Yunus suresi, 11 ve 12. ayetlerde geçen “kafa tutmak” “azmak” “duayı terk etmek” ne anlama gelir?
- Duayı terk etmek Allah’ı terk etmek midir ve gaflete dalmak mıdır?
Değerli kardeşimiz,
İlgili ayetlerin meali şöyledir:
“Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize kavuşmayı beklemeyenleri biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde (kendi başlarına) bırakırız."
"İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.” (Yunus, 10/11-12).
Azgınlık olarak tercüme ettiğimiz kelimenin aslı “tuğyan”dır. Tuğyan; taşkınlık, aşırılık, azgınlık, normalin dışına çıkmak manasına gelir. Söz konusu ayette Cenab-ı Hak şu mesajı veriyor:
“İmtihan gereği olarak, kişinin iyilik ve kötülüklerinin asıl karşılığını bulacağı yer öbür dünyadır. Ancak bazen bu dünyada da o karşılığı veriyoruz. Tarih boyunca hak yolda olan peygamberlerin ve onlara uyan müminlerin Allah’ın himayesini, yardımını görmeleri, karşı taraftaki inkârcı zalimlerin helak olması dünyadaki karşılığın birer örneğidir."
"Bununla beraber, eğer Allah, sözlü veya davranış biçimleriyle / hal dilleriyle hayrı istedikleri zaman insanlara -ahiret mükâfatının bir numunesi nevinden- dünyada güzel bir karşılık verdiği gibi, kal veya hal diliyle yaptıkları kötülüklerin de bir kısım karşılıklarını verseydi, onların işi tamamen bitirilmiş olacaktı. Fakat bize kavuşmayı beklemeyenleri biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde (kendi başlarına) bırakırız. Yani, dünyada biraz daha şımarıklık yapmalarına, bulundukları azgın yollardaki taşkınlıklarına biraz daha devam etmelerine fırsat veririz. Ne de olsa ahirette işlerini bitireceğiz. Çünkü bizim onları imhal etmemiz / mühlet vermemiz onları ihmal ettiğimiz anlamına gelmez...”
Dua ile ilgili ayetin ifadesi ise, şöyle açıklanabilir:
Burada insanların nankörlükleri dillendirilmekte, vurdumduymaz tavırları yüzlerine vurulmaktadır. Bu husus, bazı insanların Allah’a muhtaç olduğunu fark ettiği sıkıntılı anlarında takındığı olumlu tavır ile, bu ihtiyacını hissetmediği zamanlardaki patavatsız tavrı arasında bir karşılaştırma yapılarak, doğrunun görülmesine imkân verilmiştir. “İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder...” mealindeki ayetin ifadesi, genel olarak insanların gösterdiği âciz kulluk tavrını yansıtmaktadır. Ayetin “Fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider.” mealindeki ifadesi ise, gaflet içerisinde yüzen, nankörlüğü meslek haline getiren ekser insanların gösterdiği vurdumduymaz tavırları tasvir edilmiştir.
Bu tavrı şöyle bir misalle canlandırmak mümkündür: Bir gün önce denizde boğulmak üzere olduğunuz bir anda bütün benliğinizle yalvarıp kurtarmasını istediğiniz bir adam, sizi boğulmaktan kurtardıktan bir gün sonra karşılaştığınızda, sanki ne o sizi görmüş, ne de siz onu görmüşsünüz. Sanki siz asla denizde boğulmak gibi bir tehlike atlatmamışsınız ve sanki karşınızdaki adam denizden sizi kurtarmamıştır.. Ve siz onu tanımazlıktan geldiniz ve selam bile vermeyi düşünmediniz... Elbette, bu pişkince nankör tavır, ne kadar çirkin, alçak bir halet-i ruhiyenin ürünü olduğunu herkes bilir. İşte ayetteki tasvir bunun bir milyon kat üzerinde bir çirkinliği ifade etmektedir. Çünkü, insanın bu tavrı, Allah’ın kendisine ikram ettiği sayılamayacak kadar nimete karşı yapılan bir nankörlüktür.
Bu iki tavrın bir diğer ifadesi aşağıda meali verilen ayette yer almıştır:
“Biz insana nimet verdiğimizde o, şükürden yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fakat kendisine sıkıntı dokununca, bir de bakarsın uzun uzun yalvarır durur.” (Fussilet, 41/51).
Bu nankör tavır ehl-i dalalet ve bir kısım ehl-i gaflete aittir.
Hidayet üzere olan, gafletten uzak duran şuur sahibi müminlerin tavrı ise, çok farklıdır. Şu hadis-i şerif bunu şöyle tasvir etmektedir. Hz. Peygamber (asm) buyuruyor:
“Müminin durumu ne güzeldir; Allah’ın hakkında verdiği hükmü ne olursa olsun, onun hayrınadır; eğer başına bir sıkıntı gelirse, buna sabreder ve bu iş kendi hayrına olur. Şayet kendisine neşe dolu bir durum söz konusu olursa, buna şükreder ve bu iş de kendi hayrına olur. Ve bu durum sadece müminler için söz konusudur.” (Müslim, Zuhd, 64)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Ğaşiye suresi 8-14. ayetlerine göre, insanın sadece yüksek cennette mutlu olacağı anlamına mı gelir?
- Fatih başta olmak üzere, bazı Osmanlı padişahlarının yurt dışından ressamlar getirterek resimlerini yaptırdıklarını duyuyoruz. Bunlar doğru mudur?
- “Dünya içinde her yükselttiğini aşağı indirmek, Allah’ın bir kanunudur.” anlamına gelen hadis ile Peygamberimiz'in anlatmak istediği nedir?
- "İbrahim, soyumdan da önderler yap deyince, Allah, zalimler önder olamaz, buyurmuştu." (Bakara, 2/124) ayetine rağmen, Hz. İbrahim'in soyundan peygamberlerin gönderilmesini nasıl anlamamız gerekir?
- Müslümanın çok fazla inceleyip düşünmesinin zararına olacağı hakkında bir hadis var mıydı?
- Esved b. Yezid b. Kays en-Nehai hakkında bilgi verir misiniz?
- Mehmet Emin Tokadi Hazretleri hakkında bilgi verir misiniz?
- “Allah varsa, var olan görülür” “Şeytan ateşten yaratılmıştır. Ateş ateşi yakmaz?” “Cüz'i irade var diyorsun. Her şeyin yaratıcısı Allah ise insan ne yapabilir?” şeklindeki sorulara cevap veren Ebu Hanife midir, yoksa Şems-i Tebrizi midir?
- Bilgisayar ve televizyon başında vakit geçirip çok geç yatıyorum. Dinimizce geç yatmanın hükmü nedir?
- Peygamberlerin hayatlarında "Hayr-i kesir için şerr-i kalil irtikab edilir." yahut "ehven-i şerri ihtiyar" prensibine örnek gösterilebilecek bir olay var mıdır?