Geçiş (Ara) Formları

Evrim zincirinin eksik halkalarını tamamladığı tahmin edilen ve bazı özellikleri bakımından kendisinden önceki canlıya, bazı özellikleri bakımından da kendisinden sonraki canlıya benzeyen organizmalara “ara form” veya “geçiş formu” adı verilir.

İddia edildiği gibi, bütün canlılar tek hücreden menşey alarak silsile hâlinde birbirinden hasıl edilmiş iseler, o zaman ara form özelliğine sahip organizmalardan fosil hâlinde bol miktarda mevcut olması beklenir. Fakat bu geçiş özelliğine sahip fosil sayısı son derece azdır.

“Kitaplarımızda yer alan evrim soy ağaçları, fosil kayıtlarına değil, bizim tasarımlarımıza dayalıdır.” (S. Gould).

 “Paleontologlar, evrimciler tarafından ileri sürülen at serileriyle ilgili fosilleri ortaya koyamamışlardır. At serisi ‘evrim konusunda çözüme kavuşturulmuş örnek’ olarak takdim edilir, ama gerçek öyle değildir. Eohippus’tan günümüzdeki at Equus’a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Farklı kaynaklardan gelen canlılara ait fosillerin bir araya getirilip arka arkaya dizilmesi mümkündür, fakat canlılar tarihinde bu sıralamayı doğrulayacak hiçbir delil yoktur.” (R.T. Gordon).

“Yirmi beş sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim. Dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. ‘Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği’ görüşü, paleontoloji alanında 20’nci yüzyılın en büyük utancı olacaktır!” (P. Shipman).

1. Protozoalardan Omurgasız Metozoalara Geçiş

Cloud, “Pseudofosils” adlı eserinde, Antekambriyen tabakaları arasında mikroorganizmaların varlığından söz eder. Kambriyen devresinde ise süngerler, mercanlar, Trilobit’ler, Brac­hiopod’lar, molluska’lar, Echinoid’ler ve Arthropod’lar gibi ileri derecede kompleks yapıya sahip omurgasızlar yer alır. An­tekambriyen’deki tek hücreli mik­roorganizmalarla Kam­briyen’deki bu ileri derecede kompleks yapıya sahip omur­gasızlar arasında nasıl bir ilgi vardır?1

Axelrod, George ve Kay gibi araştırıcılar, eserlerinde, Kam­briyen omurgasızlarının, geçit formu olmadan Ante­kam­b­riyen sonunda birdenbire yeryüzünde göründüklerini belirtirler2-4 Richard Monestarsky de, yeryüzünde kompleks hayatın aniden ortaya çıktığını belirtir ve şöyle der:

“Günümüzdeki kompleks hayvan formları aniden ortaya çıkmışlardır. Bu gelişleri Kambriyen devrinin başına rastlar. Denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması bu devirde başlamıştır”5

Evrimci İngiliz zoologlarından Richard Dawkins de, komp­leks canlıların birden ortaya çıktığını belirtir:

“Kambriyen tabakalarındaki omurgasız grupları, sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan orada meydana gelmiş gibidirler. Tabii ki bu ani ortaya çıkış, yaratılışçıları memnun etmektedir”6 

2. Omurgasızlardan Omurgalılara Geçiş

Genellikle omurgasızların iç kısımlarında yumuşak bölümler, dış­larında ise sert kabuklar vardır. Omurgalılarda durum değişiktir. Onlarda içte iskelet yer alır. Ordovisiyen çağının sonlarına ve Devoniyen çağının başlarına rast­layan devirdeki kalıntılarda, çenesiz omurgalılar (Cyclostomata), kıkırdaklı balıklar (Elas­mobranchii) ve kemikli balıklar (Te­leostomi) gibi omurgalılar mevcuttur. Omma­ney “The Fishes” adlı eserinde, Romer de Vertebrata Paleon­to­logy’de bu balıklarla ataları kabul edilen omurgasızlar arasın­da bağlantı sağlayacak fosilin bulunmadığını belirtirler7-8.

Evrimci paleontolog Gerald Todd da, balık grupları arasında geçit formunun olmadığına dikkati çeker ve şöyle der:

“Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil tabakalarında aynı anda ve birdenbire ortaya çıkarlar ve kendilerini ata olabilecek hiçbir canlı grubuyla bağlantılı göstermezler”9.

İngiliz Doğa Tarihi Müzesi’nden Norman da, balıkların geçmişine ait hiç fosil olmadığını belirtir:

“Şimdiye kadar elde edilen fosillerin hiçbirisi, balıkların geçmişine dair delil ortaya koyamadılar”10

Gordon Taylor da, yüzgeçli ve eklemliler arasında geçit formunun olmadığını söyler:

“Dünyadaki fosil koleksiyonlar içerisinde yüzgeçli ve eklemli canlılar arasında, birinin diğerinden meydana geldiğini gösteren hiçbir ara formu yoktur”11

3. Balıklardan Kurbağalara Geçiş

Yassı yüzgeçli balık (Rhipidistian crossopterygian) ile kuyruklu su kurbağası (lchthyostega), balıklarla kurbağalar arasında geçiş formu ola­rak alınır (Şekil 1).

Yassı yüzgeçli balık, günümüzden 330 milyon yıl önce, Devoniyen dev­rinde yaşamış saçak yüzgeçli balık tipidir. Kompleks baş tipli bir omurga ile iç kulak girintilerine sahip oluşu ve yüzgeçlerinde kemiklerin bu­lunuşundan dolayı, balıklarla kuyruklu su kurbağası arasında geçiş formu olarak alınmıştır. Ancak balık ve kurbağa anatomileri arasında büyük farklılıklar vardır. Yaşayan ve fosil bütün balıklarda leğen kemikleri kü­çüktür ve gevşek olarak adale içine girer. Bu leğen kemiklerinin, vücut ağır­lığını taşıma gibi bir görev üstlenmediği için, omurga sütunlarına bağlı olmadığı belirtilir. Fosil ve yaşayan bütün kurbağalarda leğen ke­miklerinin çok büyük olduğuna ve sıkı şekilde omurgaya bağlandığına dikkat çekilir. Böyle bir anatomik yapının da o hayvanın yürümesi için gerekli olduğu vurgulanır54.

“Yassı Yüzgeçli Balık” ya da “Coelecanth” olarak adlandırılan Rhipidistian crossopterygian’ın belli bir devre yaşadığı, çevre şartlarının değişmesiyle kurbağaları hasıl ederek, Kretase sonunda, günümüzden takriben 70 milyon yıl önce orta­dan kalktığı kabul edi­liyordu. Hublin, “The Hamlyn Encyclo­pedia of Prehistoric Animals” adlı eserinde, bu fosil forma aynı gruptan Latemaria chalumnea ba­lığının 1935’te Mozambik’te, 1939’da Madagaskar’da, 1953’te Komor Adaları’nda, 1955’te Afrika’da olmak üzere pek çok yerde yakalanmış ol­masının, onun ara formu olma özelliğini ortadan kaldırdığını belirtir12 (Şekil 2).

Robert Carroll, “Omurgalı Paleontolojisi ve Evrimi” adlı eserinde, balıklarla kurbağalar arasında geçiş formu bulunmadığına işaret eder ve şöyle der:

“Elimizde, ilk kurbağalarla balıklar arasında geçiş formu özelliğine sahip fosiller yoktur”13.

Edwin Colbert ve Morales de, geçmişteki kurbağalarla günümüzdekilerin aynı yapıda olduklarına dikkati çeker:

“Paleozoik devir (Birinci zaman) kurbağalarının ortak bir ataya sahip olduklarını gösterecek tek bir delil yoktur. Bilinen en eski kurbağalarla günümüzdekiler birbirlerine benzerdirler”14.

4. Kurbağalardan Sürüngenlere Geçiş

Kurbağa ve sürüngenler arasında geçişi sağlayan formlar olarak, Permiyan başında yaşamış olan Seymouria veDidactes ileri sürülür. Hâl­buki bugünkü bilgilerin ışığında, amfibilerle sürüngenlerin Karbonifer devresinde birlikte yaşadıklarını görüyoruz. Dolayısıyla aynı devirde çevre şartlarının kötüleşmesiyle hem kurbağalardan sü­rün­gen­lerin hasıl olmasını hem de kurbağaların varlığının devamını izah etmek mümkün değildir. Nitekim Seymouria bazıları tarafından, “sürüngenlerin atası” değil, “çok gelişmiş gerçek bir kurbağa” olarak kabul edilir56.

Robert Carroll, “Sürüngenlerin Kökeninin Problemleri” adlı eserinde, kurbağalardan sürüngenlere geçişi gösteren bir fosilin bulunmadığına dikkati çekerek şöyle der:

“İlk sürüngenin gerçek atası olabilecek, elimizde tek bir örnek yoktur. Böyle bir ara formun bulunmayışı, kurbağa-sürüngen geçiş sorusunu cevapsız bırakıyor”55.

5. Sürüngenlerden Memelilere Geçiş

Memelileri hasıl ettiği farz edilen Synopsidae alt takımı ise, Pen­sylvanian’da görülür. Memeliler, sürüngenlerden daha çok gelişmiş kabul edilir ve dolayısıyla yeryüzüne sürüngenlerden sonra çıkması beklenirdi. Hâlbuki memelilerin öncüsü sayılan Synopsidae’ler, “sürüngenlerin atası” kabul edilen Seymouria ve Didactes’ten daha evvel dünyada yer al­mışlardır.

Memelilerin fizyoloji ve anatomi yönünden diğerlerinden farklı bir özelliği vardır. Üreme modelleri, sıcakkanlılık, solunum modelleri, yav­rularını emzirmeleri ve tüylere sahip olmaları, bunlardan bazılarıdır. Kemp, “Memelileri Hasıl Eden Sürüngenler” adlı eserinde, sürüngenlerden memelilere geçişi gösteren ara formların olmadığını ısrarla belirtir15.

Şekil 1. a) Kuyruklu su kurbağasının atası kabul edilen yassı yüzgeçli balık (Rhipidistian crossopterygian), b) Kuyruklu su kurbağası (lchthyostega)’nın verilerine göre çizilmiş resimleri.

Fosil veya yaşayan bütün memeliler tek alt çene kemiği ile işitme kemikleri çekiç, örs ve özengiye sahiptirler. Hâlbuki yaşayan veya fosil bütün sürüngenlerde alt çenede en az dört ke­mik ile sadece bir küçük işitme kemiği (özengi) vardır. İki veya üç çene kemiği veya iki kulak kemiği bulunan geçiş formları mevcut değildir. Sürüngenlerdeki çene ke­mikle­ri­nin, memelilerde kulağa geçerek işitme kemiklerine döndüğü ile­ri sürülür; fakat bunun nasıl olduğunun tatmin edici açıklamasının ya­pılamadığına dikkat çekilir54.

Şekil 2. Yassı yüzgeçli balık grubundan Latimaria.

Romer, “Omurgalı Paleontolojisi” adlı eserinde, uçan memelilerden yarasanın, sürüngenlerden geldiğini gösteren fosilin bulunmadığına dikkati çeker16.

Ommaney de, yaşlı tabakalar ara­sındaki yarasa formlarının günümüzdekilerden farksız olduğunu belirtir8.

Neo-Darwinist Teori’nin kurucularından evrimci George Gaylord Simpson, “İnsandan Önceki Hayat” adlı eserinde, memelilere dair ara form olmağını belirtir ve şöyle der:

“‘Sürüngen devri’ olarak bilinen Mesozoik Çağ’ın canlıları, aniden memeliler devrinde değişmiştir. Sanki bütün başrol oyunculuğunu çok sayıda ve türdeki sürüngenlerin üstlendiği bir oyunun perdesi bir anda indirilmiştir. Perde yeniden açıldığında, başrolünde memelilerin yer aldığı, sürüngenlerin kenara itildiği yeni bir devir başlamıştır. Ortaya çıkan memelilerin bir önceki devre ait izleri yoktur”17.

6. Yüksek Yapılıların Evrimine Örnek: Atın Evolüsyonu

Elli yıl önce hazırlanmış olan ve hâlâ müzenin alt katında duran atın evrimi sergisi, hayalî kötü bir hikâyeden başka bir şey değildir! Atın evrimi, birbirini takip eden yüzlerce ilmî kaynak tarafından ‘büyük bir gerçek’ gibi sunulmuştur. Ancak bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları, spekülasyondan başka bir şey değildir” 
(C. Patterson).

Yüksek yapılı canlılardaki evrime, atın filojenisi esnasında ge­çirdiği değişiklikler misal verilir. Weller’in iddiasına göre, Eosen devrinde yaşamış, “ilkel at” olarak ele alınan Eohip­pus’­­un ön ayakları dört, arka ayakları üç toynaklı idi. Yü­rür­ken bütün toynakları yere yapışıyordu18.

Jeolojik devirler boyunca genelde sekiz farklı at tipinin görüldüğü ileri sürülür ve bunlar Şekil 3’te görüldüğü şekliyle küçükten büyüğe doğru sıralanarak verilir (Tablo 1).

Johnson’a göre, atın üçüncü toynağı gelişirken değerleri gitgide indirgenerek kay­bolmuştur. Buna sebep olarak da, erken devirlerdeki atların orman ağaçlarının genç dal ve yapraklarıyla beslendiği, fakat Miyosen’den itibaren otlakların dominant hâle gelmesiyle otla beslenmeye başladıkları ileri sürülür.

Besin kaynağını çayırların teşkil ettiği açık düzlüklerde düş­mandan korunmanın ancak süratli koşmakla mümkün olacağı, bunun da üçüncü toynağın genişleyip gelişmesine, diğerlerinin de kaybolmasına sebep olduğu varsayılır. Üçüncü toynağın haricindekiler körelmiş ve artık işe ya­ramayan organ hâline gelmiştir19.     

7. Atın Evriminin Kritiği

At fosilleri dikkatlice incelendiği zaman, jeolojik devirlerdeki ge­lişmelerine paralel bir kaburga artışı yoktur. Tablo 1’de görüldüğü gibi, Eohippus’ta 18 çift olan kaburga sayısı Orohippus’ta 15 çifte düşmekte, Pliohippus’ta 19’a yükselmekte, Equus’ta da tekrar 16 çifte düşmektedir.

Toynak sayısının azalması, beslenme şekli ve dolayısıyla koşma ve düşmanlarından kaçmaya bağlanmaktadır.

Tablo 1. Jeolojik devirler boyunca yeryüzünde görüldüğü var­sayılan at tipleri.

Jeolojik Devir

At Tipi

Beslenme Şekli

Kaburga Sayısı

Parmak Sayısı

Günümüzden (Yıl önce)

Pleistosen

Eguus

Ot ile

16 çift

1 parmaklı

60 bin

Pliyosen

Pliohhippus

Ot ile

19 çift

1 parmaklı

12 milyon

Miyosen

Meryohippus

Ot ile

-

1 parmaklı

25 milyon

Parahippus

Dal ile

-

1 parmaklı

Oligosen

Miohippus

Dal ile

-

3 parmaklı

34 milyon

Mesohippus

Dal ile

-

3 parmaklı

Eosen

Orohippus

Dal ile

15 çift

3 parmaklı

55 milyon

Eohippus

Dal ile

18 çift

3 parmaklı

 “Kullanılan organın geliştiği, kullanılmayanın köreldiği” hususu, “La­marck Prensibi” olarak bilinir. Son 20 yıldır, Lamarck Prensibi’nin mo­difikasyona dayandığı, yani soma hücrelerindeki değişikliğin yavrularına intikalinin mümkün olmadığı, ancak eşey hücrelerindeki bir değişikliğin kalıtımla geçtiği anlaşılmıştır. Kaldı ki, aynı mantıkla hareket edilirse, düşmanlarından kaçan tavşan başta olmak üzere pek çok hayvanın benzer bir değişikliğe niçin maruz kalmadığının da izahı gerekecektir.

Wells de bu konuda şunu söyler:

“Atın evrimiyle ilgili olarak Darwin’in 1882’de ölümünden üç yıl önce, Yale Üniversitesi paleontoloğu Othniel Marsh, modern tek toynaklı atların, küçük dört toynaklı atadan nasıl geldiğini göstermek için at fosillerini içeren bir çizim yayınladı. Sadece ayak kemiklerini ve dişleri ihtiva eden Marsh’ın çizimi, çok geçmeden kafatasıyla desteklendi ve at fosillerinin resimleri biyoloji ders kitaplarında ve müzelerde ‘evrimin delili’ olarak hızla yerini aldı”20.

Şekil 3. Atın geçmişiyle ilgili öngörülen evrim şeması. Birinci sırada vücudun, ikinci sırada ayaklarının, üçüncü sırada kafatasının, dördüncü sırada da dişlerinin tahminî şekilleri verilmiştir.

“Atın ayağındaki çıkıntıların lüzumsuz organ olduğu” da tar­tışmalıdır. Zira bunların bazı görevleri vardır. Cousins’e göre bu görevler şunlardır:

1. Bacağı kuvvetlendirme görevi yapar.

2. Birçok bacak kasının tutunma noktasıdır.

3. İncik kemiğiyle meydana getirdiği oluğa topuğun üst destek kirişi yapışır ve atın ağırlığını taşıma görevini yerine getirir21.

Dunouy ve Goldschmidt, tek toynaklı atın, günümüzden 130 milyon yıl önce Mesozoik devrinde, yani çok toynaklı attan evvel yeryüzünde mevcut olduğunu belirtir. Onlara göre, çok toynaklı atların ilki ise Eosen devrinde, 55 milyon yıl önce ortaya çıkmış, sonuncusunun nesli de Miyosen’de yaklaşık 25 milyon yıl önce ortadan kalkmıştır22-24.

Evrimci biyologlardan Boyce Rensberger, atın evrimini belirten fosil serilerinin gerçekte bulunmadığını, farklı canlılara ait iskeletlerin yan yana dizilerek bu serilerin elde edildiğini belirtir ve şöyle der:

“‘Yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış dört toynaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan silsile hâlinde birtakım değişmelerle günümüzdeki atın evrimleştiği’ iddiası, geçerliliğini yitirmiştir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri tamamen farklı olarak ortaya çıkmakta, hiç değişmeden kalmakta, sonra da bunların soyu tükenmektedir. Dolayısıyla bunlar ara form değil, her birisi ayrı yapıya sahip farklı birer formdurlar”25.

İngiltere Doğa Tarihi Müzesi yöneticilerinden evrimci Colin Patterson da benzer görüşü dile getirir ve şu değerlendirmeyi yapar:

“Elli yıl önce hazırlanmış olan ve hâlâ müzenin alt katında duran atın evrimi sergisi, hayalî kötü bir hikâyeden başka bir şey değildir! Atın evrimi, birbirini takip eden yüzlerce ilmî kaynak tarafından ‘büyük bir gerçek’ gibi sunulmuştur. Ancak bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları, spekülasyondan başka bir şey değildir”26.

Atın evriminin dayandığı fosillerin Hindistan, Güney ve Kuzey Amerika ile Avrupa’da değişik zamanlarda yaşamış, farklı tür canlılara ait fosillerin küçükten büyüğe doğru dizilmesiyle oluşturulduğu” belirtilir. Bu hususta evrimciler ara­sında da görüş birliği yoktur. Birbirinden farklı 20’den fazla atın evrim şeması vardır. Bu sıralamalardaki ortak nokta, 55 milyon yıl önce Eosen Devri’nde yaşamış Eohippus (Hyra­cotherium) adlı köpek benzeri bir canlının “atın ilk atası” olduğuna inanılmasıdır. Hâlbuki Hitching, “atın atası” olarak sunulan bu Eohippus’un, günümüzde Afrika’da yaşayan ve atla hiçbir ilgisi olmayan “Hyrax” isimli hayvanın aynısı olduğunu belirtir27.

Evrimcilerden Gordon Taylor, “The Great Evolution Mystery” adlı eserinde, at serileriyle ilgili olarak şunu belirtir:

“Paleontologlar, evrimciler tarafından ileri sürülen at serileriyle ilgili fosilleri ortaya koyamamışlardır. At serisi ‘evrim konusunda çözüme kavuşturulmuş örnek’ olarak takdim edilir, ama gerçek öyle değildir. Eohippus’tan günümüzdeki at Equus’a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Farklı kaynaklardan gelen canlılara ait fosillerin bir araya getirilip arka arkaya dizilmesi mümkündür, fakat canlılar tarihinde bu sıralamayı doğrulayacak hiçbir delil yoktur”28.

Öyle anlaşılmaktadır ki, çok toynaklı at tiplerinin her birisi ayrı bir formdur ve belirli bir devre yaşayıp ortadan kalkmıştır... Tek toynaklı atın nesli de tek toynaklıdır.

8. Sürüngenlerden Kuşlara Geçiş

“Sürüngenden kuşa geçişte sürüngen pullarının tüye dönüştüğü” ileri sürülür. Fakat bazı evrimciler bu görüşün yanlışlığına işaret etmektedirler. Bunlardan Barbara, konuyu şöyle değerlendirir:

“Tüyler oldukça kompleks bir yapıya sahiptirler. Böyle bir yapının sürüngen pullarından evrimleşmesi için çok uzun zamana ve pek çok ara forma ihtiyaç vardır. Ancak pullarla tüyler arasında geçiş özelliğine sahip hiçbir form yoktur”29.

Brush da “tüylerin bir anda ortaya çıktığı” görüşündedir ve şöyle der:

“Tüyler, fosil kayıtlarında sadece kuşlara has bir özellik olarak bir anda belirir”30.

Feduccia, sürüngenden kuşa geçişin imkânsız olduğunu dile getirir:

“Sürüngenden kuşa geçiş, biyofizik açısından mümkün değildir”31.

Archeopteryx

Şekil 4: Archeopteryx Kuşu Fosili ve Temsili Çizimi

Sürüngenlerle kuşlar arasında geçiş formu olarak Archeop­teryx alınır. Çünkü bunun bazı özellikleri sürüngenlere benzer. Üst Jura devri kalkerleri arasında fosili bulunmuştur (Şekil 4).

Archeop­teryx tak­riben günümüzden 135 milyon yıl önce yaşamıştır. Genellikle kuş for­munda olan Archeopteryx’in sürüngen benzeri özellikleri şöyle sı­ralanabilir:

a) Kanatların kenarında pençelerin bulunması.

b) Ağzında dişlerin varlığı.

c) Kuyruğunda omurganın mevcudiyeti...

 Archeopteryx’in başlangıçta kanatlarıyla böcek avladığı, daha sonra da uçmaya başladığı” ileri sürülür (Şekil 5). Richard Owen ta­rafından bulunan ve “sürüngenlerle kuşlar arasında geçiş formu” olarak ileri sürülen Archeopteryx üzerindeki tartışmalar son zamanlarda art­mıştır.

Archeopteryx’in kritiği

Archeopteryx’in sürüngenlerle kuşlar arasında geçit formu olmadığı” belirtilir ve bununla ilgili şu hususlar ileri sürülür:

1. Günümüzde Güney Amerika’da yaşayan Ho­atzin kuşu (Opisthocomus hoatzin) ile Afrika’nın Tourako kuşu (Mu­sophogidae familyasından Touraco coryhaix)’nun gençlik devresinde de ka­natlarının kenarında pençe vardır ve Hoat­zin kuşunun omurga yapısı da Archeopteryx’e benzerlik gösterir (Şekil 6). Ayrıca Güney Amerika’da ya­şayan deve kuşu (Ostrich)’nun kanatlarında da üç pençe vardır32.

2. Archeopteryx, günümüz kuşlarınki gibi, asimetrik tüy yapısına sahiptir. Bu da onun uçtuğunun bir delili olarak alınır.

3. “Archeopteryx’te uçmak için gerekli olan göğüs kemiğinin olmadığı” iddia ediliyordu. Son bulunan yedinci Arc­he­op­teryx fosilinde göğüs kemiğinin varlığı anlaşıldı.

1995 yılında Çin’de Omurgalı Paleontoloji Enstitüsü’nden Paleontolog Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou, “Confuciusor” adını verdikleri bir kuş fosili buldular. Archeopteryx ile aynı yaşta, yaklaşık 140 milyon yaşında olan Confuciusor’un dişleri yoktu, gagası ve tüyleri günümüz kuşlarıyla aynı özellikteydi. İskelet yapısı da günümüz kuşlarıyla aynı olan bu kuşun kanatlarında, Archeopteryx’te olduğu gibi pençeler vardı.

Shipman, Confuciusor’un bulunmasının, Archeopteryx’in “kuşların atası” olma tezini çürüttüğünü belirtir33.

1996 yılında Hou, Martin ve Alan Feduccia tarafından Çin’­­de 130 milyon yaşında, “Liaoningornis” adı verilen bir kuş bulundu. Archeopteryx’ten 10 milyon yıl daha genç olan Liaoningornis’in günümüz kuşlarında bulunan uçuş kaslarının tutunduğu göğüs kemiğine sahip olduğu bildirilmekte, günümüz kuşlarından tek farkının “ağzında dişlerin bulunması” gösterilmektedir. Feduccia, Liaoningornis’in, “kuşların kökeninin dinozorlar olduğu” iddiasını da geçersiz kıldığını dile getirir34.

Archeopteryx’ten 30 milyon yıl daha genç, yani 120 milyon yıl yaşında bir kuş fosili daha bulunmuş ve “Eoalulavis” olarak adlandırılmıştır. Bunun da günümüzdeki kuşlarla aynı vücut yapısına sahip olduğu ve uçtuğu belirtilmektedir35.

Şekil 5. Archeop­teryx’in atası farz edilen dinozorların, kanatlarıyla böcek avlarken zamanla kanatlarının geliştiği ve uçmaya başladığını gösteren temsilî resimler.

Batı Colorado Mesa taş ocağında Arkeolog James Jensen tarafından bulunan kuş fosilini değerlendiren, Yale Üniversitesi profesörlerinden J. Ostrom, bu fosilin Archeopteryx’ten daha yaşlı olduğuna işaret etmektedir36.

Kuşlarla alakalı bir başka fosil de Batı Teksas Çölü’nde bulunmuştur. Sankar Chatterjee tarafından 1984’te değerlendirilen iki parçalı bu fosil, “ilk kuş” (Protoavis) olarak ad­landırılmakta ve günümüzden 225 milyon yıl önce yaşadığı belirtilmek­tedir37.

 Archeopteryx’in 140 milyon yıl önce yaşadığı dikkate alınırsa, Sankar Chatterjee tarafından bulunan fosilin Arc­heopteryx’ten 85 milyon yıl önce yeryüzünde yaşadığı anlaşılır.

Şekil 6. Kanatlarında pençelere sahip bazı kuşlar.

Evrimcilerin iddiasına göre Archeopteryx, dinozorlardan evrimleşmiş olmalıdır. Ancak son bulunan fosillerin ışığında evrimcilerin bir kısmı, Archeopteryx’in ara form olma özelliğini kabul etmemektedirler. Bunlardan kuşlar üzerinde ihtisas sahibi olan Alan Feduccia, şu ifadeyi kullanır:

“Yirmi beş sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim. Dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. ‘Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği’ görüşü, paleontoloji alanında 20’nci yüzyılın en büyük utancı olacaktır!”38

Archeopteryx’in “kuşların atası” olmadığı anlaşılınca, kuşlara ata ola­rak, John Ostrom tarafından Protoavis teklif edilmiştir. J. Ostrom, Pro­toavis’e ait elde fosil bulunmadığını, ancak kuşlara bir ata gerektiği için bunu farazi olarak teklif ettiğini belirtmektedir39.

2 Eylül 1987 tarihli “Punch” dergisinde Archeopteryx ile alakalı değişik bir iddia yer almıştır. “William Hewison” imzasıyla neşredilen makalede, 1861 yılında bulunan Archeop­teryx fosiline ait tüy izlerinin, Ric­hard Owen tarafından baskı kalıbıyla sonradan konduğu ileri sü­rülmektedir. Archeop­teryx hakkında yaygın kanaat, “dişli bir kuş olduğu ve belirli bir devre yaşayıp ortadan kalktığı” yönündedir40-43.

Nitekim günümüzde bazı sürüngen ve amfibilerin dişleri varken diğer bazılarının yoktur.

9. Böceklerin Geçmişi

Böceklerin de kehribar, volkan külleri ve kömür gibi materyaller içinde fosilleri bulunmuştur. Kehribar içinde rastlananların iç organları, doku ve hücre yapıları dahi gayet güzel muhafaza edilmiş olduğundan mevcutlarıyla karşılaştırma im­kânı vermektedir. Brues, “Insects in Amber” adlı eserinde, 350 milyon sene önce yaratılmış böceklerle günümüzdekiler arasında şekil yönünden farklılık olmadığını belirtir44.

Ancak geçmiştekilerden bazıları bu­günkü akrabalarından daha büyük ve iri idiler. Meselâ büyük hamam böcekleri ve dev karıncalar gibi. Böceklerin bir özelliği, çok değişik formlara sahip olmalarıdır. Dolayısıyla hangi kaynaktan meydana gelmiş ola­bileceklerini ortaya koymak zordur. Olsen, “Hayatın Evrimi” adlı eserinde, böceklerde uçma hadisesinin nasıl başlamış olduğu hakkında hiçbir bilginin olmadığına dikkati çeker45.

10. Geçiş Formlarıyla İlgili Genel Değerlendirme

Canlıların yeryüzüne gelişlerini Evrim Teorisi, “kademeli ortaya çıkış”la açıklamaktadır. Basitten yüksek yapılılara doğru canlı organizmalar zaman içerisinde yavaş yavaş meydana gelmiş olmalıdır. Bunun da delili, fosiller olacaktır. 1850’li yıllarda bu teori ortaya atıldığı zaman genel düşünce bu yönde idi. Ancak geçen zaman içerisinde bu görüşü doğrulayacak fosil materyallerin bulunamaması, evrimcilerin teorinin bu görüşünü eleştirmelerine sebep olmaktadır. Ünlü İngiliz paleontoloğu Derek, bu hususta şöyle der:

“Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz”46.

Evrimci Carlton da benzer görüşü dile getirir:

“Yeryüzünde hayat zaman içinde, yavaş yavaş ve kademe kademe mi gelişti? Fosil kayıtlarının bu soruya cevabı ‘hayır’dır”47.

Oxford Üniversitesi’nden Tom, türlerin birbirine geçişini gösteren fosilin olmadığını belirterek şöyle der:

“Fosil kayıtlarına göre, pek çok tür, birdenbire ortaya çıkar, hiç değişime uğramadan birkaç milyon yıl kalır ve birdenbire kaybolur. Bir nesilden diğerine türlerin geçişini gösteren tek bir fosil örneği yoktur”48-49.

Steven da kademeli evrimi doğrulayacak fosil delilinin bulunmadığına dikkati çeker ve şunu belirtir:

“Bilinen fosil kayıtları, kademeli evrimin geçerli olabileceğine dair hiçbir fosil örneği sunamadı”50.

Adler, ara form bulma hususunda araştırıcıların elde ettikleri karşısında hayal kırıklığı içerisinde kaldıklarına dikkati çeker:

“Türler arası formları ne kadar fazla sayıda bilim adamı ararsa, o kadar fazla hayal kırıklığına uğruyor”51.

Evrimci Mark, türlerin aniden ortaya çıkıp yine aniden kaybolduğunu dile getirir:

“Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Bu durum, türlerin Allah tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçılara destek sağlamaktadır”52.

 Harvard Üniversitesi’nden evrimci Gould, evrim soy ağacının, fosil kayıtlarına değil, evrimcilerin hayaline dayanılarak çizildiğini belirterek şu görüşü sarf eder:

“Kitaplarımızda yer alan evrim soy ağaçları, fosil kayıtlarına değil, bizim tasarımlarımıza dayalıdır”53.

Yeryüzünde jeolojik devirler boyunca farklı organizmalar, değişik canlı tipleri ortaya çıkmış, bunların bir kısmı hiç değişiklik ge­çirmeden, bir kısmı da ufak tefek değişikliklerle günümüze kadar gel­miştir. Bazısı da belirli bir devre yaşayıp ortadan kalkmıştır. Burada dik­kati çeken bir husus, zamana bağlı olarak, yüksek yapılı organizmaların yavaş yavaş yeryüzünde görünmeleridir. Bunun tek açıklaması olabilir. O da, kademe kademe iyileşen yeryüzü şartlarına uygun canlıların gelmesidir. Bir başka ifadeyle, koyun, çimenler ve otlar hasıl edil­dikten sonra yaratılmıştır. Ara form veya geçiş formu olarak ileri sürülen fosiller hem çok az hem de bunların ara form olma özelliği yoktur. “Şimdiye kadarki fosillerin yeterli ve güvenli bir materyal olmadığı” artık genel bir kanaat hâline gel­miştir.

Günümüzdeki binlerce çeşit türün geçmişi hakkında böyle mahiyeti meçhul üç-beş fosile dayanarak verilen kesin hüküm, her zaman tar­tışmaya açık olacaktır.

(Prof. Dr. Adem TATLI)

Kaynaklar:

1. Guttman, B. S. Biology. Boston: WCB/ McGraw-Hill, s.718, 1999.
2. Axelrod, D. Early Cambrian Marine Fauna. Science. 1959, Vol. 128. p.7.
3. George, T.N. Fossils in Evolutionary Perspective. Science Progress. 1960, Vol. 48, January, p.5.     
4. Kay, M. and Colbert, H.E. Stratigraphyand Life History. New York. John Wiley and Sons. 1965, p.102.
5. Monestarsky, R. Mysteries of the Orient. Discover, Nisan, 1993, s. 40.      
6. Dawkins, R.The Blind Watchmaker. London,W.W. Norton, 1986, s. 229.     
7. Ommaney,F.D. "The Fishes.Life Nature Library." New York. 1964, s.60.
8. Romer,AS. Vertebrata Paleontology. Chicago Press. 1966, s.15-33.
9. Todd, G.T. Evolution of the Lung and the Origin  of Bony Fishes: A Casual    Relantionship. American Zoologist, cilt 26, no: 4, 1980, s.757.
10. Norman, J.R. Classification and Pedigrees: Fossils. A History of Fishes. British Museum of Naturel History. 1975, s.343.  
11. Taylor,G.R. The Great Evolution Mystery. Harper &Row, 1983, s.60.    
12. Hublin, J. The Hamlyn Encyclopedia of Prehistoric Anima1s. New  York. 1984,  p.120. 
13. Carroll, L. R. Vertebrate Paleontology and Evolution. New York W.H.Freeman and Co., 1988, s. 4, 138.   
14. Colbert, E. H., & Morales, M. Evolution of the Vertebrates. New York, John Wiley and sons, 1991,s.99. 
15. Kemp,T. The Reptiles That Became Mammalls. New Scientist. 1982, Vol. 92.     
16. Romer,AS. Vertebrata Paleontology. Chicago Press. 1966, s.303.     
17. Simpson, G. Life Before Man. New York, Time-Life Books, 1972,s.42. 
18. Weller, M. J. The Course of Evolution. New York. 1969, pp. 689.
19. Johnson,W.H., Laubenga, R. A. and De Lanney, L. E. General  Biology. Third Edition. New York. 1965, 788 pp.   
20. Wells, J. A.g.e. s. 181.
21. Cousins, F.W. Creation Research Society Quaterly. 1971, Vol. 8. P. 99.
22. Dunouy, L.Human Destiny.The New American Library. New York.1947,P.74    
23. Gish, D.T. Have You Been Brain Washed? 1983.Terc. Âdem Tatlı,  Evolusyon. 11. baskı, 1986, s.19.       
24. Goldschmidt, R.B. American Scientist. 1952, Vol. 40.p.97.
25. Rensberger, B. Houston Chronicle, 5 Kasım, 1980, Bölüm 4, s.15. 
26. Patterson, C. Harper’s.  Şubat, 1984, s.60. 
27. Hitching, F. The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong? New  York.Ticknor and Fields, 1982, s.30-31.        
28. Gordon, R.T. The Great  Evolution  Mystery. London, Sphere Books, 1984, s.230.   
29. Barbar, J. Stahl. Vertebrate History: Problems in Evolution. New York: Dover    Publication, 1985, s.349-350.       
30. Brush, A.H. On the Origion of  Feathers. Journal of  Evolutionary Biology. Vol.9, 1996, s.131-33. 
31. Anonim. Jurassic Bird Challanges Origin Theories. Geotimes. Vol. 41, 1996, s.7.    
32. Grimmer, J.L. Natural Geographic. 1962,  August. p.391.       
33. Shipman,P. Birds do it...Did Dinosaurs? New Scientist, 1 Şubat 1997, s.31.        
34. Feduccia, A. Old Bird. Discover. 21 Mart,1997.      
35. Shipman, P. Birds do it...Did Dinosaurs? New Scientist, 1 Şubat 1997, s.28.    
36. Ostrom, J. Science News. 1978, Vo1.112. p.198.       
37. Time, 25 August.1986.p.36.
38. Shipman, P. Birds do it...Did Dinosaurs? New Scientist, 1 Şubat 1997, s.28.   
39. Morris, H. and Parker,G.E. What is Creation Science? Master Book Publishers. California. 1982. Terc. Âdem Tatlı ve ark. Yaratılış Modeli. M.E.B. 1985.        
40. Beddart, F.E.  The Structure and Classification of Birds. Longmans, Green and Ca., London.1989, p.160.            
41. Gregory, W.K. New American Academy of Science. Annals, 1916, Vol.  27.p.31.           
42. Nouy, L. Human Destiny. The New American Labrary. New York. 1947, p.58.            
43. Swinton,W.E. In Biology and Comparative Physiology of Birds. Ed.By. A.J. Marshall Academic Press,New York, 1960, Vol. p.1.            
44. Brues, C.T. Insects in Amber. Scientific American. 1951,Vo1.185.s.60.
45. Olsen,E.C. The Evolution of Life. The New American Library. New York.  1965, p.180.     
46. Derek, A. The Nature of the Fosil Record. Proceedings of British Geological   Association. Cilt 87, 1976, s.133.          
47. Carlton, B. Statis:The  Life in the Balcance. Geotimes, vol. 40, Mart 1995, s.18.         
48. Tom, S.K. A Fresh Look At The Fosil Record. New Scientist, vol. 108, 1985, s. 66.         
49. Tom, S.K. Mammal-Like Reptiles and the Origin of Mammals. New York American Pres, 1982, s.363.    
50. Steven, M. S. Macroevolution: Pattern and Processs. San Francisco. W.H. Freeman and C., 1979, s.39.         
51. Adler, J. Who Doubts Evolution? New Scientist, sayı 90,1981, s.831.       
52. Mark C. The Revial of the Creationist Crusade. Maclen’s, 19 Ocak, 1981, s.56.
53. Gould, S., J. Evrimin Düzensiz Adımları. Naturel History. Mayıs,1977, s.13.
54. Gish, D.T. Evolution: The Fossils Say No! 1981. Terc. Â. Tatlı,  Fosiller ve Evrim. Cihan Yayınları, İs­tanbul. 1984.
55. Gish, D.T. Evolution: The Fossils Say No! 1981. Terc. Â. Tatlı,Fosiller ve Evrim. Cihan Yayınları, İs­tanbul. 1984. 55. Denton, M. Evolution. A Theory in Crisis. Burnett  Books, London, 1985.
56. Şengün, A. Evrim. Sermet Matbaası. Kırklareli. 1984, s.142.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun