Ruh, kalb, akıl, sır nedir, nasıl doğru kullanırız?

Tarih: 15.12.2021 - 12:32 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bediüzzaman, nefsi susturup ruhu, kalbi, aklı, sırrı maâliyâta, vatan-ı aslîlerine, makarr-ı ebedîlerine, ahbab-ı uhrevîlerine yetişmek, gerektiğini söyler.
- Ruh, kalb, akıl ve sır nedir, aralarında fark var mıdır, bunları nasıl doğru kullanırız?
- Maâliyâta, vatan-ı aslîlerine, makarr-ı ebedîlerine, ahbab-ı uhrevîlerine yetişmek ne demektir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Genel bir özetle denilebilir ki, bu dört lafzın her birisine ait iki mana vardır:

KALB: Bu kelimenin iki manası vardır:

1) Kozalak şeklinde göğsün sol tarafında bulunan cismanî özel bir et parçasıdır. Bu, tıp alanına giren, doktorları ilgilendiren bir konudur.

2) Kalbin ikinci manası: Ruhanî bir latife-i rabbanidir. Cismanî kalp ile de bir alakası bulunan bu latife-i rabbaniye, bizzat bir hakikat-i insaniyedir. İnsanda idrak eden, alim ve arif olan yegane mekanizma da budur. İnsanı imtihanın muhatabı, ceza, azarların ve tekliflerin muhatabı ve sorumlusu yapan vesile de budur.

RUH: Ruhun da iki manası vardır:

1) Bir cism-i latiftir. Cismanî kalbin içinde yer alan, -bir evde yanan bir lambanın ışığı, evin her tarafını aydınlattığı gibi- bu cism-i latif de sinirler vasıtasıyla bedenin diğer eczalarına / parçalarına yayılan, onların her zerresinden cereyan eden ve onlara hayat, his, görme, işitme ve koklama ile ilgili nurları akıtan bir unsurdur.

2) Ruhun ikinci manası: İnsandaki alim, müdrik bir latifedir. “De ki; Ruh Rabbimin emrindendir.” (İsra, 17/85) mealindeki ayette ruhun bir sır olduğuna işaret edilmiştir. Hz. Peygamberin (asm) hakikatini ifşa etmediği ruhun bu sırrını açıklamak kimseye yakışmaz. (Gazali, İhya, 3/3-4)

NEFİS: Bu lafız da değişik manalarda kullanılır. Bizi ilgilendiren onun iki manasıdır:

1) Bir manası: Nefsin insandaki kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gazabiyeyi barındıran bir mekanizma olmasıdır. Özellikle ehl-i tasavvuf bu mana doğrultusunda nefsi bütün kötülüklerin kaynağı olarak görürler ve onun mücadele etmenin zaruretine inanırlar. “Senin en büyük düşmanın iki yanın ortasındaki nefsindir.” (Beyhaki, Zühd) rivayetinde yer alan bu hadisin işaret ettiği nefis bu ilk manaya ait olup, “Nefs-i emmare” adını alır.

“Ben Nefsimi temize çıkarmam, zira nefis her zaman kötülüğü ermeder.” (Yusuf, 12/53)

mealindeki ayette Hz. Yusuf’un bu nefis hakkındaki tespitine yer verilmiştir.

2) İkinci manası: İnsanın hakikatini anlatan, zatını ifade eden bir latife-i maneviyedir. Bu manadaki nefsin de birkaç mertebesi vardır:

a) Nefs-i Levvame: Bu mertebedeki nefis, sahibinin kusurlarını görüp onu levmeder /azarlayıp kınar. “Nefs-i Levvameye yemin ederim.” (Kıyame, 75/2) mealindeki ayette nefsin bu mertebesine işaret edilmiştir.

b) Nefs-i Mutmainne: Gayrimeşru arzu ve isteklere karşı direndiği, Allah’ın emirlerine boyun eğmekle sükunet bulup itminana kavuştuğu zaman bu mertebeyi kazanır ve bu adla anılır. “Ey Nefs-i mutmainne! Rabbinden razı olarak ve rızasını alarak ona dön!” (Fecr, 89/28) mealindeki ayette nefsin bu mertebesine işaret edilmiştir.

Hülasa: Birinci manada yer alan Nefs-i Emmare yerilmiştir, ikinci manada zikredilen Nefs-i Levvame ile Nefs-i Mutmainne, övülmüştür. (İhya, 3 /4)

AKIL: Bu lafzın değişik manaları arsında bizi ilgilendir şu iki manadır:

1) Birinci manası: Akıl, bazen mutlak olarak ifade edilir ve eşyanın hakikatlerini bilmek manasında kullanılır. Bu yönüyle mahalli kalp olan ilmin bir sıfatından ibaret olur.

2) İkincisi manası: İlimleri idrak etme mekanizması olarak algılanır. Bu cihetle bir latife-i Rabbaniye olan kalbin ta kendisi olarak anlaşılır. (İhya, 3/4)

Bediüzzaanın konuyla ilgili bazı açıklamaları:

“Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı gibi) bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma'kes-i efkârı, dimağdır. Binaenaleyh o latife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki; o latife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir. Evet, nasılki bütün aktar-ı bedene mâ-ül hayatı neşreden o cism-i sanevberî bir makine-i hayattır. ve maddî hayat onun işlemesi ile kaimdir. Sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar. Kezalik o latife-i Rabbaniye, âmâl ve ahval ve maneviyatın heyet-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.” (bk. İşaratü'l-İ'caz, s. 77-78)

Sırr, ehfa gibi kavramlara gelince:

“Letaif-i Aşere; İmam-ı Rabbanî kalb, ruh, sırr, hafî, ahfâ, insanda anasır-ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münasib bir latife-i insaniye tabir ederek, seyr ü sülûkta her mertebede bir latifenin terakkiyatı ve ahvalinden icmalen bahsetmiştir."

"Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letaif var. Onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hattâ hükema ve ülema-i zahirî dahi o letaif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahirî, havass-ı hamse-i bâtına diye o letaif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar. Hattâ avam ve havas beyninde tearüf etmiş olan insanın letaif-i aşeresi, ehl-i tarîkın letaif-i aşeresiyle münasebetdardır. Meselâ vicdan, a'sab, hiss, akıl, heva, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gazabiye gibi letaifi kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letaif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letaiften başka saika, şaika ve hiss-i kabl-el vuku' gibi çok letaif var...” (bk. Barla Lahikası, s. 347-348) 

Kuran’da bu iki kavrama da yer verilmiştir: “Eğer sen bir sözü açığa vurursan (bil ki) Allah, (sadece açığa vurulan sözleri değil) Sır ve Ahfayı bilir. (Taha, 20/7)

Razi, bu ayeti tefsir ederken, şu görüşlere yer vermiştir:

Eşya genel olarak üç kısımdır: Cehri / açık olan, sırrî / gizli olan, ahfa / daha gizli olan.

Şu ihtimal de vardır ki: insanların açıkladıkları şeylere söz, gizli tuttukları şeylere ise sır ve ahfa denilir.

Birçok yoruma yer veren Razi, şu bilgiyi de vermiştir:

Sır: Kişinin kendi içinde yapmayı azmettiği ve gizli tuttuğu şeydir.

Ahfa ise: Yine kişinin içinde tuttuğu fakat azmetme mertebesine ulaşmayan şey demektir. Aksini de düşünenler vardır. Buna göre, o gizli şey kişinin sırrına girmediği sürece, sırdan daha hafi olur.” (Razi, ilgili yerin tefsiri)

İnsanın hem hüznü hem de neşesi iki türlüdür:

1. Ulvi

2. Süfli

Mesela, mahbubuna kavuşmanın verdiği hüzün, ulvi bir hüzün iken ahbapsızlıktan meydana gelen hüzün, süfli bir hüzün olur.

Maddeci felsefenin ruhu karartan meselelerinin meydana getirdiği hüzün, ikinciye misal olabilir.

Öte yandan, içki masası gibi bir ortamdaki nefsanî hazların insana verdiği neşe gözler önündedir. Ama bu neşe, süfli bir neşedir.

Kalp ve ruhun, akıl ve sırrın asli vatan olan cennete, Allah’ın likasına yönelmelerinin verdiği neşe ise, ulvi bir neşedir.

Şu halde, Kur'an, nefsi emmareyi susturup, ruhu, kalbi, aklı, sırrı yüce şeylere, asli vatanlarına, ebedî diyarlarına, uhrevi dostlarına yetişmek için latif ve edepli masumane bir teşvik eder. Bu teşvik de cennete, ebedi saadete ve rüyet-i cemalullaha beşeri sevkeden ve şevke getiren Kur'an-ı Mucizü'l-Beyan'ın verdiği neşedir.

Şu halde, Kuran, nefsi emmareyi susturup, ruhu, kalbi, aklı, sırrı yüce şeylere, asli vatanlarına, ebedî diyarlarına, uhrevi dostlarına yetişmek için latif ve edepli masumane teşvik eder. Bu teşvik de Cennete, ebedi saadete ve rüyet-i cemalullaha beşeri sevkeden ve şevke getiren Kuran-ı Muciz-ül Beyan'ın verdiği neşedir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun