Ehl-i kıble zarurat-ı diniye üzerinde ittifak etmiş mi?
"Ehl-i kıble zarurat-ı diniye üzerinde ittifak eden kimselerdir" (Ali el-Karı, Şerhu'l-Fıkhı'l Ekber, 139).
- Ehl-i kıbleyi, ehl-i sünnet ve ehl-i bid'at şeklinde ikiye ayıran alimler Mutezile, Şia, Kerrâmiye, Mücessime, Müşebbihe, Mürcie gibi bid'at mezheplerini de ehli kıbleden saymışlar; fakat açıkça İslâm'ın temel nasslarını değiştiren, bozan, reddeden Batınîlik, Gulât-ı Şia, Hâriciye, Cehmiye, Bahâiye, Kadıyânilik, Ahmedîlik, Nusayrilik, Dürzilik gibi fırka ve mezhepleri ehl-i dalaletten saymışlardır.
- Mücessime, Müşebbihe, Kerramiyede Allah’ı cisme benzetme varken neden bu mezhepler İslam dışı sayılmayıp tekfir edilmiyor?
Değerli kardeşimiz,
Önce şunu biliyoruz ki, ehl-i kıble ehl-i tevhiddir. Başka söz ve hareketleriyle bu akideye aykırı bir şey zuhur ederse, İslam âlimlerinin bu konuda -değişik ayet ve hadislerden edindikleri bilgiye dayanan- görüşleri ve içtihatları iki noktada formüle edilmiştir:
Birinci Nokta: Ehl-i kıble olan bir şahısta görülen bir hata eğer bir tevilden kaynaklanıyorsa, sahibini tekfir etmemek gerekir. Çünkü ayet veya hadise dayandırılarak yapılan yanlış bir tevil, kişinin inancını gösteren sağlam verilerin üstüne çıkamaz.
İkinci Nokta: Bazı alimlerin bildirdiği gibi, bir kimsede % 99 ihtimalle dine aykırı sıfatlar bulunsa bile, % 1 ihtimal sağlam bir inancı gösteriyorsa, bu adam tekfir edilemez, kafir olduğunu söylenemez.
Ayrıca bu konuda çok harika bir inceliği Bediüzzaman Hazretlerinden dinleyelim:
“Ehl-i dalalet (burada dalaletten maksat küfür değil, yanlış yola sapmaktır) ve bidat fırkalarından bir kısım zatlar, ümmet nazarında makbul oluyorlar. Aynen onlar gibi zatlar var; zahirî hiçbir fark yokken, ümmet reddediyor. Bunda hayret ediyordum. Mesela: Mutezile mezhebinde Zemahşerî gibi, İtizal'de en mutaassıb bir ferd olduğu halde, muhakkikîn-i Ehl-i Sünnet, onun o şedid itirazatına karşı onu tekfir ve tadlil etmiyorlar, belki bir râh-ı necat onun için arıyorlar."
"Zemahşerî'nin derece-i şiddetinden çok aşağı Ebu Ali Cübbaî gibi Mu'tezile imamlarını, merdud ve matrud sayıyorlar. Çok zaman bu sır benim merakıma dokunuyordu. Sonra lütf-u İlahî ile anladım ki: Zemahşerî'nin Ehl-i Sünnet'e itirazatı, hak zannettiği mesleğindeki muhabbet-i haktan ileri geliyordu. Yani, meselâ: Tenzih-i hakikî; onun nazarında, hayvanlar kendi ef'aline hâlık olmasıyla oluyor. Onun için Cenab-ı Hakk'ı tenzih muhabbetinden, Ehl-i Sünnet'in halk-ı ef'al meselesinde düsturunu kabul etmiyor. Merdud olan sair Mutezile imamları muhabbet-i haktan ziyade, Ehl-i Sünnet'in yüksek düsturlarına kısa akılları yetişemediğinden ve geniş kavanin-i Ehl-i Sünnet, onların dar fikirlerine yerleşmediğinden, inkar ettiklerinden merduddurlar.” (bk. Mektubat, s. 453-454)
Şu ifadelerinde de Ehl-i sünnetin takip ettiği şer’î bir düsturun çok dikkatli ve pek hikmetli bir dersi dinlemekte büyük faydalar vardır:
“Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer'î yok (yani; bir kimseyi kötülememek, tekfir etmemek konusunda, bunu yapmayanların aleyhinde bir hükm-ü şer’î yoktur), fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer'î var. (Şöyle ki;)
"Zemm ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevab yok. Çünkü tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer'î yok, hiç zararı da yok. İşte bu hakikat içindir ki; ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beyt'in Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikata müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahs ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler; menfaatsiz, zararı var demişler.” (bk. Emirdağ Lahikası-I, s. 205)
Şu hikmet-efşan sözlere de bakar mısınız!
“Bazı âyât ve ehadîs vardır ki; mutlakadır, külliye telakki edilmiş. Hem öyleler vardır ki; münteşire-i muvakkatadır, daime zannedilmiş. Hem mukayyede var, âmm hesab edilmiş. Meselâ: (ayet veya hadis) Demiş bu şey küfürdür. Yani o sıfat imandan neşet etmemiş, o sıfat kâfiredir. O haysiyet ile o zât küfür etti denilir. Fakat mevsufu (olan kimsenin sıfatları) ise imandan neşet ettikleri gibi ve imanın tereşşuhatına da hâize olan başka masume evsafa malik olduğundan, o zât kâfirdir denilmez. İllâ ki, o sıfat küfürden neş'et ettiği yakînen biline. Zira başka sebebden de neş'et edebilir. Sıfatın delaletinde (şekk) var. İmanın vücudunda da (yakîn) var. Şekk ise yakînin hükmünü izale etmez. Tekfire çabuk cüret edenler düşünsünler!..” (bk. Sünuhat-Tuluat-İşarat, s. 16-17)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- EHL-İ SÜNNET VE`L-CEMAAT KİMDİR EHL-İ SÜNNET VE`L- CEMAAT OLMAYAN BİR KİMSE MÜSLÜMAN SAYILIR MI?
- Hz. Muaviye nasıl mümin sayılıyor?
- Dört mezhebe uyanlar, birbirlerine kafir dediler mi?
- Mutezile mezhebi kaderi inkar ettikleri halde, neden kendilerine "kafir" denilmemektedir?
- Başka milletlere uyanlara kafir demeyen, kafir mi olur?
- EHL-İ KIBLE
- Gayri müslim bir ülkenin Müslüman bir ülkeye darbe girişimde sorumlu olduğunu ifade etmek, ülkelerle ilgili siyasi konuları konuşmak gıybet midir?
- Peygamber Efendimiz Ehl-i Sünnet dışı fırkalara şefaat edecek mi?
- Mutezile mezhebine göre büyük günah işleyen kafir olur. (Haricilerin kurduğu mezhep) Bu kişiler bu hükme hangi ayet veya hadislerden varmıştır?
- Mutezili idaresindeki bir mahkemede, Ehl-i sünnet bir kâdı görev alabilir mi?