Zihnin mertebeleri nelerdir, (idark, izân, vs...) bunları açıklar mısınız?

Tarih: 24.09.2006 - 23:55 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bediüzzaman Hazretleri, Sözler Mecmuası'nın arkasına koyduğu Lemeat’te şöyle der:

“DİMAĞDA MERÂTİB.İ İLİM MUHTELİFEDİR, MÜLTEBİSE"

(Zihindeki ilim, bilgi mertebeleri muhtelif ve birbiriyle karışıktır.)

"Dimağda merâtip var, • birbiriyle mültebis, • ahkâmları muhtelif.

1. Evvel  tahayyül  (hayalde canlandırma) olur,
2. Sonra  tasavvur  (tasarlama, zihinde şekillendirme) gelir,
3. Sonra gelir taakkul, (akıl erdirme, hatıra getirme)
4. Sonra tasdik (doğrulama, onaylama) ediyor,
5. Sonra iz'an (basiret, teslim olup itaat etme, idrakli inanç) oluyor,
6. Sonra gelir iltizam, (sarılma, taraf tutma)
7. Sonra itikad (samimi inanma) gelir..."

"İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet. Salâbet itikaddan, taassup iltizamdan, imtisal iz'andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda, tahayyülde safsata hâsıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir."

"Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfi olan zihinleri cerhtir, hem idlâli.”

Daha iyi anlaşılabilmesi için her iki durumu da beraber vermeye çalışalım:

Bilgi mertebeleri sıra ile şunlardır: Tek başına o mertebelerden hasıl olanlar şunlardır :

1. Evvel tahayyül (hayalde canlandırma) olur, safsata (hezeyan, yalan kıyas) hasıl olur.

2. Sonra tasavvur (tasarlama, zihinde şekillendirme) gelir, bîbehrelik (neticeden nasipsiz, mahrum) hasıl olur.

3. Sonra gelir taakkul, (akıl erdirme) bîtaraflık (tarafsızlık) hasıl olur.

4. Sonra tasdik (Doğrulama,onaylama) ediyor, iltizam, (sarılma,taraf tutma) hasıl olur.

5. Sonra iz'an (Basiret,kalb tasdiki, idrakli inanç) oluyor imtisal (yapışma, sarılma,uyma) hasıl olur.

6. Sonra gelir iltizam, (Sarılma,taraf tutma) taassup (körcesine aşırı bağlılık) hasıl olur.

7. Sonra itikad (samimi inanma) gelir, sâlâbet (dine uymada ciddiyet) hasıl olur.

İlim adamları "Hücre Zarında Seçici Geçirgenlik" diye bir fonksiyondan bahsediyorlar. Hücre duvarlarına kadar gelen besinler burada çok sıkı bir kontrole tabi tutuluyorlarmış. Hücre zarı, devletlerin gümrüklerde yapamadıklarını büyük bir muvaffakiyetle beceriyor; sadece ihtiyaç olan maddeleri ve sadece ihtiyaç olan miktar kadar içeri alıyormuş. İnsanda da buna benzer belki daha sıkı kontrollerin olduğu söylenebilir. Evet, kalp ve zihin de her şeyi kolayca kabullenmez. Hele hele kalp ve dimağımızdakilerin davranışa dönüşmesi ise daha da zor olmaktadır.

Düşünce zihinde oluşur. B. S. Nursi Hazretlerine göre, bu oluşma, teşekkül etme; merhaleler, basamaklar halinde olur. Bunda duyularımızla alınan bütün veriler, yaşananlar, etkilidir.

Zihin mertebelerinde ilk basamak hayalindir; en önce tahayyül vardır. En üste, kalıcı ve en yüksek değerde olanı ise itikattır. Ancak bu mertebeler birbirine çok yakın ve birbiriyle irtibatlı olduğundan, birbiriyle iltibas edilebilirler ve iltibas olurlar.

Tahayyül, tasavvur için bir maya olurken, her ikisi de hem akla hem kalbe bir kanaat verirler. Tasdik, ilk üç basamaktan ve bilhassa aklın cevelanlarından elbette etkilenir. Kalb bile aklın verilerine bakarak, ondan ciddi etkilenerek yol alır. İltizamın ve en nihayet itikadın teşekkülünde de her biri farklı bir etkiye sahiptirler. Esasen hepsi birbirinden etkilenerek büyür, gelişir, tekâmül eder. Bediüzzaman’a göre en önemlisi, bu oluşan basamakların, müstakilen, her birisine göre de farklı davranışların oluşmasıdır. Mesela tahayyül diğer basamaklara temel olmasına rağmen, tek başına, safsata gibi bir neticeye sebep olur. İltizam çok önemli bir merhale olmakla birlikte; hatta itikadın oluşması ve kemale ermesinde âdeta zaruri bir merhale özelliğinde bulunmasına rağmen tek başına taassubun sebebidir.

Davranışlarımız, bilgimizin seviyesine göre teşekkül etmektedir. Dolayısıyla İslam’ı sünnete uygun yaşamak isteyenler, bunu gerçekleştirmeyi ciddi düşünenler için, bu makalede anlatılanların hayatî bir değeri vardır denebilir.

Ancak bu mertebeler birbiri üstünde teşekkül edince fıtri bir gelişme ile birbirini desteklerken, insanı itikat seviyesine çıkarırken; ayrı ayrı teşekkül ettiğinde ise farklı, eksik ve zararlı denilebilecek neticeler verdiği için zihin, dimağ, gibi önemli cihazların prospektüsünde bazı basamaklar, önemli ve riayet edilmesi gereken merhaleler olarak kaydedilmiştir.

1. TAHAYYÜL (hayalde canlandırma):

İnsanda;

A. Zahiri Hisler denilen: Görme, işitme, koklama, dokunma ve tat alma duyularıyla;

B. Batıni Hisler denilen: Hayâliye, irâdiye, musavvire, mutasarrife, müdrike, müfekkire, vahime, zâkire ... gibi hisler vardır. İnsan, bu cihazlar, hisler ve duygularla kendi dışındaki nesneleri, olayları ve her şeyi algılar, sezinler, hisseder, idrak eder ve bilgi depolarını doldurur.

Yani insan, basit hissetme, duyma, ilgilenme dışında daha komplike, daha karmaşık olan, belki ifade edebilecek kelimeler bulamadığım; belki de, üstü kapalı anlatma, duyurma, sezdirme, idrak ettirme denebilecek, bir çok latifeden gelen verilere de açık donanımdadır.

Bir başka deyişle insan ruhu, insani duyguların, ihsasların, ihtisasların merkezidir denebilir. Ayrıca, kendi zihni müktesebatının da farkındadır ve ayrıca akılla irtibatlı olmasından dolayı da zahir ve batın bütün his alemine de açıktır.

Şuura ilk bilgiler cihazlar ve hislerle akmaya başladıktan sonra artık:

• unutma söz konusu olmaz, kayıt basit de olsa yapılmaya başlamıştır..

• Ancak bu bilgiler henüz his halindedir,

• akıl ve hafızaya henüz tam mal olmamıştır.

• Ruh bir şeyler bulmuştur;

• Ancak onun değerini tam bilmemektedir,

• ne işe yaradığı hususunda fazla müktesebatı yoktur.

• Sadece, cihazlarıyla, latifeleriyle görmüş, ellemiş, bazı kayıtlar almıştır.

• İdrakin ilk basamağı,

• ruhun manaya ilk ulaşma köprüsü oluşmuş,

• zahiri bir bilme teşekkül etmeye başlamış,

• ilk duyulma merhalesi,

• dimağdaki ilk tecelli, kaydolmaya başlamıştır.

• Artık ruh bir şeylere muttali olmaya başlamaktadır; ama bilgiler yetersiz ve zayıftır.

Bu TAHAYYÜL basamağının oluşması demektir.

Tabi ki, bu tahayyüler, her türlü zahiri ve batıni latifelerle zihne gelen veriler, bilgiler doğrultusunda oluşur. Bu oluşmada ihtiyarımız, dahlimiz oldukça azdır. Fakat, burada müşahedatımıza tâbi olduğumuzu hiç unutmamak lazımdır. Okuduklarımız, seyrettiklerimiz, düşüncelerimiz, kısaca hayatımız, elbette hayallerimizi de şekillendirir; onun aynası olur.

Bediüzzaman Hazretlerine göre bu basamak diğer basamaklarla desteklenmez ise, tek başına tahayyülden, safsata (hezeyan; yanlış, yalan kıyas) hasıl olursa da, tahayyül, sıradan bir mertebe değildir. Bilginin temelini oluşturmada, dimağda tırnak tutturmada önemli yeri vardır.

Bir başka ifadeyle de, değerli olan bilgilere, safsata olarak bakan bir dimağ, bilgi basamaklarını hiç çıkamamış demektir. İdrak edilemeyen, davranış haline dönüştürülemeyen durumlarda bu bilgi basamaklarına riayet etmenin ne kadar önemli olduğu açıktır. Efendimiz (asm);

”O gün herkes helâk olacak, âlimler müstesna, onlar da helâk olacak ilmiyle âmil olanlar müstesna, onlar da helâk olacak ihlaslı olanlar müstesna…"

dediğine göre her halükarda bilmek, bildiklerimizi davranış haline dönüştürmek, bunu da ihlasla yapmak mecburiyetindeyiz. Öyleyse, diğer basamakların önemli olması yanında; bu ilk basamağın da binanın temelleri gibi değerlendirilmesi, ona önem verilmesi yanlış olmaz.

R. Nur'da kabir, hapishane ve hastanelerin ziyaret edilmesinin tavsiye edilmesi hep bu "tahayyül mertebesi"nin iyi tahakkuk etmesiyle alakalı olsa gerek.

Yine, Bakara, 2/17-20. ayetleriyle ilgili olarak R.Nurlara bakılırsa, Cenab-ı Hakk'ın bu ayetlerle, münafıkların halinin insanlar tarafından iyice anlaşılabilmesi için TAHAYYÜL ve TASAVVUR merhalelerini nasıl teşekkül ettirdiği ve dolayısıyla bu basamakların önemi daha iyi anlaşılır.

2. TASAVVUR (Tasarlama, zihinde şekillendirme):

• Dimağa gelen bilgiler

• dikkat çekici, değerli, faydalı, içimizden bir şeylere mutabık, menfaatlerimize uygun görülürse,

• kalite ve güzellik tespit edilirse

insan,

• onu bir kenara atmaz, bir yerlere koyar,

• çünkü zihninde lazım olabileceği ihtimali oluşmuştur.

• Biraz daha korumaya alır.

• İlk tesir ve teessür faslı geçince

• cihazlardan gelen ve hislerle oluşan bilgileri

• müracaat söz konusu olursa düşüncesiyle

• nasıl bir şeydir, neler olabilir, neler yapabilirim değerlendirmeleriyle

• onları yoklar, tasnif eder; karmaşık tahlil ve tenkitlere tâbi tutar;

• değişik hâl ve şekillerini tasarlar, düşünür.

Artık TASAVVUR basamağına ulaşılmıştır.

Bu mertebede ihtiyarımız, dahlimiz tahayyüle göre daha fazladır. İnsan bu merhalede hayaller üzerinde oynar, onlara yeni şekiller vermeye çalışır. Burada, isimlendiremediğimiz his ve duyguların, muhatap olunan bilgiyle irtibatı, ilgilenmesi gerçekleşir. Tasavvurda hayaller, artık vizyon kazanmaya başlar.

Burada da müşahedatımıza tâbi olduğumuzu; okuduklarımızın, seyrettiklerimizin, düşüncelerimizin, kısaca hayatımızın, tasavvurlarımızı da şekillendireceği, onun aynası olacağı kesindir. Bediüzzaman’ın,

”Gaye-i hayal olmazsa, ezhan enelere döner.”

kaidesi burada değerlendirilmelidir. İnsanın hayallerini ulvi, yüksek gayeler işgal etmez ise; zihin, enenin açılmayıp, ters kullanıldığı durumda olduğu gibi ters çalışır; tamamen kendi için değerli olanlarla ilgilenir. Bütün gücüyle kendine yönelir. Sahibini başka mecralara sürükler.

İnsanın itikat mertebesine çıkması için temel mertebelerden diyebileceğimiz tasavvur seviyesindeki bir merhalenin oluşması, insan için oldukça önemli ve hatta zaruridir.

Yoksa, Bediüzzaman Hazretlerine göre, bu mertebede kalan bir bilgi ve ilgi insana BÎBEHRELİKTEN başka bir şey kazandıramaz.

Gayesiz gençlerin internette çet yapmakla ömürlerini telef etmesini; derslerini çok rahat ihmal etmeye rağmen futbol takımlarının bütün teferruatını bütün incelikleriyle takip ederek onda fani olmalarını; hanesinde veya işlerindeki bir çok eksikliği halletmeyi hiç düşünmezken dünya futbolunu hayati bir mesele gibi en ön sırada takip eden bir çok perişan insan, hep bu hale örnek olarak gösterilebilir.

3. TAAKKUL (Akıl erdirme, hatıra getirme):

Tahayyül ve tasavvur merhalelerinde müktesebat ihtiyarımızla yoklanmış, değişik tasarılarla muamele görmüştür. Artık dimağda az çok bir şekli vardır.

• her türlü değerlendirilmeye uygun hale getirilmiştir.

• Artık akıl tarafından tezekkür ve tahattur yapılabilecek haldedir. Öyle de yapılır.

• Ancak biraz ilerleme olmuşsa da bu muktesebat insanı fiiiliyata geçirecek tesirde değildir.

• Zininde tam istikrar sağlanmamış,

• bilgiye tam sahip çıkılmamış,

• ruhta tam benimseme henüz oluşmamıştır.

• İçimiz, komuta merkezimiz tam ikna olmamıştır.

• Bunlar henüz bilmenin zayıf mertebeleridir.

• Ancak bu bilgi, böyle zayıf mahiyetine rağmen, artık ruhun ileri karakolu olan vicdan için

• istikrara açık, önemli bir rükun ve esaslı bir dayanak olacak istidada ulaşan bir bilgidir,

• Artık, TAAKKUL safhasına gelinmiş, o arda bulunulmaktadır.

• Bilgiler, şimdi aklın kontrol ve değerlendirmelerine âmâdedir.

• İnsan bu basamakta, bulduklarını artık biraz daha güçlü cihazlarıyla test eder.

• Akıl, daha acımasız, daha sıkı değerlendirmelerini gerçekleştirir.

• Dimağ, onu uygun olan, daha korumalı, daha kaliteli bir yerlerine koyar.

• Müktesebatın kıymetine karar vermeye başlanmış, daha sıkı kayıtlar alınmış

• ancak henüz kalp ve vicdanda tam değerlendirme olmamış, değerlendirme henüz tamamlanmamıştır.

Bu mertebede, his ve duygularımız, muhatap olunan bilgiyle daha ciddi şekilde ilgilenir; zihin anlama, algılama mânâsında muameleler yapar; aklın bu bilgiler, veriler, müktesebat üstünde yoğunlaşması gerçekleşir.

Dikkat edilirse, felsefecilerin en önem verdikleri akıl, Bediüzzaman’ın, Kutsi Kaynaklardan aldığı ölçülerle ortaya koyduğu bilgi basamaklarında, 3. mertebededir. Hem de gerçek bir bilgi için, daha dört mertebe inkişafa ihtiyaç vardır. Bu durum iyi değerlendirilmelidir. BSN. Hazretlerinin ne kadar sağlam, derin ve ince esaslara bağlı olduğu anlaşılmalıdır.

Ayrıca aklın, hikmetli olması, vahye ve onun bir başka ifadesi olan sünnete kulak vermesi, “HAKKI HAK BİLECEK” bir akıl olması; diğer basamaklarla onun değerlendirmelerinin desteklenmesi ve geliştirilmesi BSN. ye göre zaruridir. Yoksa, kendi başına ondan BÎTARAFLIK (tarafsızlık) hasıl olur. Tercih edemeyen, nötr kalan, tarafsızlık rolüne giren akılcılar, maalesef, kararlı olarak bir şeye yönelmeye ve bunu davranış olarak tezahür ettirmeye muvaffak olamazlar. Fakat, akla ait bu taakkul mertebesinin de diğer mertebelerle gelişmeye ihtiyacı olduğu gibi; diğer mertebelerin de bu safhaya ihtiyaçları zaruret derecesindedir…

 Yirmi Üçüncü Söz' de, köprü başında, etrafı daha da korkunç hale getiren cep feneri, işte bu vahyi dinlemeyen akıldır ki, her şeyi aslından farklı ve korkunç göstererek aldatır ve insanı dehşete düşürür. O haliyle, ona tabi olmak yerine, onu terk etmek, daha doğru olmaktadır.

 Üçüncü Söz' de, bütün şartları açıkça belli olduğu halde insanı sol yola sevk ederek perişan eden;  Dördüncü Söz' de, gitmesi gereken uzun yolu ve şartlarını bilmesine rağmen, insanın bütün sermayesini istasyona kadar bitirmesine müsaade edip onu rezil eden;  Altıncı Söz' de, çok avantajlı, müthiş bir ticaret olan emaneti sahibine sattırmayıp, emanetle birlikte, emaneti alan insan olarak onu da mahveden,.. akıllar hep vahye tâbi olmadığından yanlış taakkul eden; daha doğrusu taakkul edemeyen akıllardır.

Belki doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterecek kadar aldatıcı bir akıl seviyesi olan cerbeze  hali de; her iki tarafa bakan bir maglata tarzıyla, kendisini aldatan deve kuşu gibi ortada kalan insanların zavallılığı da, hep bu mertebede kalmanın, bu merhalenin yalnız kullanılmasının diğer merhalelerle desteklenememesinin tezahürleridir, denilebilir. (bk. Lem'alar, On Üçüncü Lem’a, Sekizinci İşaret)

Hakkın yanında yer alamayan neme lazımcılar, cerbeze ile, hodgâmca, çok maslahatlar bulup, taraf olmadan yaşarlar ki bu ilmi bir tavır değildir. Hucurat Suresi 10. ayeti, “Müminler ancak kardeştir...” derken; bu ve 9. ayeti ayni zamanda, aralarının bulunmasını; doğrunun, haklının yanında yer almayı emretmektedir. (M.Karabaşoğlu; Zafer Eylül 2004, s.16. ve Y. Asya, Ayna, Bir Haksızlık Karşısında) Ancak vahye kulak asmayan akıl, çok maslahatlar bulur veya üretir, ayetin emrettiğini yapmaz, yapamaz; kardeşlerinin dertleriyle ilgilenmez, ilgilenemez.

Bu akıl, kendini aldatmaktan başka bir işe yaramaz. Sahibini ve toplumu, perişan olmaktan kurtaramaz.

Hatta “Akıl, ayni ikâp oldu.” (Sözler, s.84) demek mecburiyetinde kalanların esasen “küllî bir akla" (İşaratü'l-İ'caz) ihtiyaçları vardır. O da ancak dinle olur. Yani vahiyle desteklenmeyen akıl, ızdırap aracı iken, vahyi dinlerse “akıl, miftah-ı kenz oldu" denebilir. (Sözler, s.84). Sırat.ı Müstakim bahsinde anlatılan, aklın doğru kullanıldığı vasat mertebesi, vahyi dinleyen bir halin tezahürüdür. Yoksa aklın ifrat ve tefrit mertebelerindeki, belki çok zeki kabul edilen bir çok insan, maalesef, dalâlet vadilerinde koşturmuş insanlar olarak anılmaktadırlar.

Beşinci Söz'de, talim ve muharebe ile vazifeli olan askeri çarşıya rızk peşine gönderen akıl yanlış bir tasdik yapmıştır. Ait olduğu vücudu divan-ı harbe çıkarıp, perişan eder. Vahye kulak vererek tasdik etmeyi gerçekleştiren akıl ise, ait olduğu varlığa zarar getirmez iken, ihtiyacı olan rızka da kavuşturur. Ancak rızk meselesiyle uğraşmayı, gerçekten “Devletin bir angaryası “ olarak gösterir. İnsanı hakiki saadete taşır, her şeyin anahtarı hükmünü alır.

Teavünden ibaret olan hayatı, cidal gibi gösteren; zeki olmanın yerine biraz hilenin koktuğu kurnazlığı öne çıkaran; insanı hodgâm yaparak fıtratına aykırı hale getiren, kainata mânâ-yı ismiyle baktırarak en büyük yanlışlığı irtikap eden akıl hakikaten en tehlikeli unsurdur. Tehlikeli halinin izale edilmesi ve faydalı olabilmesi için bu mertebenin doğru teşekkülü çok önemlidir.

4. TASDIK (Doğrulama, onaylama. Aklın tasdiki):

Akıl, kalbi pek rahatsız etmeden, biraz da galip olarak ilerler.

Aklın hakimiyetinin söz konusu olduğu, her türlü değerlendirmelerinin akıl tarafından yapıldığı; tedbirlerin alındığı, ona ait tefekkürlerin yapılıp muhtevâda derinleşildiği bu safha TASTİK mertebesidir.

Yani vicdanla irtibatlı olarak akılda, müktesebatımız mâkes bulur; zahirî hasseler ve dahilî ihsaslarla dimağ beslenir ve bilinenlerin artık hafızada kalmasına karar verilir, bilginin pasaportuna vize damgası vurulur.

Tek buutlu halden, terkip ve tahlille müktesebat zihinde yer tutmaya, suret kazanmaya başlamış; daha somut, daha müşahhas, müsait farklı bir yapıya ulaşmıştır.

Bilgi, tereddütsüz ve kolayca kullanılmaya uygun olması için, belki klasörlenmiş, dosyalanmış değişik vasıf ve özellikleri için değişik tasniflere uğramış, işlenmiştir.

Doktora tezinin hazırlanması gibi, artık ayni mesele ile ilgili bütün bilgilere ulaşılması gerekmektedir.

Bilginin, bütün hayata ait dosyalar taranarak karşılaştırılıp ilgilerinin bulunması, ilgileri olanların ilişkilendirilmesi için zaman nehrinde iradenin kullanılmasının akabinde bu işler dimağda süratle yapılır.

İşte asıl İLİM budur diyebileceğimiz birçok önemli ve esaslı şeyler gerçekleşir, oluşur...

Hemen önünde, RAM’ında bulunan dosyadaki bilgilerle dimağın, derin dolaplarında, HARD DİSK’inde bulduklarını ele alıp;

Elindeki bütün verileri değerlendirmesi, ilişkiler kurması, ruhunu bulduğu şeye akıtması, onu daha detaylı olarak açık veya gizlice değerlendirmesi söz konusu olmaktadır.

Gezerken, oynarken, yemek yerken, belki uyurken bile gizli veya açık değerlendirmeye devam eder.

Buna kalp ve hisler kuvvet verirse, bu safha çabuk geçilebilir.

Aklın yeterli değerlendirmesi gerçekleştikten sonra, inanır ve taraf olursa zihin, elde ettiği sonuçları tastik eder, iltizam etmek ister.

Bu nîhai bir sonuç değildir. Bir ara tasdik ve doğrulamadır. Ancak elbette önemlidir.

Dimağ, depoladığı müktesebatını artık dil aracılığı ile ifade eder. Bu ifade etmeyle insan, topladığı bilgilere sahiplenilmesini, dimağında yerleşmesini, kemal seviyede olmasa da benimsenmesini, tasdikini sağlar.

Bu safha, zihnin tam huzur bulmasını temin edemez. Daha ziyade aklî bir tasdik sayılabilen bu safha da eksik bir bilgi seviyesidir. Kemalde değildir, nakıstır. Çünkü insanı idare eden en üst komutan akıl değildir.

5. İZ'AN (Basiret, teslim olup itaat etme, idrakli inanç. Kalbin tasdiki.):

Bu son safhada artık İZ’AN, basamağı da başlamıştır denilebelir...

Esasen bütün safhaların sınırları çok kesin hatlarıyla belli olmaz. Birisi başlamışken bir önceki de hâlâ devam edebilir. Hatta çok daha önceleri ve çok sonraları da oluşmaya devam edebilir.

Şuurun çakması ile artık kalbin tasdiki anlamında oluşumlar gerçekleşir.

Sezgiler daha çok devreye girmiştir. Mücerretler, gaybî olanlar da, müşühhaslar kadar kabullenir.

Muktesabata daha sağlam bir şekilde sahip çıkılır.

Kalp, her şeyi teslim almaya, tedbirlerini düşünmeye, gereklerini gerçekleştirmeye başlar.

Kuvvetli bir virüs programının yaptığı gibi, kalp de, âdeta vücudun bütün dosyalarına emirler yağdırır, onları ikna eder; yönlendirir; tamamen hakim olmaya çalışır.

Muktesebatla ilgili bilgileri daha da çok artırmaya çalışır.

Marifetullahta ilerlemeye gayret etmek gibi davranışlar bu safhada, çok değerli ve merhalenin kemaline katkı yapan, zaman kazandıran hallerdir.

Zihnin ara tasdikinden sonra, asıl komutan olan kalbin tasdiki sayılabilecek bu iz’an mertebesine biraz da teslim olmanın, idrak etmenin, sahiplenmenin; bilginin artık yaptırım gücüne ulaşmasının; hatta Allah tarafından verilen ve kolay kolay bozulmayan vicdanda mâkes bulmasının bir ifadesidir de denilebilir.

Çünkü sadece bu merhaleden bile imtisal (yapışma, sarılma, uyma) hasıl olur. Tasdik mertebesinde vuku bulan iltizam ile bu iz’an mertebesinden ortaya çıkan imtisalın arasında ciddi bir fark olduğu söylenmelidir. Akıl, olsa olsa bir komutan yardımcısı olarak bütün birimlere tastikini kabul ettieme; kalp ise hakiki ve tesirli bir reis olarak her tarafa sözünü geçirir. Her ikisi de uyma manası taşırken; imtisalde, daha toplu bir kabulleniş, içine sinerek, daha candan, samimi bir bağlanma olduğu açıktır.

Göz, kulak, burun, dil ve eşyayla teması sağlayan ellerimiz ve isimlendiremediğimiz birçok lâtifeler, cihazlar ile algıladıklarımız, bu merhalede, dimağımızda âdeta bir şuura dönüşmektedir. Kalbimizin tasdikiyle, algılananların tamamı, artık, önemli veriler olarak değerlendirmeye tâbi tutulmaktadırlar. Sanki pasaport çıkmış, söz konusu müktesebatın kabulü kolaylaşmıştır.

Bu safhada asıl komutan olan kalp bilgiyi benimsemiştir, kabullenmiştir. Çünkü kalp “...bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkarı dimağdır.” Akıl ve kalbin mutabakatı, vicdanın, en gelişmiş oto kontrolü olarak, onu ve dolayısıyla da, işletim programı gibi olan ruhu, rahatlatır. Zaten “İlimde iz’an-ı kalp olmazsa cehildir.” Kalp tasdik etmedikçe, bilinenler âdeta yok gibi, bilinmiyorlar gibidir. Hiç değerlendirilmezler.

Bir doktor arkadaşım, çalıştığı hastanede, sigara içenlerin iç organlarıyla ilgili ameliyatları sırasında çok şiddetli ağır bir koku ile muhatap olduklarından, onların ameliyatlarını yapmama kararı verildiğini, başka hastanelere gönderme fikrine gelindiğini; fakat buna karar veren doktorların, yüzde ellilerin üstünde bir oranda sigara içtiklerinin tespit edildiğini anlatmıştı. Kalbin tasdikinden geçemeyen bir bilgi kullanılamıyor, kararlı bir davranış olarak maalesef tezahür edemiyor. Gerçekten “İlimde iz’an-ı kalp olmazsa cehildir.” fikri, bu basamağın önemini çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Çünkü insanda vicdan denilen; akıl, kalp ve davranışlarımızı büyük ölçüde ifade ettiğimiz vücudumuz arasındaki irtibatın; sıhhatini kontrol eden, tasdik veya reddederek düzenlemeler yapan, kolay kolay yalan söylemeyen, aldanmayan müthiş bir cihaz vardır. Yaratıcı, bu, doğrulayıcı, âdeta fıtrî balansımızı ayarlayıcı cihazı, merhameten bize hediye etmiştir. Bir başka ifadeyle bu cihaz her şeyi, fıtratımıza, yaratılışımıza uygun olup.olmama açısından bir değerlendirmeye tâbi tutar. Ta derinlerden, çok güçlü bir tarzda, kabul veya ret cevabı verir. Davranışları disipline eder. İz’an merhalesinde, bu cihazın, en üst seviyede kullanılması söz konusu olsa gerek ki, bu safhadan sonra her şey rahatlar.

O da bozulursa artık kurtulmak imkansızlaşır, kalplerin mühürlenmesi Allahu alem, büyük ihtimalle bu safhada vuku bulur.

Zihin, tasdik ve iz’an basamaklarını aşamayınca, tereddütler ve kararsızlıklar içinde bocalar durur. İstikrarsız davranışlar sergiler. Aşarsa huzur ve sükun gelir. Bilgi anlamındaki veriler şuura dönüşür. Maddi hayata kan basarak canlılığın devamını sağlayan kalp gibi, manevi hayatta da iz’anın temsilcisi olan kalp, insan hayatına, âdeta huzur, saadet, denge pompalar.

Yirmi Dördüncü Söz'ün İkinci Dal'ında anlatıldığı gibi, kabiliyetler yeterli feyiz almayınca, alamayınca; ikinci yoldaki gibi “...berzahlar tavassut edince, hükm-ü imanileri ile şuhud-i kevniyeleri müsademe eder.” İnsan yaşayışı ile eğer Zühreleşirse artık feyiz alması da zorlaşır, hatta imkansızlaşır. Anlayamaz, algılayamaz. Üstün kabiliyetleri, âdeta dumura uğrar. Maalesef kâinattan marifet yağsa, onda abesiyete inkılap eder. Bir türlü kalbi tasdik etmez, edemez. İz’an, gerçekleşmez, gerçekleşemez.

Çiçeğin bir ayna gibi, hele okyanus gibi Şemsi göstermesi, ışık, ısı ve renkleriyle yansıtması imkansızdır. Ve “Herkes kendi müşahedatına tâbidir.” Düşünce ve davranışlar da hep müktesebat ve gelinen bilgi basamağı ile ilgilidir. Hayat boyunca muhatap olunanlar birer şartlı refleks gibi insanı şekillendirir. Yaratıcının istediği hali en iyi ifade eden sünneti uygun olmayan bir yaşayışın sonunda kalp, zayıf ve hatta hasta olarak, birikimleri olan bilgilerle ilgilenmez. Belki de ilgilenemez; dolayısıyla da artık iz’an, gerçekleşemez. Belki münafıklığı bile bu merhaledeki anlatılanla açıklamak daha kolay olur.

6. İLTIZAM, (Sarılma, taraf tutma, yaşar hale gelme):

Şimdi bu yeni müktesebatın çok kıymetli ve uğrunda çok şeyler yapılabilecek şeyler olduğuna altı mertebenin ittifakıyla karar verilmiştir.

Dimağ, ona sahip çıkması gerektiğine, onunla kemale ereceğine kanaat getirmiş ve tâbi olmaya meyletmiştir.

Artık İLTİZAM safhası başlamıştır.

Kuvve-i mütefekkire tetiklenlenmiş, müktesebat şuurdan zihnin laboratuarlarına, oradan tahlil ve tehlîl inbiklerine akmış.

Son olarak da her şey sultanlar sultanına, kalbe arz edilmiş, her şey orada da tasdike mahzar olmuştur.

Artık iradenin desenine göre latife-i rabbaniye şekillenmeye başlar.

Elbette reşhalaşmış bir halde olanlar çok avantajlıdır. Onlar için feyiz alması çok kolay ve alınan feyz de çok üstün kalitede olduğu için her şey reşhalaşabilenler için çok daha elverişli hale gelir. Kibrit çakmak gibi bir kolaylıkla bilinenler fiile, hâle, davranışa dönüşecek bir seviyeye gelir.

Artık bilgiler gibi, fikirler gibi şekillenilir, yaşanır; onlara iltizam edilir, teslimiyet tamamlanır. Bu hale gelince müktesebat malımız olmuş, yaptırım gücü olan tesirli bir hale gelmiştir.

Cahillikten, bilmemekten kurtulunmuş;  âlim olunmuş; ilmiyle amil olunmuş; ancak hala problem bitmemiştir. İhlaslı olmak gibi daha üst bir mesuliyet hala durmaktadır. Fakat samimi olarak çırpınanlar için artık büyük ihtimalle ihlaslı amel etmek de gerçekleşmektedir.

Çünkü ilimde iz’an-ı kalp söz konusudur.

Toplanan bilgiler muhabbeti doğurur; sever, çok sever; Yaratanı bulmuştur ve O’nu aşktan öte sever.

Tabi ki lezzetler ve zevkler; hem de maddî ve manevî si ile zevkler, bu hallerle, bu hallerden sonra başlar; artar da artar.

Hatta muhatap olduklarının nisbi hakikatler olduğunu anladığında Hakaik’ul Hakaike şiddetle meyleder.

A’sardan, Ef’ale, Esmaya, Evsafa, Şuunata ve Zata gidiş, bunun ayrı bir ifadesidir.

Faniliği anlayıp, beka bulmak için artık emaneti sahibine satmak gerekir; bu basamakta kolayca satılır. Her şey O’nun istediği gibi kullanılır, O’nun istediği gibi yaşanır.

Artık, On Birinci Söz'de olduğu gibi, nimetlendiren Sultanın Yaver-i Ekrem’ini, her şeyiyle dinlemek zaruret haline gelmiştir; ayni zamanda pek çok lezzetler de alınan bir mecburiyettir bu.

Tasdik ve iz’an diye ifade edilen, akıl ve kalbin kabulü gibi de söylenebilecek iki mertebeden sonra artık taraf tutma, o fikre sarılma gerçekleşir. Bilgiler kalıcı hale gelmiş gibidir. Bilgiye iyice yönelinmiş, davranışlar yoğunlaşmış, hatta kalıcı hale gelmiştir. Artık, iltizam, müktesebata sarılma vaki olur ve bilgilere uygun yaşamak gerçekleşir.

Bu beş mertebe aşılmadan bu basamağa gelinirse, diğer mertebelerden bir çoğunda olduğu gibi buradan da kötü sonuçlar çıkar; “TAASSUP (aşırı, ölçüsüz, ilmî tavırdan uzak bir bağlılık) hasıl olur.” Radikal davranışlar sergilenir. Şuurlu, dengeli bir hal yerine; itici, mantıkları zorlayan, intibakında zorluklar olan hareketler tezahür eder. Fakat, buraya, İLTİZAMA, fıtri olarak, basamaklar aşılarak gelindiğinde ise bilgili ve şuurlu bir tarafgirlik söz konusudur ki, bu gelinen seviye, oldukça kemalde bir merhaledir.

Genel olarak; düşüncelerin, davranışları etkilediği bilinirse de; dikkat edilirse burada, itikattan önce iltizam gelmektedir. Yani, B.S.Nursi’ye göre, davranışlar da düşünceleri, ciddi bir şekilde etkilemekte, kuvvetlendirmektedirler. Bu durum, şimdiye kadar pek duyulmayan, üzerinde fazla durulmayan, ancak Bediüzzamanlık, âdeta O’na has önemli bir hakikattir. O’na göre: “Akâidî ve imanî meseleleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren ibadettir.” (bk.İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi, 22. Ayet Tefsiri) İbadetle, inançlar gelişir, kemâle erer, karakter haline dönüşür.

İnsanda, bu tarzda, âdeta inançlarını tesir altına alan, artık “Yaşadığı gibi düşünmeye başlar” diyebileceğimiz bir müspet etki oluşur. İltizamla gelinen basamakta, insan bütün lâtifeleriyle, iltizamın gereği olanları yaparken, diliyle bunu ifade ederken, hisleri bunları tezahür ettirirken, âdeta şartlı reflekslerle vücudunda maddî ve manevî biyolojik saatler oluşur. Evet “Herkes müşahedatına tâbidir.” İltizam ettiği şeyler, onun davranışlarını, hatta karakterini oluşturur. Her şeyi oluşan halet.i rûhiyesine göre görür, algılar. İltizamıyla âdeta bütünleşir. Böylece “İbadet eden, mahlukatın ibadetini görür.” mânâsı gerçekleşir. Tabi ki, ihlas düsturlarını ezberden sayan, fakat, tatbik edemeyen bir insan bu mertebeye gelememiştir.

İslâmiyet’i, sünnete uygun, tam anlamıyla yaşamak, yaşayabilmek; iltizamın en iyi bir tezahürüdür.

7. İTİKAD (Samimi inanma, inanç halinin zihinde kesinleşmiş hali):

En üst mertebedeki bilgi olan "itikat", en sonra gelir. Bu mertebede insan zirveye, kemale ulaşır. İnsan, tek başına İtikat ile, salabet’i (bilgiye uymada ciddiyet, sağlamlık) elde eder. Veysel Karani’nin, o harika duasında söyledikleri, bu mertebeye gelişin farklı ifadeleri olsa gerektir. (Sözler)

Bilginin yaptırım gücüne ulaşması, davranış kalitesinin artması hep yukarıda anlatılan basamakların sıhhatli olarak aşılması, yaşanması ile alakalı ve doğru orantılıdır. Zihin önemli bir hazinedir. Ancak onun yapısında bu basamaklara riayetle ilgili zarurî bir usul vardır.

Bediüzzaman’ın “Niyet, bir cihetle fıtrî amelin ölümüdür.” fikrine burada yer vermek istiyorum. İnsanda itikat haline gelmeyen, refleks şekline dönüşemeyen düşünceler; ancak niyetle davranışa dönüşebiliyor ise “Niyet, bir cihetle fıtrî amelin ölümüdür." sözü gerçek oluyor demektir.

Hâlâ İtikada dönüşememiş, derinleşememiş, ilgili basamakları massederek aşamamış bilgiler yaptırım gücü bakımından çok zayıftırlar. Bu sebeple itikat seviyesindeki bir bilgi, en güçlü halde, yaptırım gücü en üst seviyede bulunmaktadır. Onun tezahürleri, reflekslerimiz gibi fıtrî haldedir. Tezahürü için ayrı bir düşünceye, niyete ihtiyaç yoktur.

Bu merhaledeki insan, Necip Fazıl’ın ifadesiyle: “Vazife, denince arkasına hiç bakmadan öne çıkıp vazifeye talip olur.” Düşünmeden, başkalarının vazifeye talip olup olmayacaklarına bakmadan, nefsinde bir çok mazeretler üretmeden hemen vazifeye talip olur.

Hz. Ebubekir (ra)’in, Miraç konusunda ASM.’ın söyledikleriyle ilgili olarak hiç düşünmeden, tetkik etmeden, âdeta refleks olarak: ”O söylemişse öyledir, ben O’nunla ilgili olarak daha ötelerine de inanıyorum.” mânâsında ifadeler kullanması, bu mânânın en güzel tezahürüdür denebilir. Fakat, bizler, çok delillere rağmen hâlâ tereddütler içindeysek, galiba biraz korkmamız lazım geldiğinin de farkında olmalıyız.

Bu mertebeleri başarıyla aşmak için;

• Her halükârda Sünnet-i Seniyyeye uymak, feraizi yapmak,

• Bilhassa, namazı zamanında ve hatta vaktin evvelinde tadili erkânla kılıp, arkasından, sünnet olan tesbihatı yapmak,

• Özellikle, Dokuzuncu Söz, Beşinci Nükte'yi hatırlayarak namaz kılmak. “Akaidi ve imani hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke haline getiren ibadettir.” fikrini hiç unutmamak,

• Feraizi yapmak ve kebâirden mutlaka kaçmak,

• Bediüzzaman’ın sünnetten çıkardığı, tesbihatın arkasında bulunan altı duayı (Mümkünse akşam-yatsı arası) okumak,

• Tahiyyatı okurken R.Nur'da küllî hale getirilen selamı hatırlamak,

• Yatarken, Hizbü'l-Hakaik'teki tövbeyi Bediüzzaman gibi, sünnet niyetiyle yapmak,

• Hayatımızın en büyük gayesini, R.Nur ile İman ve Kur’ana hizmet bilmek,

• Önceliklerimize dikkat ederek mesai tanzimi yapmak,

• Küllî akıl ve dehâ gibi olan, ayetle emredilen, sünnette önemli yeri bulunan meşvereti, hayatımızın her safhasına hakim kılmak,

• Muhakkak cemaatle hareket etmek, cemaate dahil olmak,

• Marifetullahta terakki verecek Nurlu Eserleri okuyup, sohbetlerine katılmak; şahsen ve grupla RN. dersleri yapmak, yapılan derslere dahil olmak,

• Rükuda, secdelerde ve tesbihattaki sözleri iyi tahattur ederek söylemek,

• Allah’ı kusurlardan takdis edip kusurumuzu görebilmek, her şartta bunu kalpten söyleyebilmek, nefsimizi asla tezkiye etmemek,

• Acz , fakr, şefkat ve tefekkürü ana prensip edinip, şükür ehli olmak,

• İhlas Risalelerini sık sık okumak, düsturlarına sıkı sıkıya bağlanıp yaşamak,

• Haftanın belli günleri oruç tutmak, teheccüte kalkmak gibi hususlar, vb...

her halükârda düşünülmelidir.

(bk. Halil KÖPRÜCÜOĞLU, Bilginin Yaptırım Gücüne Ulaşması, Amele geçiş Mertebeleri, 26.7.2006, Karakalem.net)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun