Fatih başta olmak üzere, bazı Osmanlı padişahlarının yurt dışından ressamlar getirterek resimlerini yaptırdıklarını duyuyoruz. Bunlar doğru mudur?

Tarih: 04.01.2011 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

 - Eğer doğru ise, İslâm hukukunda resim yasağı ile ilgili hükümlerle nasıl bağdaştırırsınız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Konuyu değişik açılardan ele almakta yarar vardır:

Evvela, İslâm hukukunda resim (gölgeli gölgesiz) yapmanın hükümlerini özetleyelim. Konu ile ilgili

"Allah kıyamette resim yapanlardan, ceza olarak, yaptığı şeye hayat vermesini isteyecektir; fakat o buna asla muvaffak olamayacaktır." 

"Melekler, içinde resim, köpek ve cünüp insan bulunan evlere girmezler."

ve benzeri manalarda hadisler bulunmaktadır.

Bu hadisleri değerlendiren ve İslâm hukukunun resmi neden yasakladığını inceleyen müçtehid hukukçular, neticede şu kararı vermişlerdir:

Ağaç, dağ, taş, manzara ve benzeri şeylerin resimleri kesinlikle mübâhdır. Ayrıca vesikalık fotoğraflar gibi, hilkati tam olmayarak bedenin bir kısmına ait olan canlıların (hayvan olsun, insan olsun) resimlerinin de hem yapılmaları ve hem de kullanılmaları caizdir.

Bir diğer konu da, suretin görülemeyecek kadar küçük olmasıdır ki, bu da caiz görülmektedir. Bazı mühürler ve paralardaki resimler gibi. İslâm hukukçularının fikir ayrılığına düştükleri konu ise şudur: Canlı varlıkların hilkati tam olanlar, yani bedeni tam yansıtan resimler (fıkıh kitaplarındaki ifadesiyle hayatı mümkün kılacak bütün azaları ihtiva eden resimler), Şafii hukukçuların çoğunluğu başta olmak üzere, bir kısım İslâm hukukçuları tarafından caiz görülmemiştir; Hanefi hukukçuların başını çektiği bazı İslâm hukukçuları ise, hürmet ve ta'zim manasını ifade etmemek şartıyla mekruh görmekle beraber caizdir, demişlerdir. Ancak bu hususun, namaz kılınacak yerlerle alakalı yasak ile karıştırılmaması gerekmektedir.

Bu esas fikirlere dayanan Ebüssuud Efendi şu fetvasını kaleme almıştır:

"Bazı zîruh şekli filoride tasvir olunduğu gibi, bazı Efrencî saatlerde tasvir olunmuş olsa, zikr olunan saat musallada olmakla salâtına kerahet terettüb eder mi? El-Cevâb: Suret büyük olmayıcak olmaz."

Osmanlı Devleti'nin son zamanlarındaki şu fetva ise, daha ayrıntılı olarak konuyu izah etmektedir:

"Edebi ve ilmî makalelerden istifade maksadıyla 'Resimli Kitap' gibi resimli mecmuaları evlerimizde bulunduruyoruz. Kitap içinde kapalı bulunan bu gibi canlı resimlerin evlerde bulunmasının dine karşı bir zararı var mıdır?"

"Cevâb: Caiz olmayan, namaz kılınacak yerde sureti açık olarak bir tarafa asmaktır. Ama kapalı olarak evlerde bulunması, ayakla basılan yerde nakış olarak yer alması caizdir. Bir de gayet küçük olup uzaktan bakıldığında azaları belli olmazsa yahut azaları tam olarak tasvir edilmiş değilse, o zaman alel-ıtlak mekruh kabul edilmez. Hürmet ve tazim maksadıyla suret bulunan odaya ise, rahmet melekleri girmez."

Burada şunu nazara vermek gerekir ki, zaman iyi bir müfessirdir; kaydını izhâr etse itiraz edilmez. Fıkha ait bazı hükümlerde zamanın tesiri önemlidir. Efendimiz (asm)'in İslamın ilk yıllarında şirke sebep olabileceğinden dolayı kabir ziyaretini yasak etmesi ve sonra serbest kılması buna misal olabilir. Aslında son naklettiğimiz fetva, meseleyi bütün yönleriyle halletmiş bulunmaktadır. İslâm hukukunun resim yasağının altında yatan en önemli sebep, putperestliği andıracak şekilde saygı için resim yapılması ve asılmasıdır. Yasağın tek sebebi, resimlere, suretlere ve heykellere tapmak yahut tapar derecede saygı göstermek endişesidir. Asrımızdaki bazı Mısır âlimleri ise, eski fetvaları aşacak şekilde şu görüşleri beyân etmişlerdir: Yasak olan sadece gölgeli resimlerdir; yani heykellerdir; kalemle çizilen veya makineyle çekilen fotoğraflar gibi gölgesiz resimler, caizdir.

İkinci olarak, II. Mahmûd'dan itibaren yapılan bazı icraatlar dışında, bütün Osmanlı tarihi boyunca, biraz evvel zikrettiğimiz İslâm hukukunun kaideleri açıktan ihlal edilmeyecek şekilde, resim ve ressamlara karşı muamele yürütülmüştür. Fâtih Sultân Mehmed'den itibaren Osmanlı Sarayı'na nakkaş denen ressâmiar vazifeli olarak girmişlerdir. Fâtih'in Sinan Bey isminde bir nakkaşı, İtalya'dan getirttiği Matteo Pasti ve Konstaniço ve 1479 yılında talep üzerine Venedik'ten gelen Jantil Bellini; Yavuz'un İran Seferinden dönerken getirdiği Şah Mehmed, Abdülgani ve Derviş Bey; Selim-nâme'deki minyatürleriyle bilinen Nakkaş Şükrü; Şemâil-i Osmaniye'yi kaleme alan Nakkaş Osman ve Surnâme'deki minyatürleri çizen Nakkaş Levnî, Osmanlı tarihi boyunca resim ve minyatürle meşgul olan çok sayıdaki sanatkârlardan bazılarıdır.

Bütün bu saydığımız sanatkârların eserleri, eğer resim şeklinde ise, bütün azaları gösterecek şekilde yapılmamış ve böylece şeri sınırlar içinde kalınmaya çalışılmıştır. Minyatür ise, zannediyoruz ki, resimle aynı tutulmamış ve İslâm hukukçularının caizdir dediği azaları tam belli olmayan gruba sokulmak istenmiştir. En azından, kapalı kalmak ve asılmamak şartıyla, bu manada canlı resimlerin, azaları tam olsa da yapılması caizdir diyen âlimlerin fetvaları esas alınmıştır. Zira yukarıdaki fetvada bunu anlatan cümleler, konumuz açısından önemlidir. Mühim olan tabloların tam resim olmamasıdır. Bildiğimiz kadarıyla, tablo şeklinde tam resim bulunmamaktadır. Kitapta kalmak şartıyla, zaten fetva verilmiştir.

Kanaatimize göre, Osmanlı âlimleri, şer’î sınırları geçen resimleri kabul etmemişlerdir. Son zamanlardaki bazı durumlar istisnalardır. Zira Kur'ân, put-perestliği yasakladığı gibi, putperestliğin bir nevi taklidi olan sûretperestliği de yasaklamaktadır. Avrupa medeniyeti ise, resimleri kendi güzelliklerinden sayıp Kur'ân'a karşı çıkmaktadır. Halbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya taş haline gelmiş bir zulüm (Lenin'in heykelleri gibi), ya cesed elbisesini giymiş riya veyahut tecessüm etmiş bir hevesdir (müstehcen dergilerdeki fotoğraflar gibi) ki, beşeri, zulme, riyaya ve hevâya, hevesi kamçılayıp teşvik eder.

Kaynaklar:

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Alfabetik İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kâmûsu I-V, İstanbul 1997, Haz. Sıtkı Gülle, c. V, sh. 252-262; Ahmed Lütfi, Tarih-i Lütfi, I-VIII, İstanbul 1290-1328, c. V, sh. 50-52; Ebüssuud Efendi, Fetâvâ, Süleymaniye kütp. Şehid Ali Paşa 1028, vrk. 274/b; Sırât-ı Müstakim, İstanbul 1327, c. I, sayı: 26 (27 Muharrem 1327), sh. 416; Ayntâbî Münîb Efendi, Siyer-i Kebir Tercümesi, c. II, İstanbul 1241, sh. 93-95; Ünver, A. Süheyl, Ressam Nakşî, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1949; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 616-621; Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Sözler Yayınevi, sh. 398-399; Atasoy, Nurhan, "Tasvir", İA, sh. 32-38; A. J. Wensink, "Suret", İA, sh. 48-51, Glück, Heinrich, "16-18. Yüzyıllarda Saray Sanatı ve Sanatçılarıyla Osmanlıların Avrupa Sanatları Bakımından Önemi, Belleten, e XXXII, sayı 127(1968), sh. 355-380; Eyice, Semavi, "Kanunî Sultân Süleyman'ın Yeni Bir Portresi", Belleten, c. XXXV, sayı 138(1971), sh. 213-215; Eyice, Semavi, "Sultân Cem'in Portreleri Hakkında", Belleten, c. XXXVII, sayı 145(1973), sh. 1-49.                           

(Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ – Doç. Dr. Said ÖZTÜRK, Bilinmeyen Osmanlı, s, 95-97)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun