Çift yarık deneyindeki atomun hareketlerinin şuurlu gibi olmasını İslami açıdan değerlendirir misiniz?

Tarih: 27.06.2014 - 04:39 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Çift yarık deneyindeki atomun gözlemlendiğinde ayrı, gözlemlenmediğinde ayrı davranması bir şuur sahibi olduğunu göstermektedir?

- İslâmi açıdan çift yarık deneyini yorumlayabilir misiniz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Çift Yarık Deneyi(1)

Kuantum dünyasında parçacıkların acaip davranışını karekterize eden ve bir anda birden fazla yerde olmayı gösteren en meşhur deney, çift-yarık deneyidir. Birbirine paralel iki duvardan öndekine ince bir yarık açılsa ve tenis topu makinesi gibi bir makineden öndeki duvara arda arda kurşun yağmuru gibi toplar atılsa, yarığa denk gelen toplar arka duvara geçecek ve yarıktan geçen topların izleri arka duvarda bir bant oluşturacaktır. Eğer öndeki duvara yan yana iki yarık açılsa, topların bir kısmı birinci yarıktan bir kısmı da ikinci yarıktan geçecek ve çarpan topların izleri arka duvarda birbirine paralel iki bant oluşturacaktır.

Eğer duvarlar çizgi hizasına kadar su içinde olsaydı ve su yüzeyinde ard arda dalgalar oluşturulsaydı, ön duvardaki deliklere ulaşan dalgalar yollarına devam edecek ve arka duvara çarpacaklardı. Tek yarık durumunda beklenmedik bir şey olmayacaktı, ancak iki yarık durumunda her iki delikten geçen dalgalar girişime uğrayacak ve iki dalga tepesinin çakıştığı yerlerde dalga yüksekliği ikiye katlanırken dalga çukuru ile dalga tepesinin çakıştığı yerlerde iki dalga birbirini yok edecekti. Neticede kuvvetlenmiş dalga tepelerinin çarptığı yerlerde arka duvarda, koyuluğu duvar ortasından kenarlara gittikçe azalan bir dizi girişim bandı oluşacaktı. Yani dalga geçişi durumunda arka duvarda iki bant yerine bir dizi bant oluşacaktı.  

Deney bir elektron tabancasıyla tekrarlandığında, tek yarık durumunda arka duvara çarpan elektron izleri aynen top durumundaki gibi arka duvarda yarığın tam arkasına gelen kısımda tek bir bant oluşturur. Yani elektronlar minik toplar gibi davranır. Ancak ön duvardaki iki yarık da açıldığında, arka duvarda iki bant değil, aynen su dalgalarıyla yapılan deneydeki gibi, şiddeti merkezden kenara gittikçe azalan bir dizi girişim bandı teşekkül eder. Yani elektronlar, aynen dalga gibi, aynı anda her iki delikten de geçmektedirler. Deneyi tek bir elektron ile tekrarlayınca dahi arka duvarda bir dizi girişim bandı oluşmakta ve bu da elektronun bir dalga olarak her iki yarıktan aynı anda geçtiğini şüpheye yer bırakmayacak kesinlikte göstermektedir. Yani elektronlar hareketlerine bir parçacık olarak başlamakta ve adeta duvarda iki yarığı görünce dalgaya dönüşmektedirler.

İşin daha da ilginç yanı, belli bir yarıktan elektronların hangilerinin geçtiğini gözlemlemek için yarıkların birinin arkasına bir ölçme aleti konunca, elektronlar sanki gözlemlendiklerini biliyorlarmış gibi yarıkların birinden veya diğerinden parçacık olarak geçmekte ve arka duvarda iki çarpma izi bandı oluşturmaktadır. Gözlemleme, elektronun istatistikî dalga fonksiyonunu âdeta çökertmekte ve onu bir parçacığa indirgemektedir. Elektronlar sanki kendilerini belli bir konumda tutma yani kesifleştirme niyet ve iradesini hissetmekte ve nazar değmiş ve büyülenmiş gibi bu iradeye tabi olmaktadırlar.

Gerek çift yarık deneyi ve gerekse İsviçre’de yapılan Cern deneyleri, atom altı parçacıklara inildikçe nuraniyat âlemlerine girildiğini göstermektedir.

Atomaltı parçacıkların bir anda çok yerde olmalarını izah etmek için ortaya atılan ve ciddi rağbet gören teorilerden biri ‘paralel evrenler’ teorisidir. Bu teoriye göre parçacıklar sadece bildiğimiz evrende değil, aynı zamanda evrenimizle iç içe olan sonsuz sayıda hayaletvari evrenlerde de vardırlar ve bu evrenler arasında gidip gelmektedirler. Yani birinde yok olurken diğerlerinde var olmaktadırlar. Öyle görülüyor ki, nuraniyet fikri kabul edilmezse, adını vermeden nuraniyet özelliğini izah etmek hiç de kolay olmayacaktır. Hâlbuki kolay yolu zor olana tercih etmek aklın gereğidir.

Kuantum gözlemleriyle de sabittir ki, varlıklarda atom altı seviyede nuraniyet, atom üstü seviyede ise kesafet hâkim karakter olarak görünmektedir. Atomdan proton ve kuark’a doğru bir yolculuk yapalım. Önce elektronları inceleyelim. Orada bulmayı ümit ettiğimiz katı birimler ve tanecikler yerine, kuantumla ifade edilen parçacıkların var-yok dalgalanmalarını, enerji türü ışımaları ve titreşimleri buluruz.

Orada adeta fizik ötesi bir dünya ile karşılaşırız. Mesela, atom üstü kesif bir varlık olan tabancadan çıkan bir kurşunun hem yeri ve hem de hızı ölçümlerle kesin şekilde belirlenebilir. Ancak atom-altı latif bir varlık olan elektronun hem hızı ve hem de yeri tespit edilemez. Hızı belli ise, yeri belli değildir. Yani hiç bir yerde değildir veya her yerde olabilir. Hatta aynı anda iki veya daha farklı yerde bulunabilir. Ancak elektronun bazı yerlerde olma ihtimali daha yüksektir. Ve bu ihtimal dağılımı bir dalga fonksiyonu olarak ifade edilir. Bu olay Heisenberg’in belirsizlik prensibi ile ifade edilir. Zaten bu yüzden atom altı dünyada kuantum teorisi, atom üstü dünyada ise, Einstein’in izafiyet teorisi hâkimdir.

Atom altı parçacık dediğimiz şeyler, hem var ve hem de yok bir görüntü oluşturabiliyorsa, ve hatta bir tanecik hem bir yerde, hem de bir bölge içinde ve her yerde olabiliyorsa, bu bildiğimiz klasik fizik kanunlarının, determinizm (gerekircilik) ilkelerinin atom altı dünyada kaybetmesi demektir (2).

Atom altı dünyada mekân kavramı ile beraber zaman kavramı da anlamını yitirmekte, zaman ve mekân üstülük, yani nuraniyet özelliği ön plana çıkmaktadır.

Öyle görülüyor ki, kesif fizikî varlıklar atom boyutuna indikçe nuranileşmekte, en temel atom altı parçacıklarına inildikçe kesafet kayıtları ortadan kalkıp nuraniyet-madde ötesi yapı asıl ve hâkim karakter halini almaktadır.

Bir tanecik hem bir yerde hem başka yerlerde nasıl olabilir? Atomun dünyası Kuantum teorisi ile açıklanmaktadır. Kuantum aslında başka bir uzay ve dünyanın keşfedilmiş olmasıdır. Atom taneciklerinin bir anda birçok yerde bulunması ile meleklerin bir anda birçok yerde bulunması arasında bir fark yok aslında.

Sonuç olarak, varlığından hiç kimsenin şüphesi olmadıkları yerçekimi, manyetizma ve ışık gibi fizik kanunları bile “nur” özelliğindedir. Hiçbir yerde olmadıkları halde, her yerde olabilmektedir. Fizik kanunlarına tâbi olmamayı ve dolayısıyla zaman ve zeminin üstünde bir boyutu temsil eden “nuraniyetin” bir varlık boyutu olarak kabulü,  daha doğrusu kabulünün cesaretle ve dürüstçe itirafı, fizik biliminin önünü açacaktır.

Çift yarık deneyinde, atomun gözlenmesi ile gözlenmemesi arasında farklı davranışı, atomun şuurlu olduğuna değil, atomu şuurlu kabul edenin şuursuzluğuna delildir. Orada gözlenen atom değil, atom altı parçacıklardan foton veya elektrondur. Bu atom altı parçacıkların davranışını tespit için onların karşısında ölçme aleti veya benzer bir cismin bulunması, ya da onların bizzat gözlenmesi, gözün veya o cisimlerin neşredeceği enerji veya elektron akımı ortamından o atom altı parçacıkların etkilenerek yön değişikliği yapması beklenen bir olaydır.  Bunu atomun veya atom altı parçacığının akıllı olduğuna delil göstermek, bilimsel bir davranış değil, Allah’ı kabul etmeme adına uydurulmuş bir safsatadır.

Netice olarak, bilimdeki yeni gelişmelerin daha geniş ve aydınlık daha inançlı bir geleceğe bırakacağı konusunda ümitleri artırmaktadır. Örneğin Kuantum fizikçisi Hans Peter Dürr birçok bilim adamının düşüncelerine tercüman olmaktadır. Prof. Dürr, Kuantumla madde ve evrene bakışımızın değişeceğine vurgu yapıyor ve beklenen dünyanın sınırlarını çiziyor. Materyalist ve kaba anlayışların kaybolup yerine manevî temelli, bütüncül, esnek- geniş bir anlayışın hâkim olacağına vurgu yapıyor. Şöyle devam ediyor Dürr:

 “Kuantum fiziği bize gerçekliğin büyük bir şuura dayandığını ve aynı zamanda mantıksal bütünlük ve birliğini söylüyor.  Kuantum fiziğinin söylediği diğer şey ise, dünyanın ve geleceğin parlak olacağıdır.  Kuantum,  ihtimallerle dolu bir dünyayı bize sunuyor.  Bu ihtimaller bizi fevkalade cesaretlendiriyor ve iyimser kılıyor. Neden mi?  Kuantumla öğrendik ki, dünya tanıdığımız ve sandığımızdan çok daha fazla büyük ve engin… 

Tabiat kanunlarına değişmez tek boyutlu baktığımızdan  -ipek böceği gibi-  kendi ördüğümüz mecburiyetler kozası içinde hapsolup kalıyoruz.  Maddeci anlayışın doğurduğu inançsızlık ve bencillik, bereket ve bolluğu fark etmemizi önlüyor. Tevekkülle istemeyi bilmediğimizden - hırsla hayata saldırdığımızdan- sadece istediklerimizden mahrum kalmıyoruz;  özlediğimiz mutluluk ve huzuru da elde edemiyoruz.

Çağımızın insanın madde bağımlısı haline gelmiş olması gerçeğe gözünü kapamış ve her şeyin kaynağı madde ve enerjidir fikrini doğurmuştur. Sonuçta bilimin din ile çatıştığı şeklinde suni zorlamalar ortaya çıkmış ve ne yazık ki bilim, materyalizme ve dinsizliğe alet edilmeye çalışılmıştı. 1980 Nobel Tıp Mükâfatı sahibi nörofizyolog Roger Sperry (1913–1994) dinin bilimle çatıştığı tezinin yanlışlığına dikkat çeker ve verdiği bir mülâkatda şunları der:

 “Bilimin kendisi materyalizmle çatışır. Bilim ile din neden çatışsın ki? Esasen bu ‘din bilimle çatışır şartlanması’ materyalist felsefenin bilim olarak kabul edildiği zamanlardan kalmadır.”

Fen bilimleri ve felsefenin alması gereken istikameti Bediüzaman, Kur'an’dan verdiği misallerle açıklar ve özetle şöyle der:

 “Meselâ: Kur'an, Güneşten bahsedince 'Güneş bir lâmbadır.' der, onun nizam ve intizamın zembereği olduğunu nazara verir. Çünkü güneşten, güneş için bahsetmez. Misâl olarak 'Güneş döner' (3) tabiriyle kış - yaz ve gece - gündüzün meydana gelmelerindeki hârika düzeni nazara vererek, Allah'ın sonsuz kudretini tâlim eder. Yine '(Allah) Güneşi bir lâmba yaptı' (4) tâbiriyle dünyanın bir saray şeklinde olduğunu, içindeki eşyanın insan için tefriş edildiğini ve güneşin onun hizmetine verilmiş bir mumdar -adeta bir mum gibi ışık veren- bir hizmetçi olduğunu nazara verir. Bununla,  Allah'ın sonsuz rahmetini ve nihayetsiz nimetlerini hatırlatır." (5).

Netice olarak,  metafizik temelli yeni buluşlar sayesinde, bilimin, fizik ötesi gerçeklikleri görmek istemeyen materyalizm ideolojisinin kıskacından kurtulmaya çalıştığını görüyoruz. Bu “bağımsızlık mücadelesi” başarılabilirse, tüm tecrübelerle varlığı sabit olan İlahi “irade”  ve kast kendini gösterecektir.  O zaman din ile tabiat bilimleri ayrımı son bulacak; kâinat ve Kur’an’ın aynı gerçeklikleri anlattığı anlaşılacaktır.

Dipnotlar:

1. Bu yazı, Prof. Dr. Adem Tatlı’nın “Bilimlerin Işığında Yaratılış” kitabında yer alan, Prof. Dr. Yunus Çengel’in “Nuraniyet ve Kuantum Anlamı” adlı makalesinden alınmıştır.

2. Kuantum fikirleri, klasik prensipleri tam kalbinden vurur. Kuantum dünyasının kelimenin tam anlamı ile bir metafizik dünya olduğunun bir göstergesi ünlü "çift yarık" deneyidir.   Bir boncuk gibi düşündüğümüz parçacıkların (örneğin fotonun ve elektronun) aynı anda iki delikten geçer.  Nasıl olur bu ya şu delikten ya bu delikten geçmiş olmalı diyeceksiniz. Acaba, atladığımız farkında olmadığımız bir durum mu var? Bir kere daha deniyorsunuz. Sonuç aynı. Her seferinde parçacık aynı anda iki delikten geçecek. Burada atomun fizik ötesi tabiatı bir kere daha bizi sarsar. Elektronların, tenis toplarına ışığın da su dalgalarına hiç benzemediğini görürüz. Maddenin temeline indikçe latif/nurani özelliğe geçiş olduğunu görerek şaşıracağız. Çift yarık deneyi ile ilgili hazırlanmış çeşitli video ve animasyonlara internetten kolayca ulaşabilirsiniz. Bunlardan birisine  http://vimeo.com/2236536 adresinden ulaşabilirsiniz.

3. Yâsin, 36/38.
4. Nuh, 71/16.
5. Nursi, B. S. Sözler. Envar Neşriyat, İstanbul, 1996, s. 293–309. 

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun