Hanefiler Sedd-i zerai metodunu kullanmadıkları halde konuları hangi yolla çözmüşlerdir?

Tarih: 12.08.2017 - 00:06 | Güncelleme:

Soru Detayı

- ​Sedd-i zerai metodunu Malikiler kullanmışlar, Hanefiler ise bu metodu kabul etmemişlerdir. Peki Malikilerin Sedd-i zerai yoluyla çözdükleri meseleleri Hanefiler hangi yollarla çözmüşlerdir?
- Bir kaç tane verebilir misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Zerâi, kelimesinin müfredi olan zeria "yol, vasıta, vesile " demektir.

Sedd ise tıkama, kapama manasına gelmektedir.

Terkip halinde bu terimin manası haram, yasak ve zararlı olana vasıta olan davranışı menetmek, harama giden yolu tıkamak demektir.

Özetle, “Kötülüğe giden yolların kapatılması” anlamına gelen sedd-i zerâi, İslâm hukuk ekolleri tarafından benimsenmiş ve pek çok konuda uygulanmıştır.

Mâlikî ve Hanbelîler, bu prensibi delil olarak kabul eden ve onu hükümlerine uygulayan mezheplerin başında gelmektedir.

Hanefîler ise, delil olarak sedd-i zerâiyi reddetmemekle beraber, onu “istihsan” adıyla uygulamışlardır.

Şâfiîlerin bu delili zayıf kabul etmelerine rağmen, zaman zaman onunla amel ettikleri görülmektedir.

Aslında fayda esasını kabul etmek demek, zararına giden yolu da tıkamak demektir; yani zararlı olanı önlemek, zarara uğramamak, harama düşmemek için gerekli tedbirleri almak da maslahat gereğidir.

Bu sebeple sedd-i zeria prensibini kabul eden, buna hüküm bina eden müctehidler, aynı zamanda mürsel maslahat prensibini de benimseyen müctehidlerdir.

Dinin ve hukukun bir şeyi yasakladıktan ve zararlı telakki ettikten sonra, ona götüren, ona ulaştıran davranışı serbest bırakması makul değildir; bu sebeple sedd-i zeria prensibi sağlam bir zemine oturmaktadır.

Ancak bir takım davranışlar vardır ki, bunların zarar ve haram sınırına götürmesi şüpheli veya nadirdir. Buna göre -bazen kötüye vesile oluyor diye- aslında serbest olan bir davranışı yasaklamak da ulu orta uygulanabilecek bir prensip olamaz.

Evlenecek kimselerin birbirini görmeleri, nikah ve benzerine şahit olacak kimsenin tarafları veya vekillerini görmeleri, üzüm yetiştirmek gibi hususlar, bazen zararlı neticeler doğurabilir; mesela birbirine bakan karşı cinsten kimseler şehvet duyabilirler, üzümden şarap yapılabilir.

Ancak bu davranış ve fiillerin söz konusu kötü neticeleri doğurması nadirdir, bu yüzden de yasaklanmaları düşünülemez.

Fakat, mesleği şarap imali olan bir kimseye üzüm satmak, savaş zamanında veya anarşi döneminde silâh satışı yapmak, mukabele edeceğini bile bile putperestin putuna hakaret etmek -bu fiiller aslında meşru ve serbest olduğu halde- kötülüklere ve haramlara sebep olacağı, yol açacağı için, yasaklandıkları ve haram telâkki edildikleri takdirde, işlediğimiz prensibin uygulaması yapılmış olur.

Ebû Hanife ve Hanefî mezhebine mensup hukukçuların, İmam Mâlik ve İmam Ahmed kadar olmasa da İmam Şâfiî’ye oranla daha fazla olmak üzere -usul dışında hukukun tatbikatında- sedd-i zerâi prensibine dayalı hüküm verdiklerine dair örneklere rastlanır. (Ebû Zehra, İbn Hanbel, s. 337)

Hanefîlerin usulleri içerisinde onu zikretmemesi bu prensibi kullanmadıklarını anlamına gelmemektedir. Aksine Hanefî usul kitaplarına bakıldığında iki çeşit zerîa kullandıkları görülür. (Burhani, Seddü’z-Zerâi’ s. 651)

Bunlardan ilki, istihsan prensibidir.

İstihsan maslahata göre hüküm verme anlamına gelir. (Hudarî, Usûlü’l-Fıkh, s. 367)

Bir bakıma sedd-i zerâi de bir maslahata göre amel etme prensibidir. Yani Mâlikî ve Hanefîlerde bu prensip; şekil olarak aynı, fakat isimlendirme olarak farklıdır. (Burhani, a.g.e., ay)

Hanefîlerin sedd-i zerâiyi uyguladıkları diğer bir alanda birçok fürû olayda onunla amel ettikleri örnekler mevcuttur.

Bunlardan biri, zamanın fesadı sebebiyle önceden yapılan bazı fiillerin yasaklanmasıdır. Sarhoş olmak kastı ile içilmeyen ve yemeklerin yanında meşrubat hükmünde içilen bazı içeceklerin haram olmadığı görüşünde olan Ebû Yusuf’a göre, şayet bu içecekler sarhoş olma kastıyla içilirse, azı ya da çoğu arasında fark gözetmeksizin haramlık söz konusu olur. (Serahsî, el-Mebsut, İstanbul 1993, XXVII/ 17)

Bu durum aslen mubah olmakla birlikte, zamanın bozulmasına bağlı olarak insanların, onu kötü amaçlarla kullandıklarının anlaşılması sebebiyle yasaklandıklarını göstermektedir. Yasaklamaların gerekçesine bakıldığında aynı hükmün benzerlerine de genişletilebilecek özellikte olduğu anlaşılmaktadır.

Öyle görünüyor ki Hanefîler, mubah olan bu tür içeceklerin yasak olduğu hükmünü zamanın fesadı ile gerekçelendirmişlerdir. Bu tutum sedd-i zerâi prensibine oldukça uygun görülmektedir. Uygun gözükmeyen tek şey yöntemlerin adıdır.

İlave bilgi için tıklayınız:

SEDDİ ZERAYİ' 
İSTİHSAN
EDİLLE-İ ŞER`İYYE (ŞER`İ DELİLLER)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun