâr edecektir.

Kâinat ve onda faaliyet gösteren çok değişik ışınların bir başka şeklini, bir küçük misâlini, insan bedeninde ve onda faaliyet gösteren his dünyasında görmek mümkün.

Parmağımızı meleklere inanmayan birisinin yüzüne doğru uzatalım ve “şu deri tabakası var ya” diyelim, “onu yüzünden söküp at!”. Altındaki etleri de soy kafatasından. Bedenindeki bütün derileri aynı şekilde yüz. Akan kanlarını bir yana topla. Etlerini bir başka köşede biriktir. İç organlarını birer birer çıkarıp yan yana diz. Sonra bu et ve kemik, kan ve ilik yığınının karşısına geçerek sor kendi kendine:

“Hani aklım? Hafızam, sevgim, korkum nerede? O uçsuz bucaksız his dünyam nereye gitti?”

Sonra düşünceni bedeninden kâinata doğru yay ve inadı bir yana bırakarak şu hakikati kabul et: Bu maddî bedenimde, bu kadar görünmez âlemler yaratan Allah, elbette şu koca kâinatta nice melekler, nice ruhanîler yaratmıştır.

“Hakikat katiyyen iktiza eder ve hikmet yakinen ister ki, zemin gibi, semavatın dahi sekeneleri bulunsun ve zişuur sekeneleri olsun ve o sekeneler o semavata münasib bulunsun. Şeriatın lisanında pek çok muhtelifül cins olan o sekenelere melâike ve ruhaniyat tesmiye edilir.”(Sözler)

“Gözümün görmediğine inanmam.” sözü, tuhaf bir inadın ifadesi. İşitmediğim söze, ayak basmadığım beldeye, koklamadığım çiçeğe inanmam, gibi çürük bir dava. Onlar kadar aşağı, onlar kadar tutarsız. Halbuki inanmak dendi mi, gayb akla gelir. Görülen ve işitilenler, “inanma”dan çok, “bilme” kelimesiyle ifade edilirler.

Bu insanlar, duyu organlarının o kadar tesirinde kalırlar ki, “canlılar” dendi mi, sadece kendilerini ve çevrelerindeki birtakım hayvanları anlar, bir başka hayat çeşidini kabule yanaşmazlar. Onlardan birisini iyice dinleyiniz, bütün söylediklerini şöylece özetleyebilirsiniz:

“Yıldızlarda hayat olmaz! Çünkü ben atmosferin dışında yaşayamam.”

Bu adam, melekleri de birer insan gibi tasavvur ediyor; onlara en, boy, ağırlık biçiyor, ağız, mide, akciğer takıyor; sonra da onları atmosferin dışına çıkarıp havasızlıktan öldürüyor ve böylece melekleri inkâra sapıyor. Halbuki bu biçare, kendi ruhunun, aklının, hafızasının da oksijenle çalışmadığını, onların da en, boy, ağırlık gibi ölçülere girmediklerini düşünebilseydi, melekleri inkâr yoluna girer miydi?

Bereket versin, insanoğlu, o görünmeyen aklıyla, radyoaktif dalgalardan, lazer ışınlarına kadar öyle şeyler keşfetti ki, görünmeyenlerin görünenlerden kat kat fazla olduğu herkesçe kabul edildi de bu adamlar da artık meydanda görünmez oldular. 

50 Evinden çıkarken Ayet-el Kürsi'yi okuyana evine dönene kadar yetmiş melek dua eder. Meleklerin dua etmesinin bize olan faydalarını açıklar mısınız?

Hadis kaynaklarında soruda geçen anlamda bir hadis rivayeti bulamadık.

Ancak bazı tefsir ve nasihat kitaplarında şu anlamda bir hadis rivayeti var:

"Kim evinden çıkarken Ayetü'l-Kürsî okursa Allah ona yetmiş bin melek gönderir. Bu melekler onun için istiğfar ve dua ederler. Eve dönüp içeri girdiğinde de Ayetül-Kürsî okursa Allah onu fakirlikten uzaklaştırır." (bk. Salebi, Keşf, Bakara 255. ayetin tefsiri; Safvuri, Nüzhetu'l-Mecalis, 1/40)

Ancak, bu rivayetin sıhhati hakkında da bir bilgi bulamadık.

Ayrıca, Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî’nin rivayet ettiği “Kim sabahladığında üç defa 'Euzu billahi’s-semii’l-Alîmi mine’ş-şeytani’r-racîm'duasını, ardından da Haşir Suresi'nin son üç ayetini okusa, Allah onun için yetmiş bin melek vekil tayin eder ki, akşama kadar ona rahmetle dua eder(…)” mealindeki hadis için (bk. Kenzu’l-ummal, h. no: 3491).

“Rahmetle dua” olarak tercüme ettiğimiz kelime, hadiste “yusallûne” kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu kelime istiğfar ve rahmet manasınadır.

Demek ki, meleklerin yaptığı dua, söz konusu kişinin bağışlanması, affolunması, rahmetle muamele görmesi için yapılan bir duadır. Melekler masum olduğu için, duaları da makbuldür. Aynı şey diğer hadis için de geçerlidir.

51 İsrafil (as), sûra üfleyene kadar ne iş yapar?

Meleklerin özel görevleri olduğu gibi, her zaman yaptıkları zikir ve tesbihleri vardır. Bu nedenle Hz. İsrafil aleyhisselam her zaman azametli haliyle Allah'ı zikrediyor, tesbih ediyor.

Hem meleklerin tek bir görevi yoktur. İsrafil Aleyhisselamın sûra üflemesi, görevlerinden yalnızca biridir. Melekler aynı anda birden çok iş yapabilirler. Bu konuyu Bediüzzaman Hazretleri şöyle açıklıyor:

"Hem nasılki şu kesafetli, karanlıklı, dar dünyada güneşin pek çok âyinelerde bir anda aynen bulunması gibi, öyle de: Nurani bir zât, bir anda çok yerlerde aynen bulunması meselâ, Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm bin yıldızda bir anda hem Arş'ta, hem huzur-u Nebevîde, hem huzur-u İlahîde bir vakitte bulunması; hem Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haşirde bir anda ekser etkıya-ı ümmetiyle görüşmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezahür etmesi ve evliyanın bir nevi garibi olan ebdalların bir vakitte çok yerlerde görünmesi ve avamın rü'yada bazan bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşahede etmesi ve herkesin kalb, ruh, hayal cihetiyle bir anda pekçok yerlerle temas edip alâkadarane bulunması, malûm ve meşhud olduğundan.. elbette nuranî, kayıdsız, geniş ve ebedî olan Cennet'te, cisimleri ruh kuvvetinde ve hıffetinde ve hayal sür'atinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüzbin yerlerde bulunup yüzbin hurilerle sohbet ederek yüzbin tarzda zevk almak; o ebedî Cennet'e, o nihayetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sadık'ın (A.S.M.) haber verdiği gibi hak ve hakikattır."(Sözler, Yirmi Sekizinci Söz)

Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatlar tartılmaz. Ahirette de yaratılan meleklerin bazı görevleri bitse de diğerleri devam etmektedir. Mesela Cebrail (as)'ın vahiy getirme görevi ve Azrail (as)'ın insanların ruhunu alma görevi, İsrafil (as)'ın sûra üfleme görevi ahirette bitmiş olsa bile, Allah'a ibadet etme, ebedi alemde ebedi olarak yaratılan Allah'ın mahluklarını temaşa edip onları tefekkür etme ve Allah'ın azametini mütalaa etme vazifeleri devam edecektir.

52 Meleklerin cennette Allah’ı göreceklerine dair bir ayet var mı veya şimdi görüyorlar mı?

Meleklerin cennette Allah’ı göreceklerine dair bir ayetin açık ifadesi söz konusu değildir.

Bilindiği üzere mümin olan insanların cennette olduğu gibi, kıyamet gününde de Allah’ı göreceklerine dair ayet ve sahih hadisler vardır.

Fahreddin Razî’nin bildirdiğine göre, Ehl-i sünnet alimlerinin büyük çoğunluğu,

“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır.” (Kıyame, 75/22-23)

mealindeki ayete dayanarak, müminlerin kıyamet günü Allah’ı görecekleri hususunda ittifak etmişlerdir.(Razî, ilgili ayetin tefsiri). Ayette -meal olarak- yer alan “o gün”den maksat kıyamet günüdür.

Buharî ve Müslim’in birlikte söz konusu ettikleri bir hadisin manası şöyledir:

Hz. Ebu Hureyre anlatıyor:

Bazı kimseler “Ey Allah’ın Resulü! Kıyamet günü Rabbimizi görür müyüz?” diye sorunca, Resulullah(a.s.m)

“Ayın ön dördüncü gecesinde aya bakmakta / görmekte hiç zorlanıyor musunuz?” diyerek, onlara karşı bir soru yöneltti. “Hayır!” dediler. Bunun üzerine;

“Peki, göğün bulutsuz / berrak olduğu bir günde Güneş'e bakmakta / görmekte bir sıkıntı çekiyor musunuz?” diyerek ikinci bir soru daha sordu. Onlar yine “Hayır!” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m),

“Aynen kıyamet günü Rabbinizi öyle göreceksiniz.” diye buyurdu.(Buharî, Tevhid, 24, rikak, 53; Müslim, iman, 299).

İnsanlar vahyin ilk muhatabı oldukları ve bu konuda soru soran taraf olduğu için, Kur’an ve hadislerde insanların onu göreceklerine dair ifadelere yer verilmiştir ki, bu husus belagatın; mukteza-yı hale mutabakatın bir sonucudur. Dolayısıyla, insanlarla birlikte cennetlik olan cinlerin de Allah’ı görmeleri gerekir. Çünkü mümin cinler de mümin insanlarla aynı statüyü paylaşmışlardır, onlar için vad edilen bir mükâfatın, bunlar için de geçerli olması adalet ve rahmetin bir gereğidir.

Meleklere gelince, onların hepsi cennetliktir. Çünkü onlarda isyan diye bir şey söz konusu değildir. Cehennem zebanileri bile -azap değil- bir nevi cennet hayatı yaşarlar. Bu sebeple, Kibriya ve azametin perde olmasıyla dünyada onlar da Allah’ı görmüyorlarsa da ahirette onların da Cenab-ı Hakk’ı görme şerefine nail olmaları Rahman ve Rahîm olan Allah’ın o geniş rahmet ve sonsuz lütuf ve ihsanlarının bir yansıması olacaktır.

“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır.” (Kıyame,75/22-23)

mealindeki ayette ilk muhataplar insanlar olmakla beraber, ayette kimlerin Allah’a bakacaklarına dair bir ifadenin bulunmaması, insanlardan başka -cin ve melek gibi- varlıkların da onu göreceklerine dair bir işaret sayılabilir. Ayetin mutlak ve geniş kapsamı buna müsaittir.

53 Melekler her zaman Allah'ı görüyorlar mı?

Bilebildiğimiz kadarıyla hiçbir melek hiçbir zaman Allah’ı görmemiştir. Perdelenmeyi gerektiren ilahî azamet, meleklerin de Allah’ı görmemesini icap ettirmektedir.

Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın hicabı nurdur. Eğer onu açsaydı, yüzünün (Zat-ı akdesinin cemal ve celal) tecellileri, ihata ettiği bütün mahluklarını yakardı.”(Müslim, iman, 293).

Bu hadisin genel ifadesi, meleklerin de Allah’ı görmediklerinin delilidir. Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, ahirette insanlar gibi cinler ve melekler de Allah’ı görürler...

“Arşı taşıyan, bir de onun çevresinde bulunan melekler, devamlı olarak Rablerini zikir ve O’na hamd ederler. O’na gerçekten inanır ve müminler için şöylece af dileyip dua ederler: 'Ey Ulu Rabbimiz, senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır! O halde tövbe edenleri ve senin yoluna tâbi olanları affet ve onları cehennem azabından koru!'(Mümin, 40/7)

mealindeki ayetten de meleklerin Allah’ı görmediklerini anlayabiliriz.

Ayette meal olarak yer alan “(melekler) O’na gerçekten inanır” ifadesi, onların da iman-ı bilgayb cihetiyle Allah’a inandıklarını göstermektedir.

Bilgi için tıklayınız:

Meleklerin cennette Allah’ı göreceklerine dair bir ayet var mı veya şimdi görüyorlar mı?

54 Hz. Cebrail, Hz. Meryem'e neden erkek şeklinde, göründü / temessül etti?

Suyun buharlaşması, katı maddelerin gaz, sıvı ve buhar haline dönüşmesi, atomun parçalanıp enerji dalgaları ve kuantlar haline gelmesi, yıldızların kara delikler halinde ortaya çıkmaları gibi, şu görülen alemden görülmeyene doğru bir faaliyet, bir akış ve bir hamle mevcuttur. Bu İlahi icraatı tersine düşündüğümüzde ise, görülmeyenden görülene ve bilinmezden de madde olarak müşahede edilir hâle gelmeye doğru bir akışın varlığını gözlemek mümkündür.

İşte, görünmeyen varlıklar olan melek, cin ve ruhaniler de, her ne kadar kendilerine has yapılarıyla bu alemde görülmeseler bile, bu aleme has vasıtaları kullanıp, kılıf ve elbise giyerek görünebilirler. Meleklerin ve cinlerin bu şekilde görünmelerine “temessül” diyoruz. Kur’an-ı Kerim, temessülü anlatırken (Meryem, 19/17),

“Melek, (Hz. Meryem’e) tastamam bir insan şeklinde temessül etti.” der.

Efendimiz (asm)’e vahiy getiren melek, bazen kendine has keyfiyetle, bazen bir muharip şeklinde, bazen de daha başka suretlerde geliyordu. Beni Kureyza üzerine yürüneceği zaman Cebrail (a.s), tozu toprağı üstünde bir muharip suretinde gelmiş ve “Ya Rasülallah, siz zırhlarınızı çıkardınız, fakat biz melekler taifesi çıkarmadık.” demişti. Yine aynı melek, bazı zaman oluyordu ki, Dıhye (r.a) suretinde geliyor, bazı zaman da, dini talim etmek maksadıyla üzerinde hiç de yolculuk emaresi taşımayan bir misafir kıyafetinde geliyor ve “İman, İhsan, İslam nedir?” şeklinde sualler sorup, verilen cevapları “Doğru!..” diye tasdik edip gidiyordu...

İmam Şiblî, ruhani varlıkların kendi kendilerine şekil değiştiremeyeceklerini, buna güç ve kuvvetlerinin olmadığını, fakat Allah’ın kendilerine öğrettiği kelime ve isimlerden adeta şifre vazifesi yapan birini söylediklerinde, Allah’ın onları bir şekilden diğer şekle, bir halden başka bir hale soktuğunu belirtir. Buna göre Allah dilerse erkek, kadın veya başka bir şekilde temessül ettirir.

Cebrail Aleyhisselamın kusursuz, eksiksiz ve çok yakışıklı genç bir delikanlı şeklinde (Razi, ilgili ayetin tefsiri) Hz. Meryem annemize görünmesinin bir çok hikmeti vardır.

- Yalnız olarak kapalı bir yerde bulunan Hz. Meryem bir anda böyle birini görmekle imtihan edilir. Nitekim olayla ilgili ayetler şöyledir:

"Kitapta Meryem’i de an! Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekiliverdi. Onlarla kendisi arasına bir perde gerdi. Biz de ona Ruhumuzu gönderdik de, ona kusursuz, mükemmel bir insan şeklinde görünüverdi. Meryem irkildi ve 'Ben Rahmana sığındım senden. Eğer Allah’tan korkup haramdan sakınan bir kimse isen çekil yanımdan!' dedi.” (Meyem, 19/16-18)

Böyle konuşması, Meryem'in iffetine ve tak­vasına işaret ediyordu. Çünkü Cebrail (as)'in insanı baştan çıkaran o güzel gö­rüntüsü karşısında Allah'a sığınmıştı. Zira Cebrail (as)'in o güzel biçimde Mer­yem'in karşısında belirmesi, Allah tarafından onun imtihan edilmesi ve iffe­tinin denenmesi içindi. Hz. Meryem de bu imtihanı kemaliyle verdi.

- Diğer taraftan Hz. Meryeme bir kadın şeklinde görünseydi Rahmana sığınması olmayacaktı. Böylece Hz. Meryem her durumda Allahı'ın huzurunda olma duygusuyla yaşadığını gösteriyor ve aklına gelen ilk şeyin Rahman'a sığınmak olduğunu bildiriyordu:

"Meryem dedi ki: Eğer saygılı biri isen, senden Rahman'a sığınırım!"

Bu sözden anlaşılıyor ki, Hz. Meryem buluğ çağını aşmış, bir er­keğin yanına gelmesinin ne anlama geldiğini, orada cinsel ahlâk bakı­mından bir problem yaşanacağını fark etmişti. Bu durumda ne yapması gerektiğini, hatta karşısındaki beşere ne söyleneceğini de biliyordu.

     a) "Eğer saygılı biri isen." Bizim "saygılı" diye tercüme ettiğimiz kelime, aslında "sakınmak" anlamına gelen "takva" kelimesi ile aynı köktendir. Dolayısıyla âyet: "Allah'tan sakınan biri isen" de­mektir. Hz. Meryem kendi ana dilinde takva kelimesini/kavramını bili­yordu ve kullanıyordu. Bu nedenle karşısındaki insanın sakınma duygu­suna hitap ediyordu.

     b) "Senden Rahmân'a sığınırım." Hz. Meryem, Allah Teala'nin Rahman ismini de biliyordu ve kötü­lüklerden O'na sığınılacağının kültürünü de almıştı. Yani kötülüklerden Allah'a sığınılacağını ifade edecek kadar din eğitimi almıştı.

Ayrıca bu vesile ile gelecek nesillere dersler de veriliyor:

Bu âyette özellikle kadınlara ve kızlara kimsenin bulunmadığı bir yerde bir erkekle baş başa kalınca, cinsellik bakımından bir tehlike sezince, erkeğe ne demesi ge­rektiği öğretilmektedir. Hz. Meryem, karşısındaki erkeğin sakınma duy­gusuna, takvasına hitap ederek, kendisinin de Allah'a sığınmasını örnek ile anlatmakta, onların beyinlerine bunu kazımaktadır.

55 Melekler, Âdem (as)'e nasıl secde etmişlerdir? Secde etmeleri ne türden bir secdedir?

Bu secdenin, bizim anladığımız manada, alınlarını yere koyma şeklinde bir secde olmadığı açıktır. Secde, İlâhî emirlere itaat etmenin en ileri seviyede bir göstergesidir; tevazuun da son sınırıdır. 

Şu koca kâinat, şu âciz Âdemoğlunun hizmetine verilmiş ve insan, büyük bir ilâhî ihsan olarak arza halife kılınmıştır. Hz.Âdem (as)'ın secde hâdisesinin hakikati, bu ilâhî takdirin melekler alemine ilân edilmesidir.

Bu secde bir ilâhî emirdir; âdemoğlunun melekler ve cinler üzerindeki üstünlüğünün ilânı yanında melekler için de bir ibadet teklifidir. Allah nasıl emretmişse, onlar da o şekilde secde etmekle mükelleftirler.

Âdem (as)’e secde, bir İlâhî emrin yerine getirilmesi cihetiyle, gerçekte, Allah’a yapılmıştır.

Biz de namaz kılarken kıbleye döneriz. Eğer Kâbe’nin yanında isek, yüzümüzü ona çevirerek ibadetimizi öylece yapar, secdeye kapanırız. Bu secdemiz görünüşte Kâbe’ye, hakikatte ise Allah’adır. 

56 Cebrail aleyhisselamın isimleri nelerdir?

İslam dininde Cebrail (as), Hz. Peygambere (asm) ilâhî emirleri bildiren vahiy meleğidir ve dört büyük melekten biridir.

Müslüman dilcilerin çoğu, muhtemelen hadis mecmualarındaki bazı rivayetlere (Müsned, 5/15-16; Buhârî, Tefsir, 2/6, 16/1) dayanarak Cebrail'in, "Allah'ın kulu" anlamına gelen İbrânîce asıllı bir kelime olduğunu kabul ederken bazıları da "Allah'ın gücü" demek olan Arapça ceberûtullah tamlamasından geldiğini ileri sürmüşlerdir. Cebrail'in "kuvvet" mânasına gelen cebr ile alâkası dikkate alınarak bu anlamı da kapsadığı düşünülebilir.

İbrânîce’de “cebr” abd, yani kul ve köle anlamına; “îl” de ilâh ve Allah anlamına geldiğinden Cebrâîl, ikisinin birleşmesiyle “Abdullah” yani Allah'ın kulu anlamına gelir. 

Cebrail, Allah katında diğer meleklere göre çok daha itibarlı, ikram, izzet, şeref ve hürmet sahibi bir kuldur. Allah, Bakara suresindeki bir ayette kendi isminden sonra onun ismini zikr etmekle onun bu itibarını açıkça göstermektedir.

İlgili ayetlerde belirtildiğine göre Cebrail karşı konulamayan müthiş bir güce, üstün bir akla ve kesin bilgilere sahiptir; "arşın sahibi" nezdinde çok itibarlıdır ve meleklerin kendisine mutlaka itaat ettiği şerefli bir elçidir. (Necm 53/5-6; Tekvîr 81/19-21) 

Hz. Meryem'e normal bir insan şeklinde görünerek rabbinin elçisi olduğunu ve ona temiz bir erkek çocuğu bağışlamak için geldiğini söylemiş (Meryem, 19/17-19), Hz. İsâ doğduktan sonra, Allah'ın emriyle ona destek olmuş, Hz. Peygamber'e Kur'ân-ı Kerîm'i vahyedip öğretmiştir. 

Hz. Peygamber onu bir kere "açık ufuk'ta, bir kere de "sidretü'l-müntehâ'da aslî hüviyetiyle görmüştür. İnkarcılara karşı Hz. Peygamber'in dostu, müminlerin destekleyicisidir. Kadir gecesinde meleklerle birlikte yeryüzüne iner, âhirette insanlar hesaba çekilirken mahşerde saf saf dizilen meleklerin yanında bulunur. (bk. M. F. Abdülbâki, Mucem, s. 163, 326)

Varlıkların özel isimleri hususi karakterinin bir simgesi gibidir. Cebrâîl’in diğer meleklere kıyasla kendine has bir çok özelliği vardır. Bu durum onun diğer meleklere kıyasla birçok isimlerle anılmasına sebep olmuştur.

Cebrâil’in isimleri, anlamları ve nedenleri:

Cebrail’in isimleri, Cibril, Ruh, Rûhü’l-Kudüs, Rûhü’l-Emin, Rûhullah, Rûhü’l Hak, Namus-u Ekber’dir. 

Araplar ise Cibrîl kelimesini sekiz ayrı şekliyle de söylemişlerdir. Bunlardan en meşhuru dörttür. Cebrâîl, Cebreîl, Cebrîl, Cibrîl. Diğerleri de Cebraiyl, Cebrail, Cebral ve Cebrîn şeklindedir.

Arapça’nın dışındaki bazı dillerde de “Gabriyel, Gabraiyl, Gabril” şeklinde isimlendirilmektedir. 

“Cibrîl”

Cibrîl’de Cebrâil gibi İbrânîce “Allah’ın kulu” manasına gelen bir isimdir. Yani aynı şekilde “kul” manasına gelen “cibr” ve “Allah” manasına gelen “il” kelimesinden meydana gelmiştir. 

Bazı tefsirciler ise Cibrîl’in "Allah’ın ceberûtu" mânâsına geldiğini söylemişlerdir. 

Yani buna göre; Cibrîl ve Cebrâil karşısında hiçbir kuvvetin engellemesine imkân olmayan ve eserlerinde gerek ilmî, gerek amelî bakımdan, her yönüyle üstün bir güce sahip olan melek anlamına gelmektedir. 

“Kendisine (o vahyi), kuvveleri şiddetli, mükemmel bir akla sahip olan (Cebrâîl) öğretti. Bunun üzerine (göğe) doğruldu.”(Necm, 53/5-6)

ayeti Cibrîl’in bu özelliği açıklamaktadır.

“Rûh” “Rûhu'l-Kudüs”

Kadir (3-4) ve Meryem (17-19) surelerinde geçen “Rûh” ile Cebrail’in kastedilmiş olması müfessirlerin ortak görüşüdür. Onun bu şekilde, diğer meleklerden ayrı olarak zikredilişi ise, son derece kıymetli oluşundan ötürüdür. Binaenaleyh Hak Teâlâ, “Bir kefede tüm melekler, bir kefede ise Cebrail var” demek istemiştir.

Yahut da Cenâb-ı Hak, Cebrâîl’e  olan sevgi ve yakınlığından ötürü, ona mecazi olarak bu adı vermiştir. Bu senin sevdiğine, “ruhum” demen gibidir. (Fahrettin-i Razî, Tefsiri Kebir, ilgili ayetlerin tefsiri) 

Onun vasıtasıyla din hayat bulduğu için, “Rûh” adını aldığı söylenmiştir.

Cebrâîl; fevkalade temiz, nezahet ve mukaddes sahibi olduğundan ona “Kudüs” denilmiştir. 

Cebrâîl’e; Ruh ve Kudüs isimlerinin birleşiminden oluşan “Rûhu'l-Kudüs” isminin veriliş sebebi "Ruh" ve "Kudüs" isimlerinin verilmesi ile aynıdır. 

Aynı zamanda Cebrâîl’e Rûh-ul Kudüs ile aynı manaya gelen “Rûhullah” da denilir. 

Cebrâîl’in ruhanî bir varlık oluşu diğer meleklere kıyasla çok daha mükemmel ve şerefli olduğundan Allah, “Rûhü’l-Kudüs” ismiyle vasıflandırmıştır. Allah, Kur'an’da Cebrâîl’i, kendisinden hemen sonra ve diğer meleklerden de önce zikretmiştir. 

Cebrâîl, mukarreb melekler arasında da kendisine itaat olunan, mukarreb meleklerin bile emrine göre hareket edip, fikrine başvurdukları itibarlı bir melektir. 

Örneğin, Cebrâîl getirdiği vahiy ve ilim, manevi bir gıdadır. Ve Mikâîl’in ise getirdiği maddi rızıklardan daha üstündür. Manevi bir gıda olan ilim, bedenî gıdadan daha şereflidir. Bu sebeple de Cebrâîl, bütün büyük meleklerden daha şereflidir. 

Elmalılı Hamdi Yazır “Cebrâîl’e Ruh, Ruhullah, Emin Ruh ve Rûhu'l-Kudüs denilmesi

“Şübhesiz ki o (Kur’ân), elbette çok şerefli bir elçinin (Cebrâîl’in vahiyden ibâret) sözüdür! (O elçi) pek kuvvetlidir; arşın sâhibi (Allah’ın) katında çok i’tibarlıdır. (O Cibrîl,) orada (melekler tarafından kendisine) itâat edilendir; (vahiy husûsunda) çok güvenilendir!” (Tekvîr, 81/19-21)

özellikleri ile tanıtılması dahi bu manayı teyid etmekte ve desteklemektedir.” demektedir. (bk. ilgili ayetin tefsiri)

Din, Cebrâîl (as) ile ortaya çıkıp, hayat bulduğu için “Rûhü’l-Kudüs” ismiyle vasıflandırmıştır.

“De ki: İman edenlere sebât vermek için ve Müslümanlara bir hidayet ver bir müjde olmak üzere onu (o Kurân’ı), Rûhü’l-Kudüs (Cebrâîl) Rabbin tarafından hak ile indirdi.” (Nahl, 16/102) 

“Cebrail’in Hz. Peygamber’e (asm) Kur'ân'ı indirdiği gibi sünneti de indirdi.” (Suyuti, ed-Dürrü'l-Mensur 6, 122.) 

Beden nasıl ruhla diriliyorsa, din de Cebrâîl’in (as) peygamberlere getirdiği vahiyler ve sünnetler ile hayat bulmaktadır. Böylece insanlar arasında dinin eksiksiz uygulanmasına vesile olmuştur. Onun için Cebrâîl’e  “Rûhü’l Kudüs” denilmektedir. 

Yahudilerin, Hz. İsa ve annesi Hz. Meryem’in iffetlerine aykırı söylemiş oldukları iftiralarına karşı Hz. İsa (as) ve annesinin iftiralardan uzak ve temiz olduklarını ifade etmek için temizlik ve paklık ruhu anlamına gelen “Rûhü’l-Kudüs” ismi tercih edilmiştir. 

Zaten Cebrâîl Hz. Meryem ve Hz. İsa’yı her zaman koruyup, desteklemiştir. Çünkü Hz. Meryem’e ve Hz. İsa’nın doğum müjdesini Cebrâîl getirmiş ve Hz. İsa onun nefhi (üflemesi) ile doğmuş, onun terbiye ve desteğiyle büyümüş, her nereye gittiyse beraberinde gitmiştir. 

“Rûhü’l-Emin” ve “Nâmus’u Ekber”

“Hem muhakkak ki o (Kur’ân) gerçekten âlemlerin Rabbinin tenzîli (peyderpey indirmesi) dir. Onu Rûhü’l Emîn (Cebrâîl) korkutuculardan olman için, apaçık Arabça bir lisân ile senin kalbine indirmiştir.” (Şuarâ, 26/192-195) 

Cebrâîl, mahrem sırlar olan vahyi getirmekte güvenilir bir elçi olduğu için Rûhü’l-Emin (Emin Ruh), Nâmus’u Ekber ismini almaktadır.

57 Kıyamet koptuğunda, meleklerin de diğer canlılar gibi ölmesi niçin takdir edilmiştir?

Araplar, melek, cin, şeytan gibi ruhani varlıkları Allah’a ortak koşar, çoğu zaman da onlara taparlardı.(1) Cinleri, hayır ve şer işleri yapmaya muktedir bildiklerinden ve onları kayalar, ağaçlar ve putların içerisini mesken edindikleri zannıyla(2), onlara ibadet edip yardım dilenirlerdi. Allahuteala Kasas Suresi'nde her şeyin yok olacağını bildirmektedir. Yok olucular ilah olamazlar. Müşriklerin taptıkları melekler de dahil her şey yok olucudur.

"Allah ile beraber başka hiçbir ilaha yalvarma! Ondan başka ilah yoktur. Onun vechi (Zatı) hariç, her şey yok olacaktır. Hüküm onundur ve hepiniz onun huzuruna götürüleceksiniz." (Kasas, 28/88)

Allah'ın yanında diğer bir ilâha çağırma, ondan başka ilâh yok; onun yüzünden başka her şey helak olacaktır. Yani onun zatından başka her şey, her mevcud aslında, yokluk demektir. Çünkü ondan başka her şeyin varlığı kendinden değil, Allahuteâlâ'ya dayandığından, her an yok olmayı kabul edici ve yok olmaya hazır olmakla aslında yok demektir veya yok olacaktır. Ancak o, zatında diri, ezelî ve ebedî, varlığı kendisiyle var olandır. Çoğunun tercih ettiği mânâ budur.

Diğer bir manaya göre, ayette geçen "vech" kelimesi, kastedilen ve yönelinen yön mânâsına olarak onun yüzünden, yani onun rıza ve hoşnutluğu kastedilen yönden başka, her şey helaktedir, demek olur ki, ahiret nimetlerinin fani, geçici olmadığını anlatır. Bir de her şeyin Allah Teâlâ'ya yönelik yüzü, Allah'ın ilmindeki gerçek şekli demek olur ki, her şeyin Allah'a dönüşü bununladır; hüküm onundur, başkasının değil. Ondan başka hüküm ve hükümet, kanun çıkarmaya ve kanun yapmaya kalkışanların hepsinin hükmü bozulur, ancak onunki bozulmaz ve hep ona döndürüleceksiniz, hepiniz ölümünüzden sonra onun huzuruna götürülecek, mahkeme olunacak, ona göre cezanız, mükafatınız ne ise alacaksınız. İşte bütün kıssaların sonu bu "Ve hep ona döndürüleceksiniz." hükmüdür. Kimin haddinedir ki bu hükme boyun eğmesin! (bk. Elmalılı, Tefsiri)

Dipnotlar:

1) Al-i imran, 80; İbn Kesir, Tefsir, IV, 377; Yazır, Hak Dini, VIII, 5381; İzutsu, Kur'anda Allah ve İnsan, s. 19; ayrıca bkz. Yazır, Hak Dini, VIII, 5494; Mesudî, Murucu'z-Zeheb, II,173; ayetler için bkz. Zümer,3; Al-i imran 80; Saffat 158; Enam 100.
2) Çagatay, Neşet, Cahiliye Çağı, s.103.

58 Cebrail (as) sidretü'l-müntehâdan öteye geçemediği halde, Cenab-ı Allah ile nasıl görüşüp Kur'an-ı Kerim'i indirmiştir?..

Allah Teala zamandan ve mekandan münezzehtir. Bu bakımdan Allah Teala'nıN Cebrail (as)'a hitap etmesi için sidretü'l-müntehayı geçmesi gerekmez.

Kur'an'ın Cebrail (as) tarafından Peygamberimize (asm) getirilmesine gelince:

1. İkrime'den: Kur'ân hepsi birden olarak Ramazan'da, Kadir gecesinde dünya semasına indi. Sonra Allah yerde bir şey yapmak, vahyetmek istedikçe ondan indirdi, ta ki topladı.

2. Hakîm b. Cübeyr'den: Kur'ân bir gecede yüksek semadan, dünya semasına tamamı olarak indi. Sonraki senelerde ayrıldı ve İbnü Abbas "Yıldızların mevkilerine yemin ederim." (Vâkıa, 56/75) âyetini okudu, ayrı ayrı, parça parça nazil oldu, dedi.

3. Said b. Cübeyr'den: Kur'ân, tamamı birden olarak Kadir gecesinde dünya semasına indi de yıldızların mevkiinde oldu, Allah onu Resulüne bir kısmı, bir kısmının ardınca indiriyordu, deyip sonra (şu ayeti okudu):

"İnkâr edenler: 'Kur'ân ona bir defada indirilmeli değil miydi?' dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle (parça parça indirdik) ve onu ağır ağır okuduk." (Furkan, 25/32)

4. Kur'ân'ın, tamamı bir defada indi, dünya semasında Beyt-i İzzet'e kondu ve onu Cebrail (a.s.) Muhammed (asm)'e kulların kelâmının ve amellerinin cevabıyla indirdi. Aynî'nin "Buharî Şerhi"nde ifadesine göre, tamamı olarak Kadir gecesinde Levh-i Mahfuz'dan dünya semasına indirildi de Beyt-i İzzet'e kondu, Cebrail (a.s.) onu sefere (kâtip melekler)ye yazdırdı, sonra da Cebrail (asm) onu Peygamber' (asm)e parça parça indiriyordu. Başı ile sonu arası yirmi üç sene oldu.

İbnü Cerir'de Şâbî'den de iki rivayet vardır, (birisi şöyledir):

 "Bize ulaştı ki, Kur'ân tamamen birden olarak dünya semasına indi."

(Elmalılı Hamdi Yazır, Kur'an-ı Kerim Tefsiri)

59 Meleklerin, bir anda birçok yerde bulunmaları mümkün mü?

Meleklerin bir anda birçok yerde bulunmaları ve farklı işleri birlikte görmeleri de çokça sorulan sorulardan. Bu sorunun kaynağında da yine insanın kendi kabiliyetini, tek ve şaşırmaz ölçü kabul etmesi yatıyor.

Bediüzzaman'ın Nur Külliyatı'ndaki On Altıncı Söz, bir yönüyle de bu sorunun en güzel cevabı... Bu risalede, kesif ve maddî bir varlık olan insanın bir anda birçok aynalarda birlikte tecelli ettiği, ama kendisindeki sıfatların, özelliklerin o görüntülerde bulunmadığı dikkate sunulduktan sonra, maddî-nuranî olan güneşin aynalardaki görüntülerinde güneşin ziyasından, hararetinden, renklerinden bir cilvenin mevcut olduğu nazara verilir. Nuranî varlıklar olan meleklerin ise bir anda, çok yerlerde bizzat bulunabileceklerine dikkat çekilir.

Aynı anda çok yerde bizzat bulanmaya ise, aynı eserin Lemaât kısmında harika bir misâl verilir: Kelime.

Ağızdan çıkan bir kelimenin nice kulaklarda aynı anda işitilmesi, güneşin aynalarda tecelliyle iş görmesinden çok daha ileri bir mazhariyet. Burada kelime, kulaklara tecellisini göndermiş değil; her kulağa giren bizzat kendisi.

Bu harika misâllerle melek hayatına uzaktan uzağa bakabiliriz. Uzaktan diyorum, çünkü, kendi ruhumuzu ve gözümüz önündeki hayvanların ruhlarını bile yeterince bilemediğimiz hâlde, hiç görmediğimiz melekleri, o nuranî varlıkları tam mânâsıyla nasıl anlayabiliriz?!.

Konuyu, yine Nurlardan bir cümle ile noktalayalım:

“... Akl-ı beşer anlamaz, melek olmayan bilemez.”(Sözler, Yirmi Dördüncü Söz)   

60 Melekler Kur'an-ı Kerim okur mu, yoksa sadece dinler mi?

Hadis kaynaklarında diğer meleklerin Kur’an okuduklarına dair bir bilgiye rastlayamadık. Ancak, diğer zikirleri dinledikleri gibi, Kur’an’ı da dinlerler ve okuyanlara dua ederler.

“Arşı taşıyanlar ve onun etrafında bulunan melekler, hamd ile Rablerini tesbih edip ona iman ederler ve müminler için şöyle mağfiret diler ve dua ederler: 'Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde, tövbe edenlerin ve yoluna uyanların günahlarını bağışla ve onları cehennem azabından koru! Rabbimiz! Onları ve atalarından, eşlerinden ve nesillerinden sâlih olanları kendilerine vaadettiğin “Adn” cennetlerine koy. Şüphesiz ki sen, her şeye galipsin, hüküm ve hikmet sahibisin.' ” (Mümin, 40/7 ve 8).

Bu ayetlerde, kulluklarını yerine getiren müminler için, meleklerin dua ettikleri bildirilmektedir. Kulluk vecibelerinin başında Kur’an okumak gelir; demek ki melekler, onu da dinlerler.

Aşağıdaki hadis de meleklerin Kur’an’ı dinlediklerini görmek mümkündür:

Hz. Bera anlatıyor: “Bir adam, yanında iki iple bağlı olan atı olduğu halde, Kehf Suresi'ni okumuş, bir bulut gittikçe yaklaşarak onu kuşatıvermiş ve bundan ötürü at ürkmeye başlamıştır. Sabahleyin bu olayı Hz. Peygamber (a.s.m)’e anlattı. Efendimiz (asm) “O bir sekinedir, Kur’an sebebiyle inmişti.” buyurdu.(Buharî, Fadailu’l-Kur’an,11; Müslim, Musafirin, 240). Bu hadiste “sekine” olarak ifade edilen husus, Bakara Suresi'nin okunmasıyla ilgili diğer bir hadiste “melekler” olarak ifade edilmiştir.(bk. Buharî, Fadailu’l-Kur’an, 15).

Hadisteki sekine konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan tercih edilen görüş, İmam Nevevî’nin ifade ettiği gibi, "Kur’an okunurken, inen sekineden maksat, içinde rahmet, sukunet, vakar bulunan ve bir bulut görüntüsünü veren bir mahluktur ki, beraberinde melekler vardır."(bk. Nevevî, İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi).

İlave bilgi için tıklayınız:

Kur'an okuyanın yanına melekler gelir mi? Günah işlenen yerden melekler uzaklaşır mı?

61 Yıldırım ve şimşek Cebrail’in kırbacını şaklatması mıdır?

- İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre, Yahudilerin sorusu üzerine Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurdu:

“Râd (gök gürültüsü), buluta müvekkel, meleklerden bir melektir (yani mevcut fiziksel gök gürültüsünün işlemesini, bulutla olan ilişkisinin tanzimini üstlenmiş meleklerden -müvekkel- bir melektir.  İsmini ondan alarak R’ad / gök gürültüsü olarak anılıyor). Beraberinde / Elinde ateşten kırbaçlar vardır ki, onlarla bulutları -Allah’ın dilediği yere- yürütür. Duyduğumuz ses (gök gürültüsü) ise, adı geçen meleğin bulutları emredilen yerlere yürütürken onları sıkıştırmasından (süratle sevk etmesinden) ileri gelmektedir.” (Müsned, 5/385-Şamile-; Tirmizî, Tefsiru Sureti’r-Rad -hadis hasen, gariptir-).

Rad kelimesi, hem yıldırım, hem gök gürültüsü hem de bulut için kullanılır.

- Bu hadiste geçen ifadelerin, bugünkü fen bilimcileri tarafından tespit edilen hususlarla çelişen bir yanı yoktur. Kâinatta var olduğu kabul edilen kanunlarının itibarî olduğu, elle tutulan haricî vücutları olmadığı bilinmektedir. Elbette, Allah’ın kudretinin birer yansıması olan bu itibarî kanunlara dayandığı kabul edilen varlıkların, gerçek anlamda melek denilen -haricî vücut sahibi- şuurlu varlıklar tarafından tanzim edilmesi ve işletilmesi gerekir. Bu, ilahî hikmetin zarurî bir sonucudur. Ayrıca, on beş asır önceki insanlara, elektrik, şimşek, gök gürültüsü, bulut kompozisyonu ancak bu kadar anlatılabilir.

- Hz. Ali (ra)’ın konuyla ilgili şu açıklaması, bugünkü bilimsel bilgilerle aynıdır:

“Allah’ın en güçlü mahluku dağlardır. Demir ise, dağları yontar. Ateş demiri yer / eritir. Su ateşi söndürür. Gök-yer arasında bulunan bulut, su taşır. Rüzgâr bulutu taşır. İnsan rüzgârdan eliyle korunmaya çalışır. Sersemlik insanı mağlup eder. Uyku sersemliğe galebe çalar. Gam ise uykuyu engeller. Demek ki, Allah’ın en güçlü mahluku gamdır.”

Taberanî’nin naklettiği bu bilgi Heysemî tarafından sahih olarak değerlendirilmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 8/132).

İlave bilgi için tıklayınız:

Allah her şeyi bildiği halde neden amellerimizi melekler yazıyor? 

Allah'ın ne ihtiyacı var ki melekler ve insanlar onun zikir ve tesbih ediyor? 

62 Neden meleklere iman, imanın şartlarından biridir?

“Bir şey sabit olursa levazımıyla sabit olur.” kaidesi meşhurdur. Bir şey için kaçınılmaz lazımlar, yani özellikler, şartlar vardır. O şeyi bunlardan ayrı düşünemezsiniz. Mesela, ruh dendi mi hayat onun lazımıdır; hayatı ruhtan ayıramazsınız.

Diğer bir önemli itikat kaidesi: “İman tecezzi kabul etmez.” Yani iman rükünlerini birbirinden ayrı düşünerek, bir kısmına inanıp diğerlerine inanmamak olmaz.

“İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattir ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısam olmazlar.” (Şualar, On Birinci Şua, Dokuzuncu Mesele)

Bunlardan birine inanmayan insana mümin denilmez. Mesela, Allah’a inanan, fakat ahirete inanmayan insan mümin değildir. Bu adam için, “Allah inancında mümin, fakat ahiret inancında kâfir...” gibi ikili bir tasnif yapılamaz. Bu böyle olduğu gibi, Allah inancı da tecezzi kabul etmez. Yani, “Allah’ın varlığına inanırım, ama kadim olduğunu kabul etmem.” diyen bir insan, Allah’a değil kendi zihninde kurduğu bir ilaha inanmış olur.

İslam'da iman esaslarından ikincisi, Allah Teâlâ'nın melekleri olduğuna inanmaktır. Melekler, Hak Teâlâ'nın kelâmı olan vahy-i ilâhiyi, Allah'ın peygamberlerine, semavi âlemden, insanlık âlemine nakleden Allah elçileri, bu âlemin nizamını sağlayan ilâhî vasıtalar, nuranî varlıklardır. O halde, vahy-i ilâhiye ve peygamberlere inanmak, ancak meleklere inanmakla olur. Diğer bir tabirle; peygamberlere inanmadan önce, onlara peygamberliği getiren meleğin varlığına inanmak gerekir. Bu bakımdan, meleğin varlığına iman, peygamberliğe de iman demektir. Meleği inkâr ise, peygamberliği de inkâr manasına gelir. İşte bu sebepledir ki, meleklere iman, iman esasları arasında Allah'a imandan sonra yer almış, daha sonra da kitaplara ve peygamberlere iman etmek zikredilmiştir.

"Peygamber, Rabbi tarafından indirilene (Kur'an'a) inandı, müminler de inandılar. Her biri, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandılar." (Bakara, 2/285).

Kur'ân-ı Kerîm'de birçok ayetlerde iman esasları bazen birkaçı, bazen hepsi bir arada beyan edilmiştir.

"Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim; Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, şüphesiz ki o, derin bir sapıklığa düşmüştür." (Nisa, 4/136).

63 Melekler sevinç, hüzün, mutluluk ya da heyecanın nasıl duygu olduğunu bilirler mi?

Bu gibi duyguların önemli bir kaynağı cismanî bünye olduğunu düşündüğümüzde, meleklerde bu duyguların çok fazla olmadığını söyleyebiliriz. Bununla beraber, bazı hadis rivayetleri hüzün ve sevincin meleklerde de olduğunu göstermektedir:

Mesela, bir rivayete göre, Bedir Savaşı'nda Hz. Peygamber (a.s.m) ikindi namazını kıldıktan sonra gülümsedi. Bunu sorduklarında Hz. Mikail (as)’in yanından geçerken kendisine bakıp tebessüm ettiğini (adeta savaşın zaferle biteceğini bildiği için sevincini ortaya koyduğunu), onun da buna mukabele ettiğini söylemiştir. Hz. Cebaril (as) için de böyle bir rivayet söz konusudur. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 2/82)

İmam Ahmed b. Hanbel’in rivayetine göre, Hz. Peygamer (a.s.m) Hz. Cebrail (as)’e “Hz. Mikail’in hiç güldüğünü görmedim” deyince o da “Cehennem ateşi tutuşturulduğu günden beri o hiç gülmemiştir (hep üzgündür).” demiştir.(bk. Mecmau’z-Zevaid, 10/385)

“Ey iman edenler! kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Bu ateşin başında, sert ve şiddetli, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrim, 66/6)

mealindeki ayette cehennem zebanileri olan meleklerin sert ve şiddetli oldukları belirtilmiştir ki, bu da onların Allah adına çok toleranssız davrandığını, -deyim yerindeyse- katı yürekli, öfkeli olduklarını göstermektedir. Bu da bir duyguyu ifade etmektedir.

Meleklere ait özelliklerin varlığını bilsek bile, mahiyetini bilemiyoruz.

64 "Cebrail akıldır." diyen İslam alimleri kimlerdir; Delilleri nedir?

Bildiğimiz kadarıyla, Cebrail (as)'e "akıl" diyenler yalnız filozoflardır. Diğer İslam alimlerinden böyle bir iddianın söz konusu olduğunu bilmiyoruz. İslam filozoflarından Farabî, İbn Sina, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd’ün böyle bir düşünceye sahip oldukları bilinmektedir. (bk. Ali Bulaç, Din-Felsefe, Vahiy-Akıl, s. 54,)

Bunların bu iddialarını destekleyen İslam kaynaklı bir delilleri yoktur. Ancak Aristo'nun ilahî özler/ bir tür yıldızların temsil ettiği tanrılar, dediği hususlar, Farabi'de "münferit akıllar" olarak algılandı. Onu izleyen İbn Sina ise, bunları İslam düşüncesindeki karşılığını bularak "melekler" demeyi uygun gördü. (bk. a.g.e., s.126-127).

Dinî hakikat ile felsefî hakikatin aynı şeyler olduğunu söyleyen Farabî'ye göre, peygamberlerin faal akıl/Cebrail vasıtasıyla kavuştukları hakikate, filozoflar da aklî düşünme ve tefekkürle ulaşırlar.(a.g.e). İbn Sina da faal aklı Cebrail ile aynı şey sayar.(a.g.ey.; Ayrıca bk. Farabi, el-Medinet'ul-Fazıla, s. 50; İbn Sina, eş-Şifa, s. 441).

Tefsir kaynaklarında genellikle, "Cebrail" kelimesi, "cebr" v e "îl" kelimesinin birleşmesinden meydana geldiği hususuna vurgu yapılmaktadır. İbn Abbas'tan gelen rivayetlere göre, İbranicede "cebr" Abd=kul, "îl" ise Allah manasına gelir. Dolayısıyla, Cebrail, Abdullah = Allah'ın kulu demektir.

Diğer bir görüşe göre ise, "Cebr" kelimesi "ceberut" kökünden gelip kuvvet anlamına gelir. Bu görüşe göre, Cebrail, Allah'ın kudreti anlamına gelir. (Misal olarak bk. Taberî tefsiri, Râzî tefsiri, Kurtubî tefsiri, el-Bahru'l-Muhit tefsiri, Alusî tefsiri, Elmalılı Hamdi Yazır tefsiri, Bakara Suresinin 97-98. ayetlerinin açıklaması).

65 Dört büyük melek peygamber midir? Eğer değilse neden isimlerini zikrettikten sonra "aleyhisselam" denir; oysa, "aleyhisselam" peygamberler için kullanılır?

Bildiğimiz anlamda peygamber değiller; fakat, her biri değişik işlerle ilgili bir ekibin başındadır. Bu işleri o yardımcı olan meleklere bildirmekle görevli elçilerdir. Zaten "Melek / melaike" kelimesinin sözlük anlamı "risalet / elçilik"tir. Eliket, Eluket, risalet, mektup demektir. (bk. Razî, II/159).

"Hamd, göklerin ve yerin yaratıcısı; melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah'a mahsustur. O, yarattığı varlıklarda dilediği şeyi artırır. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla kâdirdir."(Fatır, 35/1)

mealindeki ayette melekler için kullanılan "elçiler" unvanı, onların bu sözlük anlamlarını çağrıştıran bir sözcüktür.

Alimler meleklere "elçi" denmesinin iki sebebi olduğunu söylerler:

Birincisi: İnsanlara gönderilen Allah'ın elçileri olmalarıdır. Peygamberlere vahiy indirirler, salih kimselere ilham getirirler, umum insanlara sadık rüyalar gösterirler.

İkincisi: Allah'ın kudret eserlerini yaratıklarına göstermekle görevlidirler. Yağmurları indirir, bulutları sürerler, rüzgârları yürütürler. (bk. Alusî, Fatır Suresinin ilk ayetinin tefsiri).

"Aleyhisselam" tabiri, hem onların -Kur'an'da- peygamberler gibi "elçi" olarak anılmalarından, hem de masum, onurlu bir varlık olmalarında dolayı bir saygının ifadesi olarak kullanılmaktadır.

66 Melekler neden ibadet ederler?

Melekler, erkeklik ve dişilik özelliği olmayan, yemeyen, içmeyen, evlenmeyen, doğmayan, doğurmayan, normal gözle görülmeyen, Allah'ın emirlerine itaat eden yaratıklardır.

Melekler; Allah Teâlâ'ya ibadet ve taatle meşgul olan ruhanî, nuranî, lâtif varlıklardır. Allah'ın kendilerine verdiği her emri derhal ve aynen yerine getirirler ve asla itaatsizlik etmezler (bk. Tahrîm, 66/6)

Melekler, "emanet" sıfatıyla muttasıfdırlar. Kur'ân-ı Kerim'in birçok ayetlerinde meleklerin, kâinattaki bütün varlıklar gibi bağımsız olarak yaratılan, fakat insanlara ve diğer canlı ve maddî yaratıklara mahsus olan yeme, içme, uyuma ve evlenme gibi sıfatlardan; erkeklik ve dişilik gibi cinsiyetten ve her çeşit günah işlemekten uzak, daima Allah'ı tenzih ve tesbih eden nuranî lâtif varlıklar olduğu bildirilmiştir.

Bu özellikleri sebebiyle, Cenab-ı Hak tarafından kendilerine verilen her türlü işleri yapmaya, en kısa zamanda en uzak yerlere süratle gitmeye, diledikleri şekil ve surette görülmeye muktedir olan, Hak Teâla'nın mükerrem kulları, şerefli ve kutsal yaratıklarıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur:

"Belki onlar, Allah'ın şerefli kullarıdır. Onlar Allah'ın sözünden önce söz söylemezler ve onun emrettiklerini (hemen) yaparlar." (Enbiya, 21/26-27);

"Onlar, Allah'ın emirlerine (isyan edip) karşı gelmezler ve emrolundukları şeyleri (aynen) yaparlar." (Tahrim 66/6);

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Onun katındakiler ona ibadet etmekte (asla) kibir göstermezler ve (asla) yorulmazlar. Gece ve gündüz durmadan (yorulmadan) onu tesbih (ve takdis) ederler." (Enbiyâ, 21/19-20).

Melekler, Allah'ın emirlerine harfiyen bağlıdırlar. O'na asla karşı gelmez ve isyan etmezler, herhangi bir yasağını çiğnemezler, günah işlemezler. Çünkü "ismet" ve "emanet" sıfatlarıyla muttasıfdırlar. Bütün meleklerin ortak özelliği; daima Allah'a hamd ve senada bulunmak, onu itaat ve ibadetle, tesbih etmektir.(Enbiyâ, 21/26-27; Mümin, 40/7).

Kur'ân-ı Kerim'de geçen pek çok ayetlerde meleklerin çeşitli görevleri belirtilmiş, yaptıkları işlerin önemine ve özelliğine göre aldıkları özel isimler beyan olunmuştur. Yerlerde ve göklerde, Kürsî'de ve Arş etrafında, Beytu'l Ma'mur ve Sidre-i Münteha'da, Cennet ve Cehennem'de sayısız melekler vardır. Bütün meleklerin çok çeşitli olan görevlerine ve yaptıkları işlerin mahiyetine göre tanzim edip bunları yöneten dört büyük melek, meleklerin başları ve amirleridir. Bu görevlerin en başta geleni ve en önemlisi; peygamberlere Allah (c.c.)'ın ilâhî vahyini ulaştırmak, yani Allah'ın emirlerini tebliğ etmektir. Bu bakımdan, melek denilince akla her şeyden önce, "Cebrail" adıyla tanınan vahiy meleği gelir. Sonra diğer görev gruplarının başları olan Azrâil, Mikâil ve İsrâfil gelir. Bu dört melek "meleklerin resulleri"dir.

Kur'ân-ı Kerim'in beyanına göre melekleri, şu üç büyük grupda toplamak mümkündür:

A) "İlliyyûn, Mukarrebûn" diye anılan melekler. Bunlar, daima Allah Teâlâ'yı tenzih ve tehlil ile ona ibadet ve taatla meşguldürler. Muhabbetullah (Allah sevgisi) ile istiğrak hâlindedirler.

B) "Müdebbirât" diye bilinen melekler olup, bu kâinatın nizam ve intizamını temin etmekle görevlidirler. Allah Teâlâ'nın yerlerde ve göklerde irade ve kudretinin tecellisine aracılık ederler.

C) Her şeyden önce, peygamberlere vahyi ilâhîyi ulaştırmakla görevli olan ilahî elçilerdir. Bunlar genellikle bütün insanların ruhî halleri ve tekâmülleri ile meşguldürler. İnsanlarla ilgili çeşitli görevleri vardır.

Ayet-i Kerim'de cinler ve insanlar zikredildiği halde meleklerin zikredilmemesinin hikmeti vardır. Evvela ibadetten maksat iman etmektir. Melekler içerisinde Allah'a iman etmeyen yoktur. Ayrıca kendilerine verilen vazifeleri de eksiksiz yapmaktadırlar. Ancak insanlardan ve cinlerden bir kısmı iman etmeyip ibadetlerini yapmamasından dolayı ayet onları ikaz etmek için inmiştir. Melekler için böyle bir durum söz konusu değildir.

Meleklerin ibadet etmeleri de onların vazifeleri içerisindedir. Onunla emrolunmuşlardır.

İlave bilgi için tıklayınız: 

Allah'ın ne ihtiyacı var ki, melekler ve insanlar onu zikir ve tespih ediyorlar?

67 Melekler hangi dilde konuşurlar, bizi nasıl anlarlar?

Melekler nurdan yaratılmıştır. Nur ise ayn-ı şuurdur. Bir anda nurlu varlıklarıyla pek çok yerlerde bulunabildikleri gibi, aynı anda pek çok dillerle konuşmaları da söz konusudur.

Nitekim, Hz. Cebrail (as) bir anda hem arşın altında Allah’a secde ederken, aynı anda Dihye suretinde Hz. Peygamber (a.s.m)’in meclisinde bulunuyordu. Keza, Hz. Cebrail (as) Hz. Musa (as)’a Tevrat’ı İbranice, Hz. İsa (as)’a İncil’i Süryanice, Hz. Muhammed (asm)’a Kur’an’ı Arapça indirmiştir.

Demek ki bütün bu dilleri biliyordu ve farklı dil konuşan farklı peygamberlerle konuşuyordu.

Ruhumuz, göz penceresinden bütün renkleri görüp ayırıyor, kulak alıcısından bütün sesleri fark edebiliyor. Sadece bir rengi ve sadece bir sesi değil, bütün renkleri ve sesleri tanıyor. Ruhumuza bu özelliği veren Allah'ın, ruhani varlıklardan olan meleklere de bütün dilleri, hareketleri, konuşmaları ve manalarını bilecek bir özellik vermesi Onun hikmetindedir.

Nitekim kamera, teyp gibi kayıt cihazları ve hafızamız hiç bir alet, mürekkep, kağıt gibi malzemeler olmadan her şeyi nasıl kaydediyorsa, Allah’ın görevli memurları olan melekler de her şeyi aynıyla kaydeder, bilir ve anlar.

Ayrıca, rüyamızda gördüğümüz ve dilini bilmediğimiz bir kimseyle konuşmakta hiçbir zorluk çekmeyiz. Rüya gibi bir âlemde bizlere bu özelliği veren Allah, ruhani varlıkları olan meleklerine de her şeyi anlayacak ve her şeye uygun ilhamı verecek bir özellik vermiştir.

Demek ki, meleklerin dil problemi yoktur. Kendilerine hangi görev verilirse onu yaparlar.

İlave bilgi için tıklayınız:

Melekler amellerimizi nasıl yazıyorlar?

68 Melekler uçar mı yoksa yüzer mi? Kur'an'da onlar için, yüzerler, denilmesinden maksat nedir?

Kur’an’da yalnız Naziat Suresi'nin 3. ayetinde “sabihat = yüzenler” olarak ifade edilenlerin melekler olduğuna dair yorumlar vardır. Bunun yanında değişik yorumlar da söz konusudur.(bk.Taberî, İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri).  Hz. Ali (ra) ve Hz. Abdullah b. Mesud’dan bunların melekler olduğuna dair rivayetler vardır.(bk. İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri).  Bu rivayetler esas alındığında, ayetin manası, birkaç şekilde yorumlanmıştır:

a.  Mucahid’e göre, melekler gök ve yerin ufuklarında süratle gezdikleri için, mecaz olarak onlara "yüzenler” denilmiştir. Nitekim, süratli at için de aynı tabir kullanılır.(Taberi, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).

b.  Yine gelen bir rivayete göre, Hz. Ali (ra) ve Hz. Abdullah b. Mesud tarafından buradaki “sabihat”; “Müminlerin canını alırken yumuşak davranan, nefislerde dalgıç gibi yüzen melekler.” şeklinde açıklanmıştır.(Razî, ilgili ayetin tefsiri).

Demek ki, ayette geçen “yüzenler” tabiri, melekler için kabul edildiğinde, mecaz bir ifade olarak kabul edilmiştir, gerçek bir yüzme anlamında değildir.

Bu Surede, "şiddetle çekmek", "yavaşça çekmek", "yüzüp gitmek", "yarışıp geçmek" ve "iş çevirmek" gibi beş işi yapanlara yemin edilmiş, cevabı da daha sonra gelenlerden elde edilen karine ile bilindiği için zikredilmemiştir ki, "Bunlar olacak, o kıyamet ve öldükten sonra dirilme gerçekleşecek." demektir.

Bu âyetlerin içinde geçen bu kelimelerin birçok mânâya gelme ihtimalinden dolayı tefsirciler birçok yorum nakletmişlerdir:

1. Hepsi meleklerdir: "Boğa boğa, daldıra daldıra şiddetle can alan melekler." yahut "Kâfirlerin canını alan azap melekleridir." Nâşitât, tatlı ve yumuşak bir şekilde can alan, müminlerin ruhlarını alan rahmet melekleridir. Sâbihât, ilâhi emir ile ufuklardan gelip giderek iş yapan veya can alırken nefislerde dalgıç gibi dalıp yüzen meleklerdir. Sâbikât, kâfirlerin ruhlarını cehenneme, müminlerin ruhlarını cennete götürmek için yarışıp giden meleklerdir. Müdebbirât-ı emr ise, yüce Allah'ın, âlemin düzeninde emir altına verdiği, memur kıldığı işlerde, işi yönetip idare eden melekler, yahut meleklerin elçileridir.

2. İnsanların nefisleridir: Bunun da iki ayrı yorumu vardır. Birisi, bedenlerinden ayrılan erdemli nefisler ki alışıp kaynaştıkları ve hayır kazanmak için araçları ve binitleri olan bedenlerinin şiddetle her noktasından ayrılır ve bununla beraber melekler ve ruhlar âlemine arzu ve neşe ile çıkar, orada yüzer ve sonra geçip mukaddes bölgeye gider, sonra da şeref ve kudreti nedeniyle iş yöneten melekler sırasına ve hatta onlardan ileri geçerler. Çünkü ölümden sonra ruhların bu âlemde bile nice eser ve halleri görünür. Onların manevî ve ruhî özelliklerinden istifade edilir. İkincisi, ölümden önce bir tarikata katılarak ibadet edip nefis mücadelesi vermek suretiyle içini ve dışını temizleyen ve ilâhî bilgilerde yükselen erdemli nefisler denilmiştir ki, bunlar şehevi arzularından sıyrılır, mukaddes âlemin hasretini çeker. Olgunluklara yükselme mertebelerinde yüzer, sonra kusurlu ve eksik nefislerin terbiyecisi ve olgunlaştırıcısı olur.

3. Gâziler veya elleri veya atları ki, elleri silahlarını doldurur çeker, oklarını, mermilerini kolayca atarlar, karada ve denizde yüzer giderler, düşmanla savaşta yarışıp ileri geçerler, sonra onların işlerini yönetirler. Bu özellikler gazilerin atlarında da düşünülebilir. Şu kadar var ki, atların iş yöneticisi olmaları, sebebiyet alakası ile mecaz olur. Yani atlar iş çevirip yönetmeye sebep oldukları için, mecaz olarak onlara da iş çevirici denilebilir.

Meâlden bu üç mânâ anlaşılabilir.

4. Yıldızlar denilmiştir: Fakat bunlar hakkında "iş çevirici" nitelemesini yapmak doğru olmaz. Bu, yine melekler olmalıdır.

Bunları çeşitli şekillerde düşünmek isteyenler de olmuştur. En açığı melekler veya erdemli nefisler veya dilimizce daha kapsamlı olmak üzere "kuvvetler" demektir. Bunlara yemin edilerek kıyamet ve öldükten sonra dirilme olayının meydana geleceği vurgulu bir şekilde kesin olarak haber verilmiştir. (bk. Elmalılı, Tefsir, ilgili ayetlerin tefsiri)

69 Meleklerin ruhu var mıdır; ecsam-ı nurani oldukları ifade edilmektedir, buna göre meleklerin cisimleri mi vardır?

Hadis-i şerifte; "Melekler nurdan yaratıldı. Cinler de alevli bir ateşten yaratıldı. Âdem ise size vasf olunan şeyden yaratıldı." (Müslim, Zühd, 10/60) diye ifade edilmiştir.

Melekler, nurdan yaratılmıştır. Nur ise ayn-ı şuurdur. Bir anda nurlu varlıklarıyla pek çok yerlerde bulunabilirler, pek çok şekle girebilirler, aynı anda pek çok dillerle konuşmaları da söz konusudur. Nitekim, Hz. Cebrail (as) bir anda hem arşın altında Allah’a secde ederken, aynı anda Dihye suretinde Hz. Peygamber (a.s.m)’in meclisinde bulunuyordu.

Keza, Hz. Cebrail (as) Hz. Musa (as)’a Tevrat’ı İbranice, Hz. İsa (as)’a İncil’i Süryanice, Hz. Muhammed (asm)’e Kur’an’ı Arapça indirmiştir. Demek ki bütün bu dilleri biliyordu ve farklı dil konuşan farklı peygamberlerle konuşuyordu.

Meleklerin nurdan yaratılmış olmaları onların ayrıca bir ruhlarının olmadığını göstermez. Ancak kaynaklarda buna dair bir bilgiye rastlayamadık. Yalnız, güneşin bir nuranî cismi ve yedi renkli ışığı olduğu gibi, meleklerin de nurdan bir bünyelerinin ve bu bünyede yer alan bir ruhlarının olması mümkündür.

Melekler büyüklük, küçüklük bakımından çok farklı türlere sahip bir millettir. Güneşe müekkel bir melek ile yağmur tanelerini yere indirmekle görevli bir melek elbette çok farklıdır.

Bazı meleklerin şarktan garba / dünyanın doğusundan batısına kadar her yeri kaplayacak kanatlara sahip olması, onların sadece uçmalarını sağlamaya yönelik değil, aynı zamanda Allah’ın yarattığı pek harika bir sanat eseri olarak melekut aleminde arz-ı endam etmeleri içindir.

"Bazı rivayetlerin işaretiyle ve intizam-ı alemin hikmetiyle denilebilir ki, gezegenlerden tut ta su damlacıklarına kadar hareket halindeki bazı cisimler bir kısım meleklerin binitleridir. Onlar bunlara izn-i ilahî ile binerler, alem-i şahadeti seyredip gezerler." (Nursi, Sözler, On beşinci Söz).

Gök güneş ve yıldızlar kelimeleriyle şahadet aleminde -lisan-ı hâl ile- Allah’ı tespih ettikleri gibi, melekler de melekut aleminde -lisan-ı kal ile- bunları temsilen şuurdarane Allah’ı tepsih ederler.(Sözler/, Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Esas).

İşte melekler nurdan oldukları için bütün zerreleriyle bu tesbihatı yaparlar. Kanatların olması onların tesbihatını arttıran bir husustur.

Kainatta iki türlü şeriat vardır.

Birisi; Allah’ın Kelam sıfatından gelen ve vahiy ve peygamberler vasıtası ile insanlığa gönderilen dinlerdir. Bu şeriatın asıl muhatabı insanlıktır. Bu şeriata uyarak yaşamak ve hayatları ile aksettirmek insanların görevidir.

Diğer şeriat ise; Allah’ın İrade ve Kudret sıfatından gelen tekvini şeriattır. Yani kainata konulmuş bütün kanun ve adetullahlardır. Çekirdeğin bir sistem ile çatlayıp büyümesi, yıldızların hassas bir şekilde yörünge içinde hareket etmeleri, bütün canlıların hayat şartlarının ve rızıklarının mükemmelen tanzim ve tedbir edilmesi hepsi irade sıfatından gelen şeriatın meseleleri ve hükümleridir.

İşte nasıl kelam sıfatından gelen dinin mükellef ümmeti insanlar ve cinler ise, şu irade sıfatından gelen fıtri ve tekvini şeriatın mükellef ümmeti de; her şeye nezaret ve vekalet eden meleklerdir. Herbir yağmur damlasına nezaret ve vekalet eden meleğin olduğu hadislerle sabittir.(bk. Taberi, İbn Kesir, Suyuti/ed-durru’l-Mensur, Hakka:6-12. ayetlerin tefsiri; Kenzu’l-Ummal, h. no:4679)

Melekler bu kainat olaylarının ve meselelerinin seyircisi ve mütefekkiridir.

Konuşmak nasıl Allah’ın Kelam sıfatının bir tecellisi ise; yaratmak da İrade ve Kudret sıfatlarının bir tecellisidir. Şeriatlar da bu sıfatlara göre şekil alıyor. İrade ve kudret sıfatının icraatları olan tekvini hadiseler; tekvini şeriat olarak tavsif ediliyor.

70 Hristiyanların melekleri dişi şeklinde tasvir etmelerinin nedeni nedir?

“Onlar Rahman’ın kulları olan melekleri dişi kabul ettiler. Acaba meleklerin yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.”(Zuhruf Suresi, 43/19)

Yukarıdaki ayet mealinde ifade edildiği üzere, Kureyş müşrikleri de melekleri dişi olarak vasıflandırmışlardı.

Bugün sözü edilen filmlerde Hristiyanların melekleri dişi olarak tasvir etmeleri, eski hurafelerden gelip şekillenen bir profildir. Zaten Hristiyan artistlerin önemli bir kısmı dinden uzaktır. Yaptıklarının dinlerine uyup uymadığı konusu onları pek ilgilendirmez. “Madem, melekler güzelliği, zarafeti temsil ediyor, hayalî resimlerinde çok da narindirler, öyleyse dişi olarak tasvir edilmeleri daha uygundur.” diye düşünmüş olabilirler.

Ayrıca, Meryem-İsa-Ruhu’l-kudüs koalisyonundan oluşan teslis akidesi de buna uyum sağlayabilir.

"Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyerek iftira edenler için ilgili ayetlerin uyarısı şöyledir:

"Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar." (Necm Suresi, 53/27)

"Rabbiniz oğulları size ayırdı da, kendisi için kız olarak melekleri mi edindi?" (İsra Suresi, 17/40)

"Putperestlere de ki: Kızlar Rabbinin de erkekler onların mı? Yoksa biz melekleri onların gözü önünde kız olarak mı yarattık?" (Saffat Suresi, 37/149,150)

Konuyla ilgili olarak tıklayınız: MELEKLERE  İMAN.

71 İnsanların etrafında bulunan melekler onları hangi hadiselerden / musibetlerden korumaktadır?

“O insanın önünde ve ardında devamlı olarak nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar...” (Rad, 13/11)

mealindeki ayetten, söz konusu olan koruyucu meleklerin bu görevi, bütün insanlar için geçerli olduğu anlaşılmaktadır.

Ayette “koruyucu melekler” olarak tercüme edilebilen “muakkıbat” kelimesi, izleyenler, takip edenler anlamına gelir. Tefsircilerin beyan ettiklerine göre, ayette geçen “korurlar” manasına gelen “yahfezun” fiilinin işaret ettiği “hıfz/muhafaza” kavramı iki anlama gelir.

Birincisi, insanların yaptığı işleri denetlemek, kontrol etmektir. Bu mana, “Üzerinizde hafîz / denetleyiciler vardır.” (İnfitar, 82/10) mealindeki ayetin manasıyla örtüşmektedir

İkincisi, insanları tehlikelerden korumak, kollamaktır. Bu koruyup kollama işi, Allah’ın kullarına yaptığı büyük bir lutuftur. Yoksa insanın, -bir mikroptan bir depreme kadar, semavî ve arzî musibet ve tehlikeler gibi çepeçevre kendisini saran kötülüklerden korunması asla mümkün olmayacaktı. “Allah kullarına büyük lutuf sahibidir.” (Şura, 42/19) mealindeki ayetle örtüşmektedir.(bk. Taberî; Razî, İbn Kesir;  İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).

İbn Kesir'in bildirdiğine göre, her inanın dört koruyucu melekleri vardır. 24 saatte bunlar nöbet değiştirirler. Bunlardan iki tanesi, insanların sağında ve solunda olup amellerini yazarlar. Diğer ikisi ise, insanların önünden ve arkasından kendisini izleyen ve -Allah’ın izin verdiği yerlerde- onu değişik musibetlerden koruyan meleklerdir.(İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri).

Bu açıklamaların ışığında, özet olarak diyebiliriz ki; -kâfir olsun, mümin olsun, fâsık olsun, sâlih olsun- her insanı takip edip izleyen muhafız melekler vardır. Bunlardan bazıları, insanın amellerini / söylediklerini, işlediklerini kontrol edip yazarlar. Diğer bir kısmı ise, onları her türlü kötülükten korurlar. Yani; Allah’ın Kader kanunuyla programladığı ve kaza kanunuyla kâinat çapında uygulamaya koyduğu genel icraatlardan olumsuz etkilenmemeleri için, Ata kanunuyla insanları koruma altına almış ve onlara koruyucu melekler tayin etmiştir. Şayet bu özel koruma işi olmasaydı, insanın cinnî, insî şeytanların şerrinden, semavî, arzî musibetlerden, insanın iç bünyesinde ve dış dünyasında kümeleşmiş milyarlarca mikroplardan, virüslerden, parazitlerden sakınması hiç mümkün olur muydu? Şüphesiz bu korumalar Allah’ın emriyle ve onun izniyle olmaktadır. Kuşeyrî’nin ifadesiyle; söz konusu melekler, insanları Allah’ın emriyle Allah’ın emrinden (Kâinatta cari olan genel kanunlar çerçevesinde cereyan eden emirlerinden / işlerinden / icraatlarından) korurlar.(bk. Kuşeyrî, ilgili ayetin tefsiri).

Allah, insanın başına bir musibet getirmek istediğinde ise, artık ondan kurtuluş yoktur. O anda Ata kanununu işletmez, korumalarını geri çeker ve kaza hükmünü gerçekleştirir. Söz konusu ayetin şu son cümlesinde bu gerçeğe şöyle vurgu yapılmıştır:

“...Allah bir toplum için bir kötülük irade buyurdu mu, artık onu geri çevirecek bir kuvvet yoktur. Artık Allah’ın dışında onları himaye edecek kimse olamaz.” (Rad, 13/11)

72 Miraç olayında Cebrail'in bir noktadan sonra, gidersem yanarım, dediği doğru mudur?

Bu konuda ilk kaynaklardan biri olarak sayılan İbn Merduye tefsirinde bu kıssa’ya -İbn Abbas’a dayanan bir senetle- yer vermiştir.(bk. İbn Arrak, Tenzihu’ş-Şaria, 1/169).

Ancak bazı alimler, bu hadisin sahih olmadığını belirtmiştir. Sebebi de senedinde “Meysere b. Abdi Rabbih” adlı bir ravinin bulunmasıdır.

Nesaî, bu şahsın “metruku’l-hadis” olduğunu belirtmiştir.(Nesaî, ed-Duafa ve’l-metrukîn, tercüme: 580);

Buharî, bu kişinin “yalancılıkla itham edildiğini” belirtmiştir.(Buharî, ed-Duafau’s-sağîr, tercüme: 355).

Darekutnî de bu adama “ed-Duafa ve’l-metrukîn” adlı eserinde yer vermiştir.(a.g.e, tercüme: 510).

Miraç hadisesinde Hz. Cebrail (as)’in belli bir yükselişten sonra (Sidretu’l-Münteha’da) geri kalması ve “Bir adım daha ileri atsam yanarım.” demesiyle ilgili rivayet sahih değildir. Bu konuda, Şeyh Ali Haşiş tarafından kaleme alınan ve değişik kaynaklardan yararlanarak hazırlanan “Kıssatu ihtirakı’l-hicabı leylete’l-İsra ve’l-Mirac” adlı bir makalede, bu kıssanın tamamen uydurma olduğu belirtilmiştir.

Durum bu merkezde olunca ortada bir çelişki yok demektir. Yani Hz. Cebrail (as) de Hz. Peygamber (asm)'in yakınında bulunmuş ve “kelime-i şahadet” ile o sohbete iştirak etmiştir.

Buna göre o makamda kelime-i şahadeti getiren (genel olarak melekler değil) yalnız Hz. Cebrail (as)’dir. Dolayısıyla diğer meleklerin oraya girmeleri diye bir şey söz konusu değildir.

Not:

Bu rivayetin doğru olduğunu kabul etsek bile, Hz. Cebrail (as)'in farklı bir makamda olmasına rağmen bu konuşmayı dinlemesi ve sonunda şehadet getirmesi mümkündür. Çünkü farklı makamlarda bulunmak, konuşmayı dinlemeye ve o sohbetten hissedar olmaya engel değildir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kâbe kavseyn ve sidretü'l-müntehâ ne demektir?

73 Kadir Gecesi melekler görebilir miyiz?

Kadir Gecesi'nde meleklerin yeryüzüne inecekleri Kadir suresinde ifade edilmiştir. Ayetin meali şöyledir:

"Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler." (Kadir, 97/4)

Cebrail meleklerden biri olmakla birlikte, makamının yüksekliğini ve şanının yüceliğini göstermek üzere ayrıca zikredilmiştir. Kadir Gecesi'nde melekler yeryüzüne inerler, ancak melekler görünmezler.

Meleklerin Kadir Gecesi yeryüzüne inmesi ilâhî gufran, rahmet ve inayeti, o geceyi ihya edenlerin üzerine yağmur misali yağdırmak ve o insanların malına, canına, evine ve işine bereket havası estirmek üzere iner. Resûlüllah Efendimiz (a.s.m)'in:

"Kim inanarak, karşılığını yalnız Allah'tan bekleyerek Kadir Gecesi'ni ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır." (Buhari, Kadr, 1; Müslim, Müsâfirîn, 175)

buyurması, bu rahmet ve bereketi müjdelemeye yöneliktir.

Böylece Cenâb-ı Hak, kâinatın çok hassas bir saat gibi çalışmakta olduğuna, gelişi güzel, plânsız, programsız hiçbir hükme ve takdire yer ve­rilmediğine ve her hükmün ve olayın yerine getirilmesinde görevli melek­lerin bulunduğuna işarette bulunuyor.

Cebrail ve diğer görevli meleklerin takdir edilen her emirle inmesine gelince: Duhân Sûresi'nde bu olay şöyle açıklanmaktadır:

"O gece her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayrılır, ayırt edilir.."(Duhan, 44/4) 

Yani ezelde bilinip hazırlandığı gibi, her olay her hüküm her ecel ve rızık belli bir programa göre meleklere verilir.

Bazı âlimlere göre: Berâat Gecesi, emirlerin Levh–i Mahfuz’dan istinsahına başlanır, kâtip melekler bu geceden, gelecek seneye müsaadif ayın geceye kadar olacak olan vak’aları yazar ve bu işler, Kadir Gecesi bitirilir. Rızıklarla alâkalı defter Mikail (as)’e; harpler, zelzeleler, saikalar, çöküntülerle ilgili defter Cebrail (as)’e; amellerle alakalı defter, dünya göğünün sahibi ve büyük melek olan İsrafil (as)’e; musibetlere ait nüsha da Azrail (as)’e teslim olunur.(İbrahim Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/287).

Rasûlulllah (a.s.m):

“Allah Tealâ tüm şeyleri Berâat Gecesi'nde takdir eder. Kadir Gecesi gelince de bu şeyleri sahiplerine teslim eder.”(Fahrüddin Razi, Tefsirü’l Kebir, 23/293)

buyurmuştur. Berâat Gecesi'nde eceller ve rızıklar; Kadir Gecesi'nde ise hayır, bereket ve selametle alâkalı işler takdir edilir. Kadir Gecesi'nde sayesinde dinin güç–kuvvet bulduğu şeylerin takdir edildiği; Berâat Gecesi'nde ise, o yıl ölecek olanların isimlerinin kaydedilip ölüm meleğinin teslim edildiği de söylenmiştir.(Razi, age.).

74 Hz. Cebrail, Peygamber Efendimizin vefatından sonra dünyaya (yeryüzüne) gelmiş midir?

Cebrail (as) Peygamber Efendimiz (asm)'den sonra, vahiy getirmek maksadıyla yeryüzüne gelmemiştir. Çünkü Peygamberimizin gönderilmesiyle vahiy gönderme işlemi nihayet bulmuştur. Peygamberlere vahiy getirmek Cebrail (as)'in görevlerinden sadece biridir. Onun başka görevleride var. Mesela; Cebrail (as) bütün mevcudata ilham vermekle görevli olan meleklerin başı olduğu için, bu noktadan dünya ile alkadardır ve dünyaya gelebilir.

Latif mahlukatın mühim bir kısmı da meleklerdir. “nur”dan yaratılmışlardır; “imtihan”a tabi olmadıkları için makamları sabittir. Yalnız ilahi emirlere itaat ederler. Daima hayır işler, vazifelerini yaparlar. Verilen emrin dışına asla çıkmazlar. Şerre kabiliyetleri yoktur.

Kainattaki maddi, manevi hemen bütün işlerde memurdurlar. Her varlığın “müekkel” bir melaikesi vardır. Yaptıkları işlerin ehemmiyetine göre dereceleri de birbirinden farklıdır. En büyükleri hazreti Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail aleyhimüsselamdır. Güneş ve benzeri yıldızların birer müekkel melaikesi olduğu gibi, her bir yağmur tanesinin de birer melaike ile taşındığı hadislerde mervidir.

Bu meleklerin özel görevleri olduğu gibi, her zaman yaptıkları zikir ve tesbihleri vardır. Bu nedenle Hz. Cebrail (as) he zaman azametli haliyle Allah'ı zikrediyor, tesbih ediyor.

Hem meleklerin tek bir görevi yoktur. Cebrail (as)'ın peygamberlere vahiy getirmesi, görevlerinden yalnızca biridir. Aynı anda birden çok iş yapabilirler. Bu konuyu Bediüzzaman Hazretleri şöyle açıklıyor:

"Hem nasılki şu kesafetli, karanlıklı, dar dünyada güneşin pek çok âyinelerde bir anda aynen bulunması gibi, öyle de: Nurani bir zât, bir anda çok yerlerde aynen bulunması meselâ, Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm bin yıldızda bir anda hem Arş'ta, hem huzur-u Nebevîde, hem huzur-u İlahîde bir vakitte bulunması; hem Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haşirde bir anda ekser etkıya-ı ümmetiyle görüşmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezahür etmesi ve evliyanın bir nevi garibi olan ebdalların bir vakitte çok yerlerde görünmesi ve avamın rü'yada bazan bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşahede etmesi ve herkesin kalb, ruh, hayal cihetiyle bir anda pekçok yerlerle temas edip alâkadarane bulunması, malûm ve meşhud olduğundan,.. elbette nuranî, kayıdsız, geniş ve ebedî olan Cennet'te, cisimleri ruh kuvvetinde ve hıffetinde ve hayal sür'atinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüzbin yerlerde bulunup yüzbin hurilerle sohbet ederek yüzbin tarzda zevk almak; o ebedî Cennet'e, o nihayetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sadık'ın (A.S.M.) haber verdiği gibi hak ve hakikattır. Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatlar tartılmaz."

"İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez. / Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez."

Bir Azrâil Nasıl Binlerce Azrâil Oluyor?

Televizyondaki tek spikerin bir anda her evde hazır bulunması, haberlerin tamamını da her seyirciye ânında iletmesi hâdisesi; artık tek Azrâil’in, vefat ânı gelmiş her insanın evinde kolayca hazır bulunduğuna misâl teşkil etmiş olsa gerektir. İlim inkişaf ettikçe bu gibi mes’elelerin isbatı da kolaylaşacaktır.

Bir şehrin elektrik şebekesinde bekleyen tek memur, bir düğmeye basmasıyla yüzbinlerce lâmbayı bir saniye içinde söndürebiliyor. Koskoca şehri bir anda karanlıklara gömebiliyor. Kaldı ki, bunlar hep maddî misâller. Bizim sözünü ettiğimiz şahıslar ise mânevî mevzuun şahıslarıdır. Yâni, durum daha da kolaylaşmaktadır.

Misâl âleminin bir ferdi olan Hazret-i Azrâil’in hakikî şahsı bir merkezde beklerken, temsilî şahısları, vefatı vâki olacakların yanında temessül edip, ruhlarını, kolayca kabzeder. Spikerin, Ankara’da bulunduğu halde televizyon olan her evde konuşup, sözlerini işittirmesi gibi.

Diyebiliyor muyuz, Ankara’daki bir adam bütün ülkeye tek başına nasıl görünebilecek, sesini, sözünü duyurabilecek?

İnsanın yaptığı nizamlarda mümkün olan şey, insana bu bilgi ve zekâyı ihsan eden Allah’ın nezdinde, neden olmaz gibi görünsün?.. Kaldı ki Azrâil Aleyhisselâm’ın yardımcıları da vardır. Onları da tavzif ettiği kaydedilmektedir. O takdirde mes’ele büsbütün kolaylık arzetmektedir.

75 Maddi bir varlığı olmayan meleklerin, maddi varlığı olan cisimleri mesken tutmasını nasıl anlamak gerekir?

İslam kaynaklarında, gök cisimlerinin meleklerin ikamet etmesi için yaratıldığına dair herhangi bir bilgi yoktur. Göklerin ve diğer varlıkların hepsinin yaratılmasındaki en büyük hikmet, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerine mâkes olması içindir. Bu sebeple, meleksiz gezegenlerin ve gök cisimlerin anlamsız olacağı yargısı doğru değildir.

Bu konudaki doğru yargı şudur: Allah evrenin bütün parçalarını kendisini -hal diliyle- tesbih edecek şekilde yarattığı gibi, bu cansız ve şuursuz varlıkların hal diliyle yaptıkları tesbihlerini kal diliyle yapmaları için her yerde canlı ve şuurlu varlıkları da yaratmıştır. Kâinat içerisinde çok küçük bir yere sahip olan yeryüzünü insan ve cinlerle doldurduğu gibi, o geniş gök apartmanlarını şuurlu varlıklardan mahrum bırakması her tarafta açık yansımaları görülen hikmete aykırıdır. Bu şuurlu varlıklar da meleklerdir.

Meleklerin o gök cisimlerinde nasıl yer aldıklarını bilmememiz, bunun olmadığını göstermez.

Diğer taraftan, Meleklerin meskeni sadece gökler değildir. Yeryüzü de meleklerle doludur. Zaten, o nuranî varlıkların oturacak mekânlara, saraylara ihtiyaçları da yoktur. Gökleri nice isimlerine ayna, nice sanatlarına mazhar olarak yaratan Allah, o muhteşem ve güzel mülkünü boş bırakmayarak onları meleklerle şenlendirmiş, o mahlukatını onlara seyrettirmiştir.

Ruhumuz bedenimizi hane olarak kullandığı, göz penceresinden bu âlemi seyrettiği gibi, diğer duygularla da bu âlemle ilgi kurduğu anlaşılıyor.

Meleklerin gök cisimlerine binmesi de böyle anlaşılabilir. Melekler o maddî cisimlerle birlikte hareket ettikleri, içlerine dahil olmamakla birlikte, onların tespihlerini temsil ve onlardaki ince sanatları tefekkür ettikleri ders verilmiş oluyor.

Gezegenlere müekkel melekler, onlarla birlikte hareket ederek o semavi cisimleri temaşa ve tefekkür ettikleri gibi, yağmur tanelerine müekkel olanlar da aynı görevi katrelerde ifa ederler.

Biz de bir kitabı okuduğumuzda, ruhumuz görme sıfatıyla o kitabın satırlarını tararken, gözümüz maddesiyle o kitapla herhangi bir temasta bulunmaz. Bunun çok daha farklı ve meleklere mahsus bir şekli de onlarla bindikleri gezegenler arasında geçerli olabilir.

Cinler de ateşten yaratılmış olmakla beraber, yeryüzünde ikamet etmektedir. Bunlar değişik şekillerde temessülleri söz konusu olduğu gibi, bizzat bilmediğimiz şekilde bir yerlerde ikamet etmeleri de mümkündür.

Cinlerin göklerin bazı yerlerinde de oturdukları ayetle sabittir:

“Biz göğe çıkmak istedik: Bir de ne görelim, orası sert ve kuvvetli bekçiler, şihablar, alevler, (roket gibi mermiler)le dolu!  Önceleri biz göğün bazı yerlerinde oturup dinleme merkezleri edinirdik. Ama şimdi kim dinlemeye kalkışırsa, derhal kendini gözetleyip izleyen bir alevle karşılaşıyor.” (Cin, 72/8-9)

mealindeki ayette bunu açıkça görmekteyiz.

Meleklerin de böyle bir şekilde göklerde yıldızlarda yer almalarının elbette bir sakıncası ve engeli yoktur.

Kaldı ki, güneşin ışıkları birer nur olarak sisteminde yer alan -yer küresi dahil- bütün gezegenlere yansıması, şeffaf parçalarda yedi rengi, ısısı ve kütlesinin bir misaliyle yer laması gözle görünen bir gerçek olduğuna göre, meleklerin göklerde oturmalarını imkansız görmek elbette isabetli değildir.

Fatır suresindeki,

Hamd, gökleri ve yeri yaratan ve melaikeyi iki, üç, dört... kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratıklarından, istediğine, dilediği kadar fazla özellikler verir. Çünkü O her şeye kadirdir.” (Fatır, 35/1)

mealindeki ayetin açıklamasına yer veren Bediüzzaman Hazretlerinin aşağıdaki ifadeleri konumuza ışık tutacak mahiyettedir:

"Bir sineğe, bir meyveden bir meyveye; bir serçeye, bir ağaçtan bir ağaca uçmak kanadını veren, Zühre'den Müşteri'ye, Müşteri'den Zühal'e uçacak kanatları o veriyor. Hem melaikeler, sekene-i zemin gibi cüz'iyete münhasır değiller, bir mekân-ı muayyen onları kaydedemiyor. Bir vakitte dört veya daha ziyade yıldızlarda bulunduğuna işareten  مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ  (ikişer, üçer, dörder) kelimeleriyle tafsil verir." (bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule)

76 Allah, meleklere kullarını övmüş müdür?

Soruda geçen konunun daha iyi anlaşılması için aşağıdaki ayet meallerini okumak uygun olacaktır:

"Bir zamanlar Rabb'in meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.' demişti. (Melekler): 'A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz.' dediler. (Rabb'in): 'Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.' dedi."

"Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: 'Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin.' dedi."

"Dediler ki: 'Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin.'"

"(Allah): 'Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver.' dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): 'Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim.' dememiş miydim?" dedi.

"Ve o zaman meleklere: 'Âdem'e secde edin!' dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu." (Bakara, 2/30-34)

Bu olay, hem insanın yaratılmasının hikmetiyle ilgili meleklerin sorularına canlı bir cevap hem de Hz. Âdem (as)’e secde etmeyen İblis’e ve İblis gibilere önemli bir uyarıdır.

Meleklerin Hz. Âdem’e secde etmeleri hadisesinden iki ayrı dersi birlikte alıyoruz:  Birisi, Allah’ın emrine itaat dersi, diğeri ise insanın mahiyetinin meleklerden daha üstün olduğu.

Aynı şekilde, şeytanın Hz. Âdem’e secde etmemesinde de iki ayrı kötülük birlikte sergilenir: Birisi İlâhî emirlere isyanın, diğeri ise kibirlenmenin kötülüğü.

Bu hadiseyi Kur’ân’dan öğrenen bir mümin, onun hükümlerine uydukça meleklerle arkadaş olduğunu düşünmeli ve şükretmelidir. Günah işleyen bir mümin de şeytanın yoluna girdiğini düşünmeli ve büyük bir uçuruma yaklaştığını fark ederek derhal tövbe etmeli ve istikamet yoluna girmelidir.  Öte yandan, her isyanın altında, İlâhî emre başkaldırmak gibi bir kibir halinin olduğunu da ayrıca düşünüp bu kötü hasletten uzak durma konusunda hassasiyet göstermelidir.

Demek ki, Allah kendi yolundan gidenleri sever ve meleklerine karşı onlarla iftihar eder.

Allah’ın mümin kullarıyla iftihar ettiğiyle ilgili bazı hadisler:

"Size bereket ayı Ramazan geldi. Bu ayda Allah sizi kuşatıp rahmetini indirir. Günahları bağışlar, duaları kabul eder. Allah bu ayda sizin hayır hususunda yarışmanıza bakar ve sizinle meleklerine karşı iftihar eder. Allah´a hayır ameller takdim ediniz. Şâkî (günahkar), bu ayda Allah’ın rahmetinden mahrum olan kimsedir." (et-Tergib ve’t-Terhib, 2/99)

"Arafe günü vakfe sırasında Cenab-ı Hakk'ın Cehennem'den azad ettiği kulların sayısı diğer günlerde azad ettiklerinden kat kat fazladır. Allah, arafe günü vakfe yapanlara rahmetiyle yaklaşır. Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek 'Bunlar ne istiyorlar ki bütün işlerini bırakıp burada toplandılar?' der.” (İbn-i Mâce, Menâsik, 56)

“Allah, ibâdete düşkün gençle meleklere karşı iftihar ederek şöyle buyurur: Kuluma bakın. Benim rızâm için nefsânî isteklerini terketmiştir." (Camiüssağir, 2/280, Hadîs No: 1841)

"Kul, namaza kalktığı zaman, Allah Teâlâ kendisi ile onun arasındaki perdeyi kaldırır ve onunla yüzyüze gelir. Melekler de onun omuzları hizasından itibaren tâ arşa kadar hava boşluğunu doldururlar. Onunla birlikte namaz kılar ve onun yaptığı dualara 'âmin' derler. Göklerin tam ortasından namaz kılan kimsenin üzerine rahmet yağar. Allah'ın tellallarından birisi şöyle bağırır: 'Eğer şu münacaat eden kul kime münacaat ettiğini bilseydi, gözleri sağa-sola kaymazdı. Göklerin kapısı namaz kılanlar için açılır.' Allah Teâlâ namaz kılan kulu ile meleklere karşı iftihar eder." (Gazali, İhya, Namaz Teşehhüd Bölümü)

İnsanoğlu, daha yüksek bir dereceye yükselme imkânına sahip olmak bakımından meleklerden ayrılır. Çünkü insanoğlu, Allah’ın emirlerini yerine getirmekle ve yasaklarından da sakınmakla sürekli Allah Teâlâ'ya yaklaşır. O, bu fırsattan devamlı istifade etmektedir. Melekler içinse makam artışı kapısı kapalıdır. Her bir meleğin muayyen bir rütbesi ve bir vazifesi vardır; ondan başkasına intikâl etmesi mümkün değildir. Onda gevşeklik göstermesi de düşünülemez. (bk. Gazali, a.y.)

Özetle, şeytan ve nefis gibi iki büyük düşmana karşı mücadele edip bu mücadeleyi kazananlarla Allah iftihar eder. Bu durum her zaman, her yaş ve her konu için geçerlidir, denilebilir.

77 Meleklerden ve meleklerin görevlerinden bahseden hadisleri açıklar mısınız?

Meleklerden bahseden hadisler çoktur; bunlardan bir kısmı şöyledir:

Rasûlullah (s.a.s) hafaza meleklerinin vazifelerini anlattığı bir hadiste şöyle buyurur:

"Bir Müslüman bir rahatsızlığa düşünce Allah onu koruyan hafaza meleklerine şöyle emreder: Kulumun her gün ve gecede yaptığı iyiliklerin sevabını ona bu hastalık müddetince yazın." (Dârimî, Rikâk, 56).

"Gece melekleri ile gündüz melekleri sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelirler. Allah bu meleklere 'Kullarım ne yapıyorlar?' diye sorar. Melekler; 'Onlara vardığımızda namaz kılıyorlardı, ayrıldığımızda da namaz kılıyorlardı.' derler." (Buhârî, Ezân, 31, Mevâkit, 16, Nesâî, Salât, 21).

Cebrâil (a.s.) her şekle girebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onu biri vahyin başlangıcında Hıra'dan Mekke'ye gelirken, diğeri Mirâc'dan dönüşte Sidretü'l-Münteha'da olmak üzere iki defa kendi aslî şekliyle görmüştür. (es-Saâtî, el-Fethu'r-Rabbânî, VIII, 5).

Cebrâil (a.s.) bazan da insan kılığına girerek Rasülullah (s.a.s.)'a vahiy getirirdi. Bu durumda çoğu kez yakışıklı ve genç bir sahabî olan Dıhye el-Kelbî'nin sûretinde görünürdü. (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 35).

Cebrâil (a.s.) İsrâ ve Mirâc hadîsesinde Rasûlullah (s.a.s.)'a Mekke'den Kudüs'e ve oradan Sidretü'l-Münteha'ya kadar eşlik etmiştir. (Buhârî, Bed'u'l-Halk 6; Salât 1).

"İsrâfil'in birinci üflemesi ile yer ve gökteki bütün canlılar ölecek ve dünya hayatı sona erecektir. İkinci defa üflemesiyle de bütün canlılar dirilecek ve ahiret hayatı başlayacaktır. Sûr'un ilk üflenişine 'nefha-i ûlâ'; ikinci üflenişine 'nefha-i sâniye' denilir."

İsrâfil (a.s)'a Sûr'a üfüreceği için Sûr Meleği de denilmiştir. Peygamber (s.a.s)'e Sûr'un mahiyeti sorulunca şöyle demiştir: "Üfürülen bir boynuzdur." (Ahmed b. Hanbel, II, 196).

Peygamber (s.a.s); "İsrâfil Sûr'u tutmuş hazır bir şekilde kendisine ne zaman üfürmek için emredileceğini bekliyor." buyurmuştur (Taberî, Câmiu'l-Beyân, VII, 211; İbn Kesir, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azim, Mısır, t.y. III, 276).

İsrâfil (a.s)'ın ve diğer meleklerin kadrinin yüceliğinden dolayı Hz. Peygamber (s.a.s) bazen onların ismi ile dua etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) gece namazına kalktığında şöyle dua ederdi;

"Ey Allah'ım, Cebrâil, Mikâîl ve İsrâfil'in Rabbi, göklerin ve yerin yaratıcısı, gaybı ve şehâdet âlemini bilen. Sen kullarının arasındaki ihtilaflar hakkında hüküm sahibisin. Beni izninle ihtilaf edilen şeylerde hakka kavuştur. Sen dilediğini sırat-ı müstakim'e kavuşturursun." (Müslim, Müsafîrûn, 200)

Tirmizi'nin rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'te Efendimiz (s.a.s) şöyle buyururlar: 

"Muhakkak ki benim yer ehlinden iki vezirim, gök ehlinden de iki vezirim vardır. Yer ehlinden iki vezirim Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra), gök ehlindeki vezirim ise Cibril (as) ve Mikâil (as)'dır."(Tirmizi, Menakıb, 16)

Hz. Peygamber (s.a.s), Medine'ye hicret ettiği zaman Fedek Yahudilerinden Abdullah İbni Suriya bir kaç kişiyle birlikte gelir ve bazı sorular sorar. Hz. Peygamber (s.a.s), onların sorularını cevaplandırır. Yahudiler, cevapları olumlu bulurlar ve kabul ederler. Son olarak kendisine hangi meleğin vahiy getirdiğini sorarlar Hz. Peygamber (s.a.s)'de "Cebrail" cevabını verir. Yahudiler buna şiddetle itiraz ederler, "O bizim düşmanımızdır." derler . Gerekçe olarak Cebrail'in "kıtal ve şiddet", Mikail'in ise "müjde, ucuzluk, bolluk" getirdiğini ileri sürerler.

78 Kadınların saçları açık olduğunda, bulunulan yere melek gelmez mi?

Sahih-i Buhari’de ilk vahiy olarak inen Alak suresinin ilk ayetlerinden sonra, Hz. Peygamber (asm)'in endişe duyduğu hususunda şu bilgilere yer verilmiştir:

Bunun üzerine Peygamber (asm) -kalbi titreyerek- eve döndü, Hüveylid kızı Hatice'nin yanına geldi. "Beni örtün, beni örtün." dedi. Üzerini örttüler. Nihayet korkusu gidip sakinleşti. Hatice'ye olup bitenleri anlattıktan sonra: "Başıma bir iş gelmesinden korktum." dedi. Hatice, ona: "Hayır, Allah'a yemin ederim ki O, seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabalık bağlarını gözetip kuvvetlendirir, akrabalarını ziyaret eder, misafiri ağırlar, muhtacın yükünü yüklenir, yoksula (el uzatıp) kazanç sağlar, hakkın katından gelen musibetlere karşı insanlara yardım edersin." dedikten sonra onu alıp amcası oğlu Varaka b. Nevfel'in yanına götürdü.

Varaka, cahiliye döneminde Hristiyanlaşmış bir kimse idi. İbranîce yazardı. İncil'in -Allah'ın müsaade ettiği kadarıyla- ayetlerini İbranîce yazardı. Yaşlı bir adam olup gözleri görmezdi. Hatice ona: "Ey Amcaoğlu! Kardeşin oğlunun sözlerine kulak ver." dedi.

Varaka da Hz. Peygamber (asm)'e hitaben: "Kardeşim oğlu! Neler gördün?" diye sordu. Hz. Peygamber de gördüklerini ona anlattı. Varaka dedi ki:

"Bu, Musa'ya inen namustur (Cebrail'dir). Keşke ben bu iş için genç olsaydım. Kavmin tarafından sürgün edileceğin zaman keşke hayatta olsam." Peygamber (asm):

"Onlar, beni sürgün mü edecekler?" diye sorunca, Varaka:

"Evet, senin getirdiğin dava gibisini getiren herkese mutlaka düşmanlık gösterilmiştir. Senin zamanına yetişebilirsem, mutlaka sana yardım ederim." dedi. (Buhari, Bedu’l-Vahy, 3)

Bu hadiste görüldüğü üzere, Hz. Hatice, başka bir tecrübeye tevessül etmeden, bütün varlığıyla büyük bir güvenle şunları söylemiştir:

"...Allah'a yemin ederim ki O/Allah, seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabalık bağlarını gözetip kuvvetlendirir, akrabalarını ziyaret eder, misafiri ağırlar, muhtacın yükünü yüklenir, yoksula (el uzatıp) kazanç sağlar, hakkın katından gelen musibetlere karşı insanlara yardım edersin."

Hz. Peygamber (asm) ilk vahiy aldığı zaman İslam’da örtü meselesi diye bir şey söz konusu değildir. Tesettür emri ilk vahiyden yaklaşık 17-18 sene sonra emredildi. Buna göre, Müslüman kadınlar bu dönem içerisinde başlarını istedikleri zaman açabiliyorlardı. Bu hüküm Hz. Peygamberin eşleri için de geçerlidir.

Bu sebeple, meleklerin başı açık olan kadınların bulunduğu yere gelmemesi bir prensip olarak söz konusu olmadığını düşünüyoruz.

Bununla beraber, Hz. Hatice’nin Peygamber Efendimiz (asm)'in gördüğünün kim olduğunu test etmek üzere başını açması ve meleğin kaybolması, hadisini Taberani el-Evsat’ta rivayet etmiştir. Hafız Heysemi, bu rivayetin hasen olduğunu belirtmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid,  8/256; h. no: 13935)

Bu durum bütün melekler için değil, Hz. Cebrail aleyhisselam gibi bazı meleklere özel olabilir...

79 Yüce Allah Hz. Adem'i yaratırken meleklerin, "Orada kan dökecek ve fitne çıkaracak birini mi yaratacaksın?" demelerini nasıl anlamalız?

Cenab-ı Hak, sual sormaları için izin verdiği zaman melekler istişare esnasında, “Orada kan dökecek ve fitne çıkaracak birini mi yaratacaksın?” diye sormuşlardır. Meleklerin bu suallerini itiraz mânâsında, -hâşâ- Allah’ı tenkit şeklinde düşünmemelidir. Çünkü meleklerin Cenab-ı Hakk'ın fiillerine itiraz etme kabiliyetleri yoktur. Onlar masum varlıklardır. Günah işlemezler ve işleyemezler de. Dolayısıyla, böyle bir itirazda bulunmaya masumiyetleri mânidir.

Öyleyse, meleklerin sual sormalarının hikmeti nedir?

Meleklerin daha önce şahid oldukları bir malumatları vardı. Nitekim daha önce yeryüzünde yaşayan cinler, dünyayı fesada vermişler, orada kan dökmüşler, zulüm yapmışlardı. Melekler bunları biliyorlardı. İnsanların da Allah’a isyan edeceklerinden, yeryüzünde tekrar fesat çıkaracaklarından korktular ve böyle bir sual sordular. Melekler bu bilgiye, ya Allah’ın bildirmesiyle vâkıf olmuşlar veya Levh-i Mahfuz’a bakıp oradan öğrenmişler yahut da insana gadabî ve şehevî kuvvetlerin verileceğinden anlamışlardır.

Meleklerin, insanın kan dökeceğini, fesat çıkaracağını bilmeleri cin topluluğu hakkında olup, daha Hz. Adem (as)'den önce yaratılmış bir insan topluluğu bulunmamaktadır.

80 Allah’ın; "Ol der, olur." emrini hayata geçiren "Rabbin elçisi" ruh mudur?

Âl-i İmran suresindeki 47. ayetin -mealen- ifadesi şöyledir:

“Meryem: 'Ya Rabbî, bana hiçbir erkek eli değmediği halde nasıl olur da çocuğum olabilir?' deyince, Allah şöyle buyurdu: 'Öyle de olsa, Allah dilediğini yaratır. Zira O, bir şeyin var olmasına hüküm verince sadece “Ol!..” der, o da derhal oluverir.' 

Burada yer alan “izâ kadâ emren” ifadesi, “Allah bir şey hakkında karar/hüküm verince” demektir. Buradaki “Emr” kelimesinin Hz. Cebraille bir ilgisi yoktur.  Ve her şey açıktır: “Allah, bir insanı babasız da yaratacak kudrettedir”.

Meryem suresindeki ayetlerin meali ise şöyledir:

“Onlarla kendisi arasına bir perde gerdi. Biz de ona Ruhumuzu (Cebrail’i) gönderdik de ona kusursuz, mükemmel bir insan şeklinde görünüverdi.

- Meryem irkildi ve "Ben” dedi, “Rahmana sığındım senden. Eğer Allah’ı sayıp günahtan sakınan bir kimse isen çekil yanımdan!” (Burada ilahî hikmet, Hz. Meryem’in hamile kalmaktan kendisinin de bütün bütün şaşırmaması için, kendisine haber veriyor. Böyle bir şey olacak, sakın telaş etme, diyor.)

- Ruh: “Ben” dedi, “Rabbinden sana gelen bir elçiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuk hediye edeyim diye geldim.” (Hz. Cebrail bir insan kılığında geldiği için, Hz. Meryem korkuyor. Hz. Cebrail, onun bu korkusunu izale etmek için, Allah’ın elçisi olduğunu söylüyor. Ancak, Hz. Meryem “Öyle de olsa, evlenmeden nasıl bir çocuğum olabilir? Evli olmadığım gibi, gayrimeşru bir ilişkim de olmamıştır?” diyor. Ayette bu şöyle seslendirilmiştir:)

- Meryem: “Nasıl oğlum olabilir ki, bana eli değen bir tek erkek bile olmamıştır. İffetsiz bir kadın da değilim!”

- Ruh: “Öyledir, ama Rabbin: 'Bu iş bana pek kolaydır. Çünkü biz onu insanlara kudretimizin bir alâmeti ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız ve artık bu, hükme bağlanmış, olup bitmiş bir iştir.' dedi.” (Meryem, 19/17-21)

(Hz. Cebrail, “Dediğin doğrudur; sen ne evlisin, ne de yabancı bir erkeğin eli sana değmiştir. Bunu biliyoruz. Ancak Rabbin: bu işi yapabilecek kudrette olduğunu söyledi.”)

Ayette meal olarak yer alan “Rabbin: ‘Bu iş bana pek kolaydır…'” ifadesi, Hz. İsa’yı yaratanın -Cebrail değil- Allah olduğunu göstermektedir. Hz. Cebrail, Allah’ın elçisidir. Bu işi bildirmekle görevlidir.

- Surenin 19. ayetinde Hz. Cebrail’in “Sana tertemiz bir erkek çocuk hediye edeyim, diye geldim.” demesi, onun Hz. İsa’yı yarattığına delalet etmez. Çünkü, Kur’an’ın TEVHİDi vurgulayan yüzlerce ayeti, bu görüşü reddeder. Bu ifade bir mecazdır. Bir elçinin yaptığı iş kadar bir değeri vardır. “Elçiye zeval olmaz” vecizesinde geçtiği gibi, elçi sadece kendisini gönderenin emirlerini tebliğ etmekle yükümlüdür.

Bununla beraber, sahibinin yaptığı işi, -elçilik haysiyetiyle mecaz olarak- bazen kendine de isnat edebilir. “Ben şu işi şöyle yaparım...” dediği zaman, kendisini gönderen sahibinin öyle yapacağını kastetmiş olur.

Ayrıca, Kur’an’da diğer bazı konularda da bazen bu mecaz ifade -vesile olmak cihetiyle- sebeplere de verilebilir. Örneğin, İbrahim Suresinin 36. ayetinde putlar hakkında: “Onlar insanlardan birçoğunu dalalete düşürdüler” mealindeki ifadeye yer verilmiştir. Aslında hidayet gibi dalalet de Allah’ın yarattığı fiillerdir.

“Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini de dalalete düşürür.” (Müddessir, 74/31)

mealindeki ayet ve benzerlerinde bu gerçeğin altı çizilmiştir. Ancak putlar, insanların dalaletlerine vesile olduğundan ötürü, mecaz olarak bu fiil putlara da izafe edilmiştir.

Diğer taraftan, bu ayette yer alan “Li Ehebe - ..hediye edeyim / hediye etmek için” ifadesini bazı kıraat alimleri: “Li YEHEBE - Allah hediye etsin diye” şeklinde okumuşlardır. (bk. Razî, ilgili ayetin tefsiri)

- Allah’ın yaratması doğrudan onun kudretiyledir. “Ol der, olur.” da kudretin sonsuzluğunu ifade eden bir hakikattir.

Bediüzzaman Hazretlerinin şu  ifadeleri (kün-fe yekun / ol der olur) emri Allah’ın kudretinin sonsuzluğunu ifade etmeye yönelik olduğunu gösterir.

“..Der: "Haşirde sizi ihya edecek zât, öyle bir zâttır ki; bütün kâinat, ona emirber nefer hükmündedir. Emr-i kün feyekûne karşı kemal-i inkıyad ile serfüru' eder (boyun eğer). Bir baharı halketmek bir çiçek kadar ona ehven gelir. Bütün hayvanatı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir zâttır.” (Sözler, s. 425)

- Yaratmada, Hakîm isminin tecellisinin gereği olarak sebepler ilahi kudrete birer perde olarak var edilir. Doğrudan kudretin tecellisine -sebepsiz, perdesiz- mazhar olan Vücut, Nur, Hayat, Rahmet dışında genellikle diğer yaratıklar belli sebeplere bağlıdır. Üstadın ifadesiyle,

“Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymetdar mahiyet; nur, vücud ve hayat ve rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlahiye ve meşiet-i hâssa-i İlahiyeye bakar. Sair masnuatta zahirî esbab, kudretin tasarrufuna perde oluyorlar. Ve muttarid kanunlar ve kaideler, bir derece irade ve meşiete hicab oluyor.” (Lem'alar, s. 110)

İşte insanların yaratılması da belli bir tenasül kanununa bağlanmıştır. Ancak Hz. Adem’in anne ve baba sebebi olmadan yaratılması gibi, Hz. İsa da babasız yaratılmıştır. Buna rağmen, ilahî hikmet, Hz. Cebrail’i zahiri bir sebep olarak ortaya koymayı uygun bulmuştur. Onun, Hz. Meryem’le olan diyalogu, onun ilahi kudretin bir perdesi olarak orada hazır olmasından ibarettir.

İslam’a göre, sebepler ne olursa olsun, gerçek yaratmayı onlara vermek şirktir, küfürdür. Melekler de dahil her türlü sebebin varlığı Allah’ın kudsiyetini tenzih etmeye yöneliktir. Hz. Üstad'ın ifadesiyle:

“Zîşuurların nazar-ı zahirîsinde görünen zahirî çirkinlik ve fenalık ve bela ve musibetten gelen küsmekler ve şekvalar Zât-ı Hayy-u Kayyum'a teveccüh etmemek için; hem aklın zahirî nazarında hasis, pis görünen şeylerde, kudsî münezzeh olan kudretin bizzât ve perdesiz onlar ile mübaşereti, kudretin izzetine münafî gelmemek için, zahirî esbablar o kudretin tasarrufatına perde edilmişler. O esbab ise; icad edemiyorlar, belki haksız olan şekvalara ve itirazlara hedef olmak ve izzet ve kudsiyet ve münezzehiyet-i kudreti muhafaza içindirler.” (Lem'alar, s.331)

- İslam’da, iman esaslarının başında tevhid gelir. Allah’ın şeriksiz rab ve ilah olduğunu ifade eden “la ilahe illellah”ın manasına ters düşen hiçbir düşüncenin İslam’da yeri yoktur ve olamaz.