Kafir, rabbimin huzuruna çıksam der mi?
- Fussilet 49-51 ayetleri nasıl yorumlamalıyız?
- Bu ayetlerdeki kişi kafir mi, kafir ise neden rabbimin huzuruna çıkarılacak olsam diyor?
- Kafir olarak nitelendirilmesinin nedeni davranış ve düşünce kalıbı olarak değerlendirebilir miyiz?
- Rabbimin huzuruna çıkarılacak olsam benim için daha iyisi vardır demesi kibir ve nefsi istekler olarak mı yorumlamalıyız. Rabbimin huzuruna çıkarılacak olsam, demesi Allaha inandığını göstermez mi?
- Gündelik hayatta başımıza gelen musibetlerde Allaha yalvarıyoruz, ancak işlerimizin yolunda gitmesi ya da güzel gelişmeler olması durumunda farklı sebeplerden dolayı art niyet olmadan şükretmeyebiliyoruz. Bu davranış biçimimiz, bizi de inandığımız ve uygulamaya çalıştığımız halde kafir olarak nitelenmemize sebep olur mu?
- Bu konuda endişelenmeli miyiz?
Değerli kardeşimiz,
Önce ilgili ayetlerin meallerini verelim:
İnsan, iyi şeyleri istemekten usanmaz; başına bir kötülük geldiğinde ise büsbütün ümitsiz ve karamsardır.
Uğradığı bir sıkıntıdan sonra ona tarafımızdan bir nimet tattırsak mutlaka şöyle diyecektir: “Bu benim hakkımdır; ayrıca kıyametin kopacağını sanmıyorum ama, dönüp rabbime varacak olsam bile, onun huzurunda benim için güzel şeyler bulunduğundan eminim.” Biz, inkâra sapanlara neler yaptıklarını mutlaka açık seçik bildireceğiz ve onlara kesinlikle ağır bir ceza tattıracağız!
Ne zaman insanoğluna bir lütufta bulunsak arkasını dönüp uzaklaşır; başına bir kötülük geldiğinde de uzun uzadıya yalvarıp yakarır. (Fussilet, 41/49-51)
Bu ayetlerde küfür-iman muvazenesi ve mukayesesi yapılmaktadır. Alimler, özellikle İbn Abbas’a dayandırılan haberlere göre, bu kâfirlerin, Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, İbn Muğire, Umeyye b. Halef olduğunu söylerler. (bk. Maverdi, Razi, Kurtubi, ilgili ayetlerin tefsiri)
Küfrün çirkinliğine gelince iki misal söz konusu edilmiştir.
Birincisi: Kâfir insan sağlık, servet gibi nimetlere yönelik yaptığı dualardan usanmaz. Onların bu şekilde bir temenni de bulunup dua etmeleri, duayı kabul eden bir varlığın olabileceğini düşündükleri için, onların küfrü meşkuk içinde bir teselli bulduklarını göstermektedir. Bununla beraber, başlarına bir sıkıntı geldiğinde “o meşkuk olan küfürlerini” de unutur ve ümitsizlik içerisinde çırpınıp dururlar. (bk. Maverdi, Razi, Kurtubi, a.y.)
İkincisi: Başlarına gelen bir sıkıntıdan sonra, ilahi rahmetin kendilerini kapsayan coşkun bir ferahlık olduğu zamanda ise, eskiden olduğu gibi, dualarını bir kenara iterler ve küfürlerini ahiret hayatının ve yeniden dirilişin inkârıyla seslendirirler. Bu iyilik vaziyetleri ise, kendileri için olması gereken şeyler olduğunu seslendirmeye çalışırlar: “Bu dünyada bana verilen güzellikler benim zaten hakkımdır ve kıyametin geleceğine da inanmıyorum. Bununla beraber şayet -bazı iddialarda geçtiği gibi- dirilip mahşere gidip Rabbimin huzuruna çıkarsam, onun katındaki mükâfatım daha güzeldir.” der.
Burada: dünyadaki güzelliklerin kendisinin hakkı olduğu konusundaki imanı tam olan bu adamın ahirette yönelik güzellikleri görmesi meşkuk bir küfrün göstergesidir.
Demek ki, burada söz konusu kişinin küfrünün açık olmasıyla beraber, ilah edindiği nefsinin kibrinden dolayı, -ona göre farzı muhal- Allah varsa ve haşir de olacaksa bu takdirde de onun zarar edeceği bir şey yoktur. Çünkü bu dünyada kendisine verilen nimetler onun hak ettiği nimetler olduğu gibi, ahiretteki nimetlerden de en güzel pay onun hakkıdır.
Burada aslında Mekke putperestlerinin karakter yapısına dair bilgi verilmekle birlikte, daha genel olarak sağlıklı bir din ve ahlak eğitiminden geçmemiş, ruhsal yetkinlik kazanmamış pek çok insanı da kuşatan bir karakter tipi tanıtılmaktadır.
49. ayette ilahi vahyin terbiyesinden geçip gönül zenginliğine ulaşamamış, ruhsal arınmasını gerçekleştirememiş insanın dünyevi menfaatler konusundaki açgözlülüğü; ayrıca böyle birinin, yine ruhî gelişmemişlik ve manevi yoksulluk nedeniyle hayatın mihnetleriyle, belâ ve sıkıntılarıyla karşılaştığında sergilediği dayanıksızlık, ümitsizlik ve karamsarlık dile getirilmektedir.
Bir sıkıntıdan sonra nimet ve bolluğa, rahatlığa kavuştuğunda bunu Allah’ın lütfu bilerek ona şükran ve minnet duygularını arzetmek yerine, “Bu benim hakkımdır; bunu hak ederek kazandım; buna layık bir adam olduğum için Allah lütfetti.” gibi sözler söylemek veya bu anlama gelebilecek küstahça bir tavır takınmak, 51. ayetteki ifadesiyle “arkasını dönüp uzaklaşmak” da açıkça Mekke putperestlerinin “cehalet ve sefahet” olarak anılan barbarlık zihniyetiyle örtüşen bir iman ve ahlak yoksulluğu, hamlık ve cehalet alameti, ahmakça bir kendini beğenmişlik ve kendine güven işaretidir.
Keza bu tiplerin, “Rabbime varacak olsam bile onun huzurunda benim için güzel şeyler bulunduğundan eminim.” şeklindeki ifadeleri de aynı zihniyet ve karakter yapısının dışa yansıması olan bir sorumsuzluk, ciddiyetsizlik ve küstahlık örneğidir.
Bu ayetlerden çıkardığımız derse göre iman ve ahlakta kemale ermiş olan kişi ise, tam aksine, Allah karşısında kulluğunun bilincinde olur; nimeti ondan bilir, sahip olduğunda şükreder, kaybettiğinde sabreder; yoklukta olduğu gibi varlıkta da Allah’a kulluğunu ve niyazını sürdürür; nihayet ahiret konusunda tam bir sorumluluk kaygısı duyar, buna göre yaşar, buna göre konuşur.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Hayırlısını istemek yanlış mı?
- İlk önce mezardan diriltilecek kimlerdir?
- Zinnîre (r.anha)
- İnanmaya Direnen Birinin Son Soruları
- Cennette sevdiklerimizle kavuşacağımızın delilleri nelerdir?
- Şefaatla ilgili acîb bir hâdise
- Papa'nın İslamiyet ve Peygamberimiz aleyhindeki sözleri hakkında bir açıklama yapar mısınız?
- En hayırlı amel ve en hayırlı kişi diye hadislerde belirtilen birçok farklı amel var, bunu nasıl anlamalıyız?
- Hz. Adem, neslinin çoğunun cehenneme gitmesinden üzülmeyecek mi?
- Kur'an okurken veya dinlerken nasıl bir hava ve ruh hali içinde olmalıyız?