Fizik, kimya, biyoloji formülleri, yasaları kullanmanın, “kütle çekim yasası” demenin dinen bir sakıncası var mıdır?
"Onlar ancak sizin ve atalarınızın (ilâh edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar (putperestler) yalnız zanna ve nefislerin arzusuna tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rableri katından yol gösterici gelmiştir." (Necm suresi 23.ayet)
- İzlediğim bir videoda doğa kanunlarının bu ayet ile alakasına dikkat çekilmiş. Bununla beraber bazı yerlerde bu doğa yasalarının şirk ile bağlantılı olduğunu söyleyenleri gördüm.
- Ben üniversiteye hazırlanan bir sayısal öğrencisiyim ve haliyle bu tarz fizik kimya biyoloji yasaları, formülleri ile doğrudan bir şekilde ilgileniyorum/çalışıyorum. İleride de mühendis olmak istediğim için daha sonralarda da bunlarla yakından ilgilenmem gerekiyor. Bu durum beni korkutuyor ve ben Ahiretimi tehlikeye atmak istemiyorum. Bu durumdan şirke ve küfre düşmekten korkuyorum.
- Fizik kimya biyoloji ile ilgili formülleri, yasaları kullanmanın (hesaplamanın) ve bu yasalara bir takım isimler vermenin (kütle çekim yasası gibi) Dinen bir sakıncası var mıdır?
Değerli kardeşimiz,
Mülkün hem ilk ve hem daimi yaratıcısı, sahibi ve daimi idame ettiricisi elbette ki Rabbimizdir.
Canlı-cansız, şurlu-şuursuz olarak yaratılmış her şey mâsivâdır, yani Allah’tan gayrı olan istisnasız yaratılmış her şey mâsivâya aittir ve mahluktur, sonradan halk edilmiştir ve Allah’ın muradı doğrultusunda faniliğe mahkumdur.
Dolayısıyla biz de mahlukuz ve aslında maddi-manevi, ister bedenimiz olsun ister ruhumuz ister malımız mülkümüz ister evladımız hiç fark etmez mahluktur, yani Rabbimiz tarafından yaratılmış ve özünde tamamen Ona aittir.
İnsan ve cin dışı yaratılmışların tamamı şuurlu veya şuursuz olarak yaratılış gayeleri doğrultusunda yaşayarak Allah’a biat ediyorlar, Onu tesbih, tahmid ve takdis ediyorlar. Mesela;
Bir kiraz ağacı; ben bu sene ne yapsam da ceviz versem demiyor, onun kulluk vazifesi kiraz vermek.
Bir kedi; ben de artık köpek gibi bekçilik yapayım, havlamaya çalışayım demiyor, onun kulluk vazifesi fare ve benzer zararlıları ev ortamından uzak tutmak.
Bir tavuk; ben de biraz gayretle şu güvercin gibi uçmaya çalışacağım kanatlarım var demiyor, onun kulluk vazifesi yumurta ve et vermek...
Mealinin vereceğimiz ayetin ve benzerlerinin bir yönüyle tefsiri de böyledir zaten;
“Yedi semâvât ile arz ve bunlarda bulunanlar Onu tesbih eder. Ona hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, lâkin siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Şüphesiz ki O Halîm'dir, Gafûr'dur!” (İsrâ, 17/44)
Peki insan?
Kendisine verilmiş enaniyet, yani “ene” sayesinde isteklerinin, arzularının, ihtiyaçlarının, sevinç ve üzüntülerinin, beklentilerinin sonu yok!
Her şeyi istiyor; bazısına kavuşuyor, bazısına kavuşamıyor, ama gene de yenilerini istiyor. Ele geçirdiğinde sıkılıyor, bıkıyor ve bir türlü hiçbir şey onu tatmin edemiyor.
Cenab-ı Hak insanlara ruhundan üfledi; yani nihayetsiz umman olan esmasından “yok” mesabesindeki bir katresini bize verdi ve bizi arza halife kıldı.
İşte bu ene iledir ki insanlar: “Ben”, “Benim”, “Bana”, “Bende”, “Benden”...yani hep “Ben!..” deriz.
Rabbimiz bizim;
“Ben!” dememize,
“Adam trafik kazasından veya hastalıktan veya cinayetten öldü!” dememize,
“Benim çocuğum oldu!” dememize,
“Para kazandım!” dememize,
“Bu sene kiraz ne çok meyve verdi!” dememize,
“Güneş ne güzel içimizi ısıtıyor!” dememize,
“Suyun kaldırma kuvveti!” dememize,
“Gezegenlerin çekim yasası!” dememize ve bunun gibi nicelerine müsaade etmiş.
Ama bir şartla; irfan ile marifetullah ile yani bütün sebeplerin perde olduğunun ve arkada gerçek fail-i muhtar olan Allah’ın varlığından asla gafil kalmayarak ve her şeyin vahdaniyetinde ve ehadiyetinde, yani makro ve mikro planında aslında Allah’ın esmasının tecellisi olduğunun ve Onu müşahede etmemiz için birer vasıta olduklarının şuuruyla hareket etmemiz şartıyla bize müsaade etmiş.
Dolayısıyla bu şuurda olduğunuz sürece, benim işim, benim elim, benim çocuğum, suyun kaldırma kuvveti, pitagor teoremi, newton yasası vs… demekte sakınca yok.
Böyle bir şuurda olursak, yani “Allah ne muazzam bir düzen kurmuş! Allahü ekber! Subhanallah! Elhamdulillah!” deyip imanımızı sürekli yenileyerek kulluk vazifelerimizi Rabbimizin istediği gibi daha büyük bir huşu içerisinde yaparsak, hem ruhumuz maddiyatla asla ulaşamadığı hakiki tatmin ve huzura ulaşır hem de bizi ahirette inşallah nur/cennet bekler.
Yok, “bunu tabiat yaptı”, “kendi kendine evrimleşti”, “zaman içinde oluştu”, “Allah var ama hiçbir şeye karışmıyor” gibi şeyler dersek, mazallah bizi ahirette nar/cehennem bekler!
Hiçbir zaman ve katiyen ve asla unutmayalım ki, biz gönlümüzü ihlas ve samimiyetle Allah’a kayıtsız şartsız açmazsak, Ona teslim olmazsak, Ondan yardım istemezsek, Ona iltica etmezsek Allah da bizi tuğyanımız içinde bırakır ve gözlerimize, kulaklarımıza ve kalbimize perde indirir, isterse dünya çapında pek çok unvan sahibi, IQ’su en üst seviyede ordinaryüs profesör olalım.
Ayet-i Kerimede mealen buyurulur;
“Şüphesiz ki inkar edenler yok mu, onları inzar etsen de etmesen de kendileri için müsâvîdir, birdir, iman etmezler. Allah onların kalplerine ve kulaklarına mühür vurmuştur, gözlerinin üzerinde ise bir perde bulunur. Onlar için azîm bir azâb vardır!” (Bakara, 2/6-7)
Yani inkarcılar enelerine, egolarına kul olup adeta firavunlaşarak kapıyı içeriden kapattıkları için, Allah da üzerlerine dışarıdan kilit vurmuştur. Onlara içeriden kapıyı açmaları için mühlet verilir, ama sonunda bu mühleti hak yolunda kullanmazlarsa bu verilen mühlet de ancak azgınlıklarını artırır ve ahirette çekecekleri azap maazallah elbette katmerli olur.
Rabbimiz bu şekilde enesine, egosuna yenilmiş ve müminleri hor ve hakir görerek adeta alay eden kişiler için şöyle buyurmuş;
“Bilakis! Asıl Allah onlarla alay eder ve onlara mühlet verir de azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar! İşte onlar, hidayete karşılık dalaleti satın alanlardır. Fakat ticaretleri onlara kâr getirmemiş ve onlar doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara, 2/15-16)
Neticede her olaya, her konuya, her varlığa “Allah’ın mahluku! Allah’ın bir kitabı!” şuuruyla bakarsak o kitapta Onun esmasını okuyabilirsek ve “Karpuzu bize tarla vermiyor! Bilakis! Tarlayı, çekirdeği, suyu, güneşi, havayı, toprağı hikmetli birer sebep kılarak Allah veriyor!” şuurunda olursak ne mutlu bize!
Günlük konuşmalarımızda bu şuurda olup, marifetullahtan gaflet etmeyerek, sebepleri merkeze alan ifadeler kullanmamızda ve “Kütle çekim yasası!” dememizde bir sakınca yoktur.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Allah, kâinatı ve içindekileri neden kimya, fizik kanunlarıyla yarattı ...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Peygamber Efendimize bazı ateist çevreler "şizofrendi, deliydi, gaipten şeyler görüyordu" gibi sıfatlar yakıştırıyorlar. Onların bu sözlerinin aksini nasıl ispat ederiz?
- Fizik kanunları, kanunu koyan Allah'ı bağlar mı?
- Lavoisier’in "Maddenin Sakımı Kanunu” yani “Hiçbir şey yoktan var olmaz; varken de yok olmaz” ifadesi hakkında bilgi verir misiniz?
- TABİAT KANUNLARININ MAHİYETİ NEDİR?
- Var yok, yok da var edilemez mi?
- Zamanın göreceliği nedir? Zaman hakkında detaylı bilgi verir misiniz?
- Evrende korunum kanunları otomatik olarak oluşacaktır, iddiasına ne dersiniz?
- Allah bitkilerin neye yaradığını detaylarıyla neden açıklamamış?
- Kuantum Fiziği, Yaratıcı Fikrine Aykırı mı?
- Mu'cize nedir; tabiat kanunlarını ihlal edebilir mi?