Enis Doko’nun Yanlışlamacılığa olan eleştirisi hakkındaki fikirleriniz nelerdir?

Tarih: 27.01.2021 - 20:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Olasılıklara atıf yapan iddiaları kesin olarak yanlışlamak mümkün değildir. Örnek olarak şu önermeyi alalım:
“Bir paranın yazı gelme ihtimali %50’dir”. Bu önerme hangi koşullar altında yanlışlanabilir?
- Mesela diyelim ki parayı 100 kere attık ve hepsi tura geldi. Bu söz konusu önermenin yanlış olduğu anlamına gelir mi?
- Elbette ki hayır. Belki bir sonraki 100 atışta hep tura gelecek! Evet, bu düşük ihtimalli bir durumdur, ama bu önermeyi yanlışlamaya yetmez.
- Cisimlerin varlığına atıf yapan bilimsel hipotezler yanlışlanamazlar. Mesela, galaksileri bir arada tutan kütlenin kaynağı olarak görülen karanlık maddeyi arayıp bulamamamız, onun var olmadığı anlamına gelmez. Ancak karanlık madde hipotezi bütün fizikçilere göre bilimsel bir hipotezidir. Popper’in ilkesine göre karanlık madde hipotezine bilimsel değildir diyenler karanlık madde bulunursa ne diyecektir?
- Yanlışlamacılığın karşılaştığı önemli bir sorun daha vardır. Bu sorun Quine-Duhem tezidir. Hiçbir hipotez kendi başına doğrulanamaz/yanlışlanamaz. Hipotezler, yardımcı önermeler ve başlangıç koşulları ile birlikte doğrulanır/yanlışlanır. Bilim adamı her zaman suçu yardımcı önermelere atarak teoriyi koruyabilir. Mesela Galileo’nun teleskopu ile ayda dağlar olduğu gözlemini ele alalım. Bu gözlem ayın yüzeyinin düz olduğunu yanlışlar mı?
- İlk bakışta cevap evet olsa da, bir kişi bu hipotezi korumak için teleskopun güvenilmez olduğunu iddia edebilir. Zaten cismi yakınlaştırarak hali hazırda görüntü ile oynayan teleskop belki de cisimlerin görüntüsünü bozuyordur? Ya da belki dünya atmosferinde bir şey teleskopun doğru görüntü almasına engel oluyordur.
- Bilim sadece yanlışlama ile değil, olumlu gözlemlerle de bilgi üretir. Dahası bilim olasılıksal kuramlardan da gördüğümüz gibi olasılıksal bir doğaya sahiptir. Bu şartları yerine getiren en yaygın yaklaşım Bayesçi doğrulama kuramıdır.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Sorunun İslam ve akaidi ile olan ilişkisi anlaşılmamakla birlikte, her şeyden önce bilinmesi gerekir ki bir yaratıcının varlığına olan iman bir hipotez değildir.

"Hipotez oluşturma" bilimsel alanda deney ve gözlem sonuçlarını birbirleri ile tutumluluk ilkesi gereği ilişkilendirerek, görece geçerliği olan teorik bir nedenselliğe bağlayan önermelerdir.

Deney ve gözlemlerin tüm zaman ve mekan olgusallıklarını kapsayamaması nedeni ile de zaten mutlak bir doğrulama ya da yanlışlama içeremezler. Bununla birlikte mutlak bir ihtimaliyet de ifade etmezler. Zira deneyin ve gözlemin gerçekleşme aralıklarına bağlı olarak, istatistiksel bir olasılık verisini sonuç olarak ortaya koyarlar.

Bilimsel hipotezlerin temelde yanlışlanabilir olması olgusal anlamda her durumda yanlışlandıkları veya yanlışlanacakları sonucunu da vermez.

Bir durumu ihtimaliyet çerçevesi içerisinde mütalaa ettiğimizde, bilime ait nesnelleştirme sürecinin kendine özgü sınırları içinde kalıyoruz demektir.

Öte yandan doğrulama ve yanlışlama süreçleri ne kadar nesnelleştirilmek istenirse istensin, aksiyomlar ve postulatlar dışında öznel bir doğaya sahip olmayı başaracaktır.

Apriori olan aksiyomlar ve aposteriori sentetik önermeler olan postulatlar ise bu nedenle kanıt istemezler. İlki mantıkta belirirken diğeri sezgide var olarak belirir.

İman ise yanlışlamaya değil tasdik adı verilen vicdani doğrulamaya dayalı bir akıl yürütmenin hükme dönüşmüş biçimidir. Dolayısıyla imanı gerektiren koşullar evrendeki gözlemlerimize dayalı sayısız verilerin olumlu katkılarından açığa çıkan bir akıl yürütmeye dayalı vicdani bir hüküm olabileceği gibi, dünya imtihanının karmaşıklığı içindeki son derece olumsuz koşullara dayalı olarak da açığa çıkabilir.

Örneğin Kur'an-ı Kerim evrendeki her şeyde varlığını görebileceğimiz ilim, irade, kudret, rahmet, adalet gibi sıfatları hatırlatarak, hiçbir sıfatın mevsufsuz olamayacağını ya da hiçbir niteliğin niteleyen olmaksızın var olamayacağını bildirir.

Basitçe, bilim denilen uğraşının varlığına sebep olan tüm evrensel sistemde var olan kompleks ilişkiler düzenidir. Bu ise açıkça bir ilmin ve buna dayalı düzen niteliğinin varlığını gösterir. Bu durumda ya bu ilim varlıkların kendisine atfedilecektir ki bu ilim ile alimin, sanat ile sanatçının, yapan ile yapılanın, düzen ile düzenleyicinin aynı şey olduğu anlamına gelir. Bunu mantığımız da bedensel tecrübemiz de asla onaylamaz.

Tüm evrende her şey yapılan konumunda olduğu için nitelenen ya da mevsuf olarak gösterebileceğimiz bir şey de bulamayız. Bu durumda ya hayali bir mevsuf olarak tabiat adı verilen tümel bir olgu icad edilecektir ya da evrenden bağımsız bir yapan ve yaratanın mevcudiyetini sezgisel olarak tasdik etmemiz gerekecektir.

Yine iç ve dış duyularımızın bize gösterdiği var olma niteliğini niteleyen olarak ya hayali bir varlık tini oluşturarak ona vermemiz ya da zorunlu olarak var olan bir yaratıcıyı tasdik etmemiz gerekecektir.

Yine insanın karşılaştığı ahlaki kötülükler nedeni ile kötülük sıfatının mevsufu olarak hayali bir niteleyen arayışı, evrendeki ve yaşamsal tecrübedeki iyiliklerin yol göstericiliğinde vicdanen her iyilik onun elinden olan bir yaratıcının varlığını tasdike dönüşebilir.

Kur'an-ı Kerim bu noktada da ilk Müslümanların karşılaştıkları musibetler örnekliğinde imana dayalı tasdike her durumda yolun açık olduğunu gösterir.

O halde imanı olasılıksal bir hesaplamaya indirgeyerek düşünebilmek için her şeyden önce sürekli var olma ve olmama arasında bir denge durumunu reel olarak kabul etmemiz gerekir.

Ancak ortada teorik bir denge durumu değil de reel bir var olma durumu vardır ve bu gerçekleşmekte olan bir olgudur. İçinde yaşadığımız evrenin bizi de içeren şimdiki haliyle var olma ihtimali nihayetsiz ihtimallerden birisinin gerçekleşmesi şeklinde düşünüldüğünde bu onu sıradanlaştırma yerine iradi bir tercihe yakınlaştırır. Bunun da en önemli nedeni insan adı verilen fenomenin bilinçli bir varlık oluşudur.

Diğer ihtimallerde bilinçli yaşam olanaksız olurken yalnızca şimdiki evren biçiminde bilincin açığa çıkmış olması, bu ihtimalin bilinçli bir tercih olduğunu gösterir.

Bununla birlikte dileyen kainattaki verileri iman hükmüne çevirir dileyen de başka olasılıklar da olabilirdi diyerek inkâr edebilir.

Ancak önemli olan imkan değil vukudur, olabilir değil olandır.

İmanı doğrulayan veriler kainat ölçeğindeki reel olgular iken, inkârı doğrulayanlar hayali kurgular ve gerçekleşmeyen ihtimallerden ibaret kalır.

 Görüleceği gibi iman, bir yol ayrımında insanın karşısına çıkan iradi bir tercih ve vicdana ait sezgisel bir tasdike dayalıdır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun