Tevazu göstermekle kendine güvenmek duygularını nasıl dengede tutabiliriz?

Tarih: 28.09.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Güven duygusu ile tevazu arasında bir çelişki yoktur. Yeter ki  bu iki erdemin kaynağını yanlış tespit etmeyelim. Bizim anlayabildiğimiz kadarıyla, Allah’a ve ahirte gününe iman eden bir insanın güven duygusu da, tevazu duygusu da Allah’a göre şekillenir. Çünkü, insanın mütevazı olmasını sağlayan kulluk şuuru olduğu gibi, güvenini sağlayan da kulluk yaptığı Allah’a karşı beslediği husnüzandır, güzel duygulardır.

Buna göre inanan insanın kulluk şuurundan fışkıran tevazuu, bir pintilik, bir beceriksizlik, bir zafiyetin simgesi olmadığı gibi; Allah’tan ümit ettiği yardım ve inayetten ötürü kendisinde hissettiği güven duygusu da bir şımarıklık, bir gurur nişanesi değildir.

Kur’an-ı Kerim'de sıkça hatırlatılan “Allaha tevekkül” mesajı, müminin kendine olan güveninin kaynağı Allah olduğunu ders vermektedir.

(Resulüm! Yapacağın) işler hususunda onlarla istişâre et. Kararını verdiğin zaman da artık (çekingen davranma), Allah’a güven ve ona tevekkül et! Şüphesiz ki Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmran, 3/159)

mealindeki ayette adeta tevazu ile güven bir arada ders verilmiştir. Çünkü, maddî-manevî bir devlet reisi olan Hz. Peygamber (a.s.m)’in -vahyin olmadığı konularda- diğer insanlarla meşveret yapması çok güzel bir tevazuun belgesi olduğu gibi, işe karar verdikten sonra çekingen davranmayıp Allah’a olan bağlılığını pekiştiren bir tevekkül içerisinde gereken hedefe kilitlenmesi de bir güvenin nişanesidir.

Güvenin sınırı iki şekilde çizilmelidir.

Birincisi maddî sınır: Maddî bir alemde yaşayan insanoğlu, Allah’ın -Hakîm isminin bir tecellisi olan- sebepler dairesindeki carî olan kanunlarına riayet etmekle kazanılan bir güven duygusu isabetli bir duygu olur. Bu sebeplere riayet etmeden bir güven duygusuna kapılmak, realiteden değil hayalî bir kuruntudan kaynaklanır.

İkincisi manevî sınır: Kişinin kendine olan güveni Allah’a olan güveninden kaynaklandığı sürece, bu güven duygusu övgüye layık bir duygu olur. Allah’a olan irtibatın zayıflaması nispetinde bu güven nefsi okşayan bir gurura, temeli olmayan bir kuruntuya yol açar.

Tevazuun sınırını da iki şekilde değerlendirmek mümkündür:

Birincisi: Allah’la irtibatlı olarak gelişen tevazu. Bu kulluk şuurundan kaynaklanan ve Allah’ın büyüklüğünü kavramaktan ileri gelen, kendinde -bağımsız olarak- herhangi bir meziyet düşünmeyen kimselerin ortaya koyacağı tevazudur ki övgüye layık olan budur.

İkincisi: Allah’la irtibatlı olmayan, sebeplere karşı aşırı bağlılıktan kaynaklanan, her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında olan Allah’ı düşünmemekten beslenen, gafletin ürünü olan bir tevazudur ki, tevazudan çok dalkavukluk adına daha yakışır. Bunun sahibi, maksadına olaşmak için haysiyet ve onurunu ayaklar altına almaktan, en adi bir sebep karşısında zillet göstermekten asla çekinmez.

Ayrıca, yerine göre tevazu zillet, güven de gurur sayılır. Masası başında bir yetkilinin gösterdiği vakar ve o vakardan kaynaklanan güven duygusu övgüye değer iken, aynı tavrı evinde sergilediğinde şımarık bir pozisyona girer. Keza, bir yetkilinin çoluk çocuğu arasında gösterdiği tevazu takdire şayan bir erdemlik olduğu hâlde, aynı tavrını makamında göstermesi, tevazudan çok bir zillet ve pintilik ifadesi olur.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun