Sapığa, sarhoşa, din düşmanına rahmet dilenir mi?

Tarih: 20.09.2023 - 09:24 | Güncelleme:

Soru Detayı

1) Hayatı boyunca içki içmiş, zina yapmış bir Müslümana rahmet dilenir mi?
2) İnsanların itikadını bozan, Kaderi, Başörtüsünü, mezhepleri inkâr eden, sahabeyi küçük gören sapıklar zümresinden bir kimseye rahmet dilenir mi?
3 Ömrü boyunca Müslümanlarla mücadele etmiş din düşmanlığı yapmış kişiye rahmet dilenir mi?
4. Bidat ehline rahmet dilenir mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Mümin olmayanlar için rahmet dilenmez; hayatta iseler hidayet dilenir.

Bunların dışındakiler itikadda hataya, amelde günaha düşmüşlerdir. Ehl-i bidat hatalı anlayışlarıyla iman ehlidir. Günahkârlar ise inanır fakat çeşitli sebeplerle iman ve iradeleri nefislerine mağlup olur. Bunlara hayatlarında da vefatlarında da rahmet dilenir.

Bu kısa bilgiden sonra sorulara tek tek cevap vermeye çalışalım:

Soru 1:
Hayatı boyunca içki içmiş, zina yapmış bir Müslümana rahmet dilenir mi?

Cevap 1:

Bu soruda büyük günah işleyen bir Müslümana / mümine rahmetin dilenip dilenmediği soruluyor.

a) Evvela ehlisünnet âlimlerinin ittifakıyla büyük günahları işlemekle kimse dinden çıkmaz. Sorudaki “Müslüman” vasfı eğer hayattaki kimseler için söz konusu ise, bu kimlik devam ettiği sürece bu adama rahmet dilenebilir. Şayet bu vasıf ölmüş bir kimse için söz konusu ise, o kimsenin “kâfir olarak” öldüğüne dair herhangi kesin bir delil olmadığı sürece bu adam mümin kabul edilir ve rahmet dilenir.

b) Normal mümin bir kimsenin imanının olup olmadığı veya imanla ölüp ölmediği için gereken kriterler, büyük günah işlemiş bir mümin için de geçerlidir.

c) İslam’da şirkten sonra en büyük günah intihar etmektir. Bazı hadislerin zahir ifadeleri, intihar edenin küfre gireceğine delalet etmesine rağmen, dört mezhep âlimlerine göre, intihar eden adam kâfir olmaz, dinden çıkmaz, büyük günah işlemiş bir fasık kabul edilir, yıkanır ve -rahmet dilemeyi de barındıran- cenaze namazı kılınır (bk. el-Mevsuatu’l-Fıkhıyetu’l-Küveytiye, 6/291-292).

Demek bu sorunun cevabı “Evet, bu kimseye rahmet dilenir.” şeklindedir.

Soru 2:
İnsanların itikadını bozan, Kaderi, Başörtüsünü, mezhepleri inkâr eden, sahabeyi küçük gören sapıklar zümresinden bir kimseye rahmet dilenir mi?

Cevap 2:

Bu soruda hükümleri farklı açıklanmaya muhtaç olan konular sorulmuştur. Örneğin, “İnsanların itikadını bozmak” ifadesi açıklanmaya muhtaçtır. İtikadın sahası geniş olduğu gibi, “itikadı bozma” çabası da kişinin niyetine göre değişir. Buna göre:

a) Bazen olur ki, “insanların bozuk itikadı düzeltilirken” bu düzeltme işini bozmak olarak değerlendirenler olur. Özellikle bu asırda, çok çeşitli grupların bazı konularda farklı inançları vardır. Bu farklılık, haksız yere insanların birbirini tekfir etmelerine sebep olduğu açıkça görülmektedir.

“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek 'Sen mümin değilsin.' demeyin; çünkü Allah katında sayısız ganimetler vardır. Daha önceleri siz de böyleydiniz. Derken Allah size lütufta bulundu. Bu sebeple iyi anlayıp dinleyin. Hiç şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır." (Nisa, 4/94)

mealindeki ayette, insanlara zahirlerine göre muamele etmenin gereğine işaret edilmiştir.

Bir kimsenin iman getirdiğini gösteren ifadesinin doğru olmadığının ihtimali olsa bile -kuvvetli bir karine olmadığı sürece- bu ihtimale göre hareket etmenin suç olduğuna da işaret edilmiştir. Bilindiği üzere, İslam’da “bir şeyin hem haram hem de helal olma ihtimali olduğunda helal ciheti esas alınır.” Fıkıh kaynaklarında yer alan “Eşyada asıl olan ibahedir.” şeklindeki kural, söylediğimiz prensibin bir özetidir.

Buna göre, küfür-iman ihtimalinin eşit olduğu yerde “asıl olan imandır.”. Özellikle, Müslüman bir ülkede, Müslüman bir ilde, Müslüman bir mahallede yaşayan kimsenin -bir karine-i mânia olmadığı sürece- mümin olması esastır. Kaldı ki “Şeran bir adam, hiç melunları hatıra getirmeyip lanet etmese, (veya kâfir olanları tekfir etmezse) hiçbir zararı yok. Çünkü zemm ve lanet ise, medih ve muhabbet gibi değil; onlar amel-i salihte dahil olamaz. Eğer zararı varsa daha fenâ.” (bk. Nursi, Emirdağ Lahikası, 1/204)

b) Bedihi bir gerçektir ki, ameli hükümlerin de biri fiili biri itikadi olmak üzere iki ciheti vardır. Fiili ciheti terk eden fasık olur, itikadi ciheti terk eden ise dinden çıkar. Örneğin, namazı, orucu terk eden kimse -cumhur-u ulemaya göre- fasık olur; fakat bunların farz olduklarını inkâr etse dinden çıkar.

Buna rağmen, birçok hüküm itikadi açıdan da farklılık gösterdiği ve bundan ötürü kimsenin tekfir edilmediği bir hakikattir.

Ehliyetli kimselerin farklı içtihatları bunun delilidir. Örneğin, Vitir namazı Hanefilere (İmam-ı Azama) göre vaciptir. Diğerlerine göre sünnettir. Bu mesele itikadi olmasına rağmen, kendilerince müspet gerekçesi olduğundan dört mezhep âlimleri arasında bir sorun olarak görülmemiştir. Keza Şiilerin bir kısmı, ayakların yıkanmayıp mesh edilmesine inanırlar. Bu meseleden dolayı onlar bir tekfir damgasını yememişlerdir. Zira kıble ehline kafir denilmez.

c) Öyle anlaşılıyor ki, “Doğru İslamiyeti bulmak ve onu doğru anlamak” araştırılan İslami konuların doğru algılanması ve doğru yansıtılması için en önemli metottur. Konuyu Bediüzzaman hazretlerinden dinlemekte fayda vardır:

“Hem zaman-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize bildirmiyor ki; bir Müslüman muhakeme-i akliyesiyle başka bir dini, İslâmiyet'e tercih etmiş olsun ve delil ile başka bir dine dâhil olmuş olsun… Eğer biz, doğru İslâmiyet'i ve İslâmiyet'e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevç (topluluklar halinde İslamiyete) dâhil olacaklardır.” (Münazarat, s. 45-46)

d) Kaderi inkâr etmekle en meşhur olan grup mutezilelerdir. Mutezile mezhebi mensupları Müslüman olduklarını ifade etmektedirler. Ayrıca onlar kader ve diğer hususlardaki ayetleri inkâr etmiyorlar. Fakat Ehl-i sünnet çizgisi dışında bir yorum getirmektedirler. Bu bakımdan bu düşünceyi savunan insanlar tekfir edilmemiş, ehl-i bid'a olarak nitelenmiştir. Ehl-i Sünnet yahut ehl-i bidatten olup kıbleye yönelerek namaz kılan bütün Müslümanlara ehl-i kıble denilir. Ehl-i bidat mezheplerinden bazısının diğer Müslümanları tekfir etmesine rağmen, Ehl-i sünnet'e göre kim olursa olsun ehl-i kıbleden hiç kimse tekfir edilmez; onların arkasında namaz kılmamazlık edilmez; büyük günah da işleseler onların cenaze namazı kılınır ve hayır dua edilir. (İbn Mâce, Cenâiz, 31; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 32)

e) Ehli-i sünnetin önemli bir prensibi “Ehl-i kıble” nin tekfir edilmemesidir. Bu konuda geniş ve kapsamlı bir tanım şöyle yapılmıştır:

"Ehl-i kıble zarart-ı diniye üzerinde ittifak eden kimselerdir." (Ali el-Karı, Şerhu'l-Fıkhı'l Ekber, 139)

Bir rivayete göre Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Büyük günah da işleseler ehl-i kıbleyi tekfir etmeyin.” (Kenzu’l-ummal, 1078).

Hz. Cabir de bir soruya karşılık şöyle demiştir: “Ehl-i kıbleyi tekfir etmekten Allah’a sığınırım.” Ebu Yalâ ve Taberaninin/Kebirde zikrettiği bu hadis sahihtir. (bk. Mecmau’z-zevaid, 408)

Buna göre, başörtüyü inkâr edenler, eğer konuyla ilgili ayetleri veya mütevatir sahih hadisleri ve ümmetin icmaını reddederlerse, bu düşünceleri dini bir risk taşıyabilir. Şayet ayetteki emrin vücubu değil nedbi / sünneti ifade ettiğine samimi ve ilmi bir kanaate sahip olup ona göre farklı bir yorum yaparlarsa, bu yorum iyi olmamakla / hatalı olmakla beraber, tekfirin gerekçesi olmaz.

- Mezheplerin varlığı dinin temel esaslarından olmadığı bilinmektedir. Farklı mezheplerdeki farklı görüşlerin bulunması da konuya ışık tutmaktadır. Demek ki mezhepleri inkar etmek -büyük hata ise de- küfrün gerekçesi olmaz ve onlara rahmet dilenmeye engel değildir.

- “Sahabeyi küçük görmek, tahkir etmek” büyük bir dini risk taşımaktadır. Çünkü birçok ayette ve sahih hadis kaynaklarında sahabeye yapılan övgüler ortada iken, bu nasların aksine bir fikirde bulunmak, ilahî ve nebevî değerlendirmeleri hiçe saymak manasına gelir.

Bununla beraber, şu Bediane tespitler kulak ardı edilmemelidir:

"Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz." (Tevbe, 9/84) mealindeki ayet, o zamandaki ihbar-ı İlahî ile bilinen katî münafıklar demektir. Yoksa zan ile şüphe ile münafık deyip namaz kılmamak olmaz. Madem "Lâ ilahe illallah" der, (o halde) ehl-i kıbledir.” (Emirdağ Lahikası-1/78)

Soru 3:
Ömrü boyunca Müslümanlarla mücadele etmiş din düşmanlığı yapmış kişiye rahmet dilenir mi?

Cevap 3:

“Ömrü boyunca Müslümanlarla mücadele etmiş din düşmanlığı yapmış kişiye rahmet dilenir mi?” sorusunun detaylarında debelenen çağdaş yaralara da neşter vurmakta fayda vardır. Şöyle ki:

a) Bu sorunun cevabı, iman-küfür merkezine bakar. Eğer bir kimse İslam dinine karşı beslediği bir kin bir nefretle Müslümanlara karşı mücadele ediyorsa, bu kimsenin kâfir olmaması için hiçbir gerekçe yoktur.

b) Ancak, bazı Müslüman gruplara karşı yapılan mücadelenin çeşitli renkleri vardır. Örneğin; bir spor takımı dindar bir takıma karşı olumsuz bir mücadelede bulunsa bu mücadelenin iki ihtimali vardır:

Birincisi: Karşı takımın dindarlığından nefret ettiği için onların üzerinden dine karşı olan kin ve nefretini kusmak isteyebilir. Bu kimse için rahmet dilenmez.

İkincisi: Gerçekten ideolojik bir tarafı olmadığı hâlde, tesadüfen hasmının dindar kimliğe sahip olması söz konusudur. Fakat bu takımın dine karşı bir alerjisi olmadığı için, sırf hasmını mağlup etme arzusuyla mücadele vermiştir. Bunda tekfir gerekçesi olmadığı gibi, rahmet dilenmeye mani bir hâl de yoktur.

c) Bu konuya siyasi perspektiften de bakılabilir. Mesela:

Müslüman bir partiye karşı mücadele eden bir kimsenin bu duruşu iki ihtimale dayanır:

Birincisi: Bu kimse dine karşı beslediği kin ve nefretten ötürü, dindar kimselerin oluşturduğu bir partiye bütün benliğiyle karşı çıkar ve onların üzerinden dinden intikam almaya çalışır. Bu gibi insanlara elbette rahmet dilenmez.

İkincisi: O dindar partide bir menfaati olmadığı, dindar olmayan partinin yanında birçok menfaat elde etmek ümidiyle dindar olmayan kesimden yararlanmak adına dindar olan kesimi ezmeye çalışır. Bu şekilde davranan kimseler için fasık, zâlim denilebilir, fakat “küfür” damgasını vurmak doğru değildir. İmanlı olduğu sabit olduğu takdirde bu yanlış davranışı, kendisi için rahmet dilenmeye de mâni değildir.

d)  Bu konuyu asrın Tabib-i hazıkından öğrenelim:

“Bazı âyât ve ehadîs vardır ki; mutlakadır, külliye telakki edilmiş. Hem öyleler vardır ki; münteşire-i muvakkatadır, daime zannedilmiş. Hem mukayyede var, âmm hesab edilmiş.

Meselâ: Demiş bu şey küfürdür. Yani o sıfat imandan neş'et etmemiş, o sıfat kâfiredir. O haysiyet ile o zât küfretti (görünürde küfre bulaştı) denilir. Fakat mevsufu ise imandan neş'et ettikleri gibi ve imanın tereşşuhatına da hâize olan başka masume evsafa mâlik olduğundan, o zât kâfirdir denilmez. İllâ ki, o sıfat küfürden neş'et ettiği yakînen biline. Zira başka sebebden de neş'et edebilir. Sıfatın delaletinde (şekk) var. İmanın vücudunda da (yakîn) var. Şekk ise yakînin hükmünü izale etmez. Tekfire çabuk cüret edenler düşünsünler!(Sünuhat-Tuluat-İşarat, s. 16-17)

Özetle:

Bir kimsenin kişiliğini oluşturan imanın temel esasları söz konusu ise, o kimseden sudur eden küfür görünümlü bazı vasıflarından ötürü tekfir edilmez. Çünkü bir kâfirin bütün sıfatlarının her an kâfir olarak tezahür etmesi mümkün olmadığı gibi, bir müminin bütün sıfatlarının daima mümin olarak tecelli etmesi de mümkün değildir.

Bir kâfir -bir sıfat-ı mümine olan- doğru sözlü olmakla veya camiye gitmekle mümin olmadığı gibi, bir mümin de -bir lafza-i kâfire olan- yalan söylemekle veya kiliseye gitmekle kâfir olmaz.

Soru 4:
Bidat ehline rahmet dilenir mi?

Cevap 4:

Bunun önceki cevaplarda açıklaması geçmiştir. Bunun da özeti şudur:

Eğer bir bida kişiyi küfre götürürse, sahibi kâfir olduğundan kendisine rahmet dilenmez. Yok eğer küfre götürmüyorsa, sahibi fasık olsa da kâfir olmadığından kendisine rahmet dilenebilir.

Müşriklerin cehennemlik oldukları müminler nezdinde açıklık kazandıktan sonra, akraba bile olsalar peygamber de müminler de onların bağışlanmalarını dileyemezler. İbrahim’in babası için bağışlanma dilemesi, sadece daha önce ona verdiği vaatten dolayı idi. Ancak babasının Allah’ın düşmanı olduğunu kesin olarak anlayınca ondan uzaklaştı. İbrahim gerçekten çok ince ruhlu ve yufka yürekli idi.” (Tevbe, 9/113-114)

mealindeki ayetin izahında şunları söylemek mümkündür:

a) “Müşriklerin cehennemlik olması” demek, imansız ölüp kabre girmesi demektir. İlk muhataplar müşrikler olduğundan Kuran’da şirk kavramına sık sık vurgu yapılır.

Bu şirk kavramı hüküm bakımından küfrün bütün çeşitlerini içine almaktadır. Zira İslam’ın kapısı herkese açıktır. Küfrün hangi çeşidiyle gelirse gelsin, İslam bütün insanları kucaklar. 

Demek ki, dünyada şirkten ve her çeşit küfürden tövbe edip iman ettikten sonra İslam dairesinde yerini alır. Bunun aksine, müşrik olsun başka çeşit küfürden dinsiz olsun, kabre imansız girdikten sonra ebedi cehennemlik olur.

 b) Ayetin İbrahim’in babası için bağışlanma dilemesi, sadece daha önce ona verdiği vaatten dolayı idi” mealindeki cümlesi, iki şekilde anlamak mümkündür:

Birincisi: Hz. İbrahim, iman edeceğine dair kendisine söz veren babasının bu sözünden ötürü ona bağışlama duasını yapmıştır. Onun sözünde durup imana gelmesi için dua ile de babasına destek vermiştir.

İkincisi: Hz. İbrahim, iman etmesi için banasına bağışlanma duasını yapmıştır.

Bu her iki durumda da -Allah tarafından kendisine verilen bilgiden dolayı- babasının iman etmeyeceğini kesin olarak bildikten sonra bu duasından vazgeçmiş ve onunla bütün irtibatını koparmıştır. (bk. Razi, ilgili ayetlerin tefsiri)

c) “Müşriklerin cehennemlik oldukları müminler nezdinde açıklık kazandıktan sonra, akraba bile olsalar peygamber de müminler de onların bağışlanmalarını dileyemezler.” mealindeki ayetin ifadesinde karşıdaki insanın ancak kesin bilgi içeren delile dayalı olarak tekfir edilebileceği ve rahmetin dilenmeyeceğine işaret edilmiştir.

d) Bu ayetin verdiği dersi, “Amellerin niyetlere göre olduğunu” bildiren hadisten de takviye etmekte fayda vardır:

“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11)

Rahmet-Hidayet Kavramı

Karıştırılmaması gereken bir nokta da “hidayet dilemek ile rahmet dilemek” arasındaki farkı bilmektir.

Rahmet, Allah’ın affını, rızasını celp eden bir faktördür. Onun için kâfir için istenmez.

Hidayet ise, ıslah etmek, doğru yola götürmek, hak yolunda sabitkadem eylemek gibi manalara gelir. Rahmetin yolu hidayet yolundan geçer. Onun için kâfir, müşrik, ateist için hidayet dilemek doğru bir davranıştır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun