İnsanın kendine güvenmesi Allah'a tevekkül etmesine engel midir?
- Özgüven ve tevekkül kavramlarının birbirine zıt yönleri var mı?
Değerli kardeşimiz,
Konunun daha iyi anlaşılması için önce “özgüven” ve “tevekkül” kavramlarının ne anlama geldiğine bakalım. Çünkü aynı kavramlara farklı anlamlar verilirse hem anlaşma olmaz hem de içinden çıkılmaz bir karmaşa oluşur.
Nitekim bugün İslamiyet çerçevesinde toplumda tartışılan birçok konunun da temelinde, aynı kavrama farklı anlamlar verilmesinin yattığı görülmektedir.
“Özgüven” kavramı gelişim psikolojisinde, kişinin kendisine yönelik iyi, olumlu duygular geliştirmesi ve bunun sonucu kendini iyi hissetmesini ifade eder. Kendisini iyi hisseden, kendisiyle, yani bedeni, kişiliği, kabiliyetleri ile barışık olan, aynı zamanda çevresiyle de barışık olur, olumlu bir iletişim içinde olur. Ne kendisini başkasından aşağı ne de başkasını kendisinden yüksek görür. Bu kişi, kendisini iyi tanıdığı için, neyi ne kadar yapacağını da bilir. Bu açıdan da toplumda rahattır ve yapacağı işler için Allah’ın ona verdiği yeteneklere güvenir, yüreklidir, cesaretlidir.
Konuya bu çerçeveden baktığımızda aslında özgüvene sahip bir kişi, “ben her şeyi yaparım” demez, sadece neyi yapabileceğini ve neyi yapamayacağını bilir. Yapabileceği şeylerden memnun olur, yapamayacağı şeyleri de rahatlıkla söyler ve yardım ister.
Özgüvene sahip kişiler, her zaman çok kabiliyetli, çok olumlu özelliklere sahip kişiler değillerdir. Çünkü bu duygu, daha çok kişinin kendi subjektif değerlendirmesidir. Çok yakışıklı ve güzel olmasına rağmen, kendisini beğenmeyen insanlar olduğu gibi, yeteneklerinin farkında olmayıp veya küçümseyip de düşük özgüvene sahip olan insanlar da vardır. Veya tam tersi de söz konusu olabilir.
Tevekkül kavramı ise bir kimsenin bir olay karşısında, Allah’ın ona verdiği kabiliyetler çerçevesinde elinden geleni yaptıktan sonra Allah'a kayıtsız, şartsız teslim olmasına ve kaderine razı gelmesini ifade eder. Bir diğer söyleyişle, kişinin hedefe ulaşmak için maddi ve manevi sebeplerin hepsine başvurduktan sonra Allah'a dayanıp, güvenmesi ve işin sonrasını Allah'ın takdirine bırakmasıdır.
Bu mana Kur'an-ı Kerim'de çok yerlerde dile getirilmiştir. Mesela Al-i İmran suresi 159. ayette, Cenab-ı Hak, Peygamber Efendimize (asm) işlerinde çevresindekilerle istişare etmesini öğütlenmiş ve ardından, "Kararın kesinleşince artık Allah'a tevekkül et, Allah kendisine tevekkül edenleri sever." buyurulmuştur.
Peygamber (asm) Efendimiz de "Devemi bağladıktan sonra mı tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı?" diye soran bir sahabîye, "Önce bağla, sonra tevekkül et." (Tirmizî, Ḳıyame, 60) yolundaki cevabı bize tevekkülü ne zaman kullanacağımızı göstermektedir.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, özgüven ve tevekkül birbirine zıt kavramlar olmadığı gibi, birbirinin yerine kullanılacak kavramlar da değildir.
Özgüven, Allah’ın kişiye verdiği nimetlerin, yeteneklerin farkında olup bir işe başlamak ise, tevekkül elinden geleni yaptıktan sonra sonuç alma konusunda Allah'a güvenmek ve ona teslim olmaktır.
Burada akla şu soru gelebilir:
Sahip olduğumuz iyi yeteneklerinden dolayı kendimize güvenmekle, Allah’a güvenmenin arasındaki dengeyi nasıl sağlamalıyız ki, hem iki dünyanın saadetine vesile olsun hem de manen sorumlu olmayalım?
Bir Müslümanın temel inancı şudur:
“Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir.”
Bu inanca sahip biri, eğer Allah’ın kendisine verdiği yeteneklerin ve diğer güzel hasletlerin farkında ise ve bu güven duygusuyla onları hayırda kullanıyorsa, dengeyi sağlamış demektir.
Bu itikada ve anlayışa sahip birisinin, güvenine sınır çizmesi doğru olmaz. Onun için az veya çok güvenmek gibi bir yaklaşım olmaz, olmamalıdır da. Çünkü Allah’ın verdiği yetenekler nispetinde güvenmek esastır.
Böyle bir yaklaşım onu enaniyete ve gurura da sevk etmez. Çünkü gurur, insanın kendini tanımamasından kaynaklanır. Oysa kendine olan güvenin, Allah’a olan güveninden kaynaklandığının şuurunda olan bir kimse kendisine bir pay çıkarmaz ki gurur olsun.
Ayrıca kendisi sadece Allah’ın sıfatlarına güzel bir ayine olduğunu düşünüp, yeteneklerini kullanması, insanlığın ilerlemesine vesile olur ki, Allah’ın da muradı bu doğrultudadır. Çünkü yeteneklerini sonuna kadar hayırda ve güzelliklerde kullanmak, Allah’ın verdiği nimetleri yerinde kullanmaktır.
Bunun yanında Allah’ın kendisine verdiği nimetlerin farkında olup, O’nun gösterdiği çerçevede kullanmak, tahdis-i nimettir. Yani, kendisinde bulunan güzellikleri -bir şükran vesilesi olarak- itiraf etmek, fakat onun Allah’ın vergisi olduğuna iman etmektir. Aksi durum ise, küfran-ı nimettir. Yani nimeti inkar etmektir, nankörlüktür.
Burada en büyük tehlike, yaptığımız güzel şeyleri, biriktirdiğimiz mal ve serveti belirli bir zaman sonra kendimizden bilip gaflete düşmektir. Kur'an’ın ve Peygamberimizin (asm) bu konudaki uyarıları samimi Müslümanları gafletten kurtarmak içindir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Özgüven, nefsine güvenmek midir?
- Kendime nasıl güvenirim?
- Tevazu göstermekle kendine güvenmek duygularını nasıl dengede ...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Kendime nasıl güvenirim?
- Enaniyet gerekli değil midir, din enaniyete zarar vermez mi?
- Özgüven, nefsine güvenmek midir?
- Ben merkezli telkinlerin İslam'daki yeri nedir?
- İyi düşünmekten korkuyorum?
- Başkasının düşüncesini kafaya takıyorum, nasıl kurtulurum?
- Konuşma korkum var, çözüm nedir?
- Allah'a nasıl güvenebilirim?
- Bizim her şeyimiz Allah’ın elindeyse, Allah niye bize zulmetmesin?
- Kadere imanın Kur'an'da olmadığı, hadislere sonradan karıştırıldığı, iddiasında olanlar var. Kadere imanın kaynağı nedir?