Nahl Suresi, 101. Ayette, kâfirlere karşı yalancı olmadığını başka türlü neden anlatmıyor da sadece "Onların çoğu bilmezler..." deyip konu kapatılıyor?

Tarih: 28.05.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Nesih dediğimiz, bazı konuların hükmünün değiştirilmesi, örneğin kıblenin Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Harama çevrilmesi konusunda özellikle Yahudiler tarafından eleştirilmiştir.

- Abdullah b. Abbas’tan aktarıldığına göre, içinde biraz sert olan bir ifadeyi barındıran bir ayetten sonra, yumuşak bir mesajı ihtiva eden bir ayet indiğinde, Kureyş müşrikleri: “Vallahi Muhammed arkadaşlarıyla dalga geçiyor; bugün bir şey emrediyor, yarın onu yasaklıyor. Doğrusu o bütün bunları kendi kendine uyduruyor” diyorlardı (bk. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).

- Belagat muktezay-ı hale mutabakattır. Yani mevcut durumun şekline uygun olarak konuşmak esastır. Bu ayette Allah’ın bazı hükümleri kaldırıp yerine başka hükümleri getirmesini peygamberliğe yakıştırmayan, bu değişikliklerin bir iftira olduğunu söyleyen insanların varlığını bildiriyor. Bu bağlamda belagatın gereği olarak vurgulanması gereken şey, onları bir kere daha düşünmeye sevk edecek bir üslubun kullanılmasıdır. Bu da genel çizgileriyle onlara ayna görevi yapacak geniş kapsamlı bir terminolojiyi kullanmakla olur. Özellikle, ehl-i kitap olmakla kendilerini çok bilmiş olarak gören ve o tarzda konuşan insanların cahil olduklarını ilan etmek, gerçekten çok beliğ ve pek ince düşmüştür.

- Birilerine detaylı olarak cevap verilmesi gereken yalnız  “siz cahilsiniz” demekle yetinmek, onların kabil-i hitap olmadıklarına işarettir. Bu üslupta Hz. Peygamber (a.s.m)’e bir teselli sinyali de vardır. Bu üslupla âdeta şöyle denilmek isteniyor: “Neshin ne demek olduğunu bilmeyen, ondaki maslahatı kavramayan bu gibi heriflerin itirazları seni üzmesin. Hâlbuki bir doktor, bir gün önce hastasına verdiği bir ilacı ikinci günde tamamen vermeyebilir veya başka bir ilaçla değiştirebilir. Bu gibi değişikliğin hikmetini anlamayan kimse zaten kabil-i hitap değildir...”

- Kur’an’ı bir bütün olarak düşünmek lazımdır. Çünkü, mesele birdir; O da Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğu gerçeğidir. Bu konuya yapılan itirazlara verilen cevaplar farklı olmuştur. Bazı yerlerde açık cevaplar verilirken, -burada olduğu gibi- bazı yerlerde de yapılan itirazın yersizliğinin çok açık olduğunu, bunun cehaletten kaynaklandığını göstermek adına, detaylı cevap vermemekle cevap vermeyi tercih etmiştir. Evet, Kur’an’ın susması da büyük bir sözdür.

- Bununla beraber, bu ayetin ardından gelen ayette daha farklı bir cevap da verilmiştir. Onların cahil bir güruh olduğunun altı çizildikten sonra 102. ayette Kur’an’ın mahiyeti itibariyle uydurma bir kitap olamayacağı, bilakis Allah’tan gelen bir kitap olduğu hususuna vurgu yapılmıştır. Ayetin meali şöyledir:

"Söyle onlara: İman edenlere tam bir sebat vermek, Allah’a teslimiyet gösteren Müslümanlara bir hidayet ve müjde olmak üzere Kur’an’ı Rabbin tarafından gerçek olarak getiren Ruhü’l-kudüstür." (Nahl, 16/102).

Burada “Rabbin” tabiri Hz. Muhammed (a.s.m)’in peygamberliğine bir sinyal göndermeye yöneliktir. Ortaya koyduğu güvenilir, emin, dürüst kişiliğiyle Allah’a iftira edecek bir insan olmadığına, samimi inanç ve kulluk  tavrıyla Allah tarafından terbiye edildiğinin sinyalini veren karakteriyle cahil olmayanların, onun açıkça peygamber olduğuna iman ettiklerine işaret edilmiştir. “Ruhü’l-kudüs” tabirinin kullanılması, Kur’an’da asla yanlış, hata diye bir şeyin olamayacağına işarettir. “hak / gerçek” kelimesi ise, gerçekle yanlışı fark etmeyenlerin cahil olduklarına, “Müslümanlara bir hidayet ve müjde..” tabiri ise, Kur’an’ın hak  ve hakikat olduğuna iman eden nice kimselerin var olduğuna işarettir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun