Bilim ışığında madde, enerji ve nuraniyet kavramlarını açıklar mısınız?

Tarih: 18.04.2020 - 12:21 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bildiğimiz fizik âlemi enerjiden oluşur. Fiziğin başlangıcı olan ve 13.7 milyar yıl önce meydana getirildiği hesaplanan büyük patlamanın ilk safhalarında sadece enerji vardı. O safhada her şey her şeyin içindeydi ve bir hacim kaplamaktan bahsetmek söz konusu değildi. Patlamanın ilk saniyesinin kesirlerinde sıcaklığın hızla düşmesi ve enerjinin yoğuşmasıyla önce quark ve gluon gibi temel parçacıklar ve akabinde onların da birleştirilmesiyle proton ve nötronlar teşkil edildi. Elektronların oluşması ve madde-karşı madde etkileşimleriyle parçacıkların büyük bir kısmının tekrar enerjiye dönüştürülmesi ilk saniye içinde yer aldı. Sıcaklık ilk dakikalarda bir milyar dereceye düşürüldü ve bir kısım protonlarla nötronların birleştirilmesiyle helyum çekirdeği meydana getirildi. Ancak protonların büyük kısmı hidrojen çekirdekleri olarak varlıklarını sürdürdü. Hesaplamalara göre, büyük patlamadan 379 bin yıl sonra çekirdeklerle elektronlar birleştirilip atomlar (çoğunlukla hidrojen) meydana getirildi ve madde ile enerji ayrışmaya başladı. Bir hikmet gereği olarak maddeye dönüştürülmeyen enerji de kozmik geri plan radyasyonu olarak varlığını sürdürdü.( http://en.wikipedia.org/wiki/Big_Bang)

Madde enerjinin yoğunlaştırılmış bir şeklidir ve madde ve enerji Einstein’in meşhur E=mc2 formülüne göre birbirine dönüşebilir.

Madde moleküllerden, moleküller atomlardan ve atomlar da elektron, proton ve nötron gibi atom altı parçacıklardan oluşurlar. Madde enerjinin yoğunlaştırılmış bir şeklidir ve madde ve enerji Einstein’in meşhur E=mc2 formülüne göre birbirine dönüşebilir. Hatta denebilir ki madde, enerjinin letafetini kaybedip kesifleşmiş bir halidir. Maddenin iki temel özelliği kütlesinin olması ve yer kaplamasıdır. Dolayısıyla madde, "kütlesi olan ve hacim kaplayan şey" olarak tanımlanır. Madde ve enerji fizikî varlıklardır, her ikisi de fizik kanunlarına tabidirler ve gözlenip ölçülebilirler. Ancak maddeden farklı olarak enerji (Güneş'ten gelen ışık gibi) bir hacim kaplamaz ve durağan kütlesi yoktur (enerjinin E=mc2 formülünden hesaplanan eşdeğer kütle karşılığı vardır). Yani enerji, kesif olan maddeden farklı olarak, kütlesi olmayan ve tek başına bir hacim kaplamayan latif bir varlıktır. Ancak fiziki bir varlık olarak belli kısıtlamalara tabidir, meselâ, elektromanyetik radyasyonun hızı, ışık hızını geçemez.

Madde ve enerji aynı bütünün iki parçası ve âdeta birbirinin kaynağıdır. Güneş'te madde daimi olarak enerjiye dönüştürülmekte ve güneş enerjisi dünyaya ısı ve ışık olarak saniyede 300 bin kilometre hızla gönderilmektedir. Yani madde, kütlesiz ve yer kaplamayan bir şeye (madde-dışına) dönüştürülmekte ve maddenin hiçbir zaman ulaşamayacağı bir hızda hareket ettirilmektedir. O zaman denebilir ki, görünen fizik âlemini teşkil eden ve varlıkları gözlemlerle sabit olan madde ve enerji aynı tür varlıklar değildir. Biri kesif, diğeri latiftir. Latif olan şeylerde bir derece zaman ve zemin üstülük vardır ve latif şeylere yarı nurani de denir. Kısmî kayıtlılık hali olan letafet veya yarı nuranilik varsa, bunun uzantısı olan zaman ve zemin kayıtlarından tam sıyrılmışlık hali olan tam nuranilik ve nur da vardır.

Varlıklarda atom altı seviyede nuraniyet, atom üstü seviyede ise kesafet hâkimdir...

O zaman varlıkları tam nuraniyetten tam kesafete kadar uzanan bir letafet-kesafet cetvelinde sıralamak ve varlıklara nur-madde karışımı olarak bakmak gerekir. Gözlemlerle sabittir ki, varlıklarda atom altı seviyede nuraniyet, atom üstü seviyede ise kesafet hâkimdir. Meselâ, atom-üstü kesif bir varlık olan tenis topunun hem yeri, hem de hızı ölçümlerle tam bir kesinlikle belirlenebilir. Ancak atom-altı latif bir varlık olan elektronun hem hızı hem de yeri belirlenemez. Hızı belli ise, yeri belli değildir. Yani hiçbir yerde değildir veya her yerde olabilir. Hatta aynı anda iki farklı yerde olabilir. Ancak elektronun bazı yerlerde olma ihtimali daha yüksektir ve bu ihtimal dağılımı bir dalga fonksiyonu olarak ifade edilir. Bu fenomen fizikte "Heisenberg’in belirsizlik prensibi." olarak bilinir. Zaten bu yüzden atom altı dünyada kuantum teorisi, atom üstü dünyada ise Einstein’in izafiyet teorisi hâkimdir ve bu iki teoriyi birleştirecek bir "birleşik teori" tüm gayretlere rağmen henüz ortaya konamamıştır. Fizik-dışı paralel kâinat veya çoklu kâinat türü yaklaşımlarla bu fenomen izah edilmeye çalışılmış, ancak nuraniyet kavramı açıkça ortaya konmadığı için bir yere varılamamıştır.

Elektrondan çok daha küçük olan ve elektrik yükü olmayan atom altı parçacık nötrino ise, kesafetten o kadar uzaktır ki, âdeta varlık yokluk arasındadır ve ölçülmesi son derece zordur.

Atomaltı dünyada parçacık-dalga ikilemi özelliği kuantum mekaniğinin temel taşlarından biridir. Yani elektron ve diğer atom altı parçacıklar bazen parçacık gibi davranırlar, bazen da dalga olarak. O zaman denebilir ki, atom altı parçacıklar ne parçacıktır, ne de dalga.

Biz elektronu parçacık olarak hayal ederiz, ama elektron aynı zamanda dalgadır. Aynen elektromanyetik dalgalar gibi. Elektronun dalga özelliği, girişim deneylerinde net olarak görülmektedir. Zaten o yüzden atomaltı dünyada parçacık-dalga ikilemi özelliği kuantum mekaniğinin temel taşlarından biridir. Yani elektron ve diğer atom altı parçacıklar bazen parçacık gibi davranırlar, bazen da dalga olarak. O zaman denebilir ki, atom altı parçacıklar ne parçacıktır, ne de dalga. Çünkü bunlar çok farklı özelliklerdir. Meselâ, ses havada dalga olarak yayılır ve tabancadan çıkan kurşun bir kütle parçası olarak gider. Bunların zıddı olamaz. Keza, bir meyve hem elma hem de aynı anda armut olamaz. Eğer oluyorsa o meyve ne elmadır ne de armut. O zaman atomaltı parçacıklar öyle bir şey olmalıdır ki, iki zıt karakterde – hem dalga hem de parçacık – tezahür edebilsin. Bu da ancak kesafetten uzaklık yani nuraniyete yakınlık ile olabilir.

Benzer bir argüman genelde elektromanyetik dalga olan ancak parçacık özelliği (foton) gösteren ışık için de verilebilir. Elektrondan çok daha küçük olan ve elektrik yükü olmayan atom altı parçacık nötrino ise, kesafetten o kadar uzaktır ki, âdeta varlık yokluk arasındadır ve ölçülmesi son derece zordur. CERN’deki deneylerde varlığı teyid edilmeye çalışılan ve "Tanrı parçacığı" olarak bilinen Higgs parçacığının küçüklüğünden dolayı nuraniyete daha da yakın olduğu görülecektir – tabi eğer ölçülmesi mümkün olabilirse.

Masa ve sandalye gibi maddeden yapılan kesif varlıklardan farklı olarak, enerjiden (Meselâ, ışık) yapılan latif varlıkların kütlesi yoktur ve yer de işgal etmezler. Başkalarının olduğu yere yerleşiverirler. Nitekim havada aynı noktada elektromanyetik enerji formunda yüzlerce yayın vardır, ancak bir izdiham söz konusu değildir. Hepsi birbiri içinden saniyede 300 bin km hızla geçer. Yani bir saniyede dünyanın etrafını birkaç kez dolaşabilir ve âdeta bir anda her yerde

İçinde yaşadığımız kâinatın büyük çoğunluğu “fiziksel” bir halde değil, “ilmen” vardır ve ancak akıl gözü ile görülmektedir.

bulunur. Keza, lamba, kütlesi olan ve hacim işgal eden bir şeydir ve dolayısıyla kesiftir. Ancak lambadan çıkan ışık kütlesizdir, hacim işgal etmez ve belli bir yeri yoktur – âdeta her yerdedir. Sadece, ışığın şiddeti lambadan uzaklaştıkça azalır. 

Nuraniyete en yakın madde şekli muhtemelen karanlık madde ve nuraniyete en yakın enerji türü de karanlık enerjidir. Çünkü karanlık madde ve karanlık enerji ilmen vardır, ama deneysel olarak gözlemlenememiştir. Hesaplamalar gösteriyor ki, galaksilerdeki yıldızları bir arada tutan çekim kuvvetinin görünen kütle ile sağlanması mümkün değildir. O halde “karanlık madde” denen görünmeyen bir tür madde ilave çekim kuvvetini sağlıyor olmalıdır. Karanlık madde ışığı vermez, soğurmaz ve yansıtmaz. Elektron, proton ve nötronlardan oluşmaz. Ayrıca, 1998’de Hubble Uzay teleskobu gözlemleri gösterdi ki, uzayın genişlemesi çekim kuvvetinden dolayı yavaşlamıyor; zannedilenin aksine hızlanıyor. Astrofizikçiler, bunun ancak hiç kimsenin bilmediği “karanlık enerji” denen esrarengiz bir enerji türünün sebep olabileceği sonucuna vardılar. Çünkü bu ivmelenme etkisinin mevcut kâinatta hali hazırda var olan bir şeyce sebep olunması mümkün değildir. Neticede ortaya çıkan manzara, kâinatın yaklaşık %70’inin karanlık enerji, %25’inin karanlık madde ve geri kalan %5’inin de aletlerle gözlemlenebilmiş nötrino dâhil her şeyi ihtiva eden normal kâinattan teşekkül ettiğidir. Bu demektir ki, içinde yaşadığımız kâinatın büyük çoğunluğu “fiziksel” bir halde değil, “ilmen” vardır ve ancak akıl gözü ile görülmektedir. (http://en.wikipedia.org/wiki/Big_Bang)

Kur’an’da “Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık. Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık.” (Hicr, 15/26-27) ve “Cinleri de yalın bir ateşten yarattı.” (Rahman, 55/15) ayetlerinde bahsedilen yalın veya dumansız ateş, yani varlığına dair hiçbir fiziki emare olmayan madde/enerji türü, muhtemelen karanlık madde/karanlık enerjidir. İleride bilimin gelişmesiyle karanlık madde ve karanlık enerjiye hükmedip munipule edebilenler, cinlere de hâkim olup onları şu an hayal bile edemeyeceğimiz değişik işlerde kullanabileceklerdir. Nitekim Kur’an’da Belkıs’ın tahtının bir anda nakledilmesi hakkındaki;

“Cinlerden bir ifrit, ‘Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim’ dedi. Semâvî kitapların esrarına vakıf bir âlim, ‘Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm.’ dedi...." (Neml, 27/39-40) 

ve Hazret-i Süleyman’ın (as) cin ve şeytanları idaresi altına alıp faydalı işlerde istihdam ettiğini ifade eden;

“Denize dalarak onun için cevherler çıkaran ve başka işler de gören şeytanları yine onun emrine verdik.” (Enbiyâ, 21/82) 

gibi ayetler buna işaret etmektedir. Bediüzzaman, bu ayetlerden şu dersleri çıkarır:

“Yerin, insandan sonra zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenâb-ı Hakk’ın evâmirine musahhar olan bir abdine onları musahhar etmiştir. Cenâb-ı Hak, mânen şu âyetin lisan-ı remziyle der ki: ‘Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de Benim emrime musahhar olsan, çok mevcudat, hattâ cin ve şeytan dahi sana musahhar olabilirler.’ İşte, beşerin, san’at ve fennin imtizacından süzülen, maddî ve mânevî fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispritizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi, şu âyet en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor.” (Nursi, B.S. Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam,  s. 306.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun