Allah’ın kulağı ve gözü mü var?

Tarih: 16.08.2022 - 20:11 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Rasûlullâh Allah’ı işitir ve görür ayetini okuyunca bir elini gözüne bir elini kulağına götürmüş. Bu doğru mu?
- Detaylı bilgi verir misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu hadis, Ebu Davud’un Süneni’nde Cehmiye fırkasına reddiye olarak kaydedilmiştir. "Cehmiye" başlığını taşıyan bir bapta yer alır.

Hz. Peygamber (asm), Nisa suresi 58. ayette geçen “Gerçekten Allah işitendir, görendir.” mealindeki ibaresini okuyunca, kulak ve gözüne işaret etmek suretiyle Allah’ın işitme ve görme sıfatlarına sahip olduğunu ikrar etmiş olmaktadır.

Bu davranışta, insanlarda cüz’i olarak mevcuttur diye, Allah’ın sıfatlarını kabul etmeyen Cehmiye fırkasına bir nevi reddiye olacağı açıktır.

Cehmiye: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin dışında kalan fırkalardan biridir. Fırka mensupları derler ki:

"Allah’a işitmek, görmek gibi mahlukata ait sıfatlar izafe etmek, Allah’ı insana benzetmektir, öyleyse Allah’a hayy (diri), âlim (bilen), mütekellim (konuşan) gibi sıfatlar nispet edilemez. Çünkü bu sıfatlar insanlarda da vardır."

Hâlbuki Allah’ın sıfatları ezeli ve ebedir, zatındandır, kulların sıfatları ise hem Allah’ın var etmesiyledir hem de cüzi ve fânidir.

İnsanın sıfatları -örneğin görmesi, işitmesi ve bilmesi- sınırlıdır. Allah’ın görme, işitme ve bilmesi ise bütün evreni kuşatır. O her şeyi, her şeyiyle görür, işitir ve bilir, hiçbir şey onun görmesinin, işitmesinin ve bilmesinin dışında değildir.

Kur'an-ı Kerim,

 “Onun misli gibi hiçbir şey yoktur.” (Şura, 42/11),

“Ve hiçbir şey onun dengi değildir.” (İhlâs, 112/4)

demekle, hiçbir şeyin onun denginde olamayacağını, bu manada onun benzersiz olduğunu açık ifadelerle dile getirmiştir.

İşte Kur'an ve Sünnetin ifade yöntemleri hem tutarlı, hem de dengelidir. Ne cüz’î olarak insanda benzeri vardır diye sıfatları Allah’tan nefyediliyor ne de ilahi vasıflar beşeri sıfatlarla birebir özdeşleştiriliyor. Ne sıfatları inkâr var ne de teşbih var.

Bu bilgiden sonra detaya gelince:

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ı şu ayetleri okurken işittim.

"Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür." (Nisa, 4/58)

Bu sırada Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın baş parmağını kulağına, onu takib eden (şehadet) parmağına da gözünün üzerine koyduğunu gördüm. (Ebu Davud, Sünnet 19, no: 4728)

Bu hadis, Ebu Davud'da "Cehmiyye Fırkası'na Reddiye" olarak kaydedilmiştir. Cehmiyye başlığını taşıyan bir bâbta yer alır. Hadis buraya biraz özetlenerek alınmış. Nitekim aslında şöyle devam eder "...İbnu Yunus dedi ki: "Mukri dedi ki: "Yani Allah işitici (semî) ve görücüdür (basîr), yani Allah'ın işitmesi ve görmesi vardır."

Yunus dedi ki: "Mukri dedi ki: "Bu, Cehmiyye'ye bir reddir."

Ebû Dâvud der ki: "Bu, Cehmiyye'ye reddir."

Cehmiyye: Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in dışında kalan sapık bir fırkadır. Mensupları Allah'ın ezelî sıfatlarını nefyederler, ilaveten derler ki:

"Allah'a işitmek, görmek gibi mahlukata mahsus vasıflar izafe etmek, Allah'ı kula benzetmektir, öyleyse Allah'a hayy (diri), âlim, mütekellim (konuşan) gibi sıfatlar nisbet edilemez. Çünkü bu sıfatlar insanlarda da vardır."

Onlara göre Allah'a kâdir, hâlık, fâil, muhyi, mümît gibi sıfatlar verilmelidir. Çünkü onların iddiasına göre, "mahlukat bu sıfatlarla tavsif edilemezler." Buradan da anlaşılacağı üzere Cehmiyye, insanın bir şey yapmaya kâdir olmadığını, Allah tarafından yazılmış ve yaratılmış fiilleri yapmaya mecbur olduğunu iddia eder. Ayrıca Kur'an'ın mahluk olduğunu söyler.

Asıl mevzuumuza gelecek olursak, sadedinde olduğumuz hadiste Resûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm), ayette "Şüphesiz Allah işitir ve görür." ibaresini okuyunca, kulak ve gözüne işaret buyurmuş olmakta, böylece Allah'ın işitme ve görme fiillerine sahip olduğunu ikrar etmiş olmaktadır. Bu davranışta, insanlarda mevcut sıfatları Allah'tan nefyeden Cehmiyye fırkasına bir nevi reddiye olacağı açıktır.

Hattâbî der ki: "Resûlullah'ın "Allah işitici ve görücü..." meâlindeki ibâreyi okuyunca parmaklarını kulak ve göz üzerine koymasının manası, Allah Teâlâ Hazretlerini görme ve işitme fiillerini isbattır, göz ve kulağı değil. Çünkü bunlar organdır. Allah organ sahibi olmamakla mevsuftur. Çünkü o, insanlara mahsus sıfat ve vasıflardan münezzehtir. Allah organ sahibi, cüz sahibi, kısımlar sahibi değildir. "Onun benzeri yoktur. O semî ve basîrdir. "

Bazı Ehl-i Sünnet ulemâsı, Hattâbî'ye bu sözü sebebiyle karşı çıkmış ve demiştir ki: "Hattâbî'nin, "Allah Teâlâ Hazretlerine ... göz ve kulak'ı isbat değildir." sözü tahkik ehlinin sözü değildir. Ehl-i tahkik, Allah Teâlâ Hazretlerini, kendisi ve Resûlü tarafından zât-ı ilâhi'yi tavsifte kullanılmış olan vasıflarla tavsif edenler, Allah için, Kur'an ve Sünnette gelmemiş olan vasıflar uydurmazlar. Nitekim Allah Teâlâ Hazretleri kendisini şöyle tavsif eder:

"...(Ey Mûsa!) Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım." (Tâhâ, 20/39);

"Nezaretimiz ve vahyimiz altında gemiyi yap..." (Hud, 11/37).

Hattâbî'nin; "Allah organ sahibi, cüz sahibi, kısımlar sahibi değildir." ifadesi, bid'a ve uydurma bir sözdür. Bunu Seleften hiç kimse, ne nefiy ne de isbat maksadıyla söylememiştir. Bilakis, onlar Allah'ı, kendisinin nefsini vasfettiği sıfatlarla tavsif etmişler, sükut ettiği şeylerde de sükut etmişlerdir. Bu tavsifi yaparken nasıl olduğunu (keyfiyet) söylememişler, temsil getirmemişler, Allah'ı bir mahluka da benzetmemişlerdir. Kim onu mahluka benzetirse kâfir olur. Ne Allah'ın kendini tavsifi ne de Resulünün onu tavsifi teşbih değildir. Allah'a işitme ve görme sıfatlarının isbatı haktır."

Hemen belirtelim ki burada atıfta bulunulan Selef görüşüne göre, Kur'an'da Allah'a nisbet edilen bütün sıfatlar "Nasıl?" denmeksizin haktır. Âyette, وَيبْْقى وَجْهُ رَبِّكَ dendiğine göre, onun vechi (yüzü) vardır. Ayette خَلَقْتُ بِيَدَىَّ dendiğine göre onun iki eli vardır. Ayette, تَجْرِى بِاَعْيُنِنَا denildiğine göre onun gözü vardır. Ayette, وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفّاً صَفّاً dendiğine göre o kıyamet günü gelecektir. Hadiste ifade edildiği üzere Allah dünya semasına iner.

Selef, "Ayette ve hadiste gelen bu vasıflara inanırız, nasıl olduğunu sormayız, bunlardan gerçek muradı Allah bilir, biz bir fikir beyan etmeyiz." manasında açıklamalar yaparlar.

Şüphesiz burada ulema arasında cereyan eden kelâmî münakaşanın teferruatına girmeyeceğiz. Ancak Selefin nokta-i nazarını kavramada yardımcı olacak ve yine teşbih meselelerine giren Allah'ın Arş üzerine istîvası ile ilgili olarak izhar edilen birkaç beyan daha nakledeceğiz:

İbnu Hacer, Fethu'l-Bâri'de Ümmü Seleme'den şu rivayeti kaydeder:

"İstiva (Kur'anda zikredildiğine göre) meçhul değil, nasıl olduğu makul (anlaşılır) değil, bunu ikrar (kabul) etmek imandır, inkârı da küfürdür."

Rebîa İbnu Ebî Abdirrahmân tarîkinden gelen rivayete göre, Allah'ın Arş'a nasıl istîva ettiği sorulmuş, o şu cevabı vermiştir:

"İstîva meçhul değildir, nasıl olduğu makul değildir, Allah'a risalet, peygamberlerine tebliğ, bize de teslim düşmektedir."

Evzâî de şöyle söylemiştir:

"Biz ve Tâbiîn sayıca çoktuk. Şunu söylerdik: "Allah Arş'ındadır, biz sünnette Allah hakkında vârid olan sıfatlara inanırız."

Bir başka tarîkte Evzâî şöyle anlatır:

"Kendisinden, ثُمَّ اسْتَوى عَلى الْعَرْشِ âyeti hakkında sorulmuştu şu cevabı verdi: "O, nefsini kendi vasfettiği şekildedir."

Beyhakî'nin bir kaydına göre Abdullah İbnu Vehb anlatıyor:

"Biz İmam Mâlik'in yanında idik. Bir adam yanına girerek: "Ey Ebû Abdillah, اَلرَّحْمنِ عَلى الْعَرْشِ اسْتَوى buyruluyor. Allah nasıl istiva etti?" dedi. İmam Mâlik başını eğip bir miktar düşündü; derken birden bir ter bastı. Sonra başını kaldırıp:

"Rahman, kendini vasfettiği şekilde Arş üzerine istivâ etmiştir. 'Bu nasıl oldu?' denmez. Nasıllık ondan kaldırılmıştır. Zannımca sen mutlaka bid'at sahibi birisisin!" der ve adamın meclisten çıkarılmasını emreder.

İmam Mâlik'ten bir başka rivayet, onun şöyle söylediğini bildirir: "...Onu ikrar vacibtir, ondan sual bid'attir."

Şu halde Cehmiyye fırkası, Ehl-i Sünnet'in kaydedilen mezkur ikrarına karşı çıkıp bunun teşbih olduğunu, yani Allah'ı insanlara benzetmek olduğunu söylemiştir.

İshak İbnu Râhûye: "Bu teşbih değildir. Eğer dersek ki 'Allah'ın bizimki gibi bir eli vardır.'; işte o zaman teşbih olur." diyerek Cehmîlere cevap vermiştir.

Sevrî, Mâlik, İbnu Uyeyne, İbnu'l-Mubârek gibi Selef büyükleri bilittifak: "Bu hadislere, herhangi bir tefsir ilâve etmeksizin inanırız" demişlerdir.

İbnu Abdilberr der ki: "Ehl-i Sünnet, Allah hakkında Kitap ve Sünnette gelen bu sıfatları ikrarda icmâ ederler, bunlardan hiçbirine keyfiyet (yani "nasıl oldukları hususunda yorum") nisbet etmezler. Fakat Cehmiyye, Mûtezile ve Hâricîler: "Kim bu isimleri ikrar ederse Allah'ı insanlara benzetmiş olur." demişlerdir.

Selef'in, müteşâbihât karşısında kemâl mertebesinde bir iman gerektiren bu nokta-i nazarı, bilhassa Yunan felsefesinin, entellektüel çevrelerde yaygınlık kazanmasıyla her meselenin aklî izahlarının araştırıldığı muahhar zamanlarda imanı zayıflamış, teslimiyeti azalmış insanları tatmin etmez hale gelmiştir. Bu durum, ulemâyı müteşâbihât karşısında farklı bir yaklaşıma sevketmiştir: Te'vîl...

Müteahhirûn dediğimiz Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat ulemâsı, neticede Allah'ı insanlara benzeten müteşâbih âyetleri Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat inancına muvafık bir kısım açıklamalara tabi tutmuşlardır. Mesela Gazalî'ye göre, Allah'a el, yüz, parmak ve suret gibi insana benzemeyi veya maddi olmayı gerektiren ayet ve hadisleri dinleyen kimse, bu sözlerden iki mananın kastedilmiş olacağını bilmelidir.

1) Ya kelimenin lügat manası alınır: Bu durumda Allah'a madde ve cisim nisbet edilmiş ve Allah mahlukata benzetilmiş olacak. Kur'an'da Allah'ın hiçbir benzerinin olmadığı ifade edildiğine göre, bu mana kastedilmiş olamaz.

2) Ya da kelime istiare maksadıyla kullanılır: Bu durumda mesela el ile başka bir mana kastedilmiştir ve o mana cisim değildir. Nitekim "Memleket emîrin elindedir." dendiği zaman burada istiare yapılır. Sözgelimi emirin eli kesik bile olsa, söylenen söz doğrudur ve kastedilen mana anlaşılır. Öyleyse ayet ve hadislerde Allah'la ilgili olarak, teşbih ifade eden, şekil ve madde hatıra getiren kelimeler lügat manasında kullanılmış değildir, istiaredir. O kelimelerin dilde cârî mecazi manaları anlaşılmalıdır.

İşte müteahhir ülemanın, Cenâb-ı Hakk'ın şuûnatıyla ilgili olarak ayet ve hadislerde gelen bir kısım ibareleri İslam itikadına uygun aklî açıklamalara kavuşturma işine tevil denmiştir. İmam Mâturidî, İmam Eş'arî ve İmam Gazalî tarafından işlenen bu metod ümmetce benimsenmiştir.

(bk. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/284-291)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun