Peygamberimiz tebliği bırakıp müşrikleri helak etmek mi istemiştir?

Tarih: 28.10.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Enam Suresi 58. ayette "De ki: O çabuk gelmesini istediğiniz azap benim elimde olsaydı, aramızdaki iş çoktan sonuçlanmış olurdu." buyruluyor. 

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Dikkat edilirse buradaki ifade "de ki" diye başlıyor. Yani Allah Teala Peygamberimiz'e  (asm) "böyle söyle" diye buyuruyor. Peygamberimiz (asm) kendi nefsinden böyle bir iddiada bulunmuş değildir ki tebliği bırakmış denilsin.

Konuyla ilgili Enfal ve Enam Surelerinde geçen ayetler ve açıklamaları şöyledir:

Enfal Suresi ayet 32-34:

"32. Bir vakit de 'Ey Allah, eğer bu senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver.' demişlerdi."

"33. Halbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azab edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azab edecek değildir."

"34. Şimdi ise Allah'ın kendilerine azab etmemesi için neleri var ki? Oysa Mescid-i Haram'dan menediyorlar. Üstelik onun hizmetine ehil kişiler de değiller. Çünkü onun hizmetine ehil olanlar ancak müttakilerdir. Lakin çoğu bunu bilmezler."

Açıklaması:

32. Ve yine hatırla o vakti ki, hani onlar Ya Allah! Dediler eğer bu Kur'ân Senin katından gelmiş bir hak kitap ise", (yani peygamberin dediği gibi Allah tarafından indirilmiş bir hak kelâm ise), Sen bizim başımıza gökten taş yağdır veya bize başka bir acı azab gönder. Allah'ın âyetlerini açıkça inkâr eden ve küçümseyen o hilekâr kâfirlerin küfürlerindeki şu inadı ve inadın eseri olan küçümseme ve istihzayı bir düşün...

Rivayet olunduğuna göre, bunu Nadir b. Haris söylemiş idi. "Bu eskilerin efsanelerinden başka bir şey değil!" dediği zaman Hz. Peygamber (asm), ona "Yazıklar olsun sana, bu Allah kelâmıdır." (Alusi, V, 199) buyurmuştu. Buna karşılık olarak o da "Eğer bu Kur'ân gerçekten Allah kelâmı ise, bizim bunu inkâr etmemize bir ceza olmak üzere Allah ya başımıza gökten taş yağdırsın veya bize başka türlü elem verici bir azab göndersin." diyerek sözünde ısrarlı olduğunu açığa vurmak, küfür ve inkârında iddialı olduğunu göstermek ve Kur'ân'ı küçümsemek istemişti. Böylece aslında hak ettikleri azabı ağızları ile istemiş ve itiraf etmiş, öbürleri de bunu kabul ve tasvip etmiş bulunuyorlardı. O halde Allah neden hemen o anda hak ettikleri azabı onlara vermedi?

33. Halbuki, ey Muhammed, sen onların içinde iken Allah onlara azab edecek değildi. Sen onlar için rahmetin kendisiydin, senin bulunduğun yere azab indirmek imkân ve ihtimal dahilinde değildi. Ayrıca onlar tevbe ve istiğfar ederlerken veya edeceklerken de Allah onlara azab vermezdi. Yani Sen içlerinden çıksan bile onlar tevbekâr olup istiğfar ettikleri takdirde veya içlerinde istiğfar edip imana gelenler veya gelecekler varken de onlara öyle köklerini kazıyacak bir azab erişmezdi. Nitekim hiçbir kavim, peygamberleri içlerinden alınmadan toplu azaba uğratılmamıştır. İyiler içinden de kötüler zuhur edip, zulüm yapmaya ve zulümde aşırı gitmeye başladığı zaman, zulüm ve isyanın olumsuz etkisiyle meydana gelecek olan fitnenin zararı iyilere de dokunduğu gibi, kötüler içinde fevkalade iyiler zuhur etmeye başladığı zamanlarda az da olsa o iyilerin yüzü suyu hürmetine o kötülerin hak ettikleri ceza ve azab affa veya tehire uğrar. Kötüler azabı celbettiği gibi iyiler de rahmeti celbeder.

Hasılı böyle söyledikleri zaman o kâfirlerin başlarına taş yağdırılmaması veya başka türlü bir elim azab ile cezalandırılmamaları, onların onu hak etmediklerinden dolayı değil, Allahuteâlâ'nın, Resulü'ne ve istiğfarı söz konusu olanlara büyük lütfundan dolayıdır. Çünkü içlerinde peygamber varken veya istiğfar eden veya edecek olanlar bulunuyorken azab etmek, Allah'ın sünnetine uygun değildir. İşin içyüzü bu idi.

34. Yoksa Allah'ın onlara azab etmemesi için neleri vardı? Üstelik o haldeydiler ki, Mescid-i Haram'dan insanları engelliyorlardı ve engellemeye devam ederlerken onun evliyası da değillerdi. Mescid-i Haram'a ait hizmetleri yürütmek için ehliyet ve liyakatleri, özellikle velayet hakları da yoktu. Çünkü onun velileri müttakilerden başkası değildir. Şirkten korunan ve Allah'dan başkasına ibadet etmeyen takva ehlinden başkasının Beytullah'da velayet hakları olmaz. Ona sahip olmak, onun işlerinde tasarruf etmek hak ve salahiyeti ancak orada tevhid ile ibadet edecek olan müttakilerindir. Ve lâkin onların çoğu bunu bilmezler. Yani o müşriklerin bir kısmı, içlerinden pek azı, kendilerinin liyakatsizliğini ve Mescid-i Haram'a velayet etmek hakları olmadığını ve bu hakkın müttakilere ait olduğunu ve bundan dolayı ona sırf bir zorbalık ile müdahele etmekte olduklarını bilirler. Ve onlar bunu bile bile inad ederlerse de ekserisi işin içyüzünü bilmezler de "Biz Kâbe'nin valileri, mütevellileriyiz, şu halde dilediğimizi sokar, dilediğimizi sokmayız." derler. Çoğu bilgisizlik yüzünden, pek azı da bile bile inat ve zorbalıkla müttakileri ziyaretten ve tavaftan menediyorlardı.

En'am suresi ayet 57, 58:

"57. De ki: 'Ben Rabbimden apaçık bir delile dayanmaktayım, siz ise onu yalanladınız. O çabuk gelmesini istediğiniz azab benim elimde değildir, hüküm ancak Allah'a aittir, gerçeği o anlatır ve o, hakkı batıldan ayırt enlerin en hayırlısıdır".

"58. De ki: 'Sizin çabuk gelmesini istediğiniz azab benim elimde olsaydı, benimle sizin aranızdaki durum herhalde sonuçlanmış olurdu. Allah, zulmedenleri en iyi bilendir.'"

57. De ki: Evdiğiniz şey, "Sen peygambersen gökten başımıza taş yağdır veya bize acıklı bir azab getir." (Enfâl, 8/32) diye acele istediğiniz azab benim elimde olsaydı, benim aramla sizin aranızda iş kesilir biterdi, bana kalsa ben onu hemen yapardım. Fakat Allah, zalimleri ve onlara yapacağını daha iyi bilir. Çünkü bütün gaybın anahtarları O'nun katındadıdır. (Elmalılı, Tefsir, ilgili ayetlerin açıklaması)

Ayetlerde, müşriklerin, güya Hz. Peygamber (asm)'i zor durumda bırak­mak ve âciz olduğunu göstermek için "Eğer iddialarında doğruysan, hadi şu bizi tehdit ettiğin azap ve musibetleri başımıza getir de görelim!" gibi sözler sarfetmelerine karşılık, Resûlullah (asm)'da ilahî bir güç bulunmadığı, onun böyle bir iddia da taşımadığı, azap ve musibet gibi hususlardaki hükmün yalnız Allah'a ait olduğu bildirilmiştir. Hz. Peygamber (asm)'in, Kur'an'daki bu açıklamaları, yani Allah'ın ken­disine tanıdığı yetki ve görevin ötesinde ilâhî güçler taşımadığım, gaybı da bilme­diğini kendilerini olduğundan daha kudretli göstermeye çalışan sahte önderlerin aksine hiçbir komplekse kapılmadan tam bir dürüstlük ve içtenlikle insanlara bil­dirmesi, onun nübüvvetinin en belirgin delillerinden biridir. (Kur’an Yolu, II/329-330, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları)

58. "De ki: Sizin acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, be­nimle aranızdaki iş bitmiş olurdu."Allah zulmedenleri en iyi bilendir."

Sizin acele istediğiniz azap da benim elimde değildir. Eğer sizin acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı çoktan sizin işinizi bi­tirmiş olurdum. Burada Rabbimiz risâlet ile ulûhiyeti ayırıveriyor. Rabbimiz kendisiyle peygamberini ayırıyor. Peygamber sizin gibi bir beşerdir, binaenaleyh Peygamberi Allah makamında görmeye ve Allah'dan istemeniz gereken bir şeyi sakın peygamberden istemeye kalkışmayın diyor. Bunun için de peygamberine diyor ki, peygamberim! Sen on­lara de ki: Sizin acele tarafından istediğiniz azap benim elimde değil­dir. Ben ilâh değilim, ben sizin gibi bir beşerim. Ben ancak bir elçiyim. Sizin istediğiniz azabı göndermeye benim gücüm yetmez, bu benim işim değil, onu ancak Allah gönderir. Eğer benim buna gücüm yet­seydi o zaman benimle sizin aranızdaki işi hemen bitirirdim, sizin defterinizi dürerdim. (Besâiru'l-Kur'an)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun