Allah, kendisini bir takım varlıklara tanıtmak için insanlar yaratıp kendisine inanmayanları cehenneme göndermesi nasıl açıklanabilir?

Tarih: 13.10.2014 - 03:17 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Ben çoğu dini araştıran biriyim ve Müslümanım fakat dinimle aramda bir soru var izninizle o soruyu sizinle paylaşmak, var ise cevabınızı almak istedim. Sorum; Allah geleceği biliyor yani Allahın insanları yaratma amacı ''Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek, tanınmak istedim; bundan dolayı da beni tanımaları, gizli güzellik ve mükemmelliğimi bilmeleri için varlıkları yarattım'' budur ve Allah insanlar onu tanırsa ne olacağını sonuçta kimlerin cennete kimlerin cehenneme gideceğini biliyor kendisinin keşfedilmesi üzere insanların nasıl tepki vereceğini de biliyor o zaman neden insanları yaratıyor sonuçta cehenneme giden insanlar var
- Allah kendisini bir takım varlıklara tanıtmak için insanlar yaratıp ona inanmayanları cehenneme göndermiş oluyor bu biraz alakasız değil mi? Yani Allahın kendini tanıtma amacı için dünyada bebekler de ölüyor suçsuzlar da ölüyor acı çekenler de oluyor bunlara hiç gerek olmadan insanlar acı çekmeden de kendini tanıtabilirdi?
- Sizden ricam beni dinsiz vs gibi algılamayın dine ya da Allah'a karşı da gelmiyorum soru biraz yorumcu tarzında olmuş olabilir yanlış bir söylemde bulunduysam affediniz ben Müslüman olduğuma inanıyorum sadece bu soru kafamı karıştırdığı için sormak istedim...

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- İnsanın yaratılışındaki hikmetlerden birinin, belki en önemlisinin, Allah'ın kemal sıfatlarına ayna vazifesini görmek olduğunu ifade eden Bediüzzaman, bunu desteklemek için,

 "Ben gizli bir hazine idim, kâinatı beni tanımaları için yarattım." (Aclunî, 2/132)

meâlindeki kudsî hadisi açıklarken, İbn Arabî'nin "Mahlûkatı, bana bir âyine olsun ve o âyinede cemâlimi göreyim diye yarattım." şeklindeki ifadelerini delil olarak göstermiştir. (bk. İşaratu’l-İ’caz, s.17)

- Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi, Allah’ın kâinatı yaratmasının binlerce hikmeti olabilir. Kendisinin tanımak istemesi bu hikmetlerden önemli birisidir, fakat yalnız o değildir. Söz konusu kudsi hadis rivayetinde buna vurgu yapılması, insanların -Kur’an’ın bildirdiği şekilde- Allah’ın varlığına, birliğine ve diğer sıfatlarına iman etmelerinin önemini göstermeye yöneliktir. Mesela:

“Ben insanları ve cinleri sırf bana ibadete etsinler diye yarattım.”(Zariyat, 51/56)

mealindeki ayette de insanların iman ve salih amel işlemelerinin önemine, bu görevin insanların en büyük yaratılış gayesi olduğuna dikkat çekmek içindir. Yoksa, insanların yemesi, içmesi, büyümesi, uyuması, evlenmesi ve saire gibi pek çok işleri de vardır.

Kaldı ki bir çok insan çocuk iken, iman ve amelin ne olduğun bilmeden ölüyor.

Demek ki bu gibi ayetlerde vurgulanan hususlar -yukarıda ifade edildiği gibi- bir hasrı / yalnızca / sadece ifade etmiyor... Aksine bu ifadeler, birçok hikmetler arasında en önemli ve insanları genel olarak en çok ilgilendiren görevlerine işaret etmeye yöneliktir.

- Konuyu fazla dağıtmadan birkaç noktaya işaret etmekte fayda vardır:

a) İnsanların ve kâinatın yaratılmasının arkasındaki hikmetlerin yüzde doksan dokuzu Allah’a bakar, Allah’ın sonsuz ilmine, hikmetine, kudretine, iradesine, yaratıcılığına bakar; bin bir ism-i ilahi ve sıfat-ı ilahiyeye bakar. Bu sebeple çocukların küçükken ölmesi, delilerin olması bir abesle iştigal değildir. Nitekim, bunlar yükümlü de tutulmamaktadır.

Demek ki mesele sadece bildiğimiz imtihan değil, aynı zamanda Allah’ın kendi isim ve sıfatlarının tezahürlerini görmek istemesi ve bundan (zat-ı akdesine ve sıfat-ı kudsisine uygun) mukaddes bir memnuniyet ve bir lezzet-i kudsiye duyması, yaratmanın temel hikmetlerinin başında gelir. İbn Arabi’nin “Mahlûkatı, bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim diye yarattım." şeklindeki yorumu, bu söylediğimiz hakikatin veciz bir ifadesidir.

b) Cennet ve cehennemin yaratılması sadece insanların oraya girmesi için değildir. Milyarlarca seneden beri var olan bu iki yurtta hala hiçbir insanın kalıyor olmaması, bunun açık göstergesidir.  

İnsanların iman ve itaatleri cennetin var edilmesine, küfür ve isyanları ise cehennemin yaratılmasına elbette en önemli bir sebeptir. Ancak, Allah’ın ezeli, ebedi ve sermedi olan cemal ve celal sıfatlarının tecellisinin ebedi tecellileri de böyle bir alem-i bekanın olmasını gerektirir. Cennet bütün letafetiyle cemal sıfatlarını, cehennem ise bütün haşmetiyle celal sıfatlarını ebedi olarak göstermek üzere var edilmişlerdir.

c) Allah eğer dileseydi, elbette hiçbir imtihan yapmaz veya herkesi sınıfı geçirir yani hidayete erdirir ve cennete koyardı.

“Eğer biz, dileseydik mutlaka herkese hidâyet verirdik. Fakat  ‘cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağıma’ dair benden kesin söz gerçekleşti.” (Secde, 32/13)

mealindeki ayette bu husus açıkça ifade edilmiştir. Ancak böyle bir şeyin tercih edilememiş olması ise, bu konuda değişmez ezeli bir hüküm olduğuna işaret edilmek üzere “cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağıma’ dair benden kesin söz gerçekleşti” mealindeki ifadeye yer verilmiştir.

- Görüldüğü gibi burada herhangi bir gerekçe gösterilmeden ezeli kararın varlığına işaret edilmiştir. Ancak bu kararın hikmeti başka ayetlerde açıklanmıştır. “Kur’an’ın asıl tefsiri yine Kur’andır.” ilmi kuralının ne kadar gerçek olduğunu burada da görmekteyiz:

“İnsan yalnız 'İman ettik.' demekle, hiç imtihan edilmeden bırakacaklarını mı sandılar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette Allah (imtihan ederek), doğru söyleyenleri de bilecektir, yalancıları da bilecektir.” (Ankebut, 29/2-3)

Bu ayetlerde, iman edenlerin  değişik testlere tabi tutularak iman iddialarında samimi olup olmadıklarını Allah’ın pratikte görmek istediği hususa vurgu yapılmıştır. Burada Allah’ın bilmesi, “insanların dışa yansıyan yönlerini görmesi manasına gelir. Yoksa Allah zaten her şeyi bilir. Buna göre ayetin anlaşılır meali şöyledir: “Elbette Allah (imtihan ederek), doğru söyleyenleri de yalancıları da görecektir”.

“Hiç mümin olan bir kimse, fâsık (yoldan çıkmış) bir kimse gibi olur mu? Bunlar, elbette eşit olamazlar.” (Secde, 32/18),

“Biz, Müslümanları, günahkârlarla hiçbir tutar mıyız?” (Kalem, 68/35)

mealindeki ayetlerde de imtihanın bir hikmeti iyi insanlarla kötü insanların ayrılması olduğuna işaret edilmiştir.

- Demek ki Allah imtihan ederken, iyi insanlarla kötü insanları birbirinden ayırmak ister, onları aynı kefeye koymak istemez. Burada sorumluluk insanların kendisine aittir. Çünkü imtihan, insanların özgür iradeleri çerçevesinde yapılmaktadır. İmtihanı kazanmak veya kaybetmenin yolları ve koşulları peygamber ve kitaplarla bildirilmiştir. Ebu Cehil ile Ebu Bekir’in aynı kefeye girmeleri âdil bir iş olmadığı her akıl ve vicdan sahibinin bildiği bir durumdur.

d) Kur’an’a iman edenler şuna da iman etmek durumundadır ki: Allah geçmiş ve geleceği kuşatan ezeli bir ilmin sahibidir. Kimin cennete kimin cehenneme gideceğini de bu sonsuz ilmiyle bilmektedir.

- İlim sıfatı, sonucu zorunlu kılmaz. Çünkü ilim, kudret gibi değildir. Kudret bir işi istediği yöne yönlendirir. Fakat ilim sadece maluma tabi olarak durum tespitini yapar.

Bu sebeple, Allah’ın kimin nereye gideceğini bilmesi ona zorunlu istikamet çizmez; kaldı ki âdil bir imtihan için ilim yeterli değildir. Çünkü mesele imtihanı açanların önceden sonucu bilmesi değil, bizzat âdil bir imtihan sonucunda imtihana girenler arasından kazanan ve kaybedenlerin fiilen ortaya çıkmasıdır. Bu dünya imtihanları için de bir kriterdir.

Hiçbir öğretmen (farz muhal önceden bir öğrencinin kazanıp kazanmayacağını bilse bile) sene başında öğrencilerine: “İmtihana girmenize gerek yok; ben her şeyi biliyorum. işte sen, sen kazandınız; sen sen kaybettiniz...” demez. Sonucu bildiği halde, fiilen adaletin tahakkuk etmesi için pratikteki durumlarını görmek ister.

İşte meallerini verdiğimiz ayet ve benzerlerinde de Allah’ın imtihanın -fiilen ortaya çıkan- pratikteki sonucunu görmek istediği ifade edilmiştir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun