Modernite mümin olur mu?

Tarih: 26.10.2025 - 11:20 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

ABD ve Avrupa’da moderniteyi ve onun acı meyvesi olan zalim dünya düzenini kıyasıya tenkit eden önemli bilim ve düşünce adamları vardır. Bizde ise kendi din ve kültürümüze eleştirel yaklaşan ama moderniteyi bütün değerleri ve kurumları ile adeta kutsayan “modernite müminlerinden” söz edebiliriz.

Bunların iki önemli özelliği vardır:

1. At gözlüğüyle bakarlar.
2. Farklı düşünce ve inançlara karşı tahammülleri yoktur.

Biz İslam’ın diğer alanlar yanında, ana hatlarıyla bir siyasi sistemi de ihtiva ettiği inancını ve kanaatini taşıyoruz. Bu siyasi sisteme hilafet adı verilmiş. Bazı zalim eller tarafından hilafet saltanata çevrilince kapıkulu “alimler” bunun da İslami olduğunu savunmuşlarsa da hemen her zaman ve zeminde saltanat ve istibdada karşı çıkan gerçek alimler bulunmuştur.

Osmanlı’da istibdada karşı meşrutiyet tartışmaları çıkınca Mustafa Sabri, Elmalılı, Said Nursi gibi alimler, Ahmed Hilmi gibi düşünürler meşrutiyeti savunmuşlar, bunun İslâmî siyasi düzene daha uygun olduğunu ifade etmişlerdir. Sonra bizim dünyamıza cumhuriyet ve demokrasi kavramları girmeye başlamış, Batı tipi demokratik cumhuriyeti İslam’a uygun bulmayan birçok alim ve düşünür “İslâmî cumhuriyet ve demokrasi” düşüncesini ortaya atmış ve bunu savunmuşlardır. Biz de bu zincirin bir halkası olmaya çalışıyoruz.

Batı ve modernite müminlerine tavsiyemiz “tahammüllü” olmalarıdır. Kendilerinin inanma ve düşünme hürriyetleri varsa, farklı olanların da vardır ve olmalıdır.

Hiçbir İslam alimi, Müslümanlara ait olan eşitlik ve hürriyetin aynıyla gayr-i Müslimlere ve İslâmî kuralları alenen çiğneyenlere de tanınması gerektiğinden söz etmemiştir, edemez, ederse meşru çizginin dışına çıkmış, dini moderniteye uydurmak için icma konusu olan usulden sapmış olur.

İslam bugüne kadar bilinen ve uygulanan siyasî sistemlerden birini isim vererek ve tanımlayarak öngörmemiş, emretmemiştir. Ancak bu, her siyasî sistemin İslâm’a uygun düşeceği manasına da gelmez. İslam’ın ortaya koyduğu, iman edenleri; bağladığı esaslar, kurallar, amaçlar siyasî sistemlerin de İslâm’a uygun ve meşru olup olmadıklarını belirlemede yol göstericidir, belirleyicidir. İslâmî siyaset sisteminin ve devletin yapısında, her biri Kuran’da defalarca zikredilen ve Kuranî anlamları da belli olan şu unsurlar vardır:

Tevhîd, itaat, hilafet, beyat, şûrâ, emir bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker, velâyet, mülk, hüküm, adâlet, ehliyet ve emanet. Bunları, Kuran’daki manalarıyla ihtiva eden sistemler İslâmîdir.

İslâmî demokrasi terimini kullanan ve uygun bulan ulemadan Son Şeyhülislam merhum Mustafa Sabri Efendi’yi okuyalım:

Bolşevizm, Masonluk, beşerî demokrasi; “eşitlik, kardeşlik, hürriyet, adalet” iddialarıyla yola çıkmış, komünizm yoksullara refah ve eşitlik, masonluk insanlara kardeşlik, demokrasi de hürriyet vaad etmiştir. Ancak bunların hiçbiri vaadlerini gerçekleştirme kabiliyetini haiz değildir.

Komünizm (Bolşevizm) ekmek için insanların ellerinden hürriyetlerini almış ama ekmeği de emeğin hakkını da adaletle verememiş, kapitalizme düşman iken dev gibi bir devlet kapitalizmi oluşturmuş, servet de adaletle paylaşılmamıştır.

Masonların kardeşliği dar bir sınır içinde söz konusudur.

Beşerî ulusalcı demokrasinin hedefi, insanların kendi iradeleriyle elde edemeyecekleri bir etnik bağa, dar milliyetçilik çerçevesine hapsedilmiştir ve beşer, sırf vicdanı ile demokrasinin hedeflerini gerçekleştiremez.

İslam demokrasisine gelince; bu demokrasi ilâhî talimata, emir ve yasaklara dayanır. Bu emir ve yasaklar, iman ve vicdan ile birleşince gerçekleşme şansı artar. Ancak İslam demokrasisinin hayat bulmasının şartı da Müslümanların, ilk nesil iman ve ahlakına geri dönmeleri ve gerçek manada Müslüman olmalarıdır. Bu takdirde her iki yönden iyi yetişmiş önderleri halkın önüne düşer, ibadetlerle camileri şenlendirir, hayırda ve iyiyi teşvik, kötüyü engellemede onlara örnek olurlar.

Böylece önderler ile onları takip eden halk bir bütün olarak “ahlaki erdemleri ve insani ilkeleri” ile diğer milletlere örnek olurlar.

İslâmî birlik içinde ırka ve kavme ait farklar eridiği gibi zenginleri ile yoksulları arasındaki mesafe de kısalır. (Mevkıfu’l-akl, 1/16)

Son olarak bir konuyu da özellikle belirtmek isteriz:

İster laiklik ister başka unvanlar adı altında olsun, Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenler iki kısımdır:

Birinci kısım insanlar: Allah’ın hükmüne ve kitabına inanmadığı için onunla amel etmezler. Bunların İslam dininde yerleri yoktur.

İkinci kısım ise: Allah’ın hükmüne ve kitabına inandığı halde, nefsine ve şeytana uyduğundan Allah’ın hükümleriyle amel etmeyenlerdir. Bunlar günahkâr olmakla beraber, kâfir olmazlar.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun