İnsanların dış görünüşlerine bakarak onları "Bunda iman ne gezer; dinsiz, imansız, zındık, fasık" gibi sıfatlarla isimlendirmek ne derece doğrudur?

Tarih: 27.09.2007 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

“ONDA İMAN ne gezer?”, “O imansızın teki.”, “Onda zerre kadar iman varsa, ben kafamı keserim.” gibi sözler, daha çok kızgınlık anında söylenmiş sözlerdir. Kızgınlık anında söylenen buna benzer öyle sözler vardır ki, insana ağır sorumluklular yükler ve büyük manevî kayıplar yaşatır.

Bir insan imanlı olarak biliniyorsa, Müslüman olarak tanınıyorsa, onun ağzından dine, iman aykırı bir söz çıkmadığı sürece, o kişi mü’mindir ve Müslüman’dır. Aksini düşünmek mümkün değildir. Mümkün olsa bile ispatı istenir. Şayet ispat edilemiyorsa, bu sefer söz döner, söyleyeni zor durumda bırakır, onu vebal altına sokar.

Yine bir insan kendi hür iradesini kullanır, iman sarayına “Lâ ilâhe illallah” diyerek girer ve o sarayda kalır. Kendi iradesiyle çıkmadıkça, onu kimse dinden çıkaramaz. Hiç kimse böyle bir yetkiye sahip değildir.

Bunun için bir mü’mine “imansız” demekle, o mü’min imandan çıkmış olmaz. Yani kendini mü’min ve Müslüman kabul eden bir kimseye, binlerce insan “imansız” dese bile, o kimsenin imanına bir şey olmaz, imanına bir zarar gelmez.

Kur’an bu gerçeğe şu âyetle işaret eder:

“Kalbi imanla huzura ermiş olduğu halde inkâra zorlanan kimse hariç, kim iman ettikten sonra kâfir olur ve gönül rızasıyla inkârı benimserse, öyleleri Allah’ın gazabına uğrar; onların hakkı büyük bir azaptır.” (Nahl, 16/106)

Bu açıdan mü’mini “imansızlıkla” suçlamak, sonuç itibariyle küfre girdiği, “kâfir” olduğu kanaatine varmak, söyleyenin imanını tehlikeye atar.

Bir Müslüman’a küfür isnadında bulunmaya dinî bir terim olarak “tekfir” denir. “Tekfir”, bir Müslüman’ı küfürle itham etmek, suçlamak, onun İslam’ın dışında olduğu kanaatine varmaktır.

İmam Gazali bu konuda şöyle der:

“Mü’min bir kişiyi tekfir etmek, o kişiyi öldürülmenin mubah olduğuna ve ebedî olarak cehennemde kalmasına hükmetmek demektir.” (İslam’da Müsamaha, s. 16)

Bir başka ifadesinde de

“Bir kimseyi tekfir etmek hukukî sonuçları doğuran dinî bir hükümdür. Çünkü bir kimse tekfir edilirse, o kişinin mal varlığı elinden alınır, kanının dökülmesi helal olur ve onun cehennemde ebedi olarak kalmasına hükmedilmiş olur. Diğer dinî hükümler gibi, bu da bazen kesin, bazen zanla bilinir. Bir insanın küfre girmesinde tereddüt varsa, küfürle suçlamayıp sessiz kalmak gerekir.” (İslam’da Müsamaha, s. 46)

Bir hadiste de Peygamberimiz (asm) imanın esasından üç şeyi sayarken, “Lâilâhe illallah diyenleri küfürle itham etmeyin” buyurarak, kelime-i tevhidi söyleyenlerin tekfir edilmemesini emreder.

Bir başka hadiste de “Lâilâhe illallah diyen kimseleri tekfir etmeyin. Böyle bir kimseyi tekfir edenler bilsinler ki, onlar, küfre girmeye, küfürle suçladıkları kimseden daha yakındır”. buyurur. (İsârü’l-Hak, s. 434-435)

Sahabiden Abdullah bin Cabir’e (r.a.) “Ehl-i kıble (mü’minler) tekfir edilir mi?” diye sorulunca, “Ehl-i kıbleyi (mü’minleri) tekfir etmekten Allah’a sığınırım.” demiştir. (İsârü’l-Hak, s. 434-435)

Bunun için mü’min “tekfir”den Allah’a sığınmalıdır. Çünkü bir mü’mini küfürle suçlamak hiçbir şeye benzemez. Allah korusun, ya suçlanan kişi veya söyleyen kimse bu sıfatı alabilir.

Ebu Zer’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Peygamberimiz (asm), böyle bir hatayı işleyenleri şiddetle uyarır:

“Kimse kimseyi fasıklıkla suçlamasın. Buna hakkı yoktur. Kimse kimseyi küfürle de suçlamasın. Şayet küfür suçlamasında bulunur da suçlanan kişide böyle bir sıfat yoksa, bu sıfat suçlayan kimseye döner.” (Buharî, Edeb 44)

Bu sebeple bazı müçtehit imamlar, başkasını küfürle suçlayan kimselerin İslam’ın dışına çıktıklarını bu hadis ve âyetleri delil getirerek hükmetmişler.

Fakat Ehl-i Sünnet imamlarının çoğu der ki: Başkasını değişik yollarla tekfir eden kimse, tekfir ettiği kişinin kâfir olduğuna kesin biçimde kalben inanmıyorsa kâfir olmaz, sadece günahkâr olur. (İsârü’l-Hak, s. 448)

Bediüzzaman Said Nursî de bir Müslüman’ı küfürle itham etmeye çabuk cüret edilmemesine dikkati çeker ve bir Müslüman’ı lânetlemenin ve tekfir etmenin sevaplı bir iş olmadığını söyleyerek bu konuda şu tespitte bulunur:

“Madem zemmetmemek (bir insanı kötülememek) ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î (dinî bir emir) yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-i şer’î (bir Müslüman’ı kötülemenin ve küfürle suçlamanın dinî bir hükmü) var."

“Zem ve tekfir eğer haksız olsa büyük zararı var. Eğer haklı ise hiç hayır ve sevap yok. Çünkü zemme ve tekfire müstahak hadsizdir (kötülüğü ve tekfiri pek çok insan hak ediyor). Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-i şer’î yok.” (Emirdağ Lahikası-I, s. 201)

O kadar zulüm ve işkenceye uğratıldığı halde bazı bilinen kişilere küfür isnat etmede titiz davranan; bunun yerine İslam’ın aleyhinde çalışan komitelere “zındık, dinsiz” kelimelerini kullanan Bediüzzaman, bu nazik meseleyi dört madde halinde şöyle ifade eder:

“Evvelen: Ben fıtratımda, ziyade şefkat itibariyle, eskiden beri sair âlimlere nispeten mümkün olduğu kadar tekfirden çekindiğimi beni tanıyan bilir."

“Saniyen: Mezheb-i Hanefi’de çok maddelere küfür denildiği halde, Mezheb-i Şafiî’de, o günahlara küfür denmez. Günah-ı kebire (büyük günah) denilir. Eğer sarih (açıkça) küfrü görse, o vakit hüküm eder. Ben Şafiî iken, yine tevili (yorumu) mümkün olsa, hüküm etmekten çekinirim. Çünkü tekfir, bana çok ağır geliyor."

“Salisen: Benim sarf ettiğim ‘zındık’ ve ‘dinsiz’ kelimelerini gizli ve şahsen tanımadığım ve kırk seneden beri bu millete, iman ve İslamiyet aleyhinde çalışmalarını bildiğim, kökü Avrupa’da bir komite efradına (fertlerine) diyorum. Bana zulüm edenlerin çoğunu, masumların hatırı için hakkımı onlara helal ediyorum. Yalnız bazen hiddet ettiğim vakit, ‘ehl-i dalalet (sapkınlık ehli)’ derim. Yani harekâtında (hareketlerinde) dalalet ve zulme ve fıska düşer, yoksa küfre düşer, demek değildir."

“Rabian: Gayr-i muayyen (tanınmayan) şahısları ve isimleri zikredilmeyen insanlara dair, bazı fena sıfatlar için, ‘Böyle yapan münafıktır veya dinsizliğe yardım eder veya kâfir olur’ denilse, hattâ gıybet dahi sayılmaz. Ve Kur’an-ı Hakim’de böyle müphem (bilinmeyen) şahıslar hakkındaki şiddetli tabirat gibi bir tabir olduğu halde, savcı o tabiratı kendine ve muayyen şahıslara alsa, kendi kendini tekfir eder. Bana ilişmesi bütün bütün kanunsuzdur.”

Bu açıdan hiç kimseye küfür isnadında bulunmamalı, ehl-i imanı tekfir etmemeli, mü’minleri imansızlıkla suçlamamalı, dikkatli davranmalı, kendi imanımızı tehlikeye sokacak sözlerden uzak durmalı.

Batıl bir mezhep olan Hâriciler Hz. Ali’yi küfürle itham ediyorlardı. Hz. Ali’nin kendisine Haricilerin kafir olup olmadıkları sorulduğunda, “Tekfirden sakınınız, hiç kimseyi küfürle itham etmeyin” demişti.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun