Suyun tadı, rengi veya kokusu değişince, necis mi olur?

Tarih: 02.03.2019 - 20:04 | Güncelleme:

Soru Detayı

Soru 1:
- Çok miktardaki suyun rengi, kokusu ve tadı, içine necis madde sıçramasından dolayı suyun üç özelliğinden biri bile değişse, o suyun içilemeyeceğine dair ittifak var mıdır?
- Konuyu suya temiz maddelerin veya necis maddelerin karışmasını dikkate alarak detaylı açıklar mısınız?
Soru 2:
- Bazı kola firmaları ürünlerinde çözücü olarak alkol kullandığı söyleniyor. Böyle bir durum varsa, bu kolaları içmek ittifakla haram mıdır?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Az veya çok, durgun ya da akıcı olsun içine düşen pislikten dolayı rengi, tadı veya kokusu değişen suyun temiz olmadığı hususunda fakihler görüş birliği içindedir.

Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:

Suyun Önemi

İslâm dini temizliğe büyük önem vermiş ve bunu başta namaz olmak üzere bazı ibadetlerin ön şartı saymıştır.

Fıkıh terimi olarak “tahâret” hem bedende, elbisede ve çevrede bulunan maddî kirlerden (necâset) hem de abdest ve gusül gibi hükmî kirlilik halinden (hades) temizlenmeyi kapsar; her iki tür temizliğin tabii ve aslî aracı sudur.

Bu sebeple fıkıh eserlerinin ilk bölümü taharet konusuna ayrılmış, bu başlık altında maddî ve hükmî temizlikte kullanılmasının câiz olup olmadığı yönünden suların çeşitleri, nitelikleri ve hükümleri üzerinde geniş biçimde durulmuştur.

Ayrıca fıkıh eserlerinin “ihyâü’l-mevât”, “keryü’l-enhâr” ve “şirb” gibi bölümlerinde suyun mülkiyet düzeni, buna bağlı olarak içmede, sulamada, günlük hayatta kullanımı ve hukukî tasarruflara konu edilmesi ayrıntılı biçimde işlenir.

Temizlik Hükümleri Açısından Su

Hanefî fıkıh eserlerinde suların temiz ve/veya temizleyici sayılıp sayılmamasıyla ilgili hükümler, suyun doğal nitelikte olup olmadığı dikkate alınıp mutlak su ve mukayyet su şeklinde bir ayırım yapılarak incelenir.

Suyun temiz ve temizleyici olma özelliğini koruması veya kaybetmesi konusunda az yahut çok olması önemli olduğu için, bunu belirlerken durgun su ve akarsu ayırımından da yararlanılır.

Diğer mezheplere ait eserlerde de tasnif, terminoloji ve görüşlerde bazı farklılıklarla birlikte aynı konular işlenir.

Bu konularda fıkıh literatüründe yer alan ayrıntılı görüş ve yorumlar, Hz. Peygamber Efendimiz (asm)'den nakledilen bazı hadislerin ışığında, Müslüman toplumların asırlar boyunca oluşan bilgi ve tecrübe birikimlerini yansıtmaktadır.

Bu çerçevede birçok ihtimalin geniş biçimde ele alınması, bunların o dönemlerde sık karşılaşılan durumlar olması, özellikle suyun az bulunduğu ve korunması için yeterli önlemlerin alınamadığı yerlerin dikkate alınmasıyla da yakından ilgilidir.

Dolayısıyla dindeki kolaylık ilkesi gereği, temizlikte kullanımı hakkında olumlu görüş belirtilen bütün durumlarda sağlığa uygunluk anlamının bulunmadığına ve bu hususun ayrıca göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat edilmelidir.

a) Mutlak Su

Tabii halini koruyan ve içine mahiyetini değiştirecek başka madde karışmamış suya bütün mezheplerde mutlak su denir. İlâve bir isim veya özellik belirtmeden su dendiğinde bu kısımdaki sular kastedilir. Tabiatta normal halde bulunan yağmur, dolu, kar, çiğ, göl, ırmak, pınar ve kuyu suları mutlak sulardır. Deniz suyu da mutlak sulardan sayılmıştır.

Hanefîlere göre kendisinden tuz üretilen su mutlak grubuna girerse de tuzun erimesiyle oluşan su bu nitelikte sayılmaz. Ağaçlardan ve meyvelerden sıkılan suyun mutlak olmadığında fikir birliği bulunmakla birlikte asma çubuğundan veya diğer meyvelerden kendi kendine damlayan ya da kavun karpuzdan sıkmadan çıkan suyu ve hurma şırasını mutlak su kabul eden fakihler vardır.

Mutlak su sıvı, akıcı, renksiz, kokusuz ve tatsız olup, bu özelliklerinden birini kaybetmesi halinde mutlak su olmaktan çıkar. Meselâ donarak sıvılık ve akıcılığını kaybeden veya içine karışan başka maddeler sebebiyle koyulaşıp pelte ya da bulamaç haline gelen yahut renk, koku veya tadında önemli bir değişime uğrayan su mutlak olma niteliğini kaybeder.

Buna karşılık özelliklerinde önemli bir değişiklik meydana getirmeyen az miktarda temiz bir maddenin karıştığı su mutlak olarak kalır. Hz. Peygamber (asm)’in hamur kalıntıları bulunan bir kaptaki su ile yıkandığı rivayet edilir (İbn Mâce, Ṭahâret, 35; Nesâî, Ṭahâret, 149).

Aynı şekilde suyun kaynağında bulunan veya dışarıdan girmekle birlikte sakınılması mümkün olmayan temiz maddelerin karışmasıyla değişme meydana gelmesinin suyun mutlaklığını etkilemeyeceği hususunda fakihler görüş birliği halindedir.

Meselâ su yosun tutar veya uzun süre beklemekle rengi, kokusu, tadı bozulursa kaynağında bulunan veya içinde oluşan çamur, kireç, kükürt, tuz, böcek ve balık gibi maddeler ya da dışarıdan rüzgâr ve selin getirdiği yaprak ve saman gibi nesneler sebebiyle özelliklerinden bir kısmını yitirirse mutlak olmaktan çıkmaz.

Hanefî ve Hanbelîlerle Şâfiîlerin çoğunluğuna ve Mâlikîlerin bir kısmına göre içine karışmayıp yakınında bulunan veya içinde olmakla birlikte çözülüp suya karışmayan temiz veya pis bir maddenin etkisiyle kokusu değişen suyun hükmü de böyledir.

Sakınılması mümkün olan temiz bir maddenin suya girmesi veya iradî olarak katılması sebebiyle özelliklerinde önemli ölçüde değişiklik meydana gelen suyun hükmü konusunda mezheplerin farklı ictihadları vardır.

Mâlikî ve Şâfiîlerle Hanbelî mezhebinde tercih edilen görüşe göre bu su temiz olmakla birlikte mutlak olma niteliğini kaybeder.

Hanefîler ise suya karışan maddenin özelliğine ve suda meydana getirdiği değişimin derecesine göre ayırımlar yapar.

Eğer karışan şey sabun, safran, çöven otu, sedir yaprağı (günümüzde klor, deterjan vb.) gibi suyun temizleyicilik gücünü arttırıcı nitelikte bir madde ise berraklığı kaybolmamak ve su denebilecek şekilde kalmak şartıyla su mutlak olma niteliğini korur. Onlar bu konuda, “Su bulamazsanız teyemmüm edin” mealindeki âyette geçen (Nisâ 4/43) “mâ’” kelimesinin bir kayıt konmadan kullanılmış olmasını ve Hz. Peygamber’in yıkanırken veya cenaze yıkatırken su ile birlikte hatmi ve sedir yaprağı gibi temizlik maddelerini kullandığı/kullandırdığı yönündeki bazı rivayetleri delil gösterir. (Buhârî, Cenâiz, 8; Müslim, Cenâiz, 36)

Ahmed b. Hanbel’den de bu nitelikteki su ile abdest alınabileceği yönünde bir rivayet vardır.

Hanefîler, değişimin derecesiyle ilgili olarak yaptıkları ayırımda söz konusu maddenin suda pişirilip pişirilmemesini veya bu maddenin suyun normal özelliklerine üstün gelip gelmemesini esas alırlar. Suda bakla, nohut veya mercimek gibi bir madde pişirilir ve onun en az bir özelliğini değiştirirse sıvılık ve akıcılığı kaybolmasa bile suyun mutlak olma özelliği ortadan kalkar. Pişirme söz konusu değilse katılan maddenin suya üstün gelip gelmediğine bakılır. Hanefî âlimleri suya üstünlüğün meydana gelmesinin tesbiti hususunda katılan maddenin katı ve sıvı oluşuna göre pratik bazı ölçüler koymuşlardır. (İbn Âbidîn, I, 181-183)

Temiz ve Temizleyici Su

Mutlak su, temiz ve temizleyici olup olmaması yönünden çeşitli kısımlara ayrılır.

Suyun temizleyici sayılması hem maddî hem abdest ve gusül gibi hükmî temizlik aracı olmasını, temiz sayılması ise hükmî temizlik dışında kalan maddî temizlik vb. alanlarda kullanılabilir olmasını ifade eder.

Suyun bu açıdan sınıflandırılması ve bazı su türlerinin hükmü konusunda fıkıh mezhepleri arasında görüş ayrılıkları vardır.

1. Temiz ve temizleyici sular

Mutlak olma niteliğini kaybedecek ölçüde rengi, kokusu ve tadı bozulmamış, içine pis madde karışmamış ve kullanılması mekruh veya şüpheli hale gelmemiş sular temiz ve temizleyici sayılır. Bu sular yeme içmede ve her türlü maddî ve hükmî temizlikte kullanılabilir. Tabiatta normal halde bulunan mutlak sular kural olarak böyledir.

Hz. Peygamber (asm)  deniz suyunun da temizleyici (tahûr) sulardan olduğunu beyan etmiştir. (Muvaṭṭaʾ, Ṭahâret, 12)

Balık, kurbağa ve yengeç gibi suda yaşayan hayvanların suda ölmesi suyun temiz ve temizleyici olma özelliğine zarar vermez. Fakihlerin çoğunluğuna göre sinek, arı ve akrep gibi akıcı kanı olmayan hayvanların suda ölmesi de böyledir.

Öte yandan fakihlerin ortak kanaatine göre maddî pislik karışmadığı sürece insanın, atın, ister dört ayaklı ister kuş türünden olsun eti yenen evcil ve yabani hayvanların artığı olması suyun temiz ve temizleyici olma özelliğini etkilemez.

Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîlere göre katır, eşek, kedi, fare ve yılanla yırtıcı hayvanların, Mâlikîlere, Evzâî’ye ve İbn Hazm’a göre köpek ve domuzun artıkları da bu grupta yer alır.

2. Temiz ve temizleyici olmakla birlikte kullanılması mekruh sayılan sular

Hanefîlere göre başı boş dolaşıp pis şeyler yiyen deve, inek ve tavuk gibi eti yenen hayvanlar, sakınılması mümkün olmayan kedi gibi eti yenmeyen evcil hayvanlarla çaylak ve doğan gibi yırtıcı kuşların artığı olan sular bu gruba girer; birinci madde kapsamına giren su varken bunların kullanılması tenzîhen mekruh kabul edilir.

Hanefî mezhebinde kediden söz eden, “O pis değildir, çünkü aranızda dolaşıp duran hayvanlardandır.” anlamındaki hadise dayanılarak (Ebû Dâvûd, Ṭahâret, 38) kendilerinden sakınmanın zor olduğu bu tür hayvanlar eti yenmeyen hayvan artığının pis sayılması kuralından istisna edilmiştir.

Yine eti yenmeyen yırtıcı kuşların artığı, gagalarının pislik tutmaması sebebiyle diğer yırtıcı hayvanlarınkinden farklı görülmüştür.

Hanefîlerin bir kısmı ile Mâlikî ve Şâfiîlerin çoğunluğu, sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle madenî kaplarda güneşte ısıtılan su ile abdest ve gusül abdesti almayı bazı kayıtlarla mekruh görürler.

Mâlikîlere göre abdest ve gusül gibi hükmî temizlikte kullanılmış sular da temiz ve temizleyici, fakat mekruh olan sulardandır.

Uzun süre beklediği için özelliklerinde değişiklik meydana gelen su ile abdest ve gusül abdesti almanın tâbiîn âlimlerinden İbn Sîrîn tarafından mekruh görüldüğü rivayet edilir.

3. Temiz olmakla birlikte, temizleyici sayılmayan sular

Ayrıntılarda bazı görüş ayrılıkları bulunsa da fakihlerin çoğunluğuna göre abdest ve gusül gibi hükmî temizlikte kullanılmış su (mâ-i müsta‘mel) aslî özelliklerini kaybetmemesi, maddî kirlilik taşımaması kaydıyla temizdir, fakat temizleyici olmaktan çıkar.

Şâfiî ve Hanbelîlerin çoğunluğu ile Mâlikîlerin bir kısmı bu tür suyun gerek hükmî gerekse maddî temizlikte kullanılamayacağı kanaatindedir; Hanefîlerde tercih edilen görüş ise hükmî temizlikte kullanılamayacağı, ancak maddî temizlikte kullanılabileceği yönündedir.

Bununla birlikte Hanefî kaynaklarında Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’un müsta‘mel suyu pis (necis) saydığına dair bir görüş kaydedilir.

Mâlikîlerin çoğunluğuna, Zâhirîlere ve Ahmed b. Hanbel’den bir rivayete göre müsta‘mel su temiz ve temizleyici olup hem hükmî hem maddî temizlikte kullanılabilir; ancak Mâlikîlere göre su az miktarda olup başka temiz su da mevcutsa müsta‘mel su ile hükmî temizlik yapmak mekruhtur.

Müsta‘mel suyun temiz olduğu görüşü Hz. Peygamber (asm)’in fiilî ve takrîrî sünnetini içeren bazı rivayetlerle desteklenmiştir. (Buhârî, Vuḍûʾ, 40, 44; Müslim, Ṣalât, 249-253)

Hanefî ve Mâlikîlere göre her tür hükmî temizlikte kullanılan su müsta‘mel sayılır; Hanefî mezhebinde niyetsiz alınan abdest ve gusül geçerli olduğundan, suyun müsta‘mel sayılması için niyet de şart değildir.

Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde tercih edilen görüşe ve Hanefîlerden Züfer’e göre sadece alınması farz olan abdestte ve gusülde kullanılmış az miktardaki su müsta‘mel su olarak nitelenir. İmam Muhammed’den suyun yalnızca ibadet ve sevap kazanma niyetiyle kullanıldığında müsta‘mel olacağı görüşü de nakledilir.

Mâlikî ve Hanbelîlere ve Şâfiîlerde tercih edilen görüşe göre maddî temizlikte kullanılıp vasıflarında değişiklik olmayan az miktardaki su da bazı kayıtlarla müsta‘mel kabul edilir. Kap kacak, meyve, elbise, taş, ele bulaşmış hamur, çamur, kına vb. temiz şeyleri yıkamada kullanılan su ile abdestsiz veya cünüp olan kimsenin su almak veya sıcaklığına bakmak amacıyla elini soktuğu su müsta‘mel sayılmaz.

4. Temiz olmayan (necis) sular

Az veya çok, durgun ya da akıcı olsun içine düşen pislikten dolayı rengi, tadı veya kokusu değişen suyun temiz olmadığı hususunda fakihler görüş birliği içindedir.

Öte yandan Şâfiî ve Hanbelî mezhebinde domuz ve köpeğin artığı, Hanefî mezhebinde bunların yanı sıra eti yenmeyen yırtıcı hayvanların artığı olan sular necis kabul edilir.

Temiz olmayan su ile ne hükmî ne de maddî temizlik yapılabilir; fakat özellikleri değişmemişse fakihlerin çoğunluğuna göre bununla tarla ve hayvan sulamak câizdir.

İçine düşen pislikten dolayı bu özellikleri değişmeyen çok miktardaki suyun kural olarak temiz ve temizleyici olmaktan çıkmadığı hususunda da ittifak vardır.

Fakihlerin çoğunluğu Hz. Peygamber (asm)’in, “Su temizleyicidir, onu hiçbir şey kirletmez.” hadisinde geçen su kelimesini (Ebû Dâvûd, Ṭahâret, 33) çok su olarak yorumlamaktadır. Bu sebeple özelliklerinde değişme olup olmadığına bakılmaksızın içine pislik düşen az miktardaki su pis sayılır. Bu görüş;

- durgun suya bevletmemeyi (Buhârî, Vuḍûʾ, 68),
- uykudan uyanan kişinin elini yıkamadan suya daldırmamasını (Buhârî, Vuḍûʾ, 25)
- ve köpeğin içtiği kabın yıkanmasını (Buhârî, Vuḍûʾ, 33)

emreden hadislerle desteklenir.

Mâlikîler’in çoğunluğuyla Şâfiî ve Hanbelîlerin bir kısmına göre özellikleri değişmedikçe az da olsa mutlak sular temiz ve temizleyicidir. Ancak Mâlikîlere göre içine pislik düşüp özelliklerinden biri değişmeyen su durgun olup normal abdest ve gusül suyu kabının alacağı kadar az olursa bununla hükmî temizlik yapmak mekruhtur.

Bu görüş sahipleri başka bazı delillerle birlikte kokusu, tadı ve rengi değişmedikçe suyun temizleyici olduğunu bildiren hadisi (İbn Mâce, Ṭahâret, 76) esas alırlar.

Az Su Çok Su

Suyun az veya çok olması onun temiz ve temizleyici olma özelliğini korumasında önemli bir rol oynamakla birlikte fıkıh mezhepleri arasında bu ayırımın ölçüsü hakkında görüş farklılıkları vardır.

Bu konuda suyun durgun veya akar olmasına göre farklı ölçüler belirleyen Hanefîlere göre akarsularla büyük havuz niteliğindeki durgun sular çok su sayılır. Suyun akarsu kabul edilmesi için belirli bir ölçü bulunmayıp bu konuda örfe bakılacağı ya da en az bir saman çöpünü alıp götüren suyun akarsu kabul edileceği yönünde iki görüş vardır. Örfe bakılarak mescid ve hamam şadırvanları akarsu kapsamında değerlendirilmiştir.

Hanefîlere göre az ve çok su ayırımında suyun derinlik ve hacminden çok yüzey genişliği önemli olup bunun takdiri suyu kullanacak kişiye bırakılmıştır.

Ebû Hanîfe’ye dayandırılan bir rivayete göre bir taraftan çırpıldığında hareket öbür tarafa ulaşmıyorsa bu su çok sayılır.

Bununla birlikte mezhepte tercih edilen ölçüye göre avuçlandığında elin dibe değmeyecek derinlikte olması kaydıyla eni ve boyu 10’ar arşından (arşını 68 cm. hesap edenlere göre yüzeyi 46,24 m2’den, 46,2 cm. kabul edenlere göre 21,34 m2’den) az değilse su çok hükmünü alır.

Şâfiî ve Hanbelîler “kulleteyn hadisi” diye bilinen, “Su iki kulle (kulleteyn) olursa pislik taşımaz.” veya “pis olmaz” yahut “hiçbir şey onu pisletmez” meâlindeki hadisi (İbn Mâce, Ṭahâret, 75-76; Ebû Dâvûd, Ṭahâret, 33) esas alarak hacmi iki kulle (yaklaşık 206 litre) ve daha fazla miktardaki suyu çok su saymışlardır.

Şâfiî ve Hanbelî mezheplerindeki güvenilir görüşe göre, bu konuda suyun akar veya durgun olmasının etkisi olmayıp durgun suda suyun toplam miktarı, akarsularda ise her bir dalgası ayrı olarak değerlendirilerek bu miktara ulaşıp ulaşmadığı dikkate alınır.

Bununla birlikte İmam Şâfiî’nin eski görüşüne ve bazı Hanbelî fakihlerine göre özelliklerinde değişme olmadıkça içine pis madde düşen akarsu iki kulle miktarına ulaşmasa bile kirlenmiş sayılmaz. Mâlikîler’e göre, içine düşen pis madde sebebiyle özellikleri değişmeyen akarsu kirli sayılmadığı gibi onun maddî ve hükmî temizlikte kullanılması da mekruh değildir.

Fıkıh literatüründe içine pislik düşen suların temizlenmesinin usulü üzerinde önemle durulmuştur.

Bu konuda esas olan, suyu onun tabiatını bozan, renk, tat ve koku özelliklerini değiştiren maddelerden ve sağlığa zararlı olan unsurlardan arındırarak normal hale getirmektir. Bunun akıtarak mı su ilâve ederek mi yoksa başka teknikler kullanılarak mı yapılacağı hususu fakihler arasında bazı görüş ayrılıklarına yol açmıştır.

Bu bağlamda durgun sular içerisinde eskiden özel yeri olan kuyuların temizlenme usulü hakkında fıkıh eserlerinde ayrıntılı hükümler yer almaktadır.

Fakihler suyun temizlenmesi konusunda genellikle kendi dönemlerinin kültür, tecrübe, teknik ve imkânlarına dayalı bilgi ve görüşleri esas almaktadır.

Günümüzde deniz, göl, akarsu, kuyu, depo, çeşme ve artezyen sularının, sanayi bölgelerindeki yer altı ve yer üstü suları ile atık suların gerek insan sağlığı ve çevreye zararlı olacak derecede kirlenip kirlenmediğinin tespitinde, gerekse bunların temizlenmesinde tarihî birikimin yanında teknolojik gelişmelerden, modern arıtma ve tahlil imkânlarından da yararlanmak gerekir.

5. Şüpheli sular

Hanefî fakihlerine göre eşek ve eşekten doğan katırın artığı olan az su temiz olmakla birlikte bu konuda farklı rivayetler bulunması sebebiyle bunların hükmî temizlikte kullanılabilirliği şüphelidir. Temiz su bulunmadığında bunlar abdestte ve gusülde kullanılır, ayrıca teyemmüm yapılır.

b) Mukayyet Su

İçine temiz bir maddenin katılmasıyla akıcılığını kaybeden veya özel ismi bulunan tabii sulardır.

Hanefî fakihlerine has bir tabir olan mukayyet su yerine, diğer mezheplerde bu tür suları ifade etmek için genellikle mutlak olmayan su veya “bir isme yahut özelliğe izâfe edilmiş” anlamında muzaf su tabiri kullanılır.

Gül suyu, meyve suyu, çiçek suları, üzüm suyu, turşu suyu vb. helâl meşrubat türleri veya içinde nohut ve mercimek gibi temiz şeylerin pişmesiyle doğal halini kaybeden yahut içine süt, karpuz suyu ya da sirke gibi bir madde karışmasıyla özelliklerinde önemli ölçüde değişiklik meydana gelen su böyledir.

Mukayyet suyun hükmî temizlikte kullanılamayacağı hususunda fakihler görüş birliği içindedir.

Hanefîler’den İmam Muhammed ve Züfer’in de dahil olduğu çoğunluk, bunlarla maddî temizliğin de yapılamayacağı görüşündedir.

Hanefî mezhebinde tercih edilen görüşe ve Hanbelîlerin bir kısmına göre ise, normal su bulunmadığı zaman temizleyici özelliği bulunan mukayyet su maddî pisliğin temizlenmesinde kullanılabilir. 

Cevap 2:

Cevap için tıklayınız:

Gazozda (gazlı içeceklerde) bulunan alkol ve alkol üreten besinler ...

Kaynaklar:

Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Ḫarâc, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 93-102;
Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Kitâbü’l-Emvâl (nşr. M. Halîl Herrâs), Beyrut 1408/1988, s. 369-380;
Kudâme b. Ca‘fer, el-Ḫarâc (Zebîdî), s. 246-248;
Mâverdî, el-Aḥkâmü’s-sulṭâniyye, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 226-232;
İbn Hazm, el-Muḥallâ (nşr. Abdülgaffâr Süleyman el-Bündârî), Beyrut 1405/1984, I, 105-157; VIII, 243; IX, 54-55;
Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ, el-Aḥkâmü’s-sulṭâniyye (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Beyrut 1403/1983, s. 222-231;
Serahsî, el-Mebsûṭ, I, 45-59; XXIII, 161-204;
Kâsânî, Bedâʾiʿ, I, 15-17, 71-72, 83-84, 86-87; VI, 188-192, 194-195;
İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, İstanbul 1985, I, 18-25;
Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî, Riyad 1401/1981, I, 6-66; V, 583-591; IV, 71, 298; V, 157-158, 583-595;
Nevevî, Şerḥu Müslim, X, 228-229; a.mlf., Ravżatü’ṭ-ṭâlibîn (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali M. Muavvaz), Beyrut 1412/1992, I, 115-151; IV, 348-377;
İbn Cüzey, el-Ḳavânînü’l-fıḳhiyye, Beyrut 1977, s. 25-26, 222;
Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, Naṣbü’r-râye, Beyrut 1407/1987, I, 94-148; IV, 291-294;
İbn Hacer el-Askalânî, Fetḥu’l-bârî (nşr. Abdülazîz b. Abdullah b. Bâz), Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), V, 29-46;
Bedreddin el-Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire, ts. (İdâretü’t-tıbâati’l-münîriyye), XII, 193-195;
İbnü’l-Hümâm, Fetḥu’l-ḳadîr, Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), I, 60-106;
Ali b. Süleyman el-Merdâvî, el-İnṣâf fî maʿrifeti’r-râciḥ mine’l-ḫilâf (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Beyrut 1406/1986, I, 21-78; VI, 364-368, 384-387;
İbn Nüceym, el-Baḥrü’r-râʾiḳ, I, 69-145; VIII, 240-246;
İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâva’l-kübra’l-fıḳhiyye, Kahire 1308, II, 167-168, 194;
Şirbînî, Muġni’l-muḥtâc, I, 16-27; II, 373-376;
Ali el-Kārî, Fetḥu bâbi’l-ʿinâye (nşr. M. Nizâr Temîm – Heysem Nizâr Temîm), Beyrut 1418/1997, I, 81-108; II, 559-564;
Buhûtî, Keşşâfü’l-ḳınâʿ, I, 24; IV, 188-193, 198-200;
el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 16-25;
Haskefî, ed-Dürrü’l-muḫtâr (İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr [Kahire] içinde), I, 179-229; VI, 438-448;
Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ḥâşiye ʿale’ş-Şerḥi’l-kebîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 34-48;
Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, I, 24-57; V, 341-346;
İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr (Kahire), I, 179-229; VI, 438-448;
Azîmâbâdî, ʿAvnü’l-maʿbûd, Beyrut 1415, I, 103-131;
Necîb el-Mutîî, Tekmiletü’l-Mecmûʿ (Nevevî, el-Mecmûʿ içinde), Cidde 1980, XVI, 155-166;
Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıḳhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1405/1985, I, 113-140, 177-191; IV, 450-454;
Abdülvehhâb Abdüsselâm Tavîle, Fıḳhü’ṭ-ṭahâre, Kahire 1406/1986, s. 14-56;
Hüseyin Derin, Kur’ân-ı Kerîm ve Su Gerçeği (yüksek lisans tezi, 1990), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü;
Subhî es-Sâlih, el-İslâm ve’l-müstaḳbelü’l-ḥaḍâre, Beyrut 1990, s. 244-254;
H. Mehmet Günay, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Uygulamasında Kamu Malları, İstanbul 2001, s. 54, 190-204;
Metin Ceylan, İslâm Hukukunda Suların Statüsü (doktora tezi, 2003), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü;
Nihat Temel, Kur’ân-ı Kerîm’de ve Sosyo-Kültürel Hayatımızda Su, İstanbul 2006;
J. C. Wilkinson, “Muslim Land and Water Law”, Journal of Islamic Studies, I, Oxford 1991, s. 54-72;
“Ḥükmü istiʿmâli’l-miyâhi’n-necîse”, Mecelletü’l-buḥûs̱i’l-İslâmiyye, sy. 35, Riyad 1992, s. 35-60;
Ömer Cevde, “Mûcez ʿani’l-miyâh fi’l-fıḳhi’l-İslâmî”, Âfâḳu’s̱-s̱eḳāfe ve’t-türâs̱, sy. 19, Dübey 1418/1998, s. 6-11;
Ali Erbaş, “Muhtelif Dinlerde Su Motifi”, EKEV Akademi Dergisi, sy. 20, Ankara 2004, s. 241-258;
“Taḥâret”, Mv.F, XXIX, 91-117;
“Miyâh”, a.e., XXXIX, 352-377;
“Nehr”, a.e., XLI, 385-404;
M. Revvâs Kal‘acî, el-Mevsûʿatü’l-fıḳhiyyetü’l-müyessere, Beyrut 1421/2000, II, 1703-1710;
Mehmet Şener, “Su”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul 2006, IV, 1814-1819.

(bk. TDV İslam Ansiklopedisi, Su md.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun