Kuranın dil bilgisi yapısı tanrısallığa uyuyor mu?

Tarih: 30.03.2023 - 16:42 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Neden Kuran’daki dil bilgisinin tanrısallık iddiasına uymaz ve Kuran’da ekber sözcüğü en büyük anlamında değil de daha büyük anlamındadır.
İddialar;
1) Kısa surelerin Kuran’daki yazım şekilleri ve dilbilgisi ilginç şekilde farklıdır. Bir de bakınız Şems suresinden örnek koyarak devam edeyim.
Şems 5: Ves semâi ve mâ benâhâ. Ve göğe ve bina eden şeye (serene)
Şems 6: Vel ardı ve mâ tahâhâ. Ve yeryüzüne ve onun yayıp seren şeye (serene)
- Buradaki eylemi yapan özneyi karşılayan zamir kelimesi (ma) şey olarak yazılmıştır ve özellikle cansızlar, bitkiler ve hayvanlar ve genel anlamda yaratılmışlık vasfına sahip varlıklar için kullanılan zamir olduğunu düşününce, tanrı kavramının tek, yarattıklarına benzemezlik, ayrıca zamir olarak sadece erkeklere has (o-onu) kelimeleriyle özdeşleştiğini inanç ve Kuran’ın kullanım dili olarak düşündüğümüzde, şey (ma) ile özdeşleşmiş bu cümleler bu kurala ve Kuran’ın diline ve tanrısallık iddiasına uymadığını fark ediyoruz.
- Buradaki cümlelerde tanrı yarattıklarıyla eş bir konuma indirgenmekte ve üstünlük vasfı olmayan herhangi bir varlıkla eş, eşit bir konumda karşımıza çıkmakta varlık anlamında.
2) Şems suresinde 13. ayette doğrudan Allah ismiyle karşılaşmazsınız. Orada da yine ilahın (Allah’ın) resulü ve ilahın (Allah’ın) devesidir yazım olarak.
- Bu zamir olarak farklı yazım, Kuran’ın tanrı kavramından (şey-herhangi bir varlık) bahsetmesi Kuran diline ve inanç kurallarına tamamen aykırı bir durumdur.
3) Sadece şems değil bu yazım farklılığı birkaç yerde var, genelde şu bir şeyler üstüne yemin etmeyle girilen surelerin başında rastlanıyor ki surelerin kiminde böyle yeminlerle giriş varken kimine dümdüz dalar, kimine mukatta harfleri denilen tarzla giriş yapar ve aslında dilbilgisi ve yazım olarak birbiriyle uymayan tarzdadır.
4) Allahu ekber için ise; Kuran içerisinde Kebir = Büyük. Ekber = Daha büyük. Kübbara = Büsbüyük, Çokbüyük Kübra = Enbüyük.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Bu konuyu birkaç madde hâlinde izah etmekte fayda vardır:

a) Burada “Mâ” edatı zata değil onun vasfiyetine dairdir. Buna göre ilgili ayetlerin meali şöyledir:

“Göğe ve onu yapan o sonsuz kudret sahibi büyük yaratıcıya yemin olsun. Yere ve harika bir tarzda onu düzenleyip döşeyen baniye yemin olsun... Nefse ve onu hikmetle donatıp tesviye eden parlak hikmet sahibi hekime yemin olsun.”

Demek, bu ayetlerde Zât-ı akdese değil, yapılan işin harikalığını seslendiren vasıflara ve sıfatlara yer verilmiştir.(1)

b) Arapça dilbilgisi kurallarına göre, bazen “mâ” da “men” manasına gelip şuurlular için de kullanılır. Mesela: “hoşunuza giden şeyi.” (Nisa, 4/3), “Babalarınızın nikahladığı şeyi (mâ) nikahlamayın.” (Nisa, 4/22) mealindeki “mâ nekeha” ayetinde de “mâ” şuurlu varlık olan kadınlar için kullanılmıştır. “Babaya ve onun yaptığı veledine / evladına(2) yemin olsun” ayetinde de “mâ veled” cümlesindeki “mâ”, “men” yerinde kullanılmıştır.(3)

c) Ayetlerdeki “mâ” ma-i masdariye de olabilir. Buna göre ayetin manası: “Göğe ve onun (harika) binasına / yapısına yemin olsun.” şeklinde olur.(4)

d) Bu ayetlerdeki “mâ” edatı “mâ-i mevsule” de olabilir. Bu manasıyla hem vasfiyete hem de kaseme konu olan şeylerin Allah’ın fiilleri olduğuna delalet etmektedir. “Benâhâ-Tahâhâ- Sevvâhâ” fiil cümleleri ise birer sıla cümlesidir. Bu tevile göre ilgili ayetlerin manası şöyle olur:

“Göğe ve onun yapısını teşkil eden binasına, yere ve onu döşeyen düzenine, nefse ve onu donatan manevi tesviyesine yemin olsun.”(5)

Cevap 2:

Buradaki iddia tuhaf bir hatanın neticesi olmuştur.

İddiada geçen, “Şems suresinde 13. ayette doğrudan Allah ismiyle karşılaşmazsınız. Orada da yine ilahın (Allah’ın) resulü ve ilahın (Allah’ın) devesidir yazım olarak” ifadesi, gerçekten çok garip ve pek tuhaf olmuştur. Zira: bu ayette “Allah” lafza-i celal iki defa sarahaten zikredilmiştir.

İlgili ayetin meali şöyledir:

Allah’ın elçisi onlara, 'Allah’ın (mucize olarak) verdiği deveye ve onun su hakkına dokunmayın.' demişti.” (Şems, 91/13)

Burada “ilah” demiyor, doğrudan “Allah’ın elçisi, Allah’ın devesi” diyor. Allah’ın elçisi, onun vahyi ile mümtaz bir makama geldiği gibi, Allah’ın devesi de onun elçisi vasıtasıyla mümtaz bir mevkiye konulmuş ve sınırları çizilmiş manevi bir korulukta tutulmuştur. Bu husus, devenin çevresinde tesis edilen emir ve yasaklar çerçevesinde kendini gösteren bir himaye ve bir inayettir.

Bu iş, bir anda zamansız meydana gelen bir tablo değil, uzun bir sürece ihtiyaç duyan bir sahnedir. Onun için -bilinen bir olay olduğu izlenimini vermek suretiyle- Allah’ın elçisinin bu emri tebliğ ettiğine ve bunun Allah’ın devesinin su içme sırasına riayet edilmesi olduğuna işaret edilmiştir.

Unutulmamalıdır ki, “Hasan’ın bahçesi” denildiği zaman, bahçeden önce Hasan akla gelir. “Allah’ın elçisi, Allah’ın devesi” bundan çok daha kuvvetli bir vurgudur. Düşünenlere ve düşünmek isteyenlere nice ibretler var. 

Cevap 3:

Kasemle başlayan surelerin üslubunu böyle hafife almak, milyonlarca ilim adamının oralarda gösterdiği mucizevi ifade tarzını hiç anlamamış olmakla ancak değerlendirilebilir.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle: “Evet, kasemat-ı Kur'aniye, nevm-i gaflette dalanlara kar'ul asadır.”(6)

Yani Kuran’daki yeminler, gaflet uykusunda olanları uyandırmak için kullanılan birer kapı tokmağıdır. Umarız ki, kalbimizin, aklımızın, fikrimizin kapılarını çalan bu harika üslup bizi de gaflet uykusundan kaldıracaktır. Ve biz de o zaman Şems suresindeki yeminlerle “Güneş'e, yedi renkli ışığına, Ay'ın geceleri Güneş'in yerine nasıl geçip bizi aydınlattığına, gece ve gündüzün nasıl meydana geldiğine, bu ve benzeri yüzlerce kozmik ve kozmolojik olayın Güneş sisteminde nasıl yaratıldığına” işaret eden bu harika üslubu -inşallah- anlamış olacağız.

Cevap 4:

Kuran’da ekber sözcüğü en büyük anlamında değil de daha büyük anlamındadır.

“Allahu ekber için ise; Kuran içerisinde Kebir = Büyük. Ekber = Daha büyük. Kübbara = Büsbüyük, Çok büyük Kübra = Enbüyük.” sorusuna gelince,

a) “...Ne yerde ne de gökte, zerre miktarı bir şey bile Rabb'inin bilgisi dışında kalmaz; bundan daha küçük veya daha büyük ne varsa istisnasız apaçık bir kitapta yazılıdır.” (Yunus, 10/61) mealindeki ayette “zerre miktarı” diye tercüme edilen sözcük “Atom miktarı” olarak da tercüme edilebilir. Zira, “zerre” Arapçada atom için de kullanılır.

Buna göre, yaklaşık 15 asır evvel, Kuran’da “atom üstü ve atom altı parçacıkların” varlığına işaret edilmiştir.

İşte bu ayette “ekber” kelimesi “daha büyük” manasında kullanılmıştır. 

b) Dil uzmanlarına göre, el takısı almış şekliyle “Allahu’l-ekber” doğru değildir. Çünkü bunun manası “Büyük olan Allah” anlamına gelir ki, -haşa- “Küçük olan Allah” anlamını da akla getirir.

- Allahu ekber ise, ismi tafdil olup bir harf-i cerle kullanılır. Fakat uzun olmaması için ekseriyetle bu harf-i cer hazfedilir. Buna göre, “Allahu Ekber”in aslı “Allahu Ekberu min külli şeyin” olup “Allah her şeyden daha büyüktür” manasına gelir. Allah’ın her şeyden büyük olması demek, “En büyük olması” demektir. 

- İsra suresinin son cümlesi “ve kebbirhu tekbirâ”nın manası: (Resulüm!) Allah’ın mukaddes zatını, isim ve sıfatlarını -kalbinle, aklınla, itikadınla ve organlarınla- tazim ile takdis et, tahmid ile tesbih et!” şeklindedir.

Bunun tekbir mefhumuyla manası özetle: “Allahu ekber, diyerek onu yücelt!” demektir.(7)

İlave bilgi için tıklayınız:

Kuran Allah'ın sözü olsaydı insanların sözlerine benzer miydi?

Kuran çok insanca mı?

Dipnotlar:

1) krş. Razi, ilgili yer.
2) Burada 4-5 tevil var, bk. Maverdi ilgili yer.
3) bk.Taberi, İbn Kesir, Kurtubi, Razi, Beyzavî, ilgili yer.
4) bk. İbn Kesir, ilgili yer.
5) bk. İbn Aşur, ilgili yer.
6) Muhakemat, s. 14.
7) bk. Kurtubi, ilgili yer.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun