Namazların şartları ve rükünlerinde bir değişiklik var mı?

Tarih: 31.03.2023 - 20:01 | Güncelleme:

Soru Detayı

1) Şafi mezhebine göre niyet neden namazın şartlarından değil de rükünlerinden sayılıyor? Halbuki niyet namazdan önce verilmez mi?
2) İftitah tekbiri namazın rükünlerinden olduğu halde tekbir namaz dışı getirildiği için namazın şartlarından sayılması gerekmez mi?
3) Hanefi mezhebine göre boynu mesh etmek sünnet olduğu halde neden şafi mezhebinde bidat olarak kabul ediliyor?
4) Kıyam namazın rükünlerinden olduğu halde neden Şafi mezhebinde sünnet namazlarda oturarak namaz kılmak sünnet kabul ediliyor?
5) Şafi ve Hanefi mezhebine göre sünnet, kaza, farz namazların şartları ve rükünlerinde bir değişiklik var mı?
6) Kaza veya sünnet namaz kılan birisi cemaatin namaz kıldığını görürse niyet ederek tabi olabilir mi, eğer tabi olabilirse ve rekat olarak öndeyse nasıl uyar? Mezhepler arası görüşler nelerdir bu konuda?
7) İbrahim el-Harezmi’nin 7 hadis imamının ittifak ettikleri hadisler diye bir kitabı var, bu kitaba bakarak mezhebimizde farklı olan bir görüşü 7 imam da ittifak etmiş diye kitapta yazan hadise göre hareket edebilir miyiz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Soru 1:
Şafi mezhebine göre niyet neden namazın şartlarından değil de rükünlerinden sayılıyor? Halbuki niyet namazdan önce verilmez mi?

Cevap 1:

Şart, bir bünyenin haricinde yer alan bir cüzdür. Rükün ise, bünyenin dâhilinde yer alan bir cüzüdür. Âlimler farklı mülahazalarla niyetin şart veya rükün olarak değerlendirmişlerdir. Denilebilir ki: “Rükün, bünyenin dâhilinde olan bir şart, şart ise bünyenin haricinde bulunan bir rükündür.”

Örneğin abdest namazın şartıdır, rüku ise namazın rüknüdür.

Namazda niyet konusuna gelince:

Önce şunu belirtelim ki, Şafii mezhebinin en büyük âlimlerinden bir olan İmam Nevevi, “niyet”i namazın rükünlerinden saymıştır. (bk. Ravdatu’t-talibin, 1/223)

İmam Gazali niyeti namazın şartı olarak görmekle beraber, başta İmam Rafi olarak Şafi âlimlerinin çoğu, onu rükün olarak değerlendirmiştir. (bk. Ebu Yahya Zehkeriya el-Ensari,  Esna’l-Metalib, 1/141)

Soru 2:
İftitah tekbiri namazın rükünlerinden olduğu hâlde tekbir namaz dışı getirildiği için namazın şartlarından sayılması gerekmez mi?

Cevap 2:

Âlimlerin düşüncelerine göre, tekbir, namazın dışında değil, içinde olan bir rükündür. Çünkü namazın ilk temel harcı niyet ile tekbirdir. Bir binanın ilk harcı, ilk tuğlası o binanın teşekkülünde oynadığı rol cihetiyle dahili bir rükün olduğu gibi, tekbir de namaz sarayının teşekkülünde ilk manevi tuğla görevini üstlendiği için onun bir rüknü olması gerekir.

Soru 3:
Hanefi mezhebine göre boynu mesh etmek sünnet olduğu hâlde neden şafi mezhebinde bidat olarak kabul ediliyor?

Cevap:

Hanefi mezhebine göre boynu mesh etmek sünnettir. Dayanakları, İbn Hanbel’in rivayet ettiği bir hadistir. Bu rivayete göre, Hz. Peygamber (asm) Efendimiz başını mesh ederken, iki kulağının arası ile boyunun tümseğine kadar yerleri de mesh etmiştir. (bk. Neylu’l-Evtar, 1/163)

- İmam Nevevi, bu hadisin uydurma olduğunu, bu sebeple boyunu mesh etmek sünnet değil, bida olduğunu bildirmiştir. (bk. el-Mecmu, 1/465).

- İbn Hacer de bu hadisin ve benzer bir rivayetin zayıf olduğunu belirtmiştir. (bk. et-Telhisu’l-habir, 1/287-288).

Soru 4:
Kıyam namazın rükünlerinden olduğu halde neden şafi mezhebinde sünnet namazlarda oturarak namaz kılmak sünnet kabul ediliyor?

Cevap 4:

“Şafi mezhebinde sünnet namazlarda oturarak namaz kılmak sünnet kabul ediliyor.” bilgisini doğrulayan hiçbir bilgiye rastlayamadık.

Görebildiğimiz kadarıyla, mazeretsiz farz ya da Hanefilere göre vacip olan adak, vitir gibi namazlarda kıyam gerekir. Fakat nafile namazlarda oturarak da namazı kılmak caizdir. Ancak oturanın bu nafile namazı, ayakta kılanın yarısı kadar sevabı vardır. (bk. V. Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslami, 2/820)

Bunu şöyle ifade etmek de mümkündür:

Fakihler (dört mezhep âlimleri) ittifakla -mazeret olsun olmasın- oturarak sünnet / nafile namazları kılmanın caiz olduğu görüşündedir. Ayrıca yatarak namaz kılmanın caiz olmadığı konusunda yine dört mezhebin ittifakı vardır. Yalnız Şafilerde iki görüş nakledilmiştir: “daha sahih” olanın karşıtı olan bir görüşe göre, onlarda da caiz değildir. En sahih olan görüşe göre ise, caizdir. (bk. el-Mevsuatu’l-Fıkhıyetu’l-Küveytiye, 34/109-110)

Soru 5:
Şafi ve Hanefi mezhebine göre sünnet, kaza, farz namazların şartları ve rükünlerinde bir değişiklik var mı?

Cevap 5:

Bu sorunun cevabı için yeni bir kitap yazmak gerekir. Bunun için sitemizdeki Hanefi ve Şafi ilmihallerinin ilgili yerlerini okumanızı tavsiye ederiz.

Bununla beraber, kısaca denilebilir ki, âlimler tarafından namaz ve diğer hükümlerle ilgili kullanılan “şart-rükün” kavramlarının farklı anlaşılması, namazların ve ilgili hükümlerin asıl hüviyetini değiştirmez. Çünkü bu iki kavramın da ortak paydası: farzdır/farziyettir. Rükün de farzdır, şart da farzdır.

Farzlar: Şart ve rükün olmak üzere iki kısma ayrılır:

Şart: Hükmün varlığı kendisine dayanan şeydir. Şart bulunmazsa hüküm de bulunmaz, ancak şartın bulunması hükmün bulunmasını gerektirmez. Örneğin namazın şartları; abdest alma, avret yerlerini örtme, kıbleye doğru dönme ve vakit gibi namaz bünyesinin dışında olan şeylerdir. Buna göre, abdest namazın şartıdır, abdest bulunmazsa namaz olmaz, ancak abdestli olunca namaz kılınmış sayılmaz. Aynı şekilde, ihram haccın şartıdır. İhrama girilmeden haccın diğer farzları geçerli olmaz.

Rükün ise: İbadetlerin ve akitlerin aslî unsurları demektir. Mesela, namaz ibadetinde, kıyam, kıraat, rüku, secde ve son rekâtta teşehhüt miktarı oturmak birer rükündür. Aynı şekilde hac ibadetinde Arafat vakfesi ve ziyaret tavafı rükündür.

Demek ki, unvanları farklı mefhumlarla ifade edilse bile, bunların hem sünnet hem farz namazlarda yerine getirilmesi gereken birer farz olduğu âlimlerin ittifakı ile kabul edilmiştir.

Soru 6:
Kaza veya sünnet namaz kılan birisi, cemaatin namaz kıldığını görürse niyet ederek tabi olabilir mi, eğer tabi olabilirse ve rekât olarak öndeyse nasıl uyar? Mezhepler arası görüşler nelerdir bu konuda?

Cevap 6:

a) Şafii ve Hanbelilere göre, nafile namaz kılan kimse, imam selam vermeden önce bu nafile namazını bitirip cemaate kavuşma ihtimali kuvvetli ise, içinde bulunduğu namazını tamamlar, sonra cemaate katılır. Delilleri ise “...Amelleriniz iptal etmeyin.” (Muhammed, 47/33) mealindeki ayettir.

b) Malikiler de bu iki mezhep gibi düşünüyor. Yalnız cemaate kavuşma şartı, tam bir rekât olarak kabul ediyorlar. Eğer tam bir rekâtı cemaatle kılması riskli ise, bu takdirde içinde bulunduğu namazı bırakır ve cemaate dahil olur.

Mezheplerin kendi şartlarına göre, cemaate kavuşma tehlikesi varsa, Şafiilere göre (Cuma namazı hariç / burada farzdır) içinde bulunduğu namazı terk etmesi menduptur. Hanbelilerin de bir kavline göre menduptur. Malikilere göre ise, vaciptir.

c) Hanefilere göre, kılmakta olduğu namaz nafile dahi olsa, cemaat için onu ortadan kesip cemaate katılamaz. Çünkü nafile namaza başladıktan sonra onu tamamlamak da vaciptir. Bu sebeple, şayet öğle sünnetleri gibi dört rekâtlı bir sünnet kılıyorsa, bu takdirde hiç olmazsa onun iki rekâtını kıldıktan sonra selam verip cemaate katılır. Bunun başka yorumları da vardır. (bk. el-Mevsuatu’l-fıkhıyetu’l-Küveytiye, 27/178-179)

d) İçinde bulunduğu namazdan çıkmadan kendi içinden niyet ederek cemaate katılması hususunda kaynaklarda bir bilgiye rastlayamadık ve bunun doğru olduğunu da düşünemiyoruz. Nitekim yukarıda verdiğimiz kaynakta “Kişinin tek başına kılmakta olduğu namaz cemaatin kılmakta olduğu namazın aynısı ise...” dedikten sonra “namazdan çıkar sonra cemaate katılır...” denilmiştir. (bk. a.g.e, 27/179)

Soru 7:
İbrahim el-Harezmi’nin, "7 hadis imamının ittifak ettikleri hadisler" diye bir kitabı var; bu kitaba bakarak mezhebimizde farklı olan bir görüşü 7 imam da ittifak etmiş diye kitapta yazan hadise göre hareket edebilir miyiz?

Cevap 7:

Biz avam sayılırız. Âlimlerin dediği gibi, “Avamın mezhebi yoktur, onların mezhebi İslam âlimlerinin fetvasıdır / görüşleridir.”

Bu sebeple, biz dinin uygulamasını hadislerden değil; müçtehit âlimlerden öğrendiklerimize göre yaparız. Çünkü onlar bizden daha fazla hadis rivayetlerini bilirler, bizden daha fazla istihraç, istinbat kabiliyetine sahiptir. Onların takvası bizden daha fazladır. Onlar saadet asrına daha yakın oldukları için bizden daha fazla Kuran’ın ve şeriatın maksadını bilirler. 

Bu konunun özeti -Bediüzzaman Hazretlerinin beyanıyla- şudur:

“Dinin zaruriyatı ki, içtihad onlara giremez. Çünkü kat'î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler. Şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti, onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lazım gelirken, İslâmiyet'in nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve halisanesiyle, bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu hâlde, onları bırakıp heveskârane yeni içtihadlar yapmak, bidakârane bir hıyanettir.” (Sözler, Yirmi Yedinci Söz, s. 480)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun