"Sahabe, on ayet ezberleyip tatbik etmedikçe yeni ayetlere geçmezdi." sözü hakkında bilgi verir misiniz? Kur'an'ın sahabe hayatındaki yerini açıklar mısınız?

Tarih: 22.04.2011 - 11:24 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Ebu Amr ed-Dânî, "Kitabu'l-Beyan" adlı eserinde isnadını da kaydederek Hz. Osman, Hz. İbn Mes'ud ve Hz. Ubey'den şunu rivayet etmektedir:

"Resulullah (s.a.v) onlara Kur'ân-ı Kerim'den on âyeti kerime öğretirdi. Onlar ise bu âyet-i kerimelerde amel ile ilgili hususları öğrenmedikçe bir başka on âyet-i kerimeye geçmezlerdi. Böylelikle Hz. Peygamber, bizlere hem Kur'ân-ı Kerim'i ve hem de onunla amel etmeyi birlikte öğretirdi."

Abdurrezzak'ın Ma'mer'den, onun Ata b. es-Saib'den rivayetine göre, Ebu Abdurrahman es-Sulemî şöyle demiştir: Biz, Kur'ân-ı Kerim'den on âyet-i ke­rime öğrendik mi, o on âyetin helalini, haramını, emir ve nehiylerini öğrenmedikçe bir sonraki on âyeti öğrenmeye geçmezdik. İmam Malik'in Muvatta adlı eserinde belirttiğine göre Abdullah b. Ömer Bakara sûresini sekiz yıl­da öğrendi(1).

Kur'ân'ın, Sahabenin Hayatındaki Yeri:

Sahabe, Kur'ân'ın ve Resûlüllah'ın (aleyhissalâtu vesselâm) mûcizesi olan bir topluluktur. Bu hakikat, dünden bugüne birçok âlim tarafından ifade edilmiştir. Meselâ, İslâm Hukuk Metodolojisi'nin en önemli simalarından biri olan Karafi (v.684), bu husustaki kanaatini şu şekilde ifade eder:

"Peygamber Efendimiz'in sahabeden başka hiçbir mûcizesi olmasaydı, sahabe, Allah Resûlü'nün nübüvvetine delil olarak yeterdi."(2)

 Asrımızda yaşamış büyük müfessirlerden merhum Seyyid Kutup, tefsirinin değişik yerlerinde, meselâ, A'raf sûresi 188 ve 203. âyetleri yorumlarken sahabenin eşsizliğini, harikulâdeğini dile getirir. İ'câzu'l-Kur'ân sahasında zirve isimlerden Mustafa Sadık er-Rafii de sahabenin Kur'ân mûcizesinin canlı bir sureti olduğunu vurgular (3).

Üstad Bediüzzaman, sahabenin Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) rahle-i tedrisinde yetişmiş, peygamberlerden sonra firaset, dirayet ve insani değerleri temsilde zirveyi tutmuş, insanlık âleminin en meşhur, en muhterem ve en dindar insanları olduğuna dikkatleri çekmiş(4) ve şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur (mealen):

"Bedevi, okuma-yazma seviyesi çok düşük, sosyal hayattan ve yaşadıkları dünyadaki fikir ve düşüncelerden habersiz, semavi kitaptan yoksun ve fetret asrının karanlıklarında bulunan bu insanlar, çok az bir zamanda en medeni, en bilgili ve dünya siyasetinde en önde olan milletlere ve hükümetlere birer üstad, rehber, diplomat ve kılı kırk yaran bir adaletle hükmeden hâkim, doğudan batıya kadar herkesi memnun eden idareciler olmuşlardır." (5)

Sahabenin hayatındaki en önemli şey, Kur'ân'ın her âyetini öğrenmek ve O'nun gereğince yaşamaktı. Onların içinde herhangi bir işle veya bir ticaretle meşgul olanlar, günlerinin bir kısmını O'na ayırır, gerisini Allah Resûlü'nün huzurunda geçirirlerdi. Gelen vahyi hemen öğrenmek ve bu hususta hiçbir kimseden geri kalmamak için Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda nöbetleşe bekler ve bir tek kelimeyi kaçırmamaya dikkat ederlerdi. Buharî'de nakledildiği üzere Hz. Ömer, bir gün kendisi Allah Resûlü'nün huzuruna gelir, bir gün de Ensar'dan olan komşusunu gönderir; sonra, Peygamber Efendimiz'in yanında iken öğrendikleri dinî meseleleri ve diğer vuku bulan hâdiseleri birbirlerine anlatırlardı (6). Bunun yanında, ileride bahsedileceği üzere, sahabe içinde bütün vakitlerini Mescid-i Nebevî'de geçirerek ilâhî vahyi ve Allah Resûlü'nün sünnetini ezberlemeye kendilerini vakfeden Ashab-ı Suffa da vardı.

Onlar, en tehlikeli anlarda bile kendilerini Kur'ân okumaktan alamıyorlardı. Meselâ, bir sefer sırasında Allah Resûlü ashabı ile birlikte bir vadinin kenarında istirahat etmek üzere konaklamıştı. Ve gönüllü olarak iki sahabi, sıra ile nöbet tutuyordu. Nöbet tutan sahabi namaz kılmaya durmuştu. Düşman onu uzaktan farkederek ok atmaya başladı. Sahabi, vücuduna isabet eden okları çıkararak namazına devam etti. Sonra yanındaki arkadaşı durumun farkına varınca "Neden ilk ok isabet ettiğinde bana haber vermedin?" diye sorduğunda, yediği oklarla birlikte yaralı hâlde namaz kılmaya devam eden sahabi, bunun sebebini şöyle izah ediyordu; "Namazda bir sûre okuyordum, onu yarıda keserek namazı bırakmaya kıyamadım."(7) Görüldüğü üzere sahabi, namazda Kur'ân okurken öylesine kendinden geçmişti ki, yaralandığı hâlde dahi o okuduğu sûreyi tamamlamadan namazını bitirmiyordu.

Sahabenin Kur'ân'a olan bağlılığı, O'nunla bütünleşmesi, dost-düşman onları tanıyan herkes tarafından kabul edilmişti. Meselâ, sahabe karşısında sürekli hezimete uğrayan Rum ve Fars kralları başa çıkamadıkları bu insanları, değişik yollara başvurarak tanımaya çalışmışlardı. Gerek sahabe arasına gönderdikleri casuslardan ve gerekse bizzat sahabe ile savaşan askerlerinden aldıkları cevap hep aynıydı.

"Onlar, ruhbanun fi'l-leyl (gece kendisini ibadete salmış bir abid), fürsanün fi'n-nehar (gündüz de bir cengaver). Onların arasında otururken yanındaki ile konuşmaya kalksan, okunan Kur'ân ve zikir sesinden ne dediğini anlayamazsın. Çünkü onlar, sürekli Kur'ân okuyup Allah'ı zikrederler."(8)

Kur'an'ın Nazara Alınması

Sahabenin hayatı hep Kur'ân etrafında örgüleniyor, hayatları vahyin müşahedesi altında yoğrulup şekilleniyordu. Kur'ân'da, ibadet hayatlarından, Allah yolunda verdikleri mücadelelere, birbirleriyle olan münasebetlerinden, Peygamber Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl hitap etmeleri gerektiğine, yemek yemelerinden fısıltı hâlinde konuşmalarına, hattâ kalplerinden geçenlere kadar pek çok durumları bildiriliyor ve kendileri ile ilgili âyetler nazil oluyordu (9). Hayatları Kur'ân'la çok içli-dışlı idi. Meselâ, Resûlüllah (s.a.s.), bir gün Ubeyy b. Ka'b'ı çağırarak ona: 'Allah, sana Kur'ân okumamı emretti.' deyince Übeyy 'adımı da söyledi mi?' diye sormuş, Efendimiz, 'evet' cevabını verince ağlamaya başlamıştı (Buharî, tefsir 98:2).

Peygamberimiz'in Sahabeyi Kur'an Okumaya Teşvikleri

Peygamber Efendimiz'den vahyi işiten zatlar da ya hıfz, yahut da kitabet yoluyla dinledikleri vahiyleri tesbit ediyorlardı. Yazı bilenler, Allah Resûlü'nün (aleyhissalâtü vesselâm) tebliğ ettiği vahyi yazıyorlar ve yazdıkları metinleri de ezberliyorlardı. Yazı bilmeyen, yahut yazı malzemesini temin etme imkânına sahip olmayanlar ise, Peygamber Efendimiz''in (sallâllahu aleyhi ve sellem) namaz, sohbet veya başka vesilelerle okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'i bizzat kendisinden dinleyerek ezberlemeye gayret ediyorlardı(10). Peygamber Efendimiz, onların Kur'ân'a olan aşk ve şevklerini coşturuyor(11), "en hayırlılarının Kur'ân'ı öğrenen ve öğretenler" olduğunu bildiriyor(12) Kur'ân ile meşgul olmanın Allah nezdindeki değerine dikkatlerini çekiyor(13) ve şöyle buyuruyordu:

"Aziz ve Celîl olan Allah buyuruyor ki: Kim, Kur'ân-ı Kerîm'i okuma meşguliyeti sebebiyle bana dua edip, bir şey istemekten geri kalırsa, ben ona, isteyenlere verdiğimden fazlasını veririm."(14)

Sahabenin Kur'an Okumaya Düşkünlüğü

Sahabenin hayatında birinci derecede ehemmiyet verdikleri ilgi alanı Kur'ân'dı. Onların nazarında her yeni nâzil olan âyet gökten inen semavi bir sofra gibiydi. Onlar, nazil olan âyetlerin ilâhî cazibesine kapılarak kendinden geçmiş, bütün himmetini O'nu öğrenmeye, öğrendiklerini yaşamaya ve insanlara tebliğ etmeğe teksif etmişlerdi. Âyetleri ezberlemede, ezberden okumada ve mânâlarını anlamada âdeta birbirleriyle yarışıyorlardı(15). Hattâ Kur'ân'dan ezberlenen metinlerin miktarı sahabe arasında fazilet vesilesi sayılıyordu(16). Âdeta kim daha çok ezberleyecek diye aralarında fazilet yarışı yapıyorlardı. Bazen onlardan bir kadının mehrinin, kocasının kendisine öğreteceği Kur'ân'dan bir sûre olması, o kadın için göz aydınlığı, sevinç kaynağı oluyordu(17). Gece kalkıp namaz kılmayı ve seher vaktinde Kur'ân tilâvetini rahat döşekte uyamaya tercih ediyorlardı(18). Hatta gece karanlığında evlerinin yanından geçenler, arı uğultusu gibi bir ses işitirlerdi(19). Onlar, Kur'ân'da hedef gösterilen şu hususiyetin zirvedeki temsilcileri idiler:

"Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitleri istiğfar ederlerdi." (20).

Kur'ân'ın Hükümleriyle Amel Etmenin Her İnsan İçin Gerekli Olması:

O dönemde her sahabi, Allah'ın kendisine gönderdiği mesajda kendisinden neler istediğini öğrenip, öğrendiklerini hayata taşımak istiyordu. Bu da, sahabeyi Kur'ân öğrenmeye sevkeden ve Müslüman olmanın getirdiği tabiî hususiyetlerden biri idi. Ayrıca Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), bazen onlardan birinden kendisine Kur'ân okumasını istiyordu.(21) Bu da, onları Kur'ân'a yönlendiren ayrı bir dinamikti.

Sahabe, Allah Resûlü'nün vefatından sonra da Kur'ân'ın insanlığa intikalinde çok büyük hizmetler yapmıştır. Meselâ, Abdullah İbn Mes'ud, Kûfe de binlerce Kur'ân talebesi yetiştirmiştir(22). Ebû Musa el-Eş'arî aynı işi Basra da yapmıştır. Ebû Musa el-Eş'ari'nin talebelerinden Ebû Reca el-Utaridî,

"Ebû Musa, Basra camiinde her gün bize ders verirdi. Onarlı halkalar hâlinde bizleri oturtur Kur'ân okuturdu."(23)

diyerek, sahabînin bir çok insana belli bir sistem dahilinde Kur'ân öğrettiğini anlatmaktadır. Aynı şekilde Ebû Derda, Şam camiinde sabahtan öğleye kadar Kur'ân talim ettirirdi. Talebelerini onar onar halkalara ayırır, her bir halkanın başına birini rehber olarak tayin eder, kendisi de hepsini kontrol ederdi. Talebeleri bir yerde takılsalar gelip ona sorarlardı(24).

Sahabe, Kur'ân'ı nazil olduğu şekliyle, hem yazı hem de hıfz yoluyla koruma altına alarak insanlığa nakletmiştir. Zaten tarihin şehadetiyle, hafızaları çok güçlü, zihinleri parlak, kalpleri, kimsenin kendileriyle boy ölçüşemeyeceği nisbette Kur'ân'a tutkun, dinleri uğruna hayatlarındaki en değerli şeylerini feda etmiş, vatanlarını, yurtlarını terk etmiş, gece gündüz Kur'ân'la oturmuş Kur'ân'la kalkmış bu güzide insanları, Kur'ân'ı hıfz ve zaptetmeye himmetlerini sarf etmekten alıkoyan ne gibi bir sebep ve Kur'ân'ın yerini alacak ne gibi bir meşgale olabilirdi ki? İnsanlar bir şeye çok değer verip, onu tazim edecekler, onu ezberlemenin büyük bir şeref olduğuna inanacaklar, hayatlarını onun uğrunda ortaya koyacaklar, ama daha sonra o şeyin muhafazasına, korunmasına, aynen nakledilmesine önem vermeyecekler, bu mümkün müdür?(25)

Dipnotlar:

1. Muvatta, Kur'ân 11; Kurtubi, el-Camiu'l Ahkami’l-Kur’an 1/244-246.
2. Karafî, el-Furuk Envaru'l-Buruk fi Envai'l-Furuk 4/305.
3. Rafiî, İ'cazu'l-Kur'ân, 158-159.
4. Nursî, Şualar, 109.
5. Nursî, Sözler, 524.
6. Buharî, talak 83.
7. Ebû Davud, taharet 79; Hâkim, 1/258.
8. İbn Asakir, Muhtasar Tarih-i Dımeşk, 2/96; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 7/16.
9. Kur'an, 8:5; 33:22; 24:63; 49:2-4; 24:61; 33:53; 58:1; 2:284.
10. Hamidullah, Kur'ân-ı Kerîm Tarihi , 45.
11. Buharî, et'ıme 30; Müslim, müsafirîn 243.
12. Buharî, fezâilü'l-Kur'ân 21; Ebû Davud, salât 349.
13. Müslim, salâtü'l-müsafirîn 251.
14. Tirmizî, sevâbü'l-Kur'ân: 25.
15. Zerkanî, Menahilü'l-İrfan fi Ulumi'l-Kur'ân, 1/241; Tirmizî, zühd, 37.
16. Buharî, cenaiz 73; Müslim, cenaiz 27.
17. Buharî, nikâh: Ebû Davud, nikâh: 30.
18. Kandehlevî, Hayatü's-Sahabe, 3/141-144.
19. İbn Sa'd, 3:110; İbnü'l-Esir, 3:284.
20. Zariyat 51/17-18.
21. Buhari, fezailü's-sahabe, 25; tefsir, 4/9; Tirmizî, cenaiz, 14; Müsned, 1: 374, 390, 433.
22. İbn Asakir, age.14:43; Zehebî, Mârifetu'l-Kurrâi'l-Kibar ala't-Tabakat ve'l-Asar, 1/13.
23. Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliya ve Tabakatu'l-Asfiya, 1/256; Kevserî, Makalât, Mektebetü'l-Ezheriyye, 14-15.
24. Kevserî, ege.14-15.
25. Dr. Ergün Çapan, Kur'an'ın İntikalinde Sahabe'nin Rolü makalesinden istifade edilmiştir. 

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun