İnsanların cennete girmesi için, bu kadar çok acı çekmesine değer mi?
Değerli kardeşimiz,
Öncelikle şu yanılgıdan kurtulmalıyız; kişinin sevdiklerinin ölmesi, suçsuz yere hapis yatması gibi şeylerin varlığı cennete girmek için değildir. Çünkü -cennetin olmadığını farz etsek bile- insanlar yine ölecekti, yine bazıları haksız yere hapis yatacaktı, yine bazıları haksız yere öldürülecekti, yine bazılarının haksız yere malı gasp edilecek veya çalınacaktı...
Esas mesele şudur: İnsanlar kendi suçlarına kılıf bulmak için ellerinden geldiği kadar onun faturasını kadere, Allah’a çıkarma küstahlığına baş vururlar. Tembelliklerine bir mazeret uydurmak için, insanlar tarafından uğradığı haksızlıkları Allah’a fatura etme gafletine girerler.
Bu konuyu anlamaya ve iyi bir değerlendirme yapmaya yardımcı olacak bazı hususlara işaret etmeyi uygun görüyoruz:
a. Dünya hayatındaki bazı sıkıntılar, bu hayatın mukadder olan yan etkileridir. Çünkü, bu yan etkiler olmazsa çok daha büyük zararlar olacaktır. Örneğin, bazı zararlı hayvanların yok olması hayatın olmazsa olmazı olan ekolojik dengeyi altüst eder. İnsanlara zararı olmasın diye, mikroskopik canlı organizmaların yaratılmaması, her şeyden önce Allah’ın harika sanatının ortaya çıkmasına, ilim, hikmet ve kudretinin anlaşılmasına engel bir durumdur. Mikroskopik bazı canlı organizmaların insan vücudu için faydası bakımından zorunlu olduğu bugünkü tıp bilim uzmanlarının kabul ettikleri bir gerçektir.
Bunların zararlı hale gelmesi insanların kendi iradelerine bağlıdır. Bu da yanlış beslenme veya insanın suistimalinden kaynaklanan, başka sebeplere bağlı olarak ortaya çıkar.
Bugün, kanserin, mide ülserlerinin, tansiyonun, şeker hastalığının ve benzeri pek çok hastalığın asıl nedeni insanların yanlış beslenme, yanlış kaygılanma, yanlış kederlenme, yanlış hayat ortamında bulunma gibi yanlışlardan kaynaklandığı bilinmektedir.
O halde, özgür irademizle yaptığımız iyi şeyleri, başarıları kendi aklımıza, kendi hünerimize, kendi bilgimize verip de bunların zıddı olan başarısızlıkları, tembelliklerimizi, cehaletimizi ve daha nice hoşumuza gitmeyen şeyleri Allah’a fatura etmekten mutlaka vazgeçmeliyiz. Böyle bir zihinsel karar, hakiki imanın olmazsa olmaz şartıdır.
b. İnsanların zulüm ettiği yerde -asla haksız yapmayan, daima âdil kararlara imza atan- Allah’ın takdiri/yani kader adalet eder. Örneğin, bir kimse adam öldürmekten hapse mahkum edilir. Halbuki bu adam, adam öldürmediği için hakim tarafından hapse mahkum edilmesi haksızlıktır. Ancak, bu adamın -insanların bilmediği- gizli bir katil suçu vardır/bir gasp suçu vardır/bir zina suçu vardır/bir hırsızlık suçu olabilir. İşte bu konuda hakimin verdiği karar, bir zulümdür, haksız bir karardır. Çünkü bu adam söz konusu suçu işlememiştir. İlahî kader ise adalet etmiştir, çünkü bu adamın hapse girmesini gerektiren bir suçu vardır, kader bu sebeple onu mahkum etmiştir.
Gerçek iman/Kur’an’ın öngördüğü iman, bütün sıfatları kusurdan münezzeh olan, her sıfatı gibi adaleti dahi asla yanlış bir şeyle lekelenmeyen Allah’a iman etmeyi gerektirir.
c. “Cennete girmek, bu kadar keder çekmeye değer mi?” manasındaki sorunun cevabına gelince;
Evvela, şunu rahatlıkla diyebiliriz ki, “Evet, değer!..” Çünkü, birkaç yıllık fani dünyada çekilen sıkıntılar karşılığında, ebedî bir mutluluk diyarı olan cennet gibi bir kazanç elbette her şeye değer.
- Biri veren bini kazanan zarar etmez. Sıkıntılı olduğunu düşündüğümüz geçici birkaç yıllık dünya hayatını, ebedî, ölümsüz, hastalıksız, kedersiz bir cennetle değiştiren kimsenin kazancından daha büyük bir kazanç gösterilebilir mi?
- Kaldı ki, yukarıda arz ettiğimiz gibi, dünya hayatındaki sıkıntılar, dünya hayat şartlarından kaynaklanmaktadır. Mümin olan da kâfir olan da bu sıkıntılardan kurtulamıyor. Peki, herhalükârda mutlaka çekmek zorunda olduğumuz bir sıkıntıyı, iman penceresinden değerlendirip cennete girsek mi, yoksa küfür penceresinde değerlendirip cehenneme girsek mi daha akıllıca, daha karlı bir bir yolu tercih etmiş oluruz?
d. Şunu unutmamalıyız ki, bütün evrenin yegâne sahibi olan Allah’ın, sonsuz ilim ve hikmetiyle ortaya koyduğu hayat şartlarını beğenmeyip, âdeta küçücük aklını ölçü kabul edip, mevcut ilahî düzeni tenkit etmek ne aklen ne dinen ne vicdanen ne hakikaten mümkün görülebilir.
e. Kur’an’da ifade edildiği üzere, Allah dilediğini yaratır, dilediğini dilediği şekilde imtihan eder...
İnsanlardan da dileyen iman edip Allah’ın bu emirlerine boyun eğer, cennete müşteri olur... Dileyen de kâfir olup Allah’ın rububiyetin/idareciliğini-terbiye ediciliğini reddeder, cehenneme girmeyi hakkeder...
f. Göz ardı edilmemesi gereken bir husus da şudur ki; mutlak galip ve üstün olan eli öpmekten başka çare yoktur. Kudreti sonsuz olan Allah’a teslim olmaktan başka çare yoktur. Sonsuz merhametiyle bizlere sonsuz rahmet cilvelerini, sonsuz nimetlerini göz ardı edip, sadece başımıza gelen bazı sıkıntıları göz önünde bulundurup kaderi tenkit etmek büyük bir hatadır. Çünkü, kaderi tenkit eden kendisi zarar eder... Allah’ın sonsuz rahmetini ittiham eden rahmetten mahrum kalır... Allah’ın adaletini eleştiren ilahî adaletin pençesinden kurtulamaz..
Ne mutlu haddini bilene; haddini aşmayana!..
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Öldükten sonra sonsuza kadar yok olma hakkımız yok mu? Neden sürekli var olmak zorundayız?
- Kâfirlerin cehennemde yanmaları adalet midir?
- Allah niçin tanınmak ve sıfatlarının tecelli etmesini istemektedir; bunu yapmak O’na ilahi bir haz mı veriyor?
- Allah'ın yalan söyleme ihtimalini hiç düşündünüz mü?
- Cehenneme girmek mi, yoksa yok olmak mı daha iyidir?
- Kafirler ebedi cehennemde yanmayı yok olmaya tercih etmezler miydi?
- İnanmaya Direnen Birinin Son Soruları
- “Allah, kulluk etmemiz için yarattı. Ona iltifat etmemizden hoşlanıyor. İnkar edenleri yakmaktan zevk alıyor. Hem 'Ben yaptım, nasıl olmuş?' diyor hem de yaptığını bozsun diye şeytanı yaratıyor.” diyenlere ne dersiniz?
- Kâfirlerin ebedi cehennemde kalması nasıl adalet olur?
- Niye zulümler görüyoruz?