Fussilet suresi 11. ayette “duman” sözcüğü yerine neden “sıcak hava” tabiri kullanılmıyor?

Tarih: 28.03.2015 - 01:50 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bir adam diyor ki: Kuran-ı Kerim neden Fussilet suresindeki 11. ayette geçen “duman” sözcüğü yerine “sıcak hava” tabirini kullanmıyor?
- Arapça’da sıcak hava tabiri var çünkü, evrenin ilk gaz aşamasında sıcak hava vardır. Duman gibi içinde partikül ve karbon yoktur, sadece helyum ve hidrojenden oluşan sıcak bir gazdır.
- Sıcak hava kelimesi duman kelimesinden daha uygun değil mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bir şeyin nasıl ve hangi kelimelerle anlatılacağını en iyi bilen, onu yapandır. “Yapan bilir, bilen konuşur.”

Buna göre, kainatın yaratılışının anlatıldığı bir konuyu da en iyi bilecek olan onu yapandır:

“... Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır." (Mülk, 67/13-14)

Öyleyse, Yaratıcı nasıl açıklarsa ve hangi kelimelerle bunu ifade ederse, en doğrusu en güzeli en faydalısı en hikmetlisi ve en hayırlısı odur.

Bize düşen görev, Yaratıcının kelamını ve sanatını anlamaya çalışmaktır.

Ayrıca, Kur'an bir değil binlerce şeyi kasteder. Kastettiği şeylerden henüz bilinmeyen niceleri vardır. O halde ayet, henüz anlaşılmayanları da içine alacak şekilde bahseder.

Diğer taraftan, Kuran belli bir zamana ve belli kişilere değil, bütün zamanlara ve bütün varlıklara gönderilmiştir. Her zaman ve her varlık ondan hissesini alacaktır. O halde Kur'an indiği zamandan kıyamete kadar gelen, gelmiş ve geleceklere de hitap edecek ve onlara da dersini verecektir.

İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:

"Allah orada (yeryüzünde) üstünden ağırlık (dağ)lar yaptı. Orada bereketler yarattı. Onda, dört gün (devir) de isteyenlere yeter durumda gıdalar var etti. Sonra göğe -ki o bir duman halindeydi- doğruldu da ona ve arza; 'İkinizde ister istemez gelin.', buyurdu. Onlar da 'İsteye isteye geldik.' dediler. Bu şekilde onları yedi gök olmak üzere iki günde var etti..." (Fussilet, 41/10-12)

Hidrojen ve oksijen gibi gazların gözle görülmemelerine karşın, burada gözle görülen bir dumandan veya duman görünümünde bir gaz kütlesinden bahsedilmektedir. Bu safhada yaratılışta ilk veya ondan sonra gelen bir nesne -ki bu suyun en büyük katkı maddesi hidrojen olabilir- çok çeşitli gazlara ve muhtemelen küçücük madde parçacıklarının oluşmasına yol açmış olabilir.

Bu ayetlerle ilgili müfessirlerin görüşleri özetle şöyledir:

Bir ilim ve hikmet adamı olan Hz. Ali (ö. 40 h/661 m) göklerin, su ve dumandan yaratıldıklarına, yemin ederken; bir kısım müfessirler âyette geçen "duhan-duman"a buhar anlamı vermişlerdir.

Bunlardan bir kısmı duman veya diğer anlayışa göre buharın ilk madde "su"dan oluştuğunu savunurlar.

Bir kısımlarına göre; Allah önce, üst kısmında "Arş" bulunan suyu kurutup onu arz hâline dönüştürürken, bundan kalkıp yükselen duman (veya buhar)'dan da gökleri yaratmıştır.

İkinci İslâmî neslin âlimlerinden olan Mücâhid aslında Arş'tan sonra ikinci yaratılış sırasında yer alan “su-mâ”dan arzların yaratıldığı inancındadır. Şu kadar var ki, ona göre duman (bulutsu kitle) doğrudan sudan değil arz kütlesinden çıkıp ayrılmıştır. Aynı görüşleri benimsemiş görünen İbn Kesîr (774 h/1372 m)'e göre gökleri oluşturan bu duman su buharından ibarettir.

İslâmî ilimler sahasında çeşitli eserleri bulunan İbnu'l-Cevzî (508-597 h/l 114-1200 m) göğün duman halindeki aşamasından bahseden âyeti tefsir ederken, ilgili dumanın oluşumu hakkında iki ayrı görüş bulunduğunu söyler:

1) Allah suyu yarattığı zaman onun üzerine rüzgar gönderir. Bu sayede ondan duman çıkıp yükselir. Bunun için ona, yüksek anlamına gelen "semâ'-gök" ismini verir.

2) Allah arzı yarattığı zaman onu ateşe tâbi tutar ve bu yüzden ondan duman çıkıp yükselir. Bunun için ona semâ' ismini verir.

Beyhakî'nin verdiği bilgilere bakılırsa İbn Abbas (ö. 68 h/687 m); arştan sonra suyun ve daha sonra da “nûn”un yaratıldığını ve dünyanın da "nûn" üzerine döşenip oluşturulduğunu, söyler. Sonra da oradan çıkıp yükselen su buharından, parçalanıp ayrılma suretiyle gökler yaratılmıştır. "Nûn" Arap dilinde harf adlarından biri olduğu gibi, mürekkep okkası, kılıç ağzı ve nihayet balık gibi anlamlara gelmektedir.

Beyhakî'nin verdiği bu haberde arzın çekirdek olarak ilk oluşumunu "nûn" teşkil etmekte ve dünya onun üzerine yayılıp döşenmektedir. Bu haberin İbn Abbas'a isnadı eğer doğruysa onun "nûn"dan kastı pek çoğunun anladığı gibi gerçekten balık mıdır yoksa arzın ilk merkez çekirdeği midir? "Nûn" harfinin Arapça yazılışına veya mürekkep okkası şekline bakarsak İbn Abbas'ın onu bir çekirdek olarak gördüğü düşüncesine varabiliriz.

Bu konudaki görüşleri sıralayan Endülüslü Kurtubî, Katâde (ö. 118 h/736 m)'nin vardığı kanaati tercih etmiştir: Göklerin yaratıldıkları duman kütlesi, dünyamızdan önce yaratılmıştır.

Hz. Ali ve İbn Abbas (r.a)'dan gelen bir görüşte ise, ilk olarak kalem ve sonra da ona âit "nûn" denilen mürekkep okkasının yaratıldığı söylenir. İbn Abbas gene burada arzın "nûn" üzerine döşendiğini, söyler.

İlk önce kalemin yaratılması ancak mecazî bir anlam ifâde edebilir. Bu, yaratılışın bir ön takdir ve düzenlemeğe göre başladığının bir anlatımı olabilir. Buna göre de kâinatın ilk çekirdeği oluşturulmuş olacaktır.

İlk tefsir ve tarih müelliflerinden biri sayılan Taberî (224-310 h/838-922 m)'den öğrendiğimize göre, Küfe mektebinin kurucusu İbn Mesûd (ö. 32 h/652 m) ile yine orada yaşamış olup uzay meselelerine ilgi duyduğu anlaşılan es-Süddî (ö. 127 h/744 m); göklerin yaratıldığı duman kütlesinin, suyun havalandırılması (teneffüs) ile oluştuğu kanaatine sahiptirler.

Buraya kadar verdiğimiz bilgilerde hâkim olan görüş; sudan yeryüzü çekirdeğinin veya döşenip yayılması tamamlanmamış ona ait bir kütlenin oluşması ve ondan çıkıp yükselen duman yahut buhar kütlesinden de patlayıp ayrılma sonucu göklerin yaratılmasıdır.

Yine bu ana görüş çerçevesi içine dahil edilebilecek olan yaklaşımlar ise Zemahşerî (456-538 h/1074-1143 m) ile Şeyhülislâmı Ebu's-Suûd'un naklettikleri görüşlerdir.

Zemahşerî'nin zayıf bir ihtimal olarak gördüğü ve aslı İbn Mesûd ve bazı sahabeye ait bulunan görüş şöyledir. "Allah'ın arşı yer ve gökler yaratılmadan önce su üstündeydi. Allah, sudan duman çıkardı da bu duman su üzerinde yükseldi ve yükseklere çıktı. Allah suyu kurutup önce ondan tek bir arz, daha sonra da onu patlatıp parçalamak (fatk) yoluyla diğer arzları yarattı ve sonra yukarı çıkan dumandan da gökleri meydana getirdi,"

Bu anlayış tarzında yerler kurutulan sudan yaratılırken gökler onun duman veya buharından yaratılmaktadır, fakat duman yer ve gök her ikisinin de yaratılışından önce mevcuttur.

Ebu's-Suûd'un biraz daha farklı biçimde ele aldığı görüşte ise şöyle denilir:

"Yer ve gökler yaratılmadan önce Arş su üstündeydi. Sonra yüce Allah suda çalkantılar ve o sayede de köpük meydana getirdi. Duman (veya buhar) sudan ayrılıp yükseldi ve köpük tabakası su üstünde kaldı. Allah bu köpüğü kurutup önce ondan tek bir arz sonra da onu patlatıp bölmek suretiyle arzlar meydana getirdi. Dumana gelince o kalkıp yükseklere çıktı ve yüce Allah ondan da gökleri yarattı."

Burada Zemahşerî'nin kitabında olduğu gibi yer ve gökler yaratılmadan önce sudan duman hâline geçilmekte ve aynı anda oluşan köpük tabakasının yoğunlaşmasından da yerküreler meydana getirilmektedir. Daha önce gördüğümüz bir nevi merkezî çekirdek diyebileceğimiz yoğunluğun yerini burada köpükleşme ve daha sonra da onun kuruyup katılaşması almaktadır.

Burada bazı imamların camilerde sabah namazından sonra yaptıkları ve Ebû Hanîfe (ö. 150 h/767 m)'ye mâledilen tesbîh duasının bir bölümünü hatırlamamak mümkün değil. Bu duada; "Yeri donmuş su üzerine yayıp döşeyen Allah a hamd olsun." denilir.

Ebu's-Suûd Efendi; "Sonra, duman hâlinde iken göğe yöneldi." (Fussılet, 41/11) âyetini tefsir ederken bu kütleye duman denilmesini; maddesinin karanlık olmasına yahut onun çok küçük parçacıklardan oluşmasına veya sudan yükselen bir duman olması sebebine bağlar.

Bu bulutsu kütlenin böyle bir safhada ışık saçmayacağını ve ayrıca onun çok çeşitli gazlardan ve küçük parçacıklardan oluşmuş olacağını söyleyebiliriz ki, bu yaklaşım gerçeğe daha uygun düşmektedir.

Burada batılı bilim adamı Maumce Bucaılle'in konumuzla ilgili âyete dayanarak yaptığı açıklamaya yer vermek faydalı olacaktır:

"Yeri meydana getirmek için iki safhanın geçmesi gerekiyordu... Güneş ile onun ürünü olan yeri ele alırsak gelişim süreci başlangıçtaki bulutsu kütlenin yoğunlaşması ve bölünmesi şeklinde gerçekleşmiştir. İşte Kur'an'ın tam açıklıkla bildirdiği süreç de budur. Gök dumanından başlayarak önce bir bitişiklik sonra da bir bölünme."

"Kâinatın oluşumundaki esas süreç, başlangıçtaki bulutsu maddenin yoğunlaşıp daha sonra onun gökada (galaksi) kütleleri temelini teşkil etmek üzere parçalara bölünmesinde bulunmaktadır. Sıra kendilerine gelince gökadalar da yıldızlar hâlinde parçalara ayrılarak bunlardan da bu imalâtın yan ürünleri olarak gezegenler meydana geldi. (bk. Prof. Dr. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları, 55-60)

Zaman ihtiyarladıkça Kur'an gençleşiyor ve hakikatleri daha da iyi anlaşılıyor. İlim Kur'an'ı tasdik ediyor. İlim sahiplerinin de bundan geri kalmaması gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kur'an'ın bilimsel mucizeleri

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun