Kur'an’ın değişmediğine şu anki gibi olduğuna bilimsel delil veya deliller var mı?

Kur'an’ın değişmediğine şu anki gibi olduğuna bilimsel delil veya deliller var mı?
Tarih: 20.09.2017 - 00:17 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kuran’ın değişmediğine şu anki gibi olduğuna bilimsel delil veya deliller var mı?
- Mevcut mushafların tarihlendirmeleri kaç tarihini gösteriyor?
- Sizden talep edilen fiziki kanıt talebidir. Ciddiyetle cevabınızı bekler kolay gelsin derim.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kur'an, sözlü kültürün hakim olduğu bir topluma inmiştir.

Sözlü kültürün hâkim olduğu toplumların en önemli özelliklerinin başında hafıza / bellek gelmektedir. Yani bu toplumlarda bilgi hafıza ile kayıt altına alınır ve sonraki nesillere aktarılır. Bilginin depolandığı yer hafızadır.

Kur'an da indiği dönemin bu kültürel özelliğine bağlı olarak ilk önce hafızada kayıt altına alındı. İnen ayetler sahabe tarafından ezberlendi.

Ama bütün bunlara rağmen Hz. Peygamber (asm) sadece hafıza ile yetinmedi, aynı zamanda özel katipler görevlendirmek suretiyle vahiyleri yazı ile de kayıt altına aldırdı. Kur'an’ı sadece resmi görevli katipler değil, okuma yazma bilen sahabeler de kendilerine ait özel sahifeler tuttular.

Hz. Ebu Bekir döneminde dağınık olan bu malzemeler bir araya getirildi ve nihayet Hz. Osman zamanında iki kapak arasında mushaf haline getirildi.

Sonraki süreçte yazının gelişimine bağlı olarak Kur'an yazımı genişledi. Gelecek nesillere hem yazı olarak hem de söz olarak Mushaf yani Kur'an aynen aktarıldı.

Bugün hafızlar sadece Mushaf'tan değil, aynı zamanda bir hoca nezaretinde Kur'an’ı ezberlemektedir.

Yazılı kültür bu kadar gelişmesine rağmen Kur'an hâlâ iki yönlü kayıt altına alınmaktadır. Bugün Kur'an’ın eksiksiz bir şekilde nasıl ezberleyip titiz davranıyor isek, o gün de aynı titizlik ve hassasiyet vardı.

Diğer yandan son dönemlerde Kur'an yazmalarına yönelik araştırmalar, elimizdeki en eski nüshanın hicri birinci asrın başlarına kadar gittiğini ve bu Mushafların Hz. Osman’ın çoğaltmış olduğu Mushaflardan istinsah edildiğini ortaya koymaktadır.

Bu Mushaflar bugün elimizde olan Mushaflardan hiçbir farkının olmadığını da net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu konuda Tayyar Altıkulaç'ın yayınlamış olduğu Mushaflara bakılabilir. (Dr. Tayyar ALTIKULAÇ, Günümüze Ulaşan Mesâhif-i Kadîme: İlk Mushaflar Üzerine Bir İnceleme)

Sonuç itibariyle bilimsel ve fiziki delil, bugün devam eden hafızlık müessesesi ve elimizdeki en eski nüshaların elimizdeki nüshalarla aynilik arzetmesidir.

Ayrıca şu bilgileri de okumanızı tavsiye ederiz:

Bu konu, çok kapsamlı ve külliyetli bir konu olduğu için, bütün cihetlerini burada yazmak mümkün değildir. Biz sadece maddeler halinde birkaç noktasına işaret edelim. Maddi sebeplere geçmeden önce bilinmelidir ki, Kuran Allah'ın teminatı altındadır. Zira Allah, "Kur'anı biz indirdik ve biz muhafaza edeceğiz." (bk. Hicr, 15/9) demektedir. Maddi ve beşeri sebeplere gelince;

1) Kur’an’ın Hz. Ebu Bekir ve Hz. Osman (ra) döneminde kayda alınmış ve yazdırılmış orijinal nüshaları elimizde mevcuttur. Üstelik bu nüshalar bütün sahabelerin onayı ve nezareti altında yazılmıştır. Ömürlerini hakka ve doğruluğa adamış yüz yirmi dört bin sahabenin, uğrunda öldükleri kitabın tahrif edilmesine göz yummaları mümkün değildir.

2) Şayet bu hususta bir ihtilaf ve itiraz vuku bulmuş olsa idi, yani sahabeler döneminde Kur’an’ın bir harfi değiştirildi diye bir olay ya da ihtilaf olmuş olsa idi, tarihler bunu şaşalı bir şekilde ilan ederlerdi. Zira o dönemde de Kur’an düşmanı kâfirler ve münafıklar bulunmaktaydı. Onlardan bile böyle bir iddia sadır olmamıştır.

3) Hadis ilminde olduğu gibi, rivayet ilmi, yani ayet ve hadislerin gelecek nesillere aktarılmasında müthiş bir ilim ve disiplin oluşturulmuştur. Öyle ki değil ayeti Peygamber Efendimiz (asm)'in en küçük tavır ve hareketi bile kayıt ve muhafaza altına alınmış ve bunun kritiği mükemmel bir disiplin ile incelenmiş ve zabıt altına alınmıştır. Böyle hassasiyetli bir neslin ve ilmin, Kur’an üzerinde yapılan bir tahrifata kayıtsız kalması kabil değildir.

4) İnsanlık tarihinin tespit ve tahlili belli metotlarla günümüze gelmiştir. Üstelik bu tarih ayet ve hadis kadar günümüze yakın değil ve onun kadar sıkı bir tahlil ve disiplinden geçmemiştir. Hâl böyle iken Roma dönemine ait bir çok büyük hadise şeksiz ve şüphesiz tarih kitaplarında doğru olarak kabul edilirken, ondan yüz defa daha kati ve daha musaddak olan Kur’an hakkında şüphe içinde olmak, tutarsızlık ve hezeyan olur.

5) Kur’an üzerinde tahrifatın olmadığı hususunda dost ve düşman külliyen ittifak etmiştir. En azılı İslam düşmanları bile Kur’an üzerinde tahrifatın olduğunu iddia etmiyor ve edemiyor. Hâl böyle iken bu ittifaka bakmayarak şek ve şüpheye düşmek ruhi bir marazdan ötürüdür.

6) Kur’an’ın yedi yönü ile mucize olması, onun bir zırhı olup tahrifatına set oluyor. Nasıl harici ve değersiz bir demir parçası, elmas ve altınların yanında sırıtır ve kendini ele verir, aynı şekilde beşeri kelam ve sözler de Kur’an ayetlerinin yanında gayet basit ve suni kalacağı için, elbette kendini bunca insana yutturamaz. Üstelik bu insanlar içinde dil alimlerinden tutun da her türlü sahada mütehassıs allemeler bulunuyor, onların külli nazarından böyle bir yutturmacanın geçmesi kabil değildir.

Kur’an’nın yedi yönü ile mucize olması Risale-i Nurlarda kati bir şekilde izah ve ispat edildiği için, tafsilatını oraya havale ederek sadece başlıklar halinde o yedi mucizeyi şu şekilde takdim ederiz:

Kuran'nın yedi külli mucize yönü:

1. Lafzındaki fesahat-i harikası.
2. Nazmındaki cezalet-i harikası.
3. Câmiiyet-i harikuladesi.
4. Derece-i i’cazda belagat-i Kuraniye.
5. Üslup ve îcâzındaki câmiiyeti.
6. İhbârât-ı gaybiyesi.
7. Fezlekesi ve meseleleri özetlemesi.

7) Ayrıca Kur’an içinde kırka yakın mucizeler ilmi bir titizlikle tespit ve tayin edilmiştir, şöyle ki:

1. Manasındaki belagatı,
2. Nazmın cezaleti,
3. Hüsn-ü metaneti,
4. Üslûplarının bedâati,
5. Garipliği,
6. Müstahsenliği,
7. Beyanının beraati,
8. Fâik ve Üstünlüğü,
9. Safveti,
10. Maânîsinin kuvveti,
11. Lâfzının fesahati,
12. Selâseti,
13. Lâfzındaki câmiiyeti,
14. Manasındaki câmiiyeti,
15. İlmindeki câmiiyeti,
16. Mebâhisindeki câmiiyeti,
17. Üslûp ve îcâzındaki câmiiyeti,
18. Üslûb-u Kur’ân’ın cem’iyeti
(Bir tek sûre veya ayet, kâinatı içine alan bahr-i muhit-i Kur’ânîyi içine alır.)
19. Âyât-ı Kur’âniye’nin câmiiyeti.("İstediğin her şey için, Kur’ân’dan her ne istersen al”)
20. İ’câzkârâne îcâzı. (Kâh olur ki, uzun bir silsilenin iki tarafını öyle bir tarzda zikreder ki, güzelce silsileyi gösterir.),
21. Câmi’ ve hârıktır,
22. Makàsıd-ı câmiiyeti,
23. Maânî-i câmiiyeti,
24. Esâlib-i câmiiyeti,
25. Letâif-i câmiiyeti,
26. Mehâsin-i câmiiyeti,
27. Mesâil-i câmiiyeti,
28. Maziye ait ihbârât-ı gaybiyesi,
29. İstikbale ait ihbârât-ı gaybiyesi,
30. Hakaik-ı İlâhiye’ye dair ihbârât-ı gaybiyesi,
31. Hakaik-ı kevniye’ye dair ihbârât-ı gaybiyesi,
32. Umur-u uhreviye’ye dair ihbârât-ı gaybiyesi,
33. Kur’ân’ın şebâbeti,
34. Tabakat-ı beşerin hususi hisse-i fehmi,
35. Heyet-i mecmuasında râik bir selâset,
36. Fâik bir selâmet,
37. Metin bir tesanüd,
38. Muhkem bir tenasüp,
39. Meziyet-i i’câziye,
40. Temsilat-ı Kur’aniye.

Bütün bu mucizelerin içinde beşerin adi ve basit uydurmaları elbette kendini açık edecek ve insanlara kendini pazarlayamayacaktır. Bu gibi düzmecelerin tefrik ve temyizi, Kur’an’nın parlak ifadeleri içinde çok kolay bir şekil olur.

8) Allah ayetlerinde açık bir şekilde kitabını muhafaza edeceğini deklare etmiş iken, şüphe etmek iman ile kabil olmaz. Nasıl insanlar Allah’ın tekvini ayetlerini taklit edemiyorlar ise, mesela elma, bal, yumurta gibi gıdaları yapamıyorlar ise, elbette kelam sıfatından gelen Kur’an ayetlerini de taklit edemezler. Elma, bal ve yumurta Allah’ın kudret sıfatının mucizeleri iken Fatiha, İhlas ve Kevser sureleri de kelam sıfatının mucizeleridir, her iki mucizeleri de taklit ve tahrif kabil değildir.

9) İki sadık şahit nasıl bir olayın vücudunu ispat etmekte kafi ise milyonlarca doğru ve sadık şahitlerin Kur’an üstündeki şehadetleri elbette onun tahrif ve tağyirden münezzeh olduğunu kati bir şekilde ispat eder. Bütün insanlığın nazarından ve gözünden bir hadiseyi saklamak ve onu başka bir şekilde insanlığa yutturmak mümkün değildir. Öyle ise imkan-ı zatı ile imkan-ı akliyi karıştırmamak gerekir. Bir şeyin zatında mümkün olması aklen vaki olmasını gerektirmez. Kaldı ki Allah Kur’an’nın tahrifini zatı noktasında da men etmiştir.

İmkan-i Zihni: Zatında mümkün olan bir şeyin, zihnen olmuş gibi kabul edilme hâlidir. Mesela, Karadeniz’in pekmez olmasını zatında mümkündür diye zihnen de pekmez kabul etmek akli bir hastalıktır. Bir şeyin zatında mümkün olması zihnende olmasını gerektirmez. Bizim bir şeyi zihnen kabul etmemiz bir delil ve burhan ile olabilir. Yani delil ve işaretler Karadeniz’in pekmeze dönüştüğünü gösteriyor ise ancak o zaman zihnen onun pekmez olduğunu kabul ederiz, yoksa delilsiz ve işaretsiz zatında mümkündür diye onu pekmez olarak kabul etmemiz bir hastalıktır. Bu yüzden imkan-ı zati ile imkan-ı zihniyi karıştırmamak gerekir.

İşte bu karıştırmadan dolayı, yani imkan-ı zati ile imkan-ı akliyi bir birine karıştıran "laedri" denilen septik (Şüpheciler) felsefe doğru bilgi diye bir şey yoktur, demek zorunda kalmışlar, her şeyi inkar etmişler.

Mesela, Karadeniz’in zatı itibarı ile pekmez olma ihtimali onun su olduğunu inkar ettiriyor. Bu sofastailer felsefe alemince bile ciddiye alınmamıştırlar. Aynı metot "Kur’an ya tahrif edilmiş ise" meselesinde de caridir. Elimizde bir delil ve işaret olmadan kafamıza gelen her imkanı vaki olarak kabul edecek olursak, ilim ve hakikat diye ortada bir şey kalmaz. Kaldı ki Allah’ın muhafazası olduğundan, Kur’an’nın tahrifi zatında bile mümkün değildir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kur'an-ı Kerim'in yazılması, toplanması ve kitap haline getirilmesi ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun