Asayiş Üzerine
“Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir
sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” (Emirdağ Lâhikası)
Bir hedefe ulaşmanın nice ön şartları var. Bilgi, tecrübe, sermaye bunlardan sadece
birkaçı. Ama bütün bunların üstünde bir şart var ki kesinlikle ihmale gelmez.
O da takib edilecek yolun, izlenecek metodun sağlam olması.
Doğru hedeflere yanlış yollarla gidilmez.
Hedefler sonsuz denecek kadar çok. Biz, iman hizmetinden söz edeceğiz.
Nedir hedef? İnsanların kalplerini ıslah etmek, imanlarını taklitten tahkike
çıkarmak. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu davasını şu ifadelerle net biçimde
ortaya koyar: “Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı
var. Başka cereyanlarla alâkam yok.”
Bu iman hizmetinin prensiplerini ise iki kelimede özetler: Müsbet Hareket.
Müsbet Hareketi konu alan son mektubunda şu enteresan ifadeye yer verir: “Asayişi
muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti.” Bu ifadenin temelinde
yatan gerçeği ise şöylece ortaya koyar:
“Hem bir Müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa
anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i
mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez.” Emirdağ
Lâhikası
“Asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti” ifadesiyle hem, asayişi
muhafazanın ancak imanlı, ahlâklı bir nesil yetiştirmekle mümkün olacağı ortaya
konulur, hem de iman hizmetinde bulunan kimselere asayişi bozucu hareketlerin
hiç mi hiç yakışmayacağı tatlı bir üslûpla ihtar edilir.
Üstad, asayişi muhafaza üzerinde neden bu kadar hassasiyetle ve ısrarla durmuştur?
Bu sorunun cevabını şu ifadelerde yakalamak mümkün:
“...kat`iyyen size beyan ediyorum ki; dinsizlik hesabına bizi ezen
sizler; vatan ve millet, asayiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehinde ve müdhiş
bir ecnebi hesabına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyanın müdahalesini
istiyorsunuz. Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para kıymet vermem;
asayiş, idare lehinde, sabır ve tahammüle karar verdim.” Emirdağ Lâhikası
Oyuncular değişse de oyun yine aynı oyun.
Yine dış güçler hesabına birileri ülkemizi ve İslâm âlemini durmadan karıştırıyorlar.
Ve yine, çoğu insanımız bu iğrenç oyuna bilmeyerek, daha kötüsü iyilik yaptığını
zannederek âlet oluyor ve “ne zamana kadar duracaksınız” yollu ifadelerle, bu
sinsi oyuna gelmeyen aklı selim sahiplerini tenkid ediyorlar; pasiflikle, gayretsizlikle
suçluyorlar.
Oyuna gelmemek ayıp sayılmamalı; ileriyi görmek de körlük değildir. Tedbirle
korkaklığı karıştırmamak gerek. Deryalarda yüzebilmek için ufak sularda boğulmamak
lâzım.
O gün olduğu gibi, bu gün de gençliğimizin en büyük meselesi imandır. Bu büyük
davanın düşmanları da bir o kadar çetin. Yapacağımız bir yanlış hareket, bizi
yeni nesle ve gelecek nesillere karşı sorumlu kılabilir. Onlar bize derler ki
:
“Sizin imanınızın kurtulması için her türlü sıkıntıya severek katlanan Üstad
Bediüzzamandan hiç himmet ve gayret dersi almadınız mı? O sabretmeseydi siz
olmazdınız. Siz de bizim için biraz sabırlı olun. Hissiyatınız aklınızın üstüne
çıkmasın. Düşmanları sevindirmeyi hizmet mi sanıyorsunuz! Elinizden geliyorsa
bizleri sevindirin, bize daha huzurlu bir ülke bırakmak için gayret gösterin.
Biz de dünyaya geldiğimizde o güzel mirası en iyi şekilde değerlendirelim. Böylece,
bu cennet vatanda, tâ kıyamete kadar, imanlı ve ahlâklı bir nesil hayat sürsün.”
Yine Üstadtan asayişi korumayla ilgili bir başka ders:
“Bunda şekk ve şübhe kalmadı ki; beni tahkir ve ihanet edip, hiddete
getirip, asayişi bozmak garazı takib ediliyor. Cenâb-ı Hakk`a hadsiz şükür olsun
ki: Binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki bîçarelerin istirahatına ve onlardan
belâların def`ine feda etmek için bana bir halet-i ruhiyeyi ihsan eylemiş ki;
ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulundukları tahkirat ve ihanetlere karşı
tahammüle karar vermişim. Bu milletin asayişine, hususan masum çocukların ve
muhterem ihtiyarların ve bîçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlarına
ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım.”
Emirdağ Lâhikası
Üstad, “Yahudileri ve Hristiyanları dost tutmayınız” meâlindeki âyet-i kerimeyi
yanlış değerlendirerek, Hristiyan âlemiyle yapılan askeri paktlara ve ticarî
anlaşmalara karşı çıkan bir takım çevrelere verdiği cevabın bir bölümünde bakınız
ne buyuruyor:
“...onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas
etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte
şu dostluk, kat`iyyen nehy-i Kur`anîde dâhil değildir.” Münazarat
Bu ifadelerde, dünya saadetinin esasının asayiş olduğu nazara verilmiş. Anarşinin
ve harplerin dünyayı kasıp kavurduğu günümüzde, bu tespitin ne kadar yerinde
olduğu çok daha iyi anlaşılıyor.
Nurlarda, “dostlara karşı mürüvvetkârane muaşeret, düşmanlara karşı
da sulhkârane muamele” tavsiye edilir. Bugün Avrupa ve Amerika’da nice
insanlar İslâmla müşerref oluyor ve hidayet nimetine kavuşuyorlarsa, bunun sebebi
sulhtur, harp değil.
Düşmanlara sulh ile muamele etmek her yönüyle en büyük bir akıllılık iken,
dahildeki bu kısır ve yersiz çekişmelerimize, ne mânâ vereceğiz?
Bu vatan hepimizin. Hepimiz bir vücut gibiyiz. Beğenmediğimiz organlarımız
da bizim. Bunları varlığımızdan söküp atamayız.
Polikliniklerde, sırı sıra dizilmiş kalabalıklar bize bu dersi vermiyorlar
mı? Bunların her birisi vücudunun bir yerinden, bir organından rahatsız değiller
mi? Ama niçin tedaviye koşuyorlar? O hasta uzvu sıhhatli yapmak için değil mi?
Biz de hastalara değil hastalıklara düşman olsak ve sosyal bünyemizin sıhhate
kavuşması için elimizden gelen bütün gayreti göstersek, erişemediğimiz ve güç
yetiremediğimiz sahalarda Rabbimizin lütfuna erecek, yardımını göreceğiz. Ama
biz hastaları daha da hasta edecek bir yola koyulmuşsak ve bunu da sıhhat adına
yaptığımızı zannediyorsak, yanıldığımızı anlayıncaya kadar çok kan kaybedeceğiz
ve kuvvetimiz her geçen gün biraz daha azalacak. Bunun ise sadece ve sadece
düşmanlarımızın işine yarayacağında şüphe yok.
Zararın neresinden dönülse kârdır, derler. Geliniz, kendimizle kavgayı bırakalım.
Birbirimizi tedaviye gönül verelim.
Ve yine Üstadı dinleyelim:
“Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî
talebeleri Cenâb-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi
muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı
maneviyedeki fark, pek azîmdir.” Emirdağ Lâhikası
Dahildeki cihadın mânevî olacağı vurgulanıyor. Ciğerinizdeki mikroba kurşun
sıkamazsınız. Onu ilâçla, gıdayla, temiz havayla yavaş yavaş tedavi etmeğe mecbursunuz.
Mânevî cihat, mânevî hastalıklara karşı yapılır. Cehalet mânevî bir hastalık.
Bunun giderilmesi ilim ile olur. Bir çocuğu döverek ona bir şeyler anlatmanız
mümkün mü?
Ahlâksızlık ve nihayet imansızlık da birer mânevî hastalık. Bunların tedavisi
de kuvvet kullanarak, zorlayarak olmuyor.
Kuvvet yoluyla ve asayişi bozarak müspet bir sonuca varılamayacağı ve bu gibi
hareketlerin, bütün bir millete zarar getireceği şu berrak ifadelerle ortaya
konuluyor:
“...dâhilî asayişi ihlâl suretinde yüzde on câni yüzünden doksan masumu
tehlike ve zararlara sokmak, adalet-i İlâhîye ve hakikat-ı Kur`aniye ile şiddetle
men`edildiği için, biz bütün kuvvetimizle, o ders-i Kur`anî itibariyle, asayişi
muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz.” Emirdağ Lâhikası
Manevî cihat, tıptaki koruyucu hekimliği andırıyor. Hastalığın vuku bulmaması
için gerekli tedbirleri almak en büyük tedavidir. Bunda başarılı olmadığımız
zaman diğer tedavi yollarına ve en sonunda da ameliyata sıra gelir. Koruyucu
hekimlik uzun zaman ve büyük sabır ister. Ama, ameliyattan kurtulmak gibi büyük
bir netice için bu zor yola severek girmek gerek.
“Ben imanın cereyanındayım” diyen büyük Üstad, bu ifadesiyle en büyük mânevî
hastalığın tedavisiyle vazifeli olduğunu da ilân etmiş oluyordu.
Bütün ömrü bu uğurda yılmaz bir gayret ve tükenmez bir sabırla geçti. “Bu kışın
devamına ihtimâl verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı
vardır” diyerek azminden hiçbir şey kaybetmeden sabırla yoluna devam etti. Çileler,
sürgünler, mahkemeler ve zindanlar üzerine kurulan bu iman davası, Allah’ın
lütfu ile başarıya ulaştı. O zifiri karanlıklar yarıldı ve imanlı, vatansever,
ahlâklı, dürüst ve çalışkan bir nesil çıktı ortaya.
“...dâhilî asayişi ihlâl suretinde yüzde on câni yüzünden doksan masumu
tehlike ve zararlara sokmak, adalet-i İlâhîye ve hakikat-ı Kur`aniye ile şiddetle
men`edildiği için, biz bütün kuvvetimizle, o ders-i Kur`anî itibariyle, asayişi
muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz.” Emirdağ Lâhikası
BENZER SORULAR
- Asrımız alimlerinden Bediüzzaman'ın cihad anlayışı nasıldır?
- Manevi Cihad
- İslam'a yapılan saldırılara karşı cihad nasıl yapılır? Günümüzde, gerek dinimize gerekse Allah'a ve Hz. Muhammed'e bir çok saldırıda bulunuluyor, bu savaş yapmamızı gerektirmez mi?
- Cihad nasıl olmalıdır; bombalı saldırılar cihad ile açıklanabilir mi?
- Kur'an gerçekten ilahi bir vahye dayanıyor mu?
- Siyasetten, şeytandan kaçar gibi kaçmak mı gerekir?
- Bediüzzaman'ın ırkçılığa bakışı nasıldır?
- Mi'racta Peygamberimiz'in Allah'ı görmesi nasıl olmuştur?
- Manevi cihat yapamıyorum, bilginin de bana verdiği bir mesuliyet var mı, ne yapmalıyım?
- Irklar Ötesi Dava, Ruhun Irkı Yoktur