"Mevcud" vücud verilmiş demek olduğuna göre, "Vahdet-i Vücud" ile "Vahdet-i Mevcud" arasında yüz seksen derece fark oluyor. Bu durumda Allah hakkında "Mevcud" ifadesi nasıl kullanılır?

Tarih: 20.07.2006 - 19:14 | Güncelleme:

Soru Detayı
Allah hakkında Mevcud ifadesi Kur'an ve Sünnet'te kullanılmış mıdır?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Mevcud: Var olan. Bulunan. Hazır olan. Topluluğun hepsi. * Kâinat. Mükevvenat.

Allah için "Mevcud" tabir kullanıldığı zaman farklı bir mana ifade eder; insanlar için kullanıldığı zaman ise farklı mana ifade eder. Bunu karıştırmamak gerekir. Nitekim Cevşenü'l-Kebir'de Allah için "Mevcud" ifadesi şu şekilde kullanılmıştır.

- Ey kendisini arayanların yanında her yerde her an hazır olan Mevcud.

"Lâ mevcude illa hu" (Ondan başka mevcut yoktur.) diyerek, varlığın ancak Allah'a mahsus olduğunu esas alan ve mahlukatın varlığını kabul etmeyen bir tasavvuf ekolüdür. Ekolun kurucusu Muhyiddin-i Arabî Hazretleridir. Sadeddin Konvevî Hazretlerinin dışında bu yola giren büyük zatlara rastlanmaz.

Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin bazı görüşleri kendisinden sonra gelen tasavvuf ehlince benimsenmiş olmakla birlikte bu yol, diğer tarikatlar gibi, büyük kitlelerin tâbi olduğu bir meşrep halini almamıştır. "Vahdet-i vücut" meşrebinde Allah namına mahlukat inkâr edilirken, materyalistler ve tabiatçılar bu meşrebi o büyük velinin anlayışına taban tabana zıt bir yola çekerek, tabiat namına Allah'ı inkâr yoluna girmişlerdir.

Önce, vahdet ve vücut kelimeleri üzerinde biraz duralım. Vahdetin sözlük anlamı, birlik'tir. Zıt anlamı "kesret", yâni çokluktur. Meselâ, beş farklı harf bir kesrettir, ama bunlar tevhit edilerek bir kelime halini alırlarsa vahdete erilmiş olunur. Kâinat kitabı denilen bu âlemde, bu mânânın sonsuz misalleri vardır. Yüzlerce dal bir ağaç olarak karşımıza çıkarken, milyarlarca hücre bir bedende birleşiyorlar. Bir olan Allah'ın mukaddes varlığı için "vacibü'l-vücut", kesret dairesini meydana getiren mahlûkatının varlığı için ise "mümkinü''l-vücut" tabirleri kullanılır.

Vacip; varlığı kendinden olan, bir başkasının var etmesiyle var olmaktan münezzeh bulunan, ezelî ve ebedî var olan Allah'ın varlığı.

Mümkin; varlığı, yaratıcısının var etmesiyle tahakkuk eden, o dilediğinde hemen yok olmaya mahkûm, bu cihetle varlığı ile yokluğu yaratıcısının kudretine nispetle eşit bulunan mahlûkatın varlığı.

İşte "vahdet-i vücut" meşrebindeki bir velî, "istiğrak" dediğimiz mânevî sarhoşluk hâline girdiğinde varlığı sadece vacip varlığa hasreder, mümkinin varlığını inkâr eder. "Lâ mevcude illâ hu" yâni "Ondan başka varlık yoktur." der. Bu sözün cezbe hâlinde, mânevî sarhoşluk hâlinde söylendiği açıktır. Zira, Ondan başka varlık olmasa, bu sözün de söylenememesi gerekirdi. Ama, bu sözü söyleyen zât o anda bunu da düşünecek hâlde değildir.

İstiğrak hâlinin bir gölgesi günlük hayatımızda da bazen kendini gösterir. İlmî bir eseri okuyan insan kendini mânâya kaptırdı mı, artık kelimeleri bir bakıma görmez olur. Onları hatırlamaz, onlarla meşgul olmaz. O her şeyiyle ilme dalmış, onda gark olmuştur. O anda kitabı unuttuğu gibi, onu tutan parmaklarını, ona bakan gözlerini de unutmuştur.

Vahdetü'l-vücut için, Mesnevî-i Nuriyye de

"Tevhidde istiğraktır ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir."

buyrularak, bu meşrebin akıl ile izah edilemeyeceğine dikkat çekilir. Bir aynayı güneşe karşı tuttuğunuzda güneş o aynada görünür. Onun nuruyla ayna da aydınlanır. O da ışık saçmaya başlar. Bu ayna şuurlu olsa, güneşin nurunu kalbinde taşır, ona iman eder ve kendisindeki bütün renklerin, ışığın, hararetin hep ondan geldiğini bilir, ona minnettar olur. Bu şuurlu aynanın güneşe doğru yaklaştığını farz edelim. Yaklaştıkça güneşten daha fazla ışık alacak, daha çok parlayacak, diğer yandan, daha fazla ısınacak, yanacaktır. Ayna güneşe yaklaştıkça onda, güneşin görüntüsü dışında kalan saha gittikçe azalır. Ve sonunda aynanın tamamı güneşin nuruyla dolar. Artık onun kalbinde başkasına yer yoktur. Yaklaşma devam ettikçe, ışığın şiddetinden ayna kendini göremez olur. Şiddetli hararet ve nur ile kendinden geçer, istiğrak hâline girer. Artık ne kendisi kalmıştır ortada, ne de ışığı. İşte o ayna bu hâlde iken, "Güneşten başka bir şey yoktur." derse, bu onun mânevî sarhoşluğunun ifadesidir.

Risale-i Kur Külliyatı'ndan Mektûbat'ta, "kalbî ve hâlî ve zevkî olan bu meşrebi aklî ve kavlî ve ilmî sûretine çevirmemek" gerektiği önemle vurgulanır. Ve Lem'alarda bu mânâyı teyit için,

"Bu mesele-i vahdetü'l-vücudu şimdiki insanlara telkin etmek ciddi zarar verir."

denilerek, çoğu insanımızın maddede boğulduğu, sebeplere gereğinden çok fazla önem verdiği bu gaflet zamanında bu meşrebi insanlara telkin etmenin ters sonuçlar vereceğine şöylece dikkat çekilir: O meşrep, daire-i esbaptan geçip, terk-i mâsiva sırrıyla, mümkinattan alâkasını kesen ehass-ı havassın istiğrak-ı mutlak hâletinde mazhar olduğu salih bir meşrebdir. Bu meşrebi esbab içinde boğulanların ve dünyaya aşık olanların ve felsefe-i maddiye ile tabiata saplananların nazarına ilmî bir sûrette telkin etmek, tabiat ve maddede onları boğdurmaktır ve hakikat-ı İslâmiyye'den uzaklaştırmaktır.

Hani bazı ilâçlar vardır, üzerine not düşülmüştür; "Çocukların ulaşamayacağı yerlerde muhafaza ediniz." diye. Bu meşrep de öyle. Şartı, "ehass-ı havas" yâni hasların hası olmak. Velâyetin en ileri derecelerinde bulunmak. Onlara da her zaman tavsiye edilmiyor. sadece istiğrak-ı mutlak hâlinde geçerli. Yâni tevhit denizinde tam gark olup, o deryada boğulup, Allah'tan gayrı ne varsa hepsinden alâkayı kestikleri zaman "lâ mevcude illâ hu" diyebiliyorlar. İlk cümlede o mümtaz zevatı pervasızca tenkide cür'et edenlere hâdleri bildiriyor: "Ehass-ı havasın mazhar olduğu salih bir meşrep" ifadesiyle...

Elimize bir meyveyi düşünelim. Bu meyve halk (yaratma) fiiliyle var olmuş ve onda Hâlık ismi tecelli etmiştir. Bu fiil ve bu tecelli olmasa o meyve vücuda gelemez. İşte bizim ilmen, fikren düşündüğümüz bu mânâyı o mümtaz zâtlar hissederler, yaşarlar, o hâl ile hâllenirler ve cezbe hâlinde o meyvenin yokluğuna hükmederler. İstiğrak hâlinden çıkınca meyvelerini âfiyetle yer ve Rezzâk olan Allah'a şükrederler. İstiğrak hâlinde şükür de yoktur. Zira, ne meyve vardır ne insan.

Nur Külliyatı'nda bu meşrebin "salih" olduğu, mensuplarının da ehass-ı havas oldukları zikredilmekle birlikte, bu meşrebin zannedildiği gibi en ileri bir hakikat yolu olmadığına da bilhassa dikkat çekilir. "Hulefa-i râşidinden ve eimme-i müçtehidinden ve selef-i sâlihînin büyüklerinden o meşreb sarihen görünmüyor." denilerek, bu meşrebin hususî kaldığı, umuma mâl olamadığı vurgulanır. Ne sahabeler, ne mezhep imamları, ne de asırlarına yön vermekle vazifeli, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Abdulkadir-i Geylânî gibi mümtaz zâtlar böyle bir yolda gitmişlerdir. Onlar bütün gayretlerini nübüvvet vazifesi dediğimiz, insanları irşat etme, ikaz etme, hakkı sevdirme, bâtıldan nefret ettirmede merkezleştirmişlerdir. Bu kutsî vazife ise istiğrak değil, sahv yâni uyanıklık hâlinde icra edilebilir.

Nitekim, Muhyiddin-i Arabî de

"Bizim mertebemize çıkmayan kitabımızı okumasın."

buyurmakla, meşrebinin hususî kaldığını beyan etmiş bulunuyor.

Nur Külliyatı'nda dikkat çekilen önemli bir nokta da, bu meşrebe giren bir velînin sadece Allah'a imanda terakki ettiği, buna karşılık diğer iman rükünlerini düşünmemekle yahut hayal saymakla onlardan gereken feyzi alamadığıdır. İstiğrak hâlinde söylenen "lâ mevcude illâ hu" sözünün uyanık hâlde söylense, diğer beş iman rüknünün dikkate alınmaması sonucu doğar.

Öte yandan, bu meşrebi uyanık hâlde iddia etmek, Cenâb-ı Hakk'ın isimlerinin tecellilerini hayal ve vehim derecesine indirmek gibi büyük bir cinayettir. Rızık hayal olunca Cenâb-ı Hakk'ın rezzakiyeti de, hâşâ, hakiki olmayacaktır. Mahlûkata hayal dediniz mi Allah'ın yaratıcılığı da hayalî olur. Hayâlî şeyleri yaratmak için sonsuz bir kudret, irade gerekmeyeceğinden, bütün ilâhî sıfatların ulviyetleri de gizlenecektir. Sadece Allah'ın zâtına nazar edilmekle, sıfatlara, fiillere, isimlere ve onların tecelli ettiği olan mahlûkata bakılmayacaktır. Bunun ise velâyette yüksek bir meşrep olmayacağı açıktır.

İlave bilgi için tıklayınız: 

- VAHDET-İ VÜCUD

 - VAHDET-İ MEVCUD

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun