Haleka خلق / yaratmak ne demektir, oluşturmak manası da var mı?

Tarih: 19.10.2018 - 20:05 | Güncelleme:

Soru Detayı

- خلق kelimesi bildiğim üzere yaratmak manasına geliyor. Kuran’da da geçer. Lakin yaratmak manasına değil oluşturmak manasına gelir diyenler var. Kelimenin manası tam olarak nedir?
- Kuran, Hadis ve Kelam ilminde geçen halleriyle detaylı bilgi verirseniz memnun olurum.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Yaratma Kelimesinin Manası

Yaratmanın Arapça karşılığı olarak İslâmî kaynaklarda en sık geçen kelime halktır.

Halk sözlükte “yaratmak, meydana getirmek, bir şeyden yeni bir şey icat etmek, imal etmek, ölçüp biçmek (takdir)” ve mecazen “yakıştırmak, uydurmak” gibi anlamlarda masdar, “yaratılmışlar, insanlar” mânasında isimdir.

Aynı kökten hilkat “yaratılış, fıtrat, tabiat”, hâlik ve hallâk “yaratan”, mahlûk “yaratılan”, hulk / huluk “tabiat, huy, karakter, ahlâk” anlamına gelir.

Râgıb el-İsfahânî, halk ve hulkun aslında aynı mânayı ifade ettiğini belirttikten sonra Kuran’dan örnekler vererek (Şuarâ 26/137; Kalem 68/4) gözle görülebilen şeylerin dış yapıları, şekilleri ve sûretleri için halk; basîretle görülebilen psikolojik güçler ve karakter için hulk kelimesinin kullanıldığını söyler. (el-Müfredât, “ḫlḳ” md.)

Halk Kelimesinin Dini Terminolojideki Karşılığı

Halk kavramı dinî terminolojide özellikle Allah’a mahsus olmak üzere “yaratmak, yoktan var etmek” şeklinde tanımlanır.

İbn Sîde mutlak bir ifadeyle, “Allah bir şeyi halketti” denildiğinde bunun, “Yokken var etti” mânasına geldiğini belirtir. (el-Muḥkem ve’l-muḥîṭü’l-aʿẓam, IV, 388)

Hâlik ve hallâk kelimelerinin başında harf-i ta‘rif bulunduğunda sadece Allah için kullanıldığı belirtilir. (Lisânü’l-ʿArab, “ḫlḳ” md.)

Eski sözlüklerde halk kelimesinin aslî mânasının “takdir” (ölçüp biçmek) olduğu kaydedilir. (İbn Sîde, IV, 389; Cevherî, eṣ-Ṣıḥâḥ, “ḫlḳ” md.)

İlk sözlük yazarlarından Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî halk kelimesinin “ilk defa ortaya konan bir örneğe göre eşyaya yapı kazandırma” (inşâ) ve “olması istenen şeyin ölçülerini belirleme” (takdir) şeklinde iki anlama geldiğini söyler. Birinci anlama, “Biliniz ki halk da emir de Allah’ındır” (A‘râf 7/54), ikincisine, “Halkedenlerin en güzeli olan Allah yüceler yücesidir.” (Mü’minûn 23/14) meâlindeki ayetler örnek gösterilir.

Hz. İsa’nın yarattım demesi takdir anlamındadır

Hz. İsa’nın İsrâiloğulları’na mûcize olarak çamurdan kuş biçiminde bir şey yapacağını söylediğine dair ayette geçen halk (Âl-i İmrân 3/49) “takdir” mânasındadır ve Hz. İsa’nın “yoktan ortaya çıkarmayı kastetmediği özellikle belirtilir.” (Lisânü’l-ʿArab, “ḫlḳ” md.)

Yaratmak kelimesi insanlara nisbet edilebilir mi?

Râgıb el-İsfahânî’ye göre halk kavramı “bir şeyin ölçülerini belirlemek” veya “uydurmak, yakıştırmak” anlamıyla insanlara da nisbet edilebilir.

Nitekim Mü’minûn sûresinde (23/14) halk ilk anlamda, “Siz putperestler, asılsız inançlar uyduruyorsunuz” ayetinde (Ankebût 29/17) ise ikinci anlamda kullanılmıştır (Müfredât, “ḫlḳ” md.)

Allah’ın halkı ne demek?

Nisa sûresinde geçen (4/119), “O inkârcılar Allah’ın halkını mutlaka değiştirecekler” ifadesindeki “Allah’ın halkı” terkibini İbn Abbas, İkrime, Mücâhid gibi ilk müfessirler -halk kelimesinin fıtratla birlikte kullanıldığı ayeti (Rûm 30/30) delil göstererek- “Allah’ın dini” olarak yorumlamışlardır, Taberî de bu yorumu tercih etmiştir. (Câmiʿu’l-beyân, IV, 282-285)

Aynı terkip “Allah’ın hükmü” diye de açıklanmıştır. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ḫlḳ” md.)

“Huluku’l-evvelîn” ne demek?

Şuarâ sûresindeki (26/137) “huluku’l-evvelîn” bazı kıraat âlimlerince “halku’l-evvelîn” şeklinde okunmuştur, bu kıraate göre terkip “öncekilerin uydurması, yakıştırması, eskilerin masalları [esâtîrü’l-evvelîn (krş. el-En‘âm 6/25; Enfâl 8/31; Nahl 16/24)] ve hurafeleri” (ehâdîs) mânasına gelir. (Taberî, IX, 453; İbn Sîde, IV, 389)

Son anlam için ihtilâk da kullanılır. Bu kelime müşriklerin Kuran vahyine yönelik ifadelerinde yer almaktadır. (Sâd 38/7)

Yaratmayla ilgili diğer terimler

İslâmi kaynaklarda yaratmayla ilgili ibdâ‘, ber’, zer’, fatr, sun‘, inşâ’, ihdâs, îcâd, tasvîr, tekvîn, ihtirâ‘, ca‘l gibi kavramlar da yer almaktadır.

“Yapmak, inşa etmek, ihdas etmek; başlamak, ilk olmak” anlamlarındaki bed‘ kökünden ziyâdeli masdar olan ibdâ‘ Allah’a nisbet edildiğinde;
- “önceden bir örneği olmadan bir şeyi yaratmak” (Cevherî, eṣ-Ṣıḥâḥ, “bdʿa” md.; Lisânü’l-ʿArab, “bdʿa” md.);
- “alete, maddeye, zamana ve mekâna bağlı kalmadan bir şeye varlık kazandırmak” (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “bdʿa” md.);
- “bir şeyi yoktan var etmek, bir şeyden başka bir şey oluşturmak” (et-Taʿrîfât, “ibdâʿ” md.)
gibi farklı şekillerde açıklanmıştır.

Aynı kökten bedî‘ Allah’ın isimlerindendir.

“Benzersiz yaratmak, her bir varlığı fiilen meydana getirmek, açığa çıkarmak” şeklinde açıklanan ber’ kelimesinin halktan farklı olarak özellikle canlıların yaratılması hakkında kullanıldığı belirtilir. (Lisânü’l-ʿArab, “brʾe‘” md.)

Aynı kökten türeyen bâri’ de Allah’ın isimlerindendir.

İbn Manzûr, “yaratmak, yaratarak çoğaltmak” anlamındaki zer’ kökünden türeyen zâri’i bâri’in eşanlamlısı diye gösterir. (Lisânü’l-ʿArab, “ẕrʾe” md.)

Asıl manası “yarmak” olan fatr Allah’a nisbet edildiğinde “varlığı yaratmak, ortaya çıkarmak”, fıtrat ise “ilk baştan yapmak, yaratmak; çocuğa anne karnında Allah’ın verdiği ilk yapı, hilkat, temiz tabiat; insanın özündeki Allah’ı tanıma yeteneği” gibi anlamlara gelir. (Lisânü’l-ʿArab, “fṭr” md.)

Sun‘ kelimesini “iş yapmak” diye izah eden Râgıb el-İsfahânî, her fiilin sun‘ fakat her sun‘un fiil olmadığını, hayvanlara ve cansız varlıklara sun‘ nisbet edilmeyeceğini” söyler. (el-Müfredât, “ṣnʿa” md.)

Sun‘ kökünden türeyen sâni‘ Allah lafzı veya hâlik yerine kullanılır.

“Canlanmak, hayat bulmak, büyüyüp gelişmek, gençlik çağına girmek” anlamındaki (el-Müfredât, “nşʾe” md.) neş’ / neş’e kökünden türeyen inşâ kelimesine İbn Manzûr, “yaratmaya başlamak” mânasını verir. (Lisânü’l-ʿArab, “nşʾe” md.)

Râgıb el-İsfahânî kelimenin daha çok canlılar hakkında kullanıldığını belirtir (el-Müfredât, “nşʾe” md.)

“Yokken var olmak, vuku bulmak, sonradan meydana gelmek” anlamındaki hudûs / hadâse kökünden türeyen, bilhassa kelâm ve felsefede yaratma konusunda çok sık kullanılan kelimelerden olan ihdâs;
- “bir şeyi yok iken var etmek” (Lisânü’l-ʿArab, “ḫds̱” md.),
- “zaman içinde var etmek” (et-Taʿrîfât, “İhdâs̱” md.)
diye açıklanmıştır.

Vücûd kökünden îcâd da “varlık vermek, örneksiz yaratmak” anlamında daha çok kâinatın yaratılışı bağlamında sıkça kullanılan felsefe terimlerindendir.

“Şekil, biçim, örnek, bir şeyin dış görünüşü, yapısı, hakikati, mahiyeti, özü” anlamındaki sûretten gelen tasvir, İbn Manzûr’a göre Allah’a nisbet edildiğinde “her bir varlığa özel bir sûret vermek, başka varlıklardan ayırt edilmesini sağlayan bir yapı kazandırmak” mânasına gelir. (Lisânü’l-ʿArab, “ṣvr” md.)

“Var olmak, vuku bulmak, meydana gelmek” anlamındaki kevn/kiyân kökünden türeyen tekvin Allah’ın sıfatı olarak “varlığı meydana getirmek, oluşturmak, yaratmak, icat etmek” anlamındadır.

Cürcânî tekvini “bir şeyi maddî bir asıldan icat etmek” şeklinde tanımlar. (et-Taʿrîfât, “Tekvîn” md.)

Râgıb el-İsfahânî birçok kelâmcının tekvini “ibdâ‘” mânasında kullandığını belirtirken (el-Müfredât, “kvn” md.) Cürcânî bir şeyin maddî bir asla ve zamana bağlanmadan var edilmesine ibdâ‘, madde ve olaylara bağlı olarak zaman içinde var edilmesine tekvin denildiğini söyler.

İhtirâ‘ kelimesi “yarmak, yırtmak, parçalamak” anlamındaki har‘ kökünden türemiş olup kelâm ve felsefede “yaratmak, yeni bir şey ortaya çıkarmak, inşa etmek” manasında (Cevherî, eṣ-Ṣıḥâḥ, “ḫrʿa” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ḫrʿa” md.) Allah’ın varlığını kanıtlamak için geliştirilen delillerden biridir.

“Koymak, bir şey yapmak, icat etmek, bir şeyden başka bir şey meydana getirmek, bir nesnenin durumunu değiştirmek” anlamlarını içeren ca‘l yaratmanın farklı tarzları için kullanılır. (el-Müfredât, “caʿl” md.)

Kur'an’da Halk Kelimesi

Kuran-ı Kerîm’de elli iki yerde halk kelimesi ve 200’ü aşkın yerde türevleri geçmektedir.

Yaklaşık elli ayette göklerin ve yerin, 100 ayette insanın yaratılışından, elliye yakın ayette genel anlamda yaratmadan söz edilir. Diğer ayetlerde gece, gündüz, ay, güneş, bitki, hayvan, melek, cin, şeytan, hayat, ölüm, öldükten sonra dirilme gibi varlık ve olayların yaratılışıyla Cahiliye devrinde tanrı yerine konan putların hiçliği bağlamında halk kavramı kullanılmıştır. (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḫlḳ” md.)

Taberî, “Sizi yarattık sonra size şekil verdik” mealindeki ayette geçen (A‘râf 7/11) halk ve tasvire dair değişik yorumları aktardıktan sonra bu ayetin, “Babanız Âdem’i yarattık, sonra ona şekil verdik” manasına geldiğini söyler. (Câmiʿu’l-beyân, V, 436-438)

Şevkânî ise ayeti, “Sizi nutfe olarak yarattık, bunun ardından da size sûret verdik” diye yorumlar. Şevkanî’nin naklettiği yorumlardan birinde halk ile ruhların yaratılması, tasvir ile de bedenlerin şekillendirilmesinin kastedildiği belirtilir. (Fetḥu’l-ḳadîr, II, 219-220)

Enam suresinin ilk ayetinde Allah’ın gökleri ve yeri yaratması için “halaka”, karanlıklarla ışığı yaratması için “ceale” fiilinin kullanılması bu iki kavramın aynı anlamı içerdiğini gösterir. Şevkânî’nin yorumuna göre ayette önce, “Gökleri ve yeri yarattı” ifadesiyle cevherlerin, ardından -cevherler arazsız olamayacağı için- “Karanlıkları ve ışığı yarattı” ifadesiyle arazların yaratılışına işaret edilmiştir. (Fetḥu’l-ḳadîr, II, 113)

“Halaka” ile “ceale” arasındaki anlam birliği, Allah’ın insanları ve diğer canlıları çift yarattığı bildirilirken bu iki fiilden bazen birinin, bazen diğerinin kullanıldığı ayetlerde de görülür. (Zâriyât 51/49; Necm 53/45; krş. Ra‘d 13/3; Kıyâme 75/39)

Allah’ın her şeyi bir ölçüye göre yaratması bir yerde “halaka” (Kamer 54/49) başka bir yerde “ceale” (Talâk 65/3) fiiliyle ifade edilmiştir.

Yine Allah’ın ilk insanı yaratmadan önce bu iradesini meleklere bildirdiğine dair ayetlerin ikisinde hâlik (Hicr 15/28; Sâd 38/71), birinde aynı manada (Taberî, I, 236) câil (Bakara 2/30) kelimesi geçer.

Her şeyi yaratan Allah’tır.

Kur'an-ı Kerîm’de birçok ayette “min” edatıyla Allah’ın -her canlıyı sudan (Enbiyâ 21/30; Nûr 24/45), insanı topraktan (Rûm 30/20; Fatır 35/11) yaratması gibi- bir şeyi bir şeyden yarattığı belirtilir. İblis’in Âdem’in önünde secde etmeyi reddederken sebep olarak Allah’ın onu topraktan, kendisini daha değerli kabul ettiği ateşten yaratmasını göstermiştir. (A‘râf 7/12; Sâd 38/76)

Ancak Kur’an’daki bu tür ifadeler, Grek felsefesinde olduğu gibi bir varlığın başlangıçsız bir temel maddeden (arkhe, hyle) yaratıldığı anlamına gelmez. Çünkü Allah’ın gökler ve yer ile bunlarda bulunan ve mülk, halk, îcâd ve ibdâ‘ yönünden kendisine ait olan her şeyi (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, IV, 22), ortada herhangi bir asıl, örnek olmadan (Taberî, I, 556) yarattığını bildiren çok sayıdaki ayet (Mesela bk. Bakara 2/117; Hicr 15/85; Furkān 25/59; Fâtır 35/1) dikkate alındığında Kuran’a göre;

- Âdem’in yaratıldığı toprak,
- canlının yaratıldığı su

- ve İblîs’in yaratıldığı ateş dahil bütünüyle alemin ve onda olanların başka bir asıl madde olmadan yoktan yaratıldığı, dolayısıyla yaratılan her şeyin önceli ve sonlu olduğu ortaya çıkar.

Nitekim herhangi bir asıl, öz veya ilk madde belirtilmeden;
- “Her şeyi yarattı” (Bakara 2/29; En‘âm 6/101, 102; Furkān 25/2; Zümer 39/62);
- “Dilediğini yaratır” (Âl-i İmrân 3/47; Nûr 24/45; Kasas 28/68)
gibi mutlak yaratmadan söz eden çok sayıda ayet vardır.

“Daha önce sen (Zekeriyyâ) hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım” mealindeki ayette geçen (Meryem 19/9) “hiçbir şey değilken” ifadesi “sırf yokluktan yaratma” şeklinde açıklanmıştır. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXI, 161)

Ayetlerde genellikle varlığı, özel olarak insanı ilk defa Allah’ın yarattığı, sonunda onu yokluk haline veya bir başka varlık aşamasına yine O’nun çevireceği bildirilir. (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “bdʾe” md.)

Taberi’nin naklettiğine göre aynı mahiyetteki bir ayete (Enbiyâ 21/104), “Hiçbir şey yaratmadan önce sadece biz vardık ve bizden başka bir şey yoktu; bunun gibi eşyayı helâk eder, yokluğa çeviririz” manası verilmiştir (Câmiʿu’l-beyân, IX, 96-97)

Her şey; doğru, isabetli ve hikmetli yaratılmıştır.

Göklerin ve yerin yaratılmasıyla ilgili olarak on ayette yer alan “bi’l-hakkı” ifadesi “doğru ve isabetli” veya “hikmetli” şeklinde açıklanmıştır.

Nitekim göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların boş yere (bâtıl) yaratılmadığını bildiren ayetlerdeki bâtıl kelimesine (Âl-i İmrân 3/191; Sâd 38/27), “anlamsız, amaçsız, eğlence olsun diye” manası verilmiş (krş. Enbiyâ 21/16; Duhân 44/38), bu ayetlerden evrenin ve evrendeki her şeyin yaratılışındaki hikmetin vurgulandığı belirtilmiştir. (Taberî, III, 551; V, 233; Fahreddin er-Râzî, XIII, 26-27; Şevkânî, I, 458)

Müminûn sûresinde (23/115) insanın yaratılışının da anlamsız olmadığı bildirilir.

Her şeyin yaratılış sebebi, Allah’a kulluktur.

Birçok ayette ibadet, secde, tesbih gibi kavramlarla doğrudan veya dolaylı biçimde gerek insanların gerekse evrendeki her şeyin temel yaratılış sebebinin Allah’a kulluk olduğuna işaret edilmektedir (Meselâ bk. Bakara 2/21; Nahl 16/49; İsrâ 17/44; Fussılet 41/37; Zâriyât 51/56)

Bununla birlikte -Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmadığından- O’nun kurduğu küllî düzen içinde her varlığın yaratılış amacı bu düzenin işleyişine kendi konumuna göre katkıda bulunmaktır. Meselâ:

- İnsanların kadın ve erkek olarak yaratılması beşer türünün devamı içindir. (Nisâ 4/1; Nahl 16/72)
- Suyun yaratılışı canlıların meydana gelmesine ortam hazırlamıştır. (Enbiyâ 21/30; Nûr 24/45)
- Güneş ışık ve aydınlık vermesi için var edilmiştir. (Yûnus 10/5; Nûh 71/16)
- Gece insanların dinlenmesi, güneş ve ay zamanı ölçmeleri, yıldızlar yön bulmaları, yağmur bitkilerin oluşup gelişmesi için yaratılmıştır. (En‘âm 6/96-99)

Ancak Kur'an-ı Kerîm’de yaratılmışlarda son amacın insan olduğu bildirilmekte, ilgili ayetlerden bu amacın iki yönünün bulunduğu anlaşılmaktadır:

1. İnsan hayatına fayda sağlama, insan hayatını kolaylaştırma.

Bu hususla ilgili birçok ayette gökler, yer, denizler, ırmaklar, nehirler, denizlerdeki gemiler, gece ve gündüz, ay ve güneş, yağmur, bitkiler, hayvanlar gibi yerde ve göklerde bulunanların hepsinin insanın emrine verildiği (müsahhar kılındığı) bildirilir. (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “caʿl”, “sḫr” md.leri)

Bunların yaratılış amaçlarından biri, insanlık aleminin Allah’ın tayin ettiği son vakit (ecel-i müsemmâ) gelinceye kadar kendisini kuşatan yaratılmışlardan istifade etmesidir.

2. İnsanın yaratıcıyı tanıması, O’nun varlığına, birliğine inanması ve O’na itaat etmesi.

Çeşitli ayetlerde insanın kendi yaratılışı dahil gökler, yer ve bunlarda bulunanlar; gece, gündüz, güneş, ay, yıldızlar, rüzgâr, şimşek, bulut, yağmur, deniz, hayvanlar, bitkiler; cinsiyet, dil ve renk farklılıkları gibi insan bilgisinin ulaşabildiği bütün varlık ve olaylar Allah’ın birliğini, kudretini ve hikmetini gösteren, insanların ibret alması gereken işaretler (ayetler) olarak gösterilmiştir. (Bakara 2/164; Âl-i İmrân 3/190; Yûnus 10/5-6; Rûm 30/20-25, 46; Fussılet 41/37; Câsiye 45/3-6)

Sonuçta insanın, bilgisinin ulaşabildiği bütün yaratılmışlara ibret nazarıyla bakarak ilâhî hakikatin delillerini ve işaretlerini görmesi, doğru bir inancı benimsemesi ve hayatına buna göre düzen vermesi amaçlanmıştır.

Hadislerde Yaratma İfadesi.

Hadislerde de yaratmayla ilgili en çok kullanılan kelime halktır. Bir hadiste aynı anlamda “berae” ve “ẕerae” fiilleri yer almıştır. (Müsned, III, 419; el-Muvaṭṭaʾ, “Şeʿar”, 12)

Ayrıca esma-i hüsnânın zikredildiği rivayetlerde yaratmayla ilgili hâlik, bâri’, musavvir, bedî‘ ve fâtır isimleri geçer. Bazı hadislerde inşâ kavramı “yaratma” manasında geçmektedir. (Buhârî, “Tefsîr”, 50/1, “Tevḥîd”, 257; Müslim, “Cennet”, 36, 38)

Buhârî göklerin, yerin ve diğer varlıkların yaratılışına ayırdığı bölümün girişinde (“Tevḥîd”, 27) “Allah sıfatları, fiilleri ve emriyle hâliktır, mükevvindir; O yaratılmamıştır; O’nun fiili, emri ve yaratmasıyla meydana gelen şeyler ise mef‘ûl, mahlûk ve mükevvendir.” dedikten sonra Hz. Peygamber (asm)’in gece gökyüzüne bakarak, “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için işaretler vardır.” (Âl-i İmrân 3/190) mealindeki ayeti okuduğunu, ardından namaz kıldığını nakleder.

Bir hadiste Allah için; “yaratan, sonra suret veren, sureti en güzel yapan” ifadesi geçer. (Müsned, I, 95, 102; Müslim, “Müsâfirîn”, 201, 202; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 119)

- “Her şey Allah’ın mahlûku ve mülküdür.” (Müslim, “Ḳader”, 10);
- “Yaratılmış her canlının yaratıcısı yalnızca Allah’tır.” (Buhârî, “Tevḥîd”, 18; Ebû Dâvûd, “Nikâḥ”, 48; Tirmizî, “Nikâḥ”, 40)
mealindeki hadisler Allah’ın tek ve mutlak yaratıcı olduğunu ifade eder.

Bir hadiste her mahlûkun sudan yaratıldığı bildirilir. (Tirmizî, “Cennet”, 2)

- Melekler nurdan (Müsned, VI, 158, 168; Müslim, “Zühd”, 60),
- şeytan ateşten (Müsned, IV, 226; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 3)
yaratılmıştır.

İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır; Âdem de topraktan yaratılmıştır. (Tirmizî, “Menâḳıb”, 74)

Allah Âdem’i kendi sûretinde yarattı ne demektir?

“Allah Âdem’i kendi sûretinde yarattı” hadisinde (Buhârî, “İstiʾẕân”, 1; Müslim, “Birr”, 115, “Cennet”, 28) suretin Allah’a izafe edilmesi değişik yorumlara yol açmıştır:

Râgıb el-İsfahânî’ye göre bu hadis Allah ile suret arasında bütün-parça (ba‘zıyyet) ilişkisini ve benzerliği değil mülkiyet ilişkisini ifade eder. (Müfredât, “ṣvr” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ṣvr” md.)

Diğer bazı kaynaklarda bu hadise iki farklı açıklama getirilmiştir:

Burada ya özel olarak Âdem’in sureti kastedilmiş, onun düzgün ve hilkati kamil bir beşer olarak yaratıldığı anlatılmış veya -suret kelimesi “sıfat” anlamında da kullanıldığına göre- hadiste Allah’ın Âdem’i kendi zatında olan hayat, ilim, görme, işitme gibi sıfatlarla donattığı belirtilmiş.

Âdem’in sureti Allah’ın ismine izâfe edilerek Âdem’in şahsında insan türüne şeref bahşedilmiştir. (İbn Hacer, XXIII, 3-4; Bedreddin el-Aynî, XVIII, 284)

Hz. Peygamber, çok soru sormanın sakıncalarına dikkat çekmek üzere insanların durmadan soru sorduklarını, sonunda işi, “Allah her şeyi yarattığına göre O’nu kim yarattı?” demeye kadar götürdüklerini (Buhârî, “İʿtiṣâm”, 3), diğer bir rivayete göre benzer soruları insanları saptırmak için şeytanın onlara soracağını belirtmiş, böyle durumla karşılaşanlara, “Şeytandan Allah’a sığınırım” diyerek bu kuruntuyu zihinlerinden çıkarmalarını öğütlemiştir. (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 11)

Yaratılışın başlangıcı

Yaratılışın başlangıcına işaret eden bir hadiste, “Allah vardı ve O’nunla birlikte (diğer bir rivayete göre O’ndan başka) hiçbir şey yoktu; arşı su üzerindeydi; her şeyi levh-i mahfûza yazdı, gökleri ve yeri yarattı” denilmektedir. (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 1; Müsned, II, 313, 501; V, 316, 321)

İslâm alimleri bu hadisi yoktan yaratmanın açık bir delili kabul ederler.

Tefsir ve hadis âlimleri bu ifadeden arşın ve suyun yer ve göklerden önce yaratıldığı manasını çıkarmışlardır. (Zemahşerî, II, 259; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XVII, 150; Bedreddin el-Aynî, XII, 255-256)

İbn Hacer el-Askalânî söz konusu hadisi şöyle açıklar: “‘Allah’tan başka’ ifadesi gösteriyor ki başlangıçta Allah’ın dışında ne su ne arş ne de başka bir şey vardı.”

İbn Hacer, “Allah gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce bütün ölçü ve hacim kriterlerini belirlemişti” diye başlayan hadisi (Müsned, II, 169; Tirmizî, “Ḳader”, 18) dikkate alarak yukarıdaki hadisten şu mânayı çıkarır:

“Arşı su üzerinde bulunduğuna göre Allah önce suyu, sonra arşı, sonra da gökleri ve yeri yarattı. Hadisteki ‘kâne’ fiili Allah’ın ezeliyetine, başka varlıkların da yokluktan yaratılmasına delâlet eder.” (Fetḥu’l-bârî, XIII, 6-7)

Arş ve Kürsi’nin yaratılması

Ayet ve hadislerde yaratma bağlamında geçen arş ve kürsînin (Bakara 2/255; Müsned, I, 282, 296; V, 229; Dârimî, “Riḳāḳ”, 80) maddî bir varlığa tekabül etmeyip ilâhî saltanat, hâkimiyet, yücelik ve büyüklükten kinaye olduğu da belirtilmiştir.

Başka bir hadiste, “Şanı yüce olan Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Sonra ona ‘yaz’ dedi; işte o anda kıyamete kadar olacaklar belirlendi” denilmektedir. (Müsned, V, 317; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 16; Tirmizî, “Ḳader”, 17)

Bu hadisin kader konusunun sembolik bir ifadesini yansıttığı ve bu açıdan Allah’ın, yaratılmasını takdir ettiği şeyleri önce belirlediğini bildiren yukarıdaki hadisle aynı şeyi anlattığı dikkate alınırsa ilk yaratılanın su olduğuna işaret eden rivayetlerle çelişmediği görülür.

Bir rivayete göre Hz. Peygamber (asm), “Rabbimiz mahlûkatı yaratmadan önce neredeydi?” sorusuna, “Amâda idi; onun ne altında ne üstünde hava vardı. Sonra Allah kendisinden başka hiçbir şey yokken su üzerinde arşı yarattı.” şeklinde cevap vermiştir. (Müsned, IV, 11, 12; Tirmizî, “Tefsîr”, 11/1; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 13)

İlk dil âlimlerinden Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Arapça’da amânın “bulut” anlamına geldiğini, ancak bu hadisteki manasını bilmenin mümkün olmadığını söyler. Bu görüşe katıldığını belirten Ezherî’ye göre akılla kavranamayan şeye de amâ dendiğine göre hadisteki “amâda idi” ifadesinin, Allah’ın akılla kavranamayacak ve mahiyeti bilinemeyecek bir konumda bulunduğu şeklinde anlaşılması mümkündür. (Lisânü’l-ʿArab, “ʿamy” md.)

Kelam İlminde Yaratma İfadesi

Kelam literatüründe halk kavramına genellikle “bir şeyin şekil ve ölçüsünü belirlemek” (takdir) anlamı verilmiştir.

Gazzâlî, Haşr sûresinde (59/24) ardarda gelen hâlik, bâri’ ve musavvir isimlerinin farklı anlamlar içerdiğini belirterek yokluktan varlığa çıkarılan bir şeyin oluşum sürecini takdir, icat ve tasvir şeklinde sıralar. Buna göre Allah takdir edici olarak hâlik, icat edici olarak bâri’, yarattıklarını en güzel biçimde şekillendirdiği için musavvirdir. (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 52-53)

Fahreddin er-Râzî halkın hem “îcâd, ibdâ‘, yokluktan varlığa çıkarma” hem “takdir” mânasına geldiğini belirtir; takdiri de “bir şeyi belli bir ölçüye göre oluşturmak” (tekvin) şeklinde tanımlar.

Râzî’ye göre takdirde üç unsur bulunur:

Bir şeyi varlığa çıkaracak kudret, o şeyi belli ölçüde belirleyen irade, bu ölçü hakkındaki bilgi. Râzî, Mu‘tezile âlimlerinden Ebû Abdullah el-Basrî’nin, halk kavramında “düşünme” anlamının bulunması sebebiyle Allah hakkında hâlik isminin ancak mecaz yoluyla kullanılabileceği yönündeki fikrini halkın “îcâd ve ibdâ‘” mânasını da içermesi, ayrıca Allah’ın takdir için düşünmesinin şart olmaması sebebiyle reddetmiştir. (Levâmiʿu’l-beyyinât, s. 208-214)

Kelâm kaynaklarında âlemin yaratılması meselesi tartışılırken halk, ibdâ‘, îcâd gibi kelimelerin yanında konu çoğunlukla hudûs kavramı çevresinde ele alınmış, yaratma için ihdâs, yaratıcı için muhdis, yaratılan için hâdis ve muhdes kelimeleri kullanılmıştır.

Bütün kelâm âlimleri çeşitli delillere dayanarak cevher ve arazların, dolayısıyla cisimlerin ve bütünüyle âlemin hâdis olduğunu, her hâdisin bir muhdise ihtiyacı bulunduğunu belirtip -çeşitli delillerle teselsülün imkânsızlığını da göstererek- buradan âlemin Allah tarafından yaratıldığı sonucunu çıkarırlar.

Kaynaklar:

- Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ẕrʾe” md.;
- et-Taʿrîfât, “Caʿl”, “Kâne” md.leri;
- M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “bdʿa” md.; Müsned, I, 95, 102, 282, 296; II, 1, 4, 169, 244, 251, 313, 323, 327, 501; III, 419; IV, 11, 12, 226; V, 229, 316, 317, 321; VI, 158, 168;
- Kindî, Resâʾil, I, 114 vd., 162, 165, 182-183;
- Ebû Bekir er-Râzî, Resâʾil felsefiyye (nşr. P. Kraus), Beyrut 1402/1982, s. 165-216;
- Eş‘arî, Maḳālât (Ritter), s. 186-187;
- İhvân-ı Safâ, er-Resâʾil, Beyrut 1377/1957, II, 127; III, 517; IV, 206-207; a.mlf., er-Risâletü’l-câmiʿa (nşr. Mustafa Gālib), Beyrut 1394/1974, s. 51, 377, 481, 491;
- Taberî, Câmiʿu’l-beyân, Beyrut 1412/1992, I, 236, 327-328, 556-558; III, 551; IV, 282-285; V, 233, 349, 436-438; IX, 3, 96-97, 237, 433, 453; X, 130, 182-184; XI, 535, 652; XII, 657;
- Kādî Abdülcebbâr, Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse, s. 176-177, 548;
- Mâverdî, en-Nüket ve’l-ʿuyûn (nşr. Seyyid b. Abdülmaksûd b. Abdürrahîm), Beyrut 1412/1992, I, 178-179;
- İbn Hazm, el-Faṣl, IV, 202;
- İbn Sîde, el-Muḥkem ve’l-muḥîṭü’l-aʿẓam (nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Kahire 1388/1968, IV, 388-389;
- Gazzâlî, el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 52-53;
- Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), II, 259;
- İbn Rüşd, Tehâfütü’t-Tehâfüt (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1972, s. 182-185, 428-429, 431-434; a.mlf., Faṣlü’l-maḳāl (nşr. Albert Nasrî Nâdir), Beyrut 1961, s. 85-87;
- Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, IV, 22; XIII, 26-27; XVII, 150; XXI, 161; XXII, 140-141; a.mlf., Levâmiʿu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1404/1984, s. 208-214;
- Takıyyüddin İbn Teymiyye, Derʾü teʿârużi’l-ʿaḳl ve’n-naḳl (nşr. M. Reşâd Sâlim), Beyrut 1399/1978, IX, 101-103;
- İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (Hatîb), XIII, 6-7; XXIII, 3-4;
- Bedreddin el-Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, XII, 255-256; XVIII, 284;
- Şevkânî, Fetḥu’l-ḳadîr, I, 458; II, 113, 219-220; IV, 229, 257;
- Mâcid Fahrî, İslâm Felsefesi Tarihi (trc. Kasım Turhan), İstanbul 1992, s. 93-96;
- Tevfik Yücedoğru, Geçmişten Günümüze İlim ve Din Açısından Yaratılış, Bursa 2006, s. 75-124;
- R. Arnaldez, “Khalḳ”, EI2 (Fr.), IV, 1012-1020;
- Mahmut Kaya, “Râzî, Ebû Bekir”, DİA, XXXIV, 481.

(bk. TDV İslam Ansiklopedisi, Yaratma md.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun