Sadece müctehid olan alimler mi içtihatlarında hata ederlerse bir, hata etmezlerse iki sevap alırlar?

Tarih: 25.02.2013 - 01:16 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Yani şu anda yaşayan alimler müctehit olmamalarına karşın bazı konularda içtihad etseler ve hataya düşseler onlar da bir sevap alır mı?

- Yahut cemaatlerin, tarikatlerin, teşkilatların istişare sonucunda vardıkları bir karar, yanlış olsa bu gruplar da isabetli karar aldıklarında iki, değilse bir sevap alırlar mı?

- Kısacası bu hadis hangi durumlar için geçerlidir, sadece müctehidler değilse?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

“Bir hâkim, verdiği hükümle ilgili yaptığı içtihadında isabet etse iki sevap, hata etse bir sevap kazanır.”

mealindeki hadis, bir çok sahih hadis kaynağında yer almış ve sahih olarak kabul edilmiştir. (Misal olarak bk. Buharî, İtisam 21; Müslim, Akdıye 6; Nesaî, Adabu’l-Kudat 3; Tirmizî, Ahkam 2; Ebu Davud, Akdıye 2;  İbn Mace, Ahkam 3)

İmam Nevevî’nin ifade ettiği gibi, bütün mesele, içtihat yapmaya ehil olan kimselerin içtihatlarına kulak vermektir. İşin ehli olanlar arasında var olan farklılıklar, münakaşa etme, birinin ötekini dışlama nedeni olarak değil, İslam’da önemli bir yere sahip olan insanın özgür iradesinin ve kolektif şuurun bir yansıması -deyim yerindeyse- yorumda çoğulculuk olarak görmek gerekir.

Verilen bir hükmün bir değer ifade etmesi için, hükmü veren kimsenin ehliyetli olması gerekir. Genel anlamda ehliyetli olan bir kimsenin -fıkhî anlamda- ıstılah olarak “müçtehit” unvanını alması şart değildir. Çünkü önemli olan ehliyettir. Ehliyet ise, verilen hüküm hakkında gereken bilgiye, ferasete ve sair donanıma  sahip olmak demektir. 

Bugün her doktorun İbn Sina veya Calinus gibi bir şöhrete sahip olması şart olmadığı gibi, bir hakimin, bir hakemin, bir yargıcın da içtihat hakkında meşhur müçtehitler gibi bir şöhrete sahip olması gerekmez. Kaldı ki fıkıh usulünde “Müctehid fil mesele.” ıstılahı da vardır ki bu, bir kimsenin hüküm verme salahiyetinde olması için -genel olarak her konuda içtihat yapabilecek konumda olması değil- ilgili meselede hüküm verebilecek donanıma sahip olmasının yeterli olduğu anlamına gelir.

Aşağıda meali verilen ayette hüküm verme makamında olan kimselerin -ille de müçtehit unvanlı değil- ehliyetli olmalarının gereğine vurgu yapılmıştır:

“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah semîdir, basîrdir / sözlerinizi de hükümlerinizi de hakkıyla işitir, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görür.”(Nisa, 4/58).

Görüldüğü gibi hüküm makamında olan kimseler için şart koşulan husus, ehliyet ve adalettir. Ehliyet işin ehli, işi bilen manasına gelir. Adalet kavramı ise, burada özellikle bilerek yanlış hüküm vermekten kaçınmaya işarettir.

Bu konuda gereken şartların ve kriterlerin malum ve maruf olan şekliyle “müçtehit olma”yı gerektirmediğini aşağıdaki şu hadis-i şerifin ifadelerinden de anlayabiliriz:

“Kadılar / hâkimler üç sınıftır. Biri kurtulur / cennete; ikisi cehenneme girer. (Allah rızasın için adaletin ortaya çıkması için değil de başka garaz ve gayeler için) Heva ve hevesine uyarak karar veren kadı / hâkim cehennemliktir. Konuyu bilmediği halde, hakkında hüküm everen (dolayısıyla cehaletinin kurbanı olan) kadı / hâkim de cehennemliktir. Hak ve hakikate uygun hüküm veren kadı / hâkim ise cennetliktir.” Taberanî’nin(el-Kebir, 13/131), Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiği bu hadis sahihtir.(bk. Heysemi, Zevaid, h. no. 6989).

Bu hadis-i şerif, bir açıdan yukarıdaki ayetin bir nevi açıklaması hükmündedir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun