Deprem bölgesinden sıkça sorulan sorular nelerdir?

Tarih: 18.02.2023 - 11:56 | Güncelleme:

Soru Detayı

1. Koruyucu aile olmanın hükmü nedir?
2. Hangi durumlarda abdest yerine teyemmüm yapılır?
3. Teyemmüm nasıl yapılır; teyemmümü bozan şeyler nelerdir?
4. Abdest ve teyemmüme güç yetiremeyen kişi nasıl namaz kılar?
5. Cünüp olan kimse yıkanmak için su ve uygun bir yer bulamazsa ne yapar?
6. Abdest alabileceği uygun bir ortam bulamayan kadın, teyemmüm ederek namazını kılabilir mi?
7. Abdest alırken başörtüsünün üzerinden baş mesh edilebilir mi?
8. Cenazenin tırnaklarında oje ya da protez tırnak, yüzünde makyaj gibi suyun deriye temasını engelleyen maddeler varsa ne yapılır?
9. Namazda veya namaz dışında ağlamak abdesti bozar mı?
10. Özür hali ne demektir ve özür sahibi kimse ne zaman abdest alır?
11. Sağlık personelinin ya da hastaların, üzerine kan sıçramış elbiseyle namaz kılmaları caiz midir?
12. İş elbisesi ile namaz kılınabilir mi?
13. Mest üzerine mesh nasıl yapılır ve bunun şartları nelerdir?
14. Bedeninde veya bir uzvunda sargı, alçı ya da yara bulunan kimse nasıl abdest alır?
15. Çizme veya bot üzerine mesh caiz midir?
16. Abdestli iken mestlerin çıkarılıp giyilmesi abdesti bozar mı?
17. Ulaşım araçlarında farz veya nafile namazlar kılınabilir mi?
18. Seferî sayılma bakımından bulunulan yerleri ifade eden vatan-ı asli, vatan-ı ikamet ve vatan-ı sükna ne demektir?
19. Seferî olan bir kimse mukim imamın arkasında namazını nasıl kılar?
20. Seferî iken kılınamayan namazların kazası nasıl yapılır?
21. Seferî olan kişi namaz kıldırabilir mi?
22. Müslümandan namaz ibadeti ne zaman ve hangi hallerde düşer?
23. İmamdan farklı bir mekânda bulunan kişi, ses bağlantısıyla imama uyabilir mi?
24. Sağlık ve güvenlik gibi görevlerde çalışan bir kimse namazların sadece farzını kılmakla yetinebilir mi?
25. Deprem bölgesinde cenazeler yıkanamıyor ya da teyemmüm yaptırılamıyorsa, bu halde namazını kılıp defnetmek caiz midir?
26. Cenazeyi yıkamanın hükmü nedir? Yıkanmadan defnedilmiş cenazenin kabirden çıkarılıp yıkanması gerekir mi?
27. Cenaze nasıl kefenlenir? Cenaze kefenlenmeden elbisesiyle gömülebilir mi?
28. Deprem bölgelerinde kefen bulunamadığı takdirde cenazelerin ceset torbasıyla gömülmesi caiz midir?
29. Cenaze namazının hükmü nedir?
30. Cenaze namazı nasıl kılınır?
31. Cenaze namazını kılmanın belli bir vakti var mıdır? Cenazenin defni geciktirilebilir mi?
32. Cenaze namazı teyemmüm ile kılınabilir mi?
33. Cenaze namazı ayakkabı ile kılınabilir mi?
34. Gıyabi cenaze namazı kılınabilir mi?
35. Birden fazla cenaze için tek bir namaz kılınabilir mi?
36. Bir cenazeye birden fazla namaz kılınabilir mi?
37. Uzunca kazılan bir mezara cenazeler yan yana defnedilebilir mi?
38. Ölen kişinin arkasından ağlamanın ve yas tutmanın hükmü nedir?
39. Kişi öldüğü yerden başka bir yere götürülüp defnedilebilir mi?
40. Yıkanıp kefenlendikten sonra cenazenin yüzünü açıp bakmak caiz midir?
41. Âdetli kadınların cenazenin yanında bulunmaları ve kabir ziyareti yapmaları caiz midir?
42. Âdetli kadınlar cenaze yıkayabilirler mi?
43. Âdetli veya lohusa kadın camiye girebilir mi?
44. Âfet bölgelerinde Cuma namazı
45. Adak kurbanı kesilmeden bedeli para olarak depremzedelere verilebilir mi?
46. Akika kurbanı kesmek yerine onun bedeli depremzedelere gönderilebilir mi?
47. Depremzedelere zekât verilebilir mi?
48. Sadaka şeklindeki adaklar depremzedelere gönderilebilir mi?
49. Fıtır sadakasının Ramazan ayından önce verilmesi caiz midir?
50. Oruç fidyesi, Ramazan ayından önce verilebilir mi?
51. Yurt dışında yaşayan kişi, fıtır sadakasını bulunduğu ülke şartlarına göre mi yoksa Türkiye şartlarına göre mi verir?
52. Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

1. Koruyucu aile olmanın hükmü nedir?

İslam’ın ilk yıllarında eski geleneğin devamı olarak bir süre muhafaza edilen evlatlık kurumu, Medine döneminde nazil olan,

 “...Allah, evlatlıklarınızı öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır...” (Ahzâb 33/4)

mealindeki ayetle kaldırılmış, ardından gelen ayette de evlatlıkların evlat edinenlere değil asıl babalarına nispet edilmesi emredilmiştir.

Buna göre dinimizde kimsesiz çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte ‘hukuki sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesesi’ kabul edilmiş değildir. Bunun tabii bir sonucu olarak evlatlığın nesebi, evlat edinene bağlanmaz, aralarında mahremiyet meydana gelmez ve mirasçılık ilişkisi doğmaz.

Bununla birlikte evlatlık kurumu zaman zaman ‘koruyucu aile’ tarzında varlığını sürdürmüştür. İslam’ın evlatlık müessesesini kaldırması, yetim, öksüz ve kimsesiz çocuklarla ilgilenilmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü İslam’a göre himayeye muhtaç çocuklara bakmak, onları beslemek, büyütmek büyük sevaptır ve bir insanlık ödevidir.

Hz. Peygamber (asm), işaret ve orta parmağını göstererek,

 “Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette şöylece beraber bulunacağız.” (bk. Riyâzü's-Sâlihîn Tercümesi, I, 308) 

buyurmuştur. Bu itibarla, sevgiye, şefkate ve korumaya muhtaç kimsesiz çocuklar, kendilerine yardım eli uzatılarak, ailelerin yanında veya çocuk yuvalarında himaye edilmeli; eğitilip, sanat ve meslek sahibi yapılarak topluma kazandırılmalıdır.

Fakat bunu yapmak için hiçbir kimsenin, çocuğun kendi soy kütüğü ile ilişkisini kesmeye, öz ana babasını unutturmaya hakkı olmadığı gibi, kanuni mirasçıları arasına katma, aile içi tesettür ve mahremiyet bakımından öz evlat gibi davranması da doğru değildir.

Bunun yerine İslam’ın tavsiyesi; koruma altına almak, bakmak, büyütmek, ihtiyaçlarını karşılamak, hukuk ve helal-haram kuralları bakımından ona öz çocuk gibi değil, bir din kardeşi gibi muamele etmektir.

2. Hangi durumlarda abdest yerine teyemmüm yapılır?

Abdest ve gusül için su bulunmaz veya bulunur da kullanma imkânı olmazsa her ikisinin yerine geçmek üzere teyemmüm yapılır.

Teyemmümün su bulunmadığında yapılabileceği ayet-i kerimelerde açıkça belirtilmiştir (bk. Nisa, 4/43; Maide, 5/6)

Teyemmümle ilgili hadisler de su bulunamadığında teyemmümün yapılabileceği yönündeki Kur’an hükmünü teyit etmektedir. Nitekim bir kenara çekilip duran, cemaatle namaza iştirak etmeyen birini gören Resulullah, “Ey falan! Neden cemaate iştirak etmiyorsun?” diye sorduğunda adam, “Ey Allah’ın Resulü, cünüp oldum; su da yok.” deyince Peygamber (asm), “Toprağı kullan, o sana yeterlidir.” buyurdular. (Buhari, Teyemmüm, 9).

Teyemmüm şu hallerde yapılır:

a. Abdest veya gusle yetecek miktarda su bulunamaması,

b. Su bulunduğu halde, suya ulaşma imkânının olmaması,

c. Su bulunduğu halde, havanın çok soğuk oluşu, banyo yapacak yerin bulunmayışı gibi engellerle suyu kullanma imkânının bulunmaması,

d. Sağlık açısından suyun kullanılmasının sakıncalı olması,

e. Yıkandığı veya abdest azalarını yıkadığı takdirde hastalanması, hastalığının artması veya iyileşme süresinin uzaması,

f. Vücudun veya abdest organlarının yarısından fazlasının yara, yanık vb. sebeplerle yıkanamaması.

Uzuvlarının yarısından azında yara olan bir kimse ise, sağlam olan organlarını yıkar, yaralı olanları mesh eder. Konu ile ilgili bir rivayette ifade edildiğine göre, cünüp olan yaralı bir kişiye gusletmesi söylenmiş, o da yıkanmış ve bu sebeple ölmüştür. Haber Resulullah’a ulaşınca, “O’nu öldürmüşler! Hâlbuki ona, teyemmüm yeterliydi.” (Ebu Davud, Taharet, 128) buyurmuştur.

3. Teyemmüm nasıl yapılır; teyemmümü bozan şeyler nelerdir?

Teyemmüm, su bulunmadığında ya da var olan suyu kullanma imkânı olmadığında, abdestsizlik ve cünüplük gibi hükmi kirliliği gidermek amacıyla temiz toprak veya toprak cinsinden bir şeye sürülen ellerle yüz ve iki kolun mesh edilmesi şeklinde yapılan hükmi temizlik demektir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

 "Eğer hasta iseniz, yolculukta bulunuyorsanız, tuvaletten gelmiş iseniz veya kadınlara yaklaşmış ve su bulamamışsanız temiz bir toprağa yönelip, onunla yüzlerinizi ve ellerinizi mesh edin (teyemmüm edin)." (Nisa, 4/43; Maide, 5/6)

Teyemmüm edecek kimse, ne için teyemmüm edeceğine (abdeste veya gusle) niyet eder. Parmakları açık olarak ellerini temiz bir toprağa veya toprak cinsinden bir şeye vurur, ileri ve geri hareket ettirerek kaldırır, hafifçe birbirine vurarak ellerini silkeler. Ellerinin içiyle yüzünün tamamını bir kere mesh eder. Sonra ikinci defa ellerini aynı şekilde toprağa vurur ve sol elin içiyle, dirseğiyle birlikte sağ kolunu mesh eder; daha sonra da sağ elinin içiyle sol kolunu aynı şekilde mesh eder.

Abdesti bozan şeyler teyemmümü de bozar. Ayrıca, abdest veya gusle yetecek suyun bulunması, hastalığın iyileşmesi, suyu kullanabilme imkânının elde edilmesi gibi, teyemmüm etmeyi mubah kılan mazeretlerin ortadan kalkması da teyemmümü bozar (Mevsıli, el-İhtiyar, 1/86).

4. Abdest ve teyemmüme güç yetiremeyen kişi nasıl namaz kılar?

İnsanlar ancak yapabileceklerinden sorumludurlar. Zira dinimiz, kişiye güç yetiremeyeceği yükü yüklemez. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar...” (Bakara, 2/286) buyurmuştur. Bu ilke, ibadetlerin kişiye gerekliliği konusunda olduğu gibi, ibadetlerin yapılışı ile ilgili konularda da geçerlidir.

Abdest almaya gücü yetmeyen kişi, teyemmüm ederek namazlarını kılar.

Kolları ve ayakları sağlam olduğu halde, temiz su ve temiz toprak kullanmaktan aciz olan veya ağır hasta olan kişi, kendi başına abdest alıp teyemmüm edemediği gibi bu konuda kendisine yardım edecek birini de bulamıyorsa, vakte hürmeten namaz kılanların hareketlerini yapar ve iyileştiğinde de namazlarını kaza eder (Haskefi, ed-Dürrü’l-muhtar, 1/184-185, 423)

Şafii mezhebinde sahih kabul edilen görüş de bu şekildedir. (Nevevi, el-Mecmu‘, 2/323)

Hanbelilere göre ise bu haldeyken namaz kılınabileceğinden daha sonra kaza edilmesi de gerekmez. (İbn Kudame, el-Muğni, 1/328)

Kolları ve ayakları olmadığı için abdest almaya gücü yetmeyen ve kendisine yardım edecek kimsesi de bulunmayan kişi, teyemmüm de yapamayacak durumda ise, bu kişiye abdest ve teyemmüm yükümlülüğü yoktur. Kendisini abdestli gibi kabul ederek, kılabildiği şekilde namazlarını kılar. Bu namazları daha sonra kaza etmesi gerekmez. (İbn Nüceym, el-Bahr, 1/151, 246-249; İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 1/185, 423)

5. Cünüp olan kimse yıkanmak için su ve uygun bir yer bulamazsa ne yapar?

Yıkanmak için su bulamayan veya soğukta gusül abdesti aldığı takdirde hastalanacağı kanaatinde olan ya da gusül abdesti alabileceği uygun bir yer bulamayan cünüp kimse, teyemmüm ederek namazını kılar. Çünkü bu noktada zaruret oluşmuştur (Merğinani, el-Hidaye, 1/173,174; Mevsıli, el-İhtiyar, 1/82).

6. Abdest alabileceği uygun bir ortam bulamayan kadın, teyemmüm ederek namazını kılabilir mi?

Kadın abdest alırken yabancılar tarafından görülmesi haram olan yerleri açılacaksa, kendisi hükmen suyu kullanmaktan aciz kabul edilir. Ancak bu durumdaki bir kadın, namaz vaktinin sonuna kadar abdest alabileceği uygun ortamı bekler. Eğer vaktin çıkacağından endişe ederse teyemmüm ederek namazını kılar (İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 1/289-290, 399; Tahtavi, Haşiye, s. 118).

7. Abdest alırken başörtüsünün üzerinden baş mesh edilebilir mi?

Başın mesh edilmiş olması için ıslaklığın başın en az dörtte birine temas etmesi şarttır. Bu sebeple, eğer eşarp ve bone gibi giysiler üzerinden mesh yapılacaksa bunların ıslaklığı saça geçirmeleri gerekir. Islaklığın saça temasını önleyecek nitelikteki başörtüsü, bone, peruk vb. şeyler üzerine yapılan “mesh” geçerli olmaz (Kâsânî, Bedâi’, 1/4-5; Merğînânî, el-Hidâye, 1/32)

Bu durumda kadınlar abdest alırken başörtülerini çıkartmadan, ellerini başörtülerinin altına sokarak başlarını mesh edebilirler. Zira Hz. Peygamber (asm) sarığını çıkarmadan, altından elini sokarak başını mesh etmiştir [Ebû Dâvûd, Tahâre, 57 (150, 153)]

8. Cenazenin tırnaklarında oje ya da protez tırnak, yüzünde makyaj gibi suyun deriye temasını engelleyen maddeler varsa ne yapılır?

Ölen kimsenin yüzünde veya tırnaklarında suyun deriyle temasına engel olan bir madde varsa cenaze yıkanırken bunun çıkarılması gerekmez.

9. Namazda veya namaz dışında ağlamak abdesti bozar mı?

Her ne sebeple olursa olsun, namaz dışında ağlamak ve buna bağlı olarak gözden yaş akması abdesti bozmaz. Namaz esnasında dünyalık bir endişe ile ses çıkararak ağlamak kişinin namazını bozar, ancak abdestini bozmaz (Mergınani, el-Hidaye, 2/4,5)

Namazda Allah korkusu, cennet veya cehennemin hatırlanması vb. nedenlerle ağlamak abdesti bozmayacağı gibi namaza da zarar vermez.

10. Özür hâli ne demektir ve özür sahibi kimse ne zaman abdest alır?

Fıkıhta özür kavramının en çok kullanıldığı konuların başında, sürekli devam eden abdest bozucu hâller gelir. Sürekli burun kanaması, idrarını tutamama, sürekli kusma, yellenme, yaranın sürekli kanaması ve akması, kadınların istihaze durumları gibi abdesti bozan ve süreklilik taşıyan bedeni rahatsızlıklara özür, böyle kimselere de özür sahibi denir. (Kasani, Bedai’, 1/28, 29; Merğinani, el-Hidaye, 1/217-219; İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 1/504)

Bir kimsenin ibadet konusunda özür sahibi sayılabilmesi için özrünün bir namaz vakti içinde abdest alıp namaz kılacak kadar bile kesilmemesi ve her namaz vaktinde en az bir defa tekrarlaması gerekir. Özür hali, sebebin tam bir namaz vakti süresince kesilmesiyle ortadan kalkar. (İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 1/504-505)

Özür sahibi kimse Hanefi mezhebine göre her namaz vakti için abdest alır. Zira Hz. Peygamber (asm) özür sahibi bir kadına böyle yapmasını bildirmiştir (Buhari, Vudu’, 63).

Özür sahibi, özür hâlinin abdesti bozmadığını varsayarak o vakit içinde aldığı abdestle, onu bozan yeni bir durum meydana gelmedikçe, dilediği kadar farz, vacip, sünnet, kaza namazı, cuma ve bayram namazı kılabilir, Kâbe’yi tavaf edebilir, Mushaf’ı tutabilir (Merğinani, el-Hidaye, 1/219-220).

Ancak özür sahibinin abdesti namaz vaktinin çıkmasıyla bozulur. Dolayısıyla yeni namaz vaktinde tekrar abdest alması gerekir.

Özür sahibi kimsenin abdesti özür hâli dışında abdesti bozan diğer şeylerle bozulur (Kasani, Bedai’, 1/28). Mesela, idrarını tutamayan ve bu sebeple özür sahibi sayılan kimsenin, burnunun kanamasıyla veya yellenmesiyle abdesti bozulur.

İmam Şafii’ye göre özür sahibi kimsenin bir namaz vakti içinde kılacağı her farz namaz için ayrı ayrı abdest alması gerekir. Zira onun abdesti kıldığı namaz bitince son bulmuş olur. Bu abdest ile dilediği kadar nafile namaz kılabilir (Şirbini, Muğni’l-muhtac, 1/175).

Maliki mezhebine göre özür sahibinin abdesti, vaktin girmesi veya çıkması ile değil, özrün dışında abdesti bozan bir şeyin meydana gelmesi ile bozulur (İbn Rüşd, Bidaye, 1/35; Desuki, Haşiye, 1/114-118).

Bir kimsede bulunan özürlülük durumunun o kişiyi ileri derecede sıkıntıya sokması ve abdest almada ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakması hâlinde Maliki mezhebinin bu görüşü ile amel edilebilir.

11. Sağlık personelinin ya da hastaların, üzerine kan sıçramış elbiseyle namaz kılmaları caiz midir?

Namazın şartlarından birisi necasetten (pislikten) temizlenmektir. Namaz kılacak kişinin elbisesinin, bedeninin ve namaz kılacağı yerin, el ayası miktarında ve daha fazlasında kan, idrar gibi necasetler bulunursa namaza mani olur. Bu miktardan az olan necaset ise ruhsat kapsamında olup namaza engel teşkil etmez. Ancak kişinin bedeninde, elbisesinde veya namaz kılacağı yerde bulunan az veya çok her türlü necaseti temizlemesi namazın ruhuna uygun bir davranış olduğundan, temizleme imkânı olduğunda az da olsa bu pislikle namaz kılmak mekruhtur (İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, 1/202-205; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 1/506, 522-526).

Bu itibarla hasta ya da sağlık personelinin üzerine kan sıçramış kıyafeti değiştirme imkânı varsa, namazı temiz giysiyle kılmaya dikkat etmeleri uygun olur. Bunun mümkün olmadığı durumlarda ise yukarıda belirlenen miktarı aşmadıkça kan sıçramış elbiseyle namaz kılınabilir.

12. İş elbisesi ile namaz kılınabilir mi?

Namazın şartlarından birisi necasetten (pislikten) taharettir. Namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde, kan, idrar, şarap, dışkı gibi namaza mani necasetler bulunmamalıdır (Merğinani, el-Hidaye, 1/228, 229).

İşin cinsine göre iş elbisesinde bulunan badana, boya, madeni yağlar, pas ve benzeri kirler necaset olmadıkları için, namazın sıhhatine engel değildir (Merğinani, el-Hidaye, 1/228-248).

Ancak, namaz için camiye veya mescide gidecek kişinin temiz elbise giymesi Kur’an-ı Kerim’in tavsiyesidir (A’raf, 7/31).

13. Mest üzerine mesh nasıl yapılır ve bunun şartları nelerdir?

Mest, ayakları bilekleriyle beraber örten bir tür ayakkabıya verilen isimdir. Mestler üzerine meshin caiz olabilmesi için gerekli olan şartlar şunlardır:

a. Ayaklar yıkanarak alınan bir abdestten sonra giyilmiş olması,

b. Ayağa giyilmiş olarak normal bir yürüyüşle yaklaşık 5 km. veya daha fazla yürünecek kadar dayanıklı olması,

c. Mestlerin, ayağa giyildikten sonra bağsız olarak durabilecek kadar sağlam ve kalın olması,

d. Mestlerin her birinde, en küçük ayak parmağının üç katı kadar genişlikte delik bulunmaması,

e. Suyu emerek hemen ayağa geçirmemesi gerekir.

Mesh, bir nevi hükmi temizlik olup; abdestte ayağa giyilen mestin veya yaraya sarılan sargının üzerine ıslak elle yapılır. Abdest alırken mestler üzerine mesh etmek Hz. Peygamberin (asm) sünnetiyle sabittir. Nitekim Hz. Peygamberin (asm) abdest aldığını ve mestlerinin üzerine mesh ettiğini bildiren birçok rivayet vardır (Buhari, Vudu, 35, 48; Müslim, Taharet, 72, 73).

Abdestli olarak ayağına mest giyen kimse, mest giydikten sonra abdestinin bozulduğu andan itibaren başlamak üzere, mukim ise bir gün, yolcu ise üç gün mestleri üzerine mesh edebilir. Hz. Peygamber (asm) misafir için üç gün üç geceyi, mukim için de bir gün bir geceyi mest üzerine mesh süresi olarak tayin etmiştir (Nesai, Taharet, 98).

Mestleri mesh ederek abdest aldıktan sonra, abdestli iken ayağından her iki mestini veya birisini çıkaran bir kişinin, hades (abdestsizlik hali) ayağına geçmiş kabul edildiğinden abdestini bozmadan ayaklarını yıkayıp tekrar mestleri giymesi gerekir. Abdesti yokken çıkarmışsa, tekrar abdest alırken ayaklarını yıkması gerekir. Süresi dolduğunda, abdestli ise mestleri çıkarıp ayaklarını yıkaması yeterlidir; abdestsiz ise ayağını yıkayarak tam abdest almalıdır (Kasani, Bedaiu’s-sanai, 1/9).

14. Bedeninde veya bir uzvunda sargı, alçı ya da yara bulunan kimse nasıl abdest alır?

Kırılan veya yaralı olan bir organı yıkamak, yaraya zarar verirse veya yaranın iyileşmesini geciktirecek olursa üzerine bağlı olan alçı veya bez sargıya yahut bir şeyle bağlanan pamuğa abdestte veya gusülde bir defa mesh edilir.

Sargı üzerine meshin meşruluğu sünnetle sabittir. Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: “Bileklerimden biri kırılmıştı. Peygamber’e (asm) sordum, o da sargıların üzerine mesh etmemi emretti.” (İbn Mace, Taharet, 134). Vücudun herhangi bir yerinde kırık, çıkık veya yaradan dolayı sargı bulunduğunda, abdest alırken veya guslederken yaraya zarar vermiyorsa bu sargı çözülerek altı yıkanır ve yaranın üstü mesh edilir. Ancak sargının çözülmesinin zararlı olması hâlinde çözülmeyip üzerine mesh edilebilir. Sargının üzerine bir defa mesh edilmesi yeterlidir. Yapılan bu mesh ile o uzuv hükmen yıkanmış olur.

Sargının abdestsiz veya cünüp iken sarılmış olması meshe engel olmadığı gibi, sargı üzerine meshin belirli bir süresi de yoktur; yara veya kırık iyileşinceye kadar aynı sargı üzerine mesh edilebilir. Zarar vermesi hâlinde mesh de terk edilir (Kasani, Bedai’, 1/13-14).

Üzerine mesh ettikten sonra sargının değiştirilmesi veya düşmesi hâlinde, mesh bozulmaz; iade edilmesi de gerekmez. Ancak, yaranın iyileşmesi hâlinde, sargı açılmış olsun veya olmasın, mesh bozulur.

Sargı veya alçı eğer abdest veya gusül uzuvlarının çoğunluğunu kaplamış ise, abdest almak yerine teyemmüm edilir (İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 1/217, 434, 470 vd.).

“Eğer cünüp iseniz iyice (yıkanıp) temizlenin. Eğer hasta veya seferdeyseniz veya tuvaletten gelmişseniz veya kadınlara dokunmuşsanız (cinsel ilişkiye girmişseniz), su da bulamamışsanız temiz bir toprağa yönelip onunla yüzlerinizi ve ellerinizi mesh edin.” (Maide, 5/6)

ayeti bu tür durumlarda teyemmüm edilebileceğini ifade etmektedir.

15. Çizme veya bot üzerine mesh caiz midir?

Ayakları aşık kemikleri ile birlikte mest gibi örten bot, çizme, potin vb. giyecekler de mest hükmündedir.

Bu itibarla bir kimse, abdestli olarak giymiş olduğu çizme veya botların üzerine mesh edebilir ve bunları çıkarmadan namaz kılabilir. Ancak botun veya çizmenin üzerinde ya da altında namaza engel bir pislik varsa bunu temizlemesi gerekir (Merğinani, el-Hidaye, 1/201, 202; Mevsıli, el-İhtiyar, 1/92, 93).

16. Abdestli iken mestlerin çıkarılıp giyilmesi abdesti bozar mı?

Abdestte ayaklarını yıkadıktan sonra mestlerini giyen kimsenin, bu abdesti devam ettiği sürece mestleri çıkarıp giymesiyle abdesti bozulmaz. Mestlerin üzerine mesh etmek suretiyle abdestini tamamladığı durumlarda ise, daha sonra mestlerini çıkaracak olursa meshi bozulur. Bu durumda sadece ayaklarını yıkayıp mestlerini giymesiyle abdesti devam eder (Merğinani, el-Hidaye, 1/198,199; Mevsıli, el-İhtiyar, 1/90, 95).

17. Ulaşım araçlarında farz veya nafile namazlar kılınabilir mi?

Otomobil, otobüs, uçak ve tren gibi ulaşım araçlarında nafile namaz kılmak caiz ise de, normal durumlarda farz namazların kılınması uygun görülmemiştir. Çünkü söz konusu ulaşım araçlarında namaz kılındığı takdirde namazın kıyam, rükû, secde ve istikbal-i kıble gibi farzlarını yerine getirme imkânı yoktur. Nitekim Resulullah (asm), nafile namaz kılarken, hangi istikamete dönerse dönsün bineği üzerinde namaz kılardı. Farz namaz kılmak istediğinde ise bineğinden iner ve kıbleye dönerek namazını kılardı (Buhari, Salat, 31).

Farz namazlar ise ancak cana ve mala zarar gelme korkusunun bulunduğu hallerde veya yerin çamurlu olması, namaz kılacak uygun bir yerin bulunmaması gibi zaruret durumlarında binek üzerinde kılınabilir. (Kasani, Bedai’, 1/108).

Günümüzde, otobüs, tren ve uçak ile seyahat edenler, namazlarını ayakta ve kıbleye dönerek kılmaları genellikle mümkün olmadığından, oturdukları yerde ima ile kılabilirler.

Seyahat firmalarının yolcuların dini hassasiyetini gözeterek mola zamanını namaz vakitlerine denk gelecek şekilde düzenlemeleri tavsiye edilir.

Bununla birlikte yolcular, namazlarını yolculuk öncesinde veya sonrasında ya da mola yerlerinde cem ederek de kılabilirler. Cem, yalnızca öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları arasında olabilir. Öğle ile ikindinin cemi, ikindiyi öğle vaktinde öğle namazından sonra (cem-i takdim) ya da öğleyi ikindi vaktinde ikindi namazının öncesinde kılmak (cem-i tehir) şeklinde yapılabilir. Akşam ile yatsının cemi de yatsıyı akşam vaktinde akşam namazından sonra (cem-i takdim) ya da akşamı yatsı vaktinde yatsı namazından önce kılmak (cem-i tehir) şeklinde yapılabilir. Cem edilecek namazlar ara verilmeksizin peş peşe kılınır. Ayrıca cem-i takdim hâlinde birinci namaza başlarken, cem-i tehir hâlinde ise birinci namazın vakti içinde cem yapmaya kalben niyet edilir.

18. Seferî sayılma bakımından bulunulan yerleri ifade eden vatan-ı asli, vatan-ı ikamet ve vatan-ı sükna ne demektir?

İslam, namaz ve oruç gibi ibadetlerin eda edilmesinde yolcularla ilgili bazı özel hükümler getirmiştir.

Buna göre dinen yolcu (seferî) sayılan kimselerin dört rekâtlı farz namazları iki rekât kılmaları, Ramazan oruçlarını sonradan tutmak üzere erteleyebilmeleri bu özel hükümlerdendir.

Dinen yolcu sayılabilmenin iki temel ölçütü vardır: Bunlardan biri mekân, diğeri ise mesafedir.

Yolculuk açısından bir kimsenin bulunduğu yer, ya “vatan-ı asli” ya “vatan-ı ikamet” ya da “vatan-ı sükna”dır.

Vatan-ı asli: Asli yerleşim yeri demektir. Bir insanın doğup yaşadığı yer veya çalışmak üzere yerleşip geçimini sağladığı, ev alıp çoluk çocuğu ile yerleştiği yerdir. Kişi burada yolcu olmaz.

Vatan-ı ikamet: Yerleşmek maksadı olmaksızın on beş günden fazla kalmak üzere bulunduğu ve asli vatanından en az doksan km. uzaklıktaki yerdir. Kişi burada da yolculuk hükümleri uygulamaz.

Vatan-ı sükna: Bir kimsenin on beş günden az bir süre kalmak niyetiyle bulunduğu, asli ya da ikamet vatanından en az doksan km uzaklıktaki yerdir (Haddad, el-Cevhera, 1/104). Kişi kaldığı yerde bu durumda ise yolcu sayılır.

Bu hükümler Hanefi mezhebine göredir. Şafii mezhebine göre ise seferî sayılabilmek için yaklaşık 90 km bir mesafeye gitme niyeti ile yola çıkılmış olmalı ve gidilen yerde, giriş ve çıkış günleri hariç dört günden az kalınmalıdır. Dört gün ya da daha fazla kalınmaya niyet edilmesi hâlinde seferîlik hükmü biter (Remli, Nihayetü’l-muhtac, 2/257).

19. Seferî olan bir kimse mukim imamın arkasında namazını nasıl kılar?

Seferî olan bir kimse, mukim bir imama uyarsa namazını tam olarak kılar (Mevsıli, el-İhtiyar, 1/269). Zira Resulullah (asm), “İmam kendisine uyulsun diye imam olmuştur.” (Buhari, Salat, 18) buyurarak, cemaatin namazının, imamın namazıyla aynı olması gerektiğini ifade etmiştir.

Seferî olan kişi, vakit içinde mukim bir imama uyup namazını imamla beraber tamamlamadan selam verirse, kıldığı bu namaz geçerli olmaz. Bu durumda namazı geçersiz olan kimse, aynı namazı yeniden tek başına kılarken dört rekât olarak değil iki rekât olarak kılar.

20. Seferî iken kılınamayan namazların kazası nasıl yapılır?

Namazlar, vaktinde kılındığında nasıl kılınması gerekiyor idiyse aynı şekilde kaza edilirler. Buna göre yolculuk hâlinde kazaya kalan dört rekâtlı namazlar, ister yolculuk (sefer) hâlinde, ister yolculuk sona erdikten sonra kaza edilsin, ikişer rekât olarak kaza edilirler.

Aynı şekilde yolculuk hâli dışında kazaya kalan bir namaz, yolculuk sırasında kaza edilmek istendiğinde dört rekât olarak kılınır (Merğinani, el-Hidaye, 2/106-107).

Şafiilere göre ise seferde kılınmamış bir namaz ikamet hâlinde dört rekât olarak kaza edilir (Şirbini, Muğni’l-muhtac, 1/396).

21. Seferî olan kişi namaz kıldırabilir mi?

Seferî kimse, hem seferî olan cemaate, hem de mukim olan cemaate imamlık yapabilir. Seferî olan kişi dört rekâtlı farz namazları iki rekât kılacağı için mukim olan cemaate namaz kıldıracağı zaman, namaza başlamadan önce, “Ben seferîyim, ikinci rekâtın sonunda selam vereceğim. Ben selam verince siz selam vermeksizin kalkıp namazınızı tamamlayınız.” şeklinde cemaati uyarması, karışıklığı önlemek bakımından uygun olur (Kasani, Bedai’, 1/101-102; Merğinani, el-Hidaye, 2/104,105).

Nitekim Hz. Peygamber (asm), Mekke fethinden sonra Mekke’de kaldığı sürece namazları kısaltarak kıldırmış ve “Biz misafiriz, siz namazlarınızı tamamlayınız.” (Ebu Davud, Salatü’l-müsafir, 10) buyurmuştur.

Hz. Ömer (r.a.) de aynı şekilde, Mekke’ye geldiği zaman dört rekâtlı farzları iki rekât olarak kıldırmış ve mukim cemaate, “Mekkeliler! Namazınızı tamamlayınız; biz misafiriz.” (Muvatta, Kasru’s-salat, 19) demiştir.

22. Müslümandan namaz ibadeti ne zaman ve hangi hallerde düşer?

Akıl sağlığı yerinde olan ve ergenlik çağına ermiş her Müslümana namaz farzdır. Bu şartları taşımayan kimseler namazla mükellef değildir. Nitekim Hz. Peygamber (asm) bir hadiste çocuklar ve akıl sağlığı yerinde olmayan kimselerin sorumlu olmadığını belirtmiştir. (bk. Ebu Davud, Hudud, 16) 

Bunun yanında sağlıklı olmayanlardan da bazı durumlarda namaz yükümlülüğü düşer:

Hanefilere göre, sadece başını hareket ettirerek namaz kılmaya gücü yetmeyecek derecede rahatsız olan kimse namaz kılmaz. Kişinin bu hâlde kılamadığı namazları bir günlük (beş vakit) namazdan az ise, iyileştikten sonra bunları kaza etmesi gerekir; kazaya kalan namaz beş vakit veya daha çok olursa, o kimsenin bu namazları kaza etmesi gerekmez. Eğer kişi bu hastalıktan ölürse, kaza etme imkânı bulamadığı için borçsuz olarak Allah’ın huzuruna çıkmış olur. Baygın kalan kişi için de aynı hükümler geçerlidir. (Kasani, Bedai’, I, 106, 107, 108).

İmam Şafii bayılmanın tam bir namaz vakti sürmesi hâlinde namazın kazasının gerekmeyeceğini söylemiştir (Şirbini, Muğni’l-muhtac, I, 204).

Hayatını yatalak olarak geçiren kişi, eğer yataktan kalkıp abdest alamıyorsa veya abdest aldıracak birini bulamıyorsa yanında bulunduracağı tuğla, kiremit veya taş gibi bir madde üzerine teyemmüm eder. Yatağından doğrulmaya ve kıbleye yönelmeye tek başına imkân bulamayan kişi, kendisine yardım edecek kimse de olmadığı takdirde yerinden doğrulmadan, yüzünü çevirebildiği kadar kıbleye çevirerek yattığı yerde namazını ima ile kılar (Serahsi, el-Mebsut, 1/112-113; Kasani, Bedai’, 1/48).

Hastalığından dolayı kendi başına teyemmüm edemeyen ve bu konuda kendisine yardım edecek birini de bulamayan kişi, kendisini abdestli gibi sayarak isterse namazını ima ile kılar; isterse de kazaya bırakır; iyileşmesi hâlinde kaza eder, iyileşmeme durumunda ise kendisinden yükümlülük düşer (İbn Nüceym, el-Bahr, 1/246-249,151; Haskefi, ed-Dürrü’l-muhtar, 1/184-185, 423; İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 1/185, 423).

23. İmamdan farklı bir mekânda bulunan kişi, ses bağlantısıyla imama uyabilir mi?

Cemaatle namaz kılınırken imamla cemaatin yerlerinin hakikaten veya hükmen bir olması gerekir. Bu birlik, safların bitişik olmasıyla sağlanır. Eğer namaz aynı bina içinde kılınıyorsa, içerdekilerin mekânları bir sayılır. Bu itibarla, çok katlı binalarda mescit olarak kullanılan bir katta cemaatle namaz kılınırken, bu kat cemaati almadığı takdirde, alt veya üstten bu kata bitişik katlarda duran cemaatin, hoparlör veya müezzinin tebliği ile imamın intikallerinden haberdar olmaları hâlinde, imama uymaları sahihtir. İmamı veya imamı görenleri görmeleri şart değildir. Ses bağlantısının kesilmesi durumunda ise, imamın hareketlerinin takip edilememesi sebebiyle imamın intikallerini takip edemeyenlerin namazları bozulur (İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 2/285-286, 333-334).

İmamın bulunduğu mekândan yol, ırmak ve mekân birliğini bozan benzer engellerle ayrılan yerlerde bulunanların imama uymaları caiz olmaz.

24. Sağlık ve güvenlik gibi görevlerde çalışan bir kimse namazların sadece farzını kılmakla yetinebilir mi?

Vakit namazlarının öncesinde ve sonrasında kılınan sünnet namazlar, farz namazlara hazırlayıcı ve bu namazlarda oluşabilecek eksiklikleri tamamlayıcı ibadetler olarak değerlendirilmiş ve bu namazların mümkün oldukça kılınması tavsiye edilmiştir. Nitekim Resulullah (asm) bazı hadis-i şeriflerinde kulun mahşer gününde hesaba çekilirken eksik farz namazlarının, nafile namazlarla tamamlanacağını beyan etmişlerdir. Ebu Hureyre’nin (r.a.) Resulullah’tan (asm) naklettiği bir hadiste şöyle buyrulur:

“Hesap gününde kulun ilk hesaba çekileceği şey farz namazdır. Eğer bu namazı tam olarak yerine getirmişse ne güzel. Aksi hâlde şöyle denilir: Bakın bakalım, bunun nafile namazı var mıdır? Eğer nafile namazları varsa, farzların eksiği bu nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer farzlar için de aynı şeyler yapılır.” (Tirmizi, Salat, 193; Ebu Davud, Salat, 151; Nesai, Salat, 9, İbn Mace, İkame, 202).

Ancak bu namazlar yükümlülük ifade eden farz ya da vacip namazlar değildirler. Dolayısıyla mazeretleri olanlar alışkanlık hâline getirmemek kaydıyla gerektiğinde bu sünnetleri terk edebilirler.

25. Deprem bölgesinde cenazeler yıkanamıyor ya da teyemmüm yaptırılamıyorsa, bu halde namazını kılıp defnetmek caiz midir?

Cenazeyi su ile yıkama imkânı olduğu sürece su ile yıkamak gerekir. Su ile yıkama imkânının olmadığı durumlarda cenazeye teyemmüm yaptırılır.

Cenazeye uygulanan teyemmüm, kişilerin abdest veya gusül yerine aldıkları teyemmüm gibidir.

Teyemmüm aldıracak kişi, ne için teyemmüm aldıracağına (gusle) niyet eder. Eldivenli veya eldivensiz olarak parmakları açık şekilde ellerini temiz bir toprağa veya toprak cinsinden bir şeye vurur, ileri ve geri hareket ettirerek kaldırır, hafifçe birbirine vurarak ellerini silkeler. Ellerinin içiyle cenazenin yüzünün tamamını bir kerede mesh eder. Sonra ikinci defa ellerini aynı şekilde toprağa vurur ve sol elin içiyle, cenazenin dirseğiyle birlikte sağ kolunu mesh eder; daha sonra da sağ elinin içiyle cenazenin sol kolunu aynı şekilde mesh eder.

Erkek, erkek cenazeye, kadın da kadın cenazeye teyemmüm ettirir. Zaruret durumlarında erkek veya kadın eldiven kullanarak karşı cinsten olan cenazeye teyemmüm ettirebilir.

Cenaze, teyemmüm yaptırılamayacak halde ise mevcut haliyle namazı kılınır ve defnedilir.

26. Cenazeyi yıkamanın hükmü nedir? Yıkanmadan defnedilmiş cenazenin kabirden çıkarılıp yıkanması gerekir mi?

Müslüman cenazesinin yıkanıp kefenlendikten sonra namazının kılınması farz-ı kifayedir (Kasani, Bedai’, 1/300, 306 318; Mevsıli, el-İhtiyar, 1/303, 310).

Bu görev bazı Müslümanlar tarafından yerine getirildiği takdirde diğerleri sorumluluktan kurtulur. Herhangi bir sebeple yıkanmadan defnedilen cenaze, defin işlemi bittikten sonra yıkanmak amacıyla mezardan çıkarılmaz (İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 3/145).

27. Cenaze nasıl kefenlenir? Cenaze kefenlenmeden elbisesiyle gömülebilir mi?

Cenazenin yıkanmasından sonra, usulüne uygun olarak hazırlanmış bezlerle sarılıp örtülmesine kefenleme (tekfin) denir.

Cenazenin kefenlenmesi, Müslümanların üzerine farz-ı kifayedir. Resul-i Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur:

“Sizden birisi (ölen) din kardeşinin cenazesinin teçhiz ve tekfinini üstlendiği zaman bu işi güzelce yapsın.” (Müslim, Cenaiz, 49; İbn Mace, Cenaiz, 12).

Kefenleme erkekler için gömlek, izar ve lifafe olmak üzere üç parça; kadınlar için bunlara ilaveten, başörtüsü ve göğüs örtüsü olmak üzere beş parça bez ile yapılır.

Yeterli kefen örtüsü bulunamaması hâlinde, erkekler için izar ve lifafe olmak üzere iki parça; kadınlar için de bunlarla birlikte başörtüsü olmak üzere üç parça bez ile yetinilir.

Bunların da bulunamaması hâlinde ise vücudun bütününü örtecek bir bez yeterli olur (bk. Müslim, Cenaiz, 44).

Bu durumda kadın ve erkeğin kefenlenmesi arasında fark yoktur.

Kefenin parçalarından biri olan gömlek, cenazeyi boyundan ayaklara; "izar" baştan ayaklara, "lifâfe" ise baştan ayağa kadar örten bez olup kefenin en dış parçasıdır. Buna göre lifafe, ayak ve baş tarafından bağlanması için biraz daha uzundur.

Kefenin beyaz renkli pamuk bezinden olması daha faziletlidir. Hz. Peygamber (asm), “Ölülerinizi beyaz kefenle kefenleyiniz.” (İbn Mace, Cenaiz, 12) buyurmuştur.

İslam’a göre, ölü kefenlenmeden üzerindeki elbiseyle gömülemez. Ancak Allah yolunda savaşırken şehid düşen kimse bundan müstesnadır. Hem dünya hem de ahiret bakımından şehid sayılanlar kefenlenmez, namazları kılındıktan sonra kanlı elbiseleriyle defnedilir, zira onların kefenleri, üzerlerindeki elbiseleridir.

28. Deprem bölgelerinde kefen bulunamadığı takdirde cenazelerin ceset torbasıyla gömülmesi caiz midir?

Cenazenin kefenlenmesi, Müslümanların üzerine farz-ı kifâyedir.

Bilindiği gibi kefenleme normal şartlar altında erkekler için üç parça; kadınlar için de beş parça bez ile yapılır. Buna yetecek kefen örtüsü bulunamaması hâlinde kefenleme, erkekler için iki parça; kadınlar için de üç parça bez ile yapılır.

Bunların da bulunamaması hâlinde vücudun bütününü örtecek bir bez kefen için yeterli olur. (Müslim, Cenâiz, 44). Bu durumda kadın ve erkeğin kefenlenmesi arasında fark yoktur.

Bununla birlikte kefen, bez vb. malzemenin bulunamaması veya farklı sebeplerle kullanılamaması durumunda ceset torbasının kefen sayılarak cenazenin defnedilmesi de caizdir.

29. Cenaze namazının hükmü nedir?

Cenaze namazı, farz-ı kifayedir. Müslümanların ölen din kardeşlerine karşı yerine getirmeleri gereken dini vecibelerin başında cenaze namazının kılınması ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması gelmektedir. Kadın olsun erkek olsun yalnız bir kişinin bu namazı kılmasıyla farz yerine getirilmiş olur.

Cenaze namazı, Allah’a sena, Resulullah’a (asm) salat ve ölü için duadan ibarettir.

Tebük seferîne mazeretsiz çıkmayan münafıklarla ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:

“Onlardan ölen hiçbirinin (cenaze) namazını kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resulü’nü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.” (Tevbe, 9/84).

Bu ayet, cenaze namazının farz oluşuna işaret etmektedir.

Ayrıca Resulullah (asm), bir Müslümanın ölümü üzerine, “Bir din kardeşiniz vefat etmiştir. Kalkın, onun cenaze namazını kılın.” (Müslim, Cenaiz, 66) buyurmuştur.

30. Cenaze namazı nasıl kılınır?

Cenaze namazı rükû ve secdesi olmayan bir namazdır; rükünleri kıyam ve tekbirlerdir. Cenaze namazında iftitah (başlangıç) tekbiriyle birlikte dört tekbir bulunmaktadır. Selam vermek vaciptir.

Sünnetleri ise, Allah’a hamd ve sena etmek, Resulullah’a (asm) salat ve selam getirmek, hem ölü hem de Müslümanlar için dua etmekten ibarettir.

Cenaze namazı kılmak için, cenazeye karşı ve kıbleye yönelik olarak saf bağlanır ve niyet edilir. İmam ve cemaat tekbir alarak ellerini bağlarlar “ve celle senaük” cümlesiyle birlikte “Sübhaneke”yi okurlar. Ardından, eller kaldırılmadan tekbir alınır ve “Salli-Barik” duaları okunur. Tekrar eller kaldırılmaksızın tekbir alınır. Bilenler cenaze duasını (bk. Tirmizi, Cenaiz, 38), bilmeyenler ise dua niyetiyle “Fatiha” suresini veya başka bir duayı okurlar (bk. Tirmizi, Cenaiz, 39).

Dördüncü tekbirden sonra sağa ve sola selam verilir. Böylece namaz tamamlanmış olur.

Cenaze namazında taharet, kıbleye yönelmek, setr-i avret (vücudun örtülmesi gereken yerlerini örtmek) ve niyet gibi şartlara riayet edilir.

Namazı kılınacak cenazenin Müslüman olması, yıkanıp kefenlenmiş olması, cemaatin önünde olması gerekir. Ayrıca Hanefi ve Malikilere göre bedeninin tamamı veya yarıdan fazlası yahut başı ile birlikte en az yarısı bulunmalıdır.

Şafiilere göre ise kişi ölüp de bir tek uzvu bulunsa bile cenaze namazı kılınır.

Nitekim ashab, ölen ve sadece eli bulunan bir sahabinin namazını kılmıştır (Şirbini, Muğni’l-muhtac, 1/518).

Canlı olarak doğup ölen çocuk yıkanır ve cenaze namazı kılınır (el-Fetava’l-Hindiye, 1/174).

31. Cenaze namazını kılmanın belli bir vakti var mıdır? Cenazenin defni geciktirilebilir mi?

Cenaze namazının kılınması için belirli bir vakit yoktur. Günün her saatinde cenaze namazı kılınabilir. Ancak zorunlu olmadıkça kerahet vakitlerinde kılınması uygun değildir (Tirmizi, Cenaiz, 41).

Hazırlanmış olan bir cenazeyi bekletmeksizin, namazını kılıp çabukça defnetmek daha uygundur (Tirmizi, Cenaiz, 30).

Bununla beraber, daha çok cemaatin katılması, ölen kişinin akraba, eş, dost ve komşuları gibi hukuku bulunan insanlara ölüm haberini duyurup son görevlerini yapmak üzere cenaze merasiminde bulunabilmelerinin sağlanması amacıyla cenaze bir süre bekletilebilir.

32. Cenaze namazı teyemmüm ile kılınabilir mi?

Cenaze namazı, şartları bakımından diğer namazlar gibidir. Bu namazda, taharet, kıbleye yönelmek, setr-i avret ve niyet gibi şartlara riayet edilir. Cenaze namazının abdestsiz olarak kılınması caiz değildir. Ancak kişi abdest ile meşgul olduğu takdirde cenaze namazını kaçıracak ise, teyemmüm ederek cenaze namazını kılabilir (Mevsıli, el-İhtiyar, 1/86).

33. Cenaze namazı ayakkabı ile kılınabilir mi?

Bütün namazlarda olduğu gibi cenaze namazında da namaza mani olan pisliklerin giderilmesi (necasetten taharet) şarttır.

Buna göre, cenaze namazı kılacak kimsenin ayakkabısında namaza engel bir pislik yoksa namazını ayakkabısıyla kılmasında dinen bir sakınca yoktur. Nitekim Resulullah (asm), ayakkabıları ile cenaze namazına durmuş, Cebrail’in ayakkabılarına pislik bulaşmış olduğunu haber vermesi üzerine onları çıkarmıştır (Ebu Davud, Salat, 91).

34. Gıyabi cenaze namazı kılınabilir mi?

Aslolan, namazının kılınabilmesi için cenazenin hazır bulunmasıdır. Bununla birlikte hazır olmayan cenaze için de namaz kılınabilir.

Nitekim Resulullah (asm), Habeş Kralı Necaşi’nin vefatını haber vermiş, sonra da onun cenaze namazını kıldırmak üzere cemaatin önüne geçmiş, ashab da arkasında saf tutmuştur (Buhari, Cenaiz, 55; Müslim, Cenaiz, 63).

Olayda hazır bulunan Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle demiştir:

“Resulullah (asm), Necaşi’nin (gıyabında) cenaze namazını kıldırdı. Ben de ikinci yahut üçüncü saftaydım.” (Buhari, Cenaiz, 54)

Yine, Resulullah’ın (asm) Uhud şehitleri (Buhari, Cenaiz, 73) ve kendisine haber verilmeden defnedilen cenazeler için de gıyabi cenaze namazı kıldığı bilinmektedir (Buhari, Cenaiz, 56).

35. Birden fazla cenaze için tek bir namaz kılınabilir mi?

Birden fazla cenaze hazır olduğunda, hepsi için tek bir namaz kılmak yeterlidir. Bu Müslümanlar arasında öteden beri bilinen ve uygulanan bir husustur.

36. Bir cenazeye birden fazla namaz kılınabilir mi?

Cenaze namazı bir defa kılınmakla farz yerine getirilmiş olur. Bu nedenle, tekrar kılınması gerekmez. Ancak, cenaze namazında bulunamayan kişiler, daha sonra münferit olarak veya ayrı bir cemaatle tekrar kılabilirler. Nitekim Hz. Peygamber (asm), cenaze namazında hazır bulunamadığı Ümmü Sa’d için daha sonra cenaze namazı kılmıştır (Tirmizi, Cenaiz, 47).

37. Uzunca kazılan bir mezara cenazeler yan yana defnedilebilir mi?

Uzunca kazılan bir mezara, vefat edenlerin aralarına toprak yığarak yan yana defnedilmesi caizdir. Nitekim Hz. Peygamber (asm) Uhud şehitleri için böyle yapmıştır.

Bu şekildeki bir defin işlemi müstakil mezardan pek farklı değildir. Zira aralarına toprak doldurulmaktadır. Ayrıca üstleri de toprak doldurulduktan sonra mezarlar müstakil mezar gibi olmaktadır.

38. Ölen kişinin arkasından ağlamanın ve yas tutmanın hükmü nedir?

Ölen kişinin arkasından ağlamak, Allah’ın lütfettiği merhamet duygusunun bir tezahürüdür. Hz. Peygamber (asm) de oğlu İbrahim ölünce ağlamış, yine ölmek üzere olan bir torunu kendisine haber verilince, gözlerinden yaşlar gelmiştir. Sebebi sorulunca da şöyle buyurmuşlardır:
“Bu, Allah’ın rahmetidir, onu kullarının kalplerine koymuştur. Allah, ancak merhametli olan kullarına merhamet eder.” (Buhari, Cenaiz, 43; Müslim, Cenaiz, 11, 12; Ebu Davud, Cenaiz, 28).

Ancak ölüm olayından sonra arkada kalanların bağırıp çağırarak, üstlerini başlarını yırtarak ağlamaları caiz değildir. Hz. Peygamber (asm);

“Musibete uğradığında yakasını-paçasını yırtan, yüz ve yanaklarına vuran, cahiliye işlerine çağıran kimseler bizden değildir.” (Ebu Davud, Cenaiz, 29);

“Elleri ile yüzüne vuran, yüzünü tırmalayan, yakasını-paçasını yırtan, kendisinin helak olması ve belaya uğraması için dua eden kişiyi Allah rahmetinden uzak etsin.” (İbn Mace, Cenaiz, 52) buyurmuştur.

39. Kişi öldüğü yerden başka bir yere götürülüp defnedilebilir mi?

Kişinin, öldüğü yerin kabristanına defnedilmesi müstehaptır. İstisnalar olmakla birlikte sahabe-i kiram genellikle vefat ettikleri yerlerde defnolunmuşlardır.

Ancak, cesedin bozulmasından endişe edilmiyorsa, cenazenin başka bir şehre veya memlekete taşınmasında ve oraya defnedilmesinde dini açıdan bir sakınca yoktur.

Nitekim ashaptan Sa’d b. Ebi Vakkas ve Said b. Zeyd’in (r.a.) Medine’nin dışında bulunan Akik denilen yerde vefat ettiği ve Medine’ye defnedildiği rivayet edilmiştir (Muvatta, Cenaiz, 31; Aliyyü’l-kari, Fethu babi’l-‘inaye, 1/457).

40. Yıkanıp kefenlendikten sonra cenazenin yüzünü açıp bakmak caiz midir?

Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra yüzünün açılarak yakınlarının ve dostlarının ona son kez bakmaları veya öpmeleri caizdir. Nitekim Hz. Peygamberin (asm) Osman b. Maz’un (r.a.) ve oğlu İbrahim vefat ettiğinde böyle yaptığı bilinmektedir (Ebu Davud, Cenaiz, 40).

Aynı şekilde Hz. Peygamber (asm) vefat ettiğinde Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) de onun yüzünden örtüyü kaldırdığı, sonra da üzerine kapanıp, iki kaşının arasını hürmetle öptüğü ve ağlamaya başladığı hadis kaynaklarında nakledilmektedir. Kadın cenazenin yüzüne mahremi olan erkeklerle, kadınların bakmaları caiz ise de mahremi olmayan erkeklerin herhangi bir zaruret bulunmadıkça bakmaları mekruh görülmüştür. Erkek cenazenin yüzüne kadınların bakmasında bir sakınca yoktur (Kasani, Bedai’, 1/304-305; Şirbini, Muğni’l-muhtac, 1/531-532).

41. Âdetli kadınların cenazenin yanında bulunmaları ve kabir ziyareti yapmaları caiz midir?

âdetli olsun veya olmasın kadınların cenazenin yanında durmaları, açıp yüzüne bakmaları ve kabir ziyaretinde bulunmaları caizdir (İbn Nüceym, el-Bahr, 2/283; Haskefi, ed-Dürrü’l-muhtar, 1/488).

42. Âdetli kadınlar cenaze yıkayabilirler mi?

Âdetli kadınlar cenaze yıkayabilirler.

43. Âdetli veya lohusa kadın camiye girebilir mi?

İslam âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre, kadınların âdet veya lohusalık hallerinde camiye girmeleri caiz değildir (Mevsıli, el-İhtiyar, 1/73-74; Mevvak, et-Tac, 1/552; Şirbini, Muğni’l-muhtac, 1/119).

Hayız ve nifas halleri, dinimizce hükmen kirlilik sayılmakta ve ibadetlere engel kabul edilmektedir. Camiler de ibadet mekânıdır. Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:

 “Ben hayızlı ve cünüp kimsenin mescide girmesini / mescitte bulunmasını helal görmüyorum.” (Ebu Davud, Taharet, 94; İbn Huzeyme, Sahih, 2/284),

“Mescit, hayızlı ve cünübe helal değildir.” (İbn Mace, Tahara, 126)

Bazı âlimler ise ihtiyaç hâlinde örneğin, camideki bir eşyayı almak için, adetli kadının camiye girmesini veya camiden geçen yolun daha yakın olması gibi bir sebeple caminin içinden geçmesini caiz görmüşlerdir (İbn Kudame, el-Muğni, 1/166; Şirbini, Muğni’l-muhtac, 1/119).

Hanefiler de ihtiyaç olması hâlinde cünüp kişinin, teyemmüm yapmak şartıyla mescitten geçebileceğini ve orada ihtiyaç oranında kalabileceğini caiz görmüşlerdir (Kasani, Bedai’, 1/38).

Hanbelilerden bir görüşe göre cünüp, âdetli veya lohusa kimseler bu durumda iken namaz abdesti almaları şartıyla mescitte bulunabilirler (Merdavi, el-İnsaf, 1/347).

Zahirilere göre ise âdetli kadın camiye girebilir ve orada durabilir (İbn Hazm, el-Muhalla, 5/196). İhtiyaç hâlinde bu görüşlerle de amel edilebilir.

Âdetli veya lohusa olan kişiler hakkındaki bu hükümler, duvar veya başka bir şeyle çevrilip mescid olarak inşa edilmiş ve içerisinde itikâfın yapılmasının sahih olduğu yerler için geçerlidir. Bu nedenle mescidlerin avlusu ve müştemilatında bulunup da duruma göre imama uyulabilen yerler mescidden farklı değerlendirilmiştir. Bu yerler Hanefi, Maliki ve Hanbelilerden gelen sahih görüşe göre bu konuda mescidin hükümlerine tabi değildir (bk. el-Mevsuatü’l fıkhiyye, 5/224).

44. Âfet bölgelerinde Cuma namazı

Cuma namazı, gerekli şartları taşıyan her mümin erkeğe farzdır. Ancak cemaate katılmaya engel bir mazeretin varlığı, cuma namazının farziyetini düşürmektedir. Hastalık, cana, mala ve namusa bir zarar gelme tehlikesi ve şiddetli yağış gibi sebepler bu mazeretlerden birkaçıdır. Cuma namazına iştirak edemeyecek derecede doğal âfetlerden etkilenmek de mazeret oluşturur. Fiilen yürüttüğü görev gereği cumaya katılamayacak olanlardan da cuma namazı yükümlülüğü düşer.

Bu şekilde cuma namazını kılamayan kimseler, öğle namazını kılmakla yükümlüdürler.

Bununla birlikte âfet bölgelerinde cuma namazını edâ etme imkânı bulanlar, namazlarını kılarlar.

45. Adak kurbanı kesilmeden bedeli para olarak depremzedelere verilebilir mi?

Adak, kişinin ibadet niteliğindeki bir şeyi yapacağına dair Allah’a söz vererek üzerine borç kılması anlamına geldiğinden, bu borçtan kurtulması için adağını yerine getirmesi gerekir.

Belirlenerek adanan şey aynen yerine getirilmedikçe adak yükümlülüğü düşmez (Kâsânî, Bedâi‘, V, 90).

Bundan dolayı kurban keseceğine ve etini fakirlere dağıtacağına dair adakta bulunan kişi, ancak kurban kesmek suretiyle adağını yerine getirmiş olur.

Bu itibarla, adak kurbanını kesmek yerine, parasını fakirlere vermek ya da aynî yardımda bulunmakla bu adak yerine getirilmiş olmaz.

Bununla birlikte adak kurbanı olanların vekâlet yoluyla kestirmek ve deprem bölgesindeki ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak üzere kurban bedelini göndermeleri caizdir.

46. Akika kurbanı kesmek yerine onun bedeli depremzedelere gönderilebilir mi?

Akika kurbanı, adak olarak niyet edilmedikçe farz ya da vacip olmayacağından bu kurban için ayrılan para depremzedelere gönderilebilir.

47. Depremzedelere zekât verilebilir mi?

Zekât, toplumsal dayanışma ve insanların temel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için farz kılınmış bir ibadettir. Deprem gibi büyük afet zamanlarında toplumun acil ihtiyaçlarının karşılanması son derece önemli hâle gelmektedir.

Böyle durumlarda diğer bağışların yanında zekât yoluyla da yaraların sarılmasına destek olmak gerekir. Buna göre şartlarına riayet etmek kaydıyla zekât farizası doğrudan ya da her bakımdan güvenilir kişi ve kuruluşlar aracılığı ile yerine getirilebilir.

Normal şartlar altında zengin sayılacak mal varlığına sahip olan kimselere de içinde bulunduğu olağanüstü şartlar sebebiyle malına ulaşamadığı sürece zekât verilebilir.

Zekâtı bir aracı kuruluş vasıtasıyla yerine getirirken şu hususlara dikkat edilmelidir:

a. Bu kuruluşun her bakımdan güvenilir olması,

b. Bu kuruluşun, zekâta aracılık ettiğini açıkça taahhüt ediyor olması ve topladıkları zekâtların tamamını aynî veya nakdî olarak hak sahiplerine teslim etmesi,

c. Zekâtın, söz konusu kuruluşun özel "zekât hesabı"na yatırılması.

Öte yandan dinimize göre dayanışma ve yardımlaşma sorumluluğu sadece zekâttan ibaret değildir. Dolayısıyla zekât dışındaki infak ve bağışlar ile de yardıma muhtaç olanlara ulaşmak ve yaralarını sarmak inancımızın bir gereğidir.

48. Sadaka şeklindeki adaklar depremzedelere gönderilebilir mi?

"Sadaka vereceğim", "bağışta bulunacağım" şeklinde yapılan adakların fakirlere dağıtılmak suretiyle yerine getirilmesi gerekir.

Bu sadakalar fakir depremzedelere ve normal şartlar altında zengin sayılacak mal varlığına sahip olan kimselere de içinde bulunduğu olağanüstü şartlar sebebiyle malına ulaşamadığı sürece verilebilir.

49. Fıtır sadakasının Ramazan ayından önce verilmesi caiz midir?

Fıtır sadakası, Ramazan ayının sonuna yetişen ve temel ihtiyaçlarından başka en az nisap miktarı (80.18 gr. altın veya bu değerde) artıcı olsun veya olmasın bir mala sahip bulunan her Müslümanın yerine getirmesi gereken mali bir ibadettir.

Kişi, kendisinin ve ergenlik çağına ulaşmayan çocuklarının fitrelerini vermekle yükümlüdür. Hz. Peygamber (asm), büyük-küçük, kadın-erkek her Müslümana fitrenin gerektiğini ifade etmiştir (bk. Ebu Davud, Zekât, 20).

Fıtır sadakasının Ramazan ayı içerisinde verilmesi müstehab görülmüştür. Bununla birlikte Hanefi mezhebine göre fıtır sadakasının Ramazan ayından önce verilmesi de caizdir (Molla Hüsrev, Düreru'l-Hükkâm, 1/195; İbn Abidin Reddü’l-Muhtar, 2/367).

Dolayısıyla fitre vermesi gereken kimseler, doğal afet vb. durumlarda fitrelerini Ramazan ayından önce de verebilirler.

50. Oruç fidyesi, Ramazan ayından önce verilebilir mi?

Oruç için fidye verilmesi, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlı kimseler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar için geçerlidir. Oruç fidyesinin tutarı fıtır sadakası kadardır. Henüz gelmemiş Ramazan orucunun fidyesi önceden verilemez. Bu fidyeler Ramazan’ın başlamasıyla verilebileceği gibi, Ramazan’ın içinde veya sonunda da verilebilir.

Bununla beraber geçmişten Ramazan oruç fidyesi borcu olan kişiler bu fidyeleri diledikleri bir vakitte ödeyebilir, bunun için bir sonraki Ramazan ayını beklemelerine gerek yoktur.

51. Yurt dışında yaşayan kişi, fıtır sadakasını bulunduğu ülke şartlarına göre mi yoksa Türkiye şartlarına göre mi verir?

Ülke ve bölgelere göre geçim standartları farklı olduğundan, sadaka-i fıtır mükellefi, kendi bulunduğu yere göre tespit edilen miktarda sadaka-i fıtır vermelidir (İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 3/319-322).

Ancak sürekli olarak yurt dışında yaşadığı halde sadaka-i fıtrın ödeneceği zaman Türkiye’de bulunan kimse, Türkiye’nin şartlarına göre sadaka-i fıtrını verir.

52. Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?

İslam dini, sosyal dayanışmaya önem vermiş ve hayırda yardımlaşmayı tavsiye etmiştir. Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır:

“...İyilikte ve takvada yardımlaşın ama günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın...” (Maide, 5/2)

Hz. Peygamber (asm) de işaret parmağıyla orta parmağını birleştirerek; “Ben ve yetime bakan kimse, cennette şöylece beraberiz.” buyurmuştur (Müslim, Zühd, 42).

Bu nedenle, sevgiye, şefkate ve korunmaya muhtaç kimsesiz çocuklar, kendilerine yardım eli uzatılarak, topluma kazandırılmalıdır.

Dinimizde kimsesiz çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte hukukî birtakım sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesi kabul edilmiş değildir.

Buna göre, evlat edinenle evlatlık arasındaki bu ilişki sebebiyle bir evlenme engeli doğmadığı gibi, evlatlığın kendi öz anne babasının yerine, evlat edinenlerin nesebine kaydedilmesi de caiz değildir.

Ayrıca evlatlık olarak büyütülen çocukla, evlat edinenler arasında birbirlerine mirasçı olma hakkı da söz konusu değildir (Kurtubî, el-Camî’ li Ahkâmi’l-Kur’an, 14/80).

Ancak evlat edinenler hayatta iken diledikleri kadar malı evlatlık olarak büyüttükleri çocuğa hibe edebilecekleri gibi, mallarının üçte birini vasiyet yoluyla da ona bırakabilirler.

Bu itibarla, mahremiyet ile ilgili dinî kayıt ve şartlara riayet etmek kaydıyla, çocuğu olmayan ailelerin kimsesiz çocukları büyütmek üzere yanlarına almalarında bir sakınca görülmemektedir. Ancak bu davranış, evlat edinme olarak algılanmamalı ve aralarında mirasçılık cereyan etmemelidir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun