Günahların cezası neden bu kadar ağır?

Tarih: 30.12.2014 - 08:19 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Mesela cehennemde derin bir kuyu dibinde sivri kazıklar çakılı ve günahkar mü'minlerin (mesela harama baktığı için) uzun yıllar bu kuyulara atılmakla azab edildiğini düşünüyorum, fakat aklıma ''Allahu Zülcelal kullarına bu derece acı çektirmez, bu kadar şiddetli azab etmez'' gibi fikirler geliyor. Oysa mü'minler sonunda kurtulacakken kafirlerin hali ne olacak?
- Biz hala evimizde soba kullanıyoruz ve sobayı tutuşturduğumuzda bazen öyle dehşetli bir hal alıyor ki yanına yaklaşamıyoruz ve bu kadar nazik, nazenin kulların ahirette bu ateşin daha dehşetlisiyle azab edileceğini düşününce
''Allahu Zülcelal merhametlilerin en merhametlisidir bu aciz, nazik insanlar şu sobaya nasıl atılır?'' gibi düşünceler geliyor.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Biz ne cennetteki lezzetlerin ne de cehennemdeki azabın durumunu aklımızla bilecek durumda değiliz. Bizim bu konudaki yegâne bilgi kaynağımız, ayet ve hadislerdir. O halde, Kur’an’ın ve sahih hadislerin açıkça ifade ettikleri cennetteki lezzetin ve cehennemdeki azabın varlığına olduğu gibi inanmak imanın bir gereğidir.

- İbadet, Allah’ın isteklerini yerine getirmek ve sakındıklarından da uzak durmak demektir. Buna göre, Allah’ın her emrini terk etmek Ona bir isyan olduğu gibi, her yasağını işlemek de Ona bir isyandır.

Elbette, Alemlerin Rabbine karşı işlenen bir suçun cezası ona göre olacaktır.

- Bu sorunun cevabını Bediüzzaman Hazretleri Yirmi Üçüncü Lem’a isimli eserinde vermektedir. Bizler bu cevabı biraz şerh ederek vermeye çalışalım:

Cenab-ı Hakk’ın, namazı ve ibadeti terk edenler hakkındaki şiddetli tehditleri ve dehşetli cezalarının sebebi şudur:

Nasıl ki bir padişah, halkının hukukunu muhafaza etmek için, halkın hukukuna zarar veren bir adama, hatasına göre, şiddetli bir cezaya çarptırır. Ta adalet gerçekleşsin halkın hukuku muhafaza edilsin.

Aynen bu misal gibi, ibadeti ve namazı terk eden adam da mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve manevi bir zulüm eder. Cenab-ı Hak da onun bu tecavüzüne ve manevi zulmüne bir ceza olarak cehennemde ona şiddetli azap eder. Ta ki mahlûkatının hakkı ve hukuku muhafaza edilsin ve adalet yerine gelsin.

İbadeti ve namazı terk eden kişinin mahlûkatın hukukuna tecavüzü ve manevi zulmü şöyle olur:

Mevcudatın kemali ve kıymeti, sanatkârları olan Allah’a bakan yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. Yani her bir mahlûk kıymetini, Allah’ın sanatı olması ve Allah’ı tesbih edip O’nu zikretmesiyle kazanır.

İbadeti terk eden kişi ise, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih etme noktasında yüksek makamda bulunan o mahlûklar aşağıya düşerler ve birer başıbozuk derecesine inerler. Her biri, Rabbini tesbih eden birer müsebbih ve O’nu zikreden birer zâkir iken, kıymetsiz ve ehemmiyetsiz bir vaziyet alırlar.

Ayrıca her biri birer ilahî mektup ve Allah’ın güzel isimlerinin birer aynası olan o mevcudatı, ehemmiyetsiz, vazifesiz, cansız ve perişan bir vaziyette telâkki eder. Bu telakki ile de mevcudatın kıymetini tahkir eder, onların kemalatını inkâr eder ve onların hukukuna tecavüz eder.

Zira ibadet etmeyen bir kişinin nazarında, “Hak, Hak” diyerek Rabbisini tesbih eden leyleğin kelimeleri “Lak, lak”tır. O, leyleğin “Hak, Hak” tesbihini “Lak, lak” zanneder. Çünkü herkes kâinatı kendi aynasıyla görür. Cenab-ı Hak her insana, bu âlemden hususî bir âlem vermiştir ki, o âlemin rengi, o insanın kalbi itikadına göre boyanır.

Mesela, gayet hüzünlü ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve hüzünlü suretinde görür. Gayet sevinçli, neşeli ve neşesinden gülen bir adam ise, kâinatı neşeli ve güler görür. Tefekkür eden ve ciddi bir surette ibadet ve tesbih eden kişi ise, mevcudatı ibadette ve tesbihte görür; onların ibadet ve tesbihlerini bir derece keşfeder ve anlar.

Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam ise, mevcudatı ibadetsiz, başıboş, vazifesiz ve perişan bir surette tevehhüm eder ki, işte bu tevehhüm, mahlûkatın hukuklarına bir tecavüz ve manen onlara bir zulümdür. Cenab-ı Hak da bu zulmün hesabını ahirette onlardan sorar ve mahlûkatının haklarını onlardan alır.

Şimdi şöyle bir düşünelim:

Siz camide namaz kılarken ya da elinizde tesbih Allah’ı zikrederken birisi gelse ve size bakarak şöyle dese: “Bu adam da burada boş boş ne diye duruyor? Hiçbir şey yapmadan zamanını zayi ediyor…” Bu sözler sizi ne kadar kızdırır ve hemen ona karşı dersiniz ki: “Ben boş boş durmuyorum, ben Rabbimi tesbih ediyor ve onun azameti karşısında secdeye gidiyorum. Onu zikrediyor ve emrettiği namazı kılıyorum…” Bu sözleri söyledikten sonra da ondan hakkınızı almak için adaletli sultanın kapısına gider ve sizin hakkınızdaki su-i zannı sebebiyle o kişiden hakkınızın alınmasını istersiniz.

Aynen bu misal gibi, namaz kılmayan ve ibadeti terk eden kişi de bütün mahlûkatı başıboş ve vazifesiz bilir. Onların zikir ve tesbihlerini inkâr eder; yaptıkları ibadetleri reddeder ve bu cihetle onların hukukuna tecavüz eder. Onlar da bu adam hakkında adeta Cenab-ı Hakk’a şöyle derler: “Ya Rabbi! Biz seni tesbih ve zikir ediyor idik, bu kişi bizi vazifesizlikle itham etti. Bizim zikrimizi ve ibadetimizi inkâr ederek bize iftira etti. Bizlerde tecelli eden güzel isimlerine göz kapayarak bizi kıymetsizlikle itham etti. Sen bizim hakkımızı bundan al.” Cenab-ı Hak da mahlûkatının bu duasına icabet eder ve onların hakkını o namazsız kişiden alır.

Şimdi şunu hayal edelim:

Namaz kılmayan kişi, yaşadığı o dakikada ve o saniyede bütün mahlûkların hukukuna beyan ettiğimiz şekilde tecavüz ediyor. Ve o dakikadaki manevi zulme uğrayan bütün mahlûklar da ondan hak talep ediyorlar. Mahlûkatın sayısını ve namazsız kişinin aleyhinde açılan davaların çokluğunu bir hayal edelim…

Bir de namazsız ve ibadetsiz bu kişinin, bu tecavüzü ve manevi zulmü hayatının her dakikasında yaptığını ve işlediği suçu daima tekrar ettiğini düşünelim. Suçların tekrarı ile davalar da elbette çoğalacaktır. Her bir zerre, her bir çiçek, her bir böcek ve sayılarla ifadesi mümkün olmayacak kadar çok mahlûkat, namazsız adamın, her dakikasında hatta her saniyesinde işlemiş olduğu bu zulümler sebebiyle onun aleyhinde dava açacak ve haklarının ondan alınmasını Mevla-yı Teâlâ’dan dileyeceklerdir.

Acaba bu kadar çok dava neticesinde, namaz kılmayan kişinin göreceği şiddetli azap adaletin ta kendisi olmaz mı?

Namaz kılmayan kişinin dehşetli bir cezaya çarptırılmasının bir diğer sebebi de şudur:

İnsan kendi kendine malik değildir. O, kudreti nihayetsiz ve ilmi sonsuz olan Allah-u Teâlâ’nın bir kuludur ve mahlûkudur. Kişi namazı terk etmekle, Allah’ın mahlûku ve bir kulu olan kendi nefsine zulmeder. İbadet için yaratılan azalarını, ibadette kullanmadığı ve kıymetsiz fani işlere sarf ettiği için, Allah-u Teâlâ, o kulunun hakkını onun nefs-i emmaresinden almak ister ve bu sebeple onu dehşetli tehdit eder. Adeta Allah-u Teâlâ, kulunu nefs-i emmaresine karşı korur.

Namaz kılmayan kişinin dehşetli bir cezaya çarptırılmasının bir başka sebebi de şudur:

İnsan, yaratılışının neticesi ve fıtratının gayesi olan ibadeti terk ettiğinde, Allah-u Teâlâ’nın hikmetini inkâr etmiş ve O’nu abes iş yapmakla itham etmiş olur. Bu da şiddetli bir cezaya onu müstehak eder. Bu meseleyi bir misalle şöyle anlayalım:

Bir usta milyonlar masraf yaparak son model bir araba yapsa ve bu arabadan maksadı insanları seyahat ettirmek olsa, sonra sizler bu arabayı alarak onu tavuklara kümes yapsanız; acaba bu hareketinizin lisan-ı haliyle şöyle demiş olmaz mısınız:

“Bu arabayı yapan usta boşuna bu kadar masraf yapmış. Bu araba kümes olmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Ben de onu layık olduğu işte kullandım ve kümes yaptım…”

İşte sizin arabayı kümes yapmanız, hem arabanın kıymetini inkâr etme hem de arabayı yapan ustanın hikmetsizliğini kabul etme manasına gelmektedir. Arabayı kümes yapmak, lisan-ı haliyle bu manayı taşımaktadır.

Yine bir usta düşünelim…

Bu usta zamanı göstermesi için bir duvar saati yaptı ve size hediye etti. Saatin lisan-ı halinden anlaşılır ki, bu saati yapan ve size hediye eden usta, bu saatle zamanı bilmenizi istemektedir. Saati yapmasının maksadı ve gayesi budur. Eğer siz şimdi bu saati alarak, onu tepsi gibi kullansanız, saati yapan ustaya hakaret etmiş olmaz mısınız? Saati tepsi gibi kullanmanızın lisan-ı haliyle şöyle demiş olmaz mısınız:

“Bu saat tepsi olmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Bu saati yapan usta abes bir şey yapmış ve boşuna bu kadar masraf etmiş…”

İşte sizin saati tepsi yapmanız, hem saatin kıymetini inkâr etme hem de saati yapan ustanın hikmetsizliğini kabul etme manasına gelmektedir. Saati tepsi yapmanın lisan-ı hali bu manayı taşımaktadır.

Aynen bu misaller gibi, her biri milyonlar kıymetinde olan şu cihaz ve azalarımız da ibadet etmemiz için yaratılmıştır. Kim gözünü, dilini, kulağını ve diğer aza ve cihazlarını, ibadetten çevirir ve onları sadece şu fani dünyanın işlerinde kullanırsa, misalimizdeki adam gibi lisan-ı haliyle şöyle demiş olur:

“Bu aza ve cihazlar boşuna verilmiş, bunların hiçbir vazifesi yok, bu yüzden ben de bunları kıymetsiz ve fani olan dünya işlerinde kullanıyorum. Bu cihazlara bu kadar masraf yapan usta da çok hikmetsiz bir iş yapmış, kısa bir ömür için bu kadar masraf yapmış…”

İşte kendisine verilen vücud, aza ve cihazlarını sadece bu fani dünyaya sarf eden kişi, Allah-u Teâlâ’nın hikmetine böyle ilişir, O’nu abes ve boş iş yapmakla itham eder.

Elbette bu kusurun cezası da ancak cehennemim şiddetli azapları olabilir.

Elhasıl:

- İbadeti terk eden kişi ilk önce kendi nefsine zulmeder. Zira vücudu Cenab-ı Hakk’ın kulu ve mahlûkudur.

- Sonra kâinatın hukukuna karşı tecavüz eder. Onların kıymetini hiçe indirip, vazifesizlikle ve başıboşlukla onları itham eder.

- Ve daha sonra da hikmet-i ilahiyeye karşı saygısızlık ve edepsizlik eder.

- Bu kusurları sebebiyle de dehşetli bir tehdide ve şiddetli bir cezaya müstahak olur.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun