Kur'an’da geçen ve mucize olduğu söylenen parmak izinin M. Ö.den beri bilinen bir şey olduğu, dolaysıyla Kur'an’da böylesi bir mucizesinin bulunmadığı iddiasına ne dersiniz?

Tarih: 05.10.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Parmak izinin tarihçesiyle ilgili ortada dolaşan yorumları şöyle özetleyebiliriz:

a. Milattan önceki yüzyıllarda, mağara duvarlarında bulunan parmak izleri bu yöntemlerin ne kadar eski olduğunu hayal etmeye yardımcı olabilir sanırım. Mağara duvarlarına balçıkla parmak izleri bırakılmakta, sadece daha önce dost olduğu tespit edilmiş parmak izi sahipleri ikinci bir balçık deneyinden sonra mağaraya almışlardır. Yine milattan önceki yüzyıllarda Çinliler parmak izlerini güvenlik ve kimlik tespiti amacı ile kullanmışlardır.

b. Tarih öncesi devirlerden beri hatasız kimlik teşhisi yapabilmek için birçok yöntem kullanılmıştır. Suç işleyeni ifşa etmek amacıyla, damgalama veya elin üst kısmını metal kızgın bir mühürle dağlamak, eski uygarlıklarda kullanılmış olması buna örnek gösterilebilir. M.Ö 5000’li yıllara ait tarihi kalıntılarda parmak izi figürlerine rastlanmıştır. M.Ö 1750’li yıllarda Babiller ve M.Ö 600’lü yıllarda Çinlilerin özellikle sahtecilik olaylarını önlemek amacıyla parmak izlerini kullandıklarına dair tarihi vesikalar vardır.

Bu bilgiler şöyle de ifade edilmiştir: Sahtecilik olaylarını engellemek için parmak izinin imza yerine kullanımı M.Ö. 1742-1750 yıllarında Babil Krallığının Hammurabi yönetimi dönemine kadar uzanmaktadır.(Aylmer, 1987) Bu döneme ait çivi yazılarının bulunduğu topraktan yapılmış tabletler üzerinde parmak izi resimleri bulunmuştur. Bu şekilde insanlar eserin kendilerine ait olduğunu ispatlamaya çalışmış ve bu konuda olabilecek sahtecilik olaylarının önüne geçmeyi hedeflemişlerdir. Parmak izlerinin bu şekilde kullanılışı, Babillilerin parmak izinin “kişiye özel” olduğunu ve “değişmezlik” özelliklerini bildiklerini göstermektedir. Bu döneme ait çivi yazılarından Babillilerin gelişmiş bir medeniyete sahip oldukları, kamu yönetimi, matematik, astronomi, fizik, kimya ve diğer bazı bilimlerle ilgilendikleri anlaşılmaktadır. (Aylmer, 1987).

c. Tarih öncesi devirlerden beri insanlar kullandıkları el aletleri, silahlar ve eşyalar üzerine çeşitli resimler ve figürler çizmişlerdir. El ve parmak izleri de çok sık kullandıkları resim ve figürler arasındadır. Şimdiye kadar en eski parmak izi resmi 1939 yılında bulunan, Fransa’nın Britanya Yarımadası açıklarında neolitik devirden kalma (M.Ö. 5000) dolmenlerin üzerindeki resimlerdir. Eski Amerika’da “Nova Skotia” da Kızılderililer de el figürleri ve parmak izleriyle ilgilenmişlerdir. Bu döneme ait kayalar üzerine oyulmuş bir mezarda, el figürlerine ve bu figürlerdeki parmak uçlarında parmak izini oluşturan papil hatlarını gösteren çizgilere rastlanmıştır.

Soruda geçen konuyla ilgili yorumlar özetle böyledir.

(a) şıkkında yer alan bilgiler gerçekten çok tuhaf hayallere benziyor. Mağaralarda yaşayanların gelenin dost veya düşman olduğunu “parmak izinden” tespit ettikleri iddia etmek, oldukça hayalperestlik görünümünü sergilemektedir.

Evvela, mağaraya gelenleri yakından görmeden parmak izlerini nasıl alabilirler. Adamların yüzlerini gördükten sonra parmak izini almanın ne manası vardır. Ayrıca dışarıda parmak izini gösteren bir tablonun varlığını düşünelim, bu adama eğer ev sahiplerine zarar vermek için gelmişse, o parmağı yakından görmek için ev sahiplerinin dışarıya çıkıp onu görmeleri gerekir. Bu takdirde ölüme hedef olmaları içten bile değil.

Ayrıca yüzlerce insan o mağaralara gidebilir. Her biri defalarca gidebilir. Bu takdirde yüzlerce parmak izini gösteren yüzlerce parmak izi tablosunun olması gerekiyor. Bununla beraber bu yorumları yapan kimsenin de “Milattan önceki yüzyıllarda mağara duvarlarında bulunan parmak izleri bu yöntemlerin ne kadar eski olduğunu hayal etmeye yardımcı olabilir sanırım.” şeklindeki ifadesi, bu bilgilerin kesin olmadığını göstermektedir.

(b) şıkkında yer alan “Suç işleyeni ifşa etmek amacıyla, damgalama veya elin üst kısmını metal kızgın bir mühürle dağlamak eski uygarlıklarda kullanılmış.” ifadesinde bir gerçeklik payı olabilir. Fakat bu “damgalama” işini parmak iziyle ilişkilendirmek hiç de doğru bir argüman değildir. Çünkü, bir kişinin suçlu olduğunu -aleme ibret olsun diye- topluma ifşa etmek üzere bedenin herhangi bir yerini -sürekli iz bırakacak şekilde- damgalamak gizemli bir tarafı olmayan görünen bir işlemdir. Oysa, parmak izi yöntemi tamamen gizemli olan bir metottur.

“Çinlilerin özellikle sahtecilik olaylarını önlemek amacıyla parmak izlerini kullandıklarına dair tarihi vesikalar vardır.” ifadesi de doğrusu bize pek vesikalı olduğu intibaını vermemektedir.

(c) şıkkında en eski parmak izini gösteren resmin bulunduğu tarih 1939 olduğu ifade edilmiştir. Bu tespit varsayalım ki, eski devirlerde parmak izleriyle ilgili bilgi söz konusu olsa da bunun dünyaca bilinmediği ve şöhret bulan bir olay olmadığını göstermektedir.

Özetlersek:

a. Elimizdeki bilgilerin önemli bir kısmı bazı mekânlara kazınmış  parmak izleri figürlerinden hareketle böyle bir uygulamanın olduğunu seslendirmektedir. Bu açıdan bunları kesin bilgi kaynağı kabul etmemiz mümkün değildir. Bir elin, bir parmağın resminin çizilmesi, mutlaka onun taşıdığı gizemli özelliğinden dolayı olmak zorunda değildir.

Bu mantıkla hareket edilirse, görülen her dikili taşı, bir minareye benzetmek ve dolayısıyla İslam’dan önce de minareli camilerin olduğunu savunmak gibi olur.

b. Varsayalım ki, gerçekten Çin’de ve benzeri eski uygarlıklarda böyle bir uygulama olsa bile, bunun Kur’an’ın o gaybî işaretine zarar vermez. Çünkü, okuma yazma bilmeyen bir toplulukta yaşamış ve kendisi okuma-yazması olmayan bir kimlikle meşhur olmuş Hz. Muhammed (asm)’in Babil ve Çin’deki bu uygulamalardan haberdar olması imkânsızdır. On beş asır sonra bu teknik ve teknoloji gelişmiş, iletişimin imkânları ortaya çıkmış olmasına rağmen, en entelektüel ve kalburüstü insanlar bile bu uygulamalardan yeni yeni haberdar olmaya başladığı halde, on beş asır önce o cehaletin karanlıklarında Hz. Muhammed (asm)’in -bir beşer olarak- bu hakikati bildiğine ihtimal vermek, akla ziyandır.

c. En ufak bir yanlışı bütün davasının yıkılmasına sebep olacağını en iyi bilen Hz. Muhammed (asm)’in -imkansız bir varsayım olarak- sağdan soldan kulak dolgusu, duyumlara, dedikodulara dayalı bilgi kırıntılarını ciddiye alması ve onu Allah tarafından bildirdiğini söylemesi, gerçekten akıldan uzak bir ihtimaldir.

Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki,

“İnsan zanneder mi ki ölümünden sonra biz kemiklerini toplayıp onu diriltmeyeceğiz? Evet, toplarız, hem de parmak uçlarına varıncaya kadar eski halinde düzenleriz!” (Kıyamet, 75/3-4)

mealindeki ayet, on beş asır önce bu gizemli parmak izlerine işaret ederek, bir i’caz parıltısını daha göstermiştir.

Bu gün dünyada  yaklaşık  yedi milyar insan yaşıyor. Geçmişte yaşayanlarla birlikte düşünüldüğünde yüzlerce milyar insanın yaşadığı tahmin ediliyor. Ve bunlardan hiçbirinin parmak izi diğerine benzemiyor.

Allah'ın insana doğuştan verdiği bu kimlik numarası,  bir vatandaşlık no'su gibidir.

Ve böyle bir yaratmaya kadir olan Allah, ancak böyle bir sırra işaret edebilir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun