İnançla ilgili konularda, farklı görüşlerden hangisine uymalıyız?

Tarih: 18.09.2014 - 12:35 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Ben orta Asya’da yaşayan bir müslümanım. Ülkemizde İslamı yaşamak isteyen ve bu bakımdan araştırma yapmak isteyen insanların çoğunluğuna inanıyorum. Ama günümüzde İslam topluluklarının (tarikatlar, mezhepler) farklı kaynaklara (Hadis olarak) itikad etmeleri insanları şaşırtıyor. Mesela, dinini hakikaten araştırmak isteyen bir insanın hangi kitapları (Hadis olarak, İtikadi inanç bakımından) okuması gerektiğini bilemiyor. İtikadi mevzularda zıt anlamlı itikat etmiş İslami cereyanlar her ikisi hak sayılabilir mi? (Mesela: Biri diyor ki, Allah göktedir diğeri diyor ki, hayır Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. (Bence her ikisi doğru olamaz)  Büyük problem de şudur ki, her ikisi de Kuran ve Sünnete göre konuşuyorlar gibi geliyor (kaynakları belli her ikisinin (Buhari Muslim ...) Sorum budur:
- Bir insan Islama gerektiği gibi inanıp yaşamak istiyorsa ve itikadi olarak farklı olan Mezheplerin arasından hak olanını nasıl bulmalıdır? "Bu sorunun cevabı bir çok insanın şüphelerine aydınlık getireceğine inanıyorum.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Semavi dinler, özellikle de İslam dini gibi dünya hayatının bütün konularında söz sahibi olan, ilahi hakikatlerin, kevni / ontolojik ve şer’î  gerçeklerin bütün yönlerini inceleyen; dünya ve ahiret mutluluğunun prensiplerini vazeden bir din konusunda değişik farklı yorumların olması zorunludur, yadırganamaz.

- Kıyamete kadar devam eden İslam dininin temel kaynağı olan Kur’an’ın çok veciz bir şekilde ifade ettiği bazı hakikatler konusunda farklı anlayışların olması gayet normaldir.

- Ancak bu farklı yorumların bir değer kazanması için ilmi kriterlere sahip olması gerekir. Bu kriterin başında Arapça lisanıyla indirilen Kur’an’la ilgili yapılan yorumların Arapça dil bilgisine ve belagatine uygun olması, İslam’ın kabul gören temel esaslarına aykırı düşmemesi, Sevad-ı azam denilen ümmetin büyük çoğunluğunun görüşlerine ters olmaması ve benzeri bazı ilkelere bağlı olması gerekir. Bu açıdan konuya bakıldığı zaman şunları söyleyebiliriz:

a) İslam dini sırat-ı müstakim/orta yolu takip eden bir dindir. Aşırı uçlardan uzak, ifrat ve tefritten beri bir rotayı çizen İslam dini, itikatta örneğin; paganizm ve ateizm (şirk-inkâr) ortasında bir yol almış “şeriksiz bir yaratıcı”nın varlığını/tevhid inancını ders vermiştir.

b) Büyük ve muhakkik İslam alimlerine göre, kâinat adına Allah’ın varlığını inkâr eden materyalist bir felsefe akımı olan panteizm düşüncesi tamamen yanlış olduğu gibi, Allah namına kâinatı inkâr eden bir kısım ehl-i tasavvufun “Allah’tan başka bir varlığın olmadığı” şeklindeki düşünceleri de gerçek değildir. Elbette ki bu iki düşünce sahipleri arasında dağlar kadar fark vardır.

Vahdetu’l-vücudu savunan ehl-i tasavvufun düşüncesi, Allah’a bağlılıktan kaynaklanır.. Vahdetu’l-Mevcudu savunan panteistlerin düşüncesi ise inkârdan kaynaklanır.

Bununla beraber İslam alimleri, biri tefrit biri ifrat olan bu iki düşüncenin de yanlış olduğunu, “kâinatın da -Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecellisi olan-sabit bir hakikati olduğunu” belirtmişlerdir.

c) İtikat konusunda insanları ifrat-tefrit/aşırı-uçuru anlayışa kaydıran iki önemli ana hat vardır: Zahirilik ve Batınîlık..

Zahirilere göre, nasların/ayet ve hadislerin ifade tarzlarını hiçbir tevil ve tefsire tabi tutmadan onların lafızlarından anlaşılan manayı olduğu gibi kabul etmeyi ön görmektedir.

Batınilere göre ise, nasların lafızlarından ziyade asıl anlaşılması gereken onların iç yönlerdir, batın manalarıdır.

- Bu iki düşünce tarzının da sabit ilkeleri olmadığı için bir çok mantık çelişkisini barındırmaktan kurtulamamaktadır. Çünkü, “ayetin ifadesinin yalnız batınî manası kastedilmiş” denilirse, bu takdirde Arapça bir ifadenin barındırdığı lafızların, sözcüklerin bir anlamı kalmaz. Bu takdirde her “Ayın” harfi Hz. Ali’ye, her “F” harfi Hz. Fatıma’ya bakabilir. Firavun NEFİS, Musa KLB olarak ortaya çıkabilir. Bu ise dili dil olmaktan çıkartır. Bunun saçmalığı açık olduğu için bunu geçiyoruz.

- Eğer bir ifadenin yalnız zahirine göre bakılırsa, lisanların özellikle de Arap lisanının üzerine kurulduğu teşbih, temsil, istiare ve mecaz gibi önemli dil unsurlarını tamamen göz ardı etmek gerekir.

Bu bakış açısına göre,

“Resulüm! Sizin öldürdüklerinizi siz öldürmediniz. (Yine Bedir savaşında düşmana) attığın çakılları atarken sen atmadın, onları Allah attı.” (Enfal, 8/17)

mealindeki ayeti anlamak mümkün değildir. Bunu ancak bir mecaz sanatı çerçevesinde değerlendirebiliriz.

Keza: “Cennette gümüş şişeler”(İnsan, 76/16) mealindeki ayetin manasını kavramak imkânsız gibidir. Çünkü gümüşten yapılmış şişelerin varlığından söz edilemez. Bunu ancak bir teşbih/benzetme sanatıyla anlayabiliriz.

Bu zahirilik hastalığının bir sonucu olarak, meşhur zahiri alimlerinden biri şöyle diyebilmiştir: “Durgun suda idrar yapıldığı zaman o su pis olur. Fakat eğer kişi bu idrarını suyun dışında yapmış ve sonradan sızarak suyun içine girmişse pis olmaz.” Çünkü: hadiste “durgun suyun İÇİNE..” denilmiş…”

d) İşte soruda yer alan “Allah’ın gökte olduğunu” savunanların bu zahiri görüşleri, nassın / ayetin zahirine göre doğrudur. Çünkü Kur’an’da Allah’ın gökte olduğunu bildiren ayetler vardır. (Zuhruf, 43/84)

- Yine Ebu Hureyre’nin anlattığına göre;

"Adamın biri geldi, Peygamberimize (a.s.m) 'Mümin bir cariyeyi azat etme borcum vardır.' diyerek (yanındaki cariyesinin bu şarta haiz olup olmadığını) sordu. Peygamberimiz (a.s.m) kadına dönerek 'Allah nerdedir?' diye sordu. Kadın başı ve işaret parmağıyla semaya işaret etti. Bu defa Peygamberimiz (a.s.m) 'Ben kimim?' diye sordu. Kadın parmağıyla semaya ve Resulallah’a işaret etti. Yani 'Sen Resulallahsın.' demek istedi. Bunun üzerine “(Bu mümindir), bunu azat et.” diye buyurdu."(bk. Mecmau’z-Zevaid, 1/23).

- Beyhakî’nin de işaret ettiği gibi, Selef-i salihin tarafından kullanılan bu gibi ifadelerin dayanağı, Kur’an’da Allah hakkında kullanılan “Gökte olan...” (Mülk, 67/16,17) mealindeki ifadelerdir.(Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat, 2/238). Bu ayetin manası ise, gerçekte Allah’a bir mekan izafe etmek değil, onun yüceler yücesi bir varlık olduğu gerçeğidir. İnsanlara göre gök kavramı,  hâkimiyeti, üstünlüğü ve yüceliği ifade eder.

“Göklerde de ilah olan O’dur, yerde de ilah olan O’dur.. O, yegâne Hakîm’dir / hüküm ve hikmet sahibidir, yegâne Alîm’dir / her şeyi hakkıyla bilendir.” (Zuhruf, 43/84)

mealindeki ayette, Allah’ın hem göklerde hem de yerde yegâne ilah olduğuna, her iki yerdeki mahlukların yalnız ona ibadet ettiğine vurgu yapılmıştır. Evet yeryüzü, O’nun cemal sıfatlarının tecelligâhı, gök ise O’nun celal sıfatlarının tecelligâhıdır. O halde “Allah’ın gökte” olduğunu söylerken, onun göklerdeki hükümranlığına işaret edilmiştir. Yoksa bu ayetin zahir ifadsine bakılırsa, Allah hem göktedir, hem de yeryüzündedir.

- İşte İslam ümmetinin büyük çoğunluğunu teşkil eden İslam alimlerinin kabul ettiği gibi, Allah, hâkimiyeti, saltanatı, ilim ve kudreti itibariyle hem göklerdedir, hem de yerdedir. Fakat Zat-ı akdesi bakımından ne göktedir, ne de yerdedir.

“Allah vardı, onunla birlikte hiçbir şey yoktu.” (Kenzu’l-ummal, h. No: 29850; Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946)

mealindeki hadisten anlaşılacağı üzere, yer ve göklerin de içinde bulunduğu yaratılmış varlıktan hiç bir eser yokken, Allah vardı ve tabiatıyla gökte değildi. Zaten Ezelî olmanın anlamı da budur.

- Selef-i salihin devrindeki bazı alimler prensip olarak, insanların “safi kalplerini bulandırmamak” için müteşabih denilen manası kapalı olan ayet, hadis veya sahabenin bazı sözlerinde yer alan -müteşabih/manası kapalı olan bazı ifadeleri tevil cihetine gitmemişler. Daha sonraki alimler ise insanların “felsefeye bulaşmış akıllarını bulandırmamak” için tevil yapmanın zorunlu olduğuna inanmışlardır.

Hadis-i şerifte “sevad-ı azama tabi olun” denilmiştir. Seva-ı azam İslam ümmetinin en büyük kesimini teşkil eden ehl-i sünnet ve’l-cemaat olduğuna şüphe yoktur.  

Prensip olarak dört mezhepte hayatiyetini devam ettiren milyonlarca İslam alimlerinin bulunduğu bu sevad-ı azama aykırı olan zahirilik ve batınilik düşüncesinin -prensip olarak- yanlış olduğunu kabul etmek gerekir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun