“Araform yok” deyince, şu tabloyu soruyorlar: Amfibiyenden sürüngene: Proterogyrinus, Limnoscelis, Tseajaia, Solenodonsaurus, Hylonomus, Paleothyris. Sürüngenden memeliye: Paleothyris, Protoclepsydrops haplous, Clepsydrops, Archaeothyris, Varanops. Dina

Değerli Kardeşimiz
 

Terazinin ayarı doğru değilse, neyin tartsan yanlış gösterir. Doğru tartıyı ortaya koyabilmek için, önce terazinin ayarının doğru yapılması gerekir.

Burada evrimcilerin felsefesi şudur: Canlılar silsile halinde basit yapılıdan yüksek yapılıya doğru tesadüf ve tabiatın eseri olarak meydana gelmiştir. Düşünce bu olunca, fosiller üzerinde yapılan her çalışmada elde edilen veriler, bu düşünceyi doğrulayacak şekilde takdim edilir ve yorumlanır. Farklı yapıda iki canlıdan birisi diğerine ayak yapısı bakımından benziyorsa, hemen buna göre bir yorum ve değerlendirme yapılır. Biri diğerinden yapı itibariyle daha mükemmel görünüyor, fakat arada bazı yapıların görevleri bilinmiyorsa, o zaman onlar körelmiş yapılar ve organlar olarak yorumlanır.

Canlıların şimdiki genetik yapısının, her türün kendine has olduğunu, öyle masallardaki cadı sopasıyla gelişigüzel değişikliğin olduğu gibi bir farklılaşmanın olamayacağını, bir attan itin, balıktan kurbağanın meydana gelemeyeceğini gösteriyor. Dolayısıyla ara form olarak ileri sürülenlerin, bu genetik değişmezliği aşması mümkün değildir.

Dürbüne hep ters tarafından bakılıyor, bir de normal tarafından bakın. O zaman belki hakikatleri daha rahat göreceksiniz. Mesela, yukarıda sayılan fosiller,  müstakilen yaratılmış her birisi kendine has yapı ve karakterleri olan, belli bir devrede yaşayıp ortadan kalkmış canlılar olamaz mı? O fosillere, niye bu şekilde bakılmıyor?
Sorgulanması gereken bir başka husus da, ara form olarak ileri sürülen bu fosillerin hakikatlere ne kadar uyduğunu da, evrimci zihniyete sahip birkaç kişiden başka kimsenin bilmemesidir. Tâbiri caiz ise, evrimci birilerinin ortaya attığı bir takım iddialar karşımıza ilmi deliller gibi takdim ediliyor.  

Değişerek farklı canlıları hâsıl ettiği ileri sürülen bu ara formların ruh yapılarının, hareket ve davranışlarının nasıl değiştiği veya değişeceği hiç gündeme gelmiyor. Balığın hissiyatı ve duyguları ile, kurbağanın duyguları aynı mı? Sürüngen olan yılandan, bir memeli olan koyunu teşekkül ettirirken, onların his, duygu ve davranışlarını niye dikkate almıyorsun? Yılanın duygu ve davranışları ile koyunun davranış ve istek ve ihtiyaçları farklı değil mi?
İtin duygu ve hissiyatı ile atınki aynı mı? “İtten at meydana”geldi derken bu duygu ve his âlemi hep nazarlardan gizleniyor. Bunların da, en az kafa ve çene değişmesi kadar önemi yok mu? Bazı Latince isimleri sıralayarak canlıları birbirinden meydan getirtmek, iyi bir masal olabilir, ama ilmi bir düşünce ve isabetli bir değerlendirme asla olamaz.

Prof.Dr.Adem Tatlı

Selam ve dua ile..

 

 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun